• Sonuç bulunamadı

1.2. AİLE KURAM VE YAKLAŞIMLARI

1.2.6. Yapısal-İşlevselci Yaklaşım

"Bireyler arasındaki eylemler, toplumsal kurumların bireylere getirdiği sınırlamalar, bireylerin gereksinimleriyle bunların toplumsal ve kültürel çerçeveler aracılığıyla karşılanması arasındaki ilişki üzerinde odaklanan işlevselcilikten farklı olarak yapısal işlevselcilik, eylem ve gereksinimlerden çok, bireylerin toplumsal düzen içerisindeki yeri ve toplumsal düzenin inşasıyla ilgilidir " (Özbudun vd., 2006: 112).

"Bu yaklaşım daha çok, demografik ve ekolojik değişmeler, iç göçler, kentleşme, alt kültürler ve sapan davranışlar, toplumsal tabakalaşma, toplumsal hareketlilik gibi konularda odaklanmışlardır" ( Kongar, 2013: 153).

Bu yaklaşım, toplumun alt sistemlerden ve parçalardan meydana geldiğini, her alt sitemin diğeri ile işlevselliği olduğunu öngörmektedir. Her alt sistemin aile üzerinde etkisi ile ailenin sistemlerindeki denge yönü üzerinde durmaktadır. "Aileyi, sosyal alt sistemlerden biri, sosyal bütünü oluşturan unsurlardan biri, toplum içinde belli görevleri yerine getiren bir parça olarak kabul eder. Ailede bir statüler ve roller ağı vardır. Bunların anlamı aile sistemini ve aile sistemini aracılığı ile de bütün sosyal sistemi sürdürmektedir" (Yazan, 1991: 459).

"Radcliffe-Brown akrabalık ve evlilik sistemini ise, biyolojik ilişkilerin toplumsal araçlarının kabulü temelindeki toplumsal alışkanlıklar dizisi olarak görmektedir. Bu sistemler akrabalık terminolojisini, akrabalar arasındaki ilişkin ağlarını, tikel akrabalık rolleriyle ilintili hak, görev ve alışkanlık dizilerini, örneğin

üreme ya da atalara saygı da dahil akrabalıkla ilişkili inanç ve ritüel pratiklerini içermektedir" ( Özbudun vd., 2006: 123).

"Yapısal- İşlevselcilere göre aile, toplumsal yapının bir parçası olarak toplumun devamlılığını sağlamak üzere işlev gösteren bir kurumdur" (Canatan, 2016: 38). "Bu çerçeve de, aile kurumunun temel olarak üreme yoluyla toplumun işleyişini ve toplumun sürekliliğini sağladığı düşünülmektedir" (Özen, 1990: 398). Bu yaklaşıma göre aile üyelerinden biri görevini yerine getirmediği zaman sistemin düzenini zora soktuğu ve aile de herkes kendi rolünü yerine getirmesi gerektiği görüşü hakimdir. Toplumsal ilişkiler verili bir durumdur. Toplumlar ortak özelliklere ilişkilere uyum sağlamalıdırlar. "Toplumun iskeletini oluşturan yapısal biçimin istikrarı, kurumlarının bütünleşmesinde ve kısımların, biçimin sürdürülmesi için gerekli rolleri yerlerine getirmelerine bağlıdır" (Özbudun vd., 2006: 120).

"Linton'a göre toplumların fonksiyonlarını yerine getirmesi bireylerin ya da grupların karşılıklı davranış kalıplarına sahip olmalarına bağlıdır. Bu kalıpların içinde en önemli yeri statüler tutar. Birey, statüsünün hak ve görevlerini yerine getirmeye başladığı zaman bir rolü yerine getirmektedir. Statü ve rol karışımı, bir bireyin toplumda yerine getirmesi gereken tutum ve davranışlarını belirlemektedir" (Kongar, 2013: 154).

Yapısal fonksiyonalist, "sosyal davranış, bir toplumun ihtiyaçlarına ve fonksiyonlarına katkıda bulunmalıdır, aile de bu toplumsal fonksiyonlardan birini yerine getirir, her sosyal sistem gibi aile de dengeye doğru bir eğilim içindedir, aile davranışları normlar tarafından geniş ölçüde belirlenmiştir, sosyal bir varlık, kadın olsun erkek olsun, yaşadığı sosyal sistem tarafından koşullandırılmış bir kişidir; bağımsız eylem asosyaldir" (Aldous,1978: 15-16; Akt. Güçlü, 2016: 73). Hiyerarşi bir özellik gösteren yaklaşım, değer ve normları başka kişilerden aktarımı ve ona uyum karmaşanın önüne geçildiği görüşü hakimdir. "Merton göre, değerler ve normlar kültürel çevreyi, insan ilişkileri ise toplumsal çevreyi meydana getirir. Toplumsal çevre ile kültürel çevre arasında uyumsuzluk olduğu zaman gerilimler ortaya çıkar. Bu gerilim, toplumsal çevrenin insanı, kültürel normlara uygun eylemde bulunmaya yöneltmesi demektir " (Kongar, 2013: 163)

"Yapısal-işlevsel yaklaşım da bireylerin ihtiyaçları yapı tarafından organize olduğu diğer bireyler ile amaçlar doğrultusunda bir arada bulunmaktadır. Toplum içinde davranış yapılandırılmış bir davranış olup bireyler arasındaki ilişkiler belirli normlara göre işlemektedir" (Jary ve Jary, 1991: 29; Akt. Yener, 2018: 872). Bireyler norm ve değerler ile uyum içindedir, norm ve değerler aktarılarak ilerletilmektedir. Bu görevi Parsons'a göre aile yerine getirmektedir. Parsons, "Aile toplum içinde kabul görmüş değer ve normların toplumun bireylerine kazandırılması yoluyla sosyalleştirme görevini yerine getirmektedir" (Yener, 2018: 872). Sosyalleşme süreci ile sosyal düzenin aksamadan, kültürel değerlerin nesilden nesile aktarılarak ilerlemesi ve toplumsal bütünlüğün devamı için akrabalık ve aile bağları ile mümkünlüğünü vurgulamaktadır. "Kağıtçıbaşı (2010: 359), böylece tek tek kişiler yerine toplumun üyeleri olan, birbirlerinden farklılıkları olduğu gibi, birbirlerine büyük benzerlikler de gösteren toplumsal bireyler oluşacaktır".

Yapısal-işlevselcilere göre, her toplum bir aidiyet bir topluluk duygusu ve ortak bir kimlik yaratmalıdır. Bu sayede toplumda bölünmeler ve çatışmalar engellenmiş olacaktır.Bu fikrin savunucularından Parson, "topluluk, toplumun bir alt sistemi olarak görmektedir" (Kongar, 2013: 159). Topluluk düzeni kültürel alt sistemi temsil etmektedir. Topluluk kültüründe, toplumsal bir kimliği, gurup uyumu, birliği ve aidiyetin yüksek olduğu yaşam şeklidir. Bireylerin isteyerek kurdukları ve grup tarafından rollerin belirlendiği bir örgütlenmendir. "Bu topluluk yasa ile belirlenmiş siyasal bir oluşum değil, bütün bir yaşam alanıdır. Topluluk, ait olma duygusu ortak çıkarlar, komşuluk ya da hemşerilik öğelerinden oluşan karmaşık sosya-kültürel bir çevredir" (Ergil, 2011: 195). Topluluk, içerisinde grup kararları bireyin kararlarından önceliğe sahip olmakla beraber bireyin davranışları grup tarafından belirlenmektedir. Topluluğu oluşturan değer de ortak bilinç hakimdir ve grup çıkarları her şeyden üstündür. "Topluluk kültüründe grubun çıkarları, sürekliliği, iş birliği, ve kendini kontrol hedeflenir. Bu kültür formunda birey, başkalarının duygularını anlamaya, kendisini grupla aynı kılan özelliklere ve grubun ihtiyaçlarına odaklanır" (Triandis, 1994, Akt. Aytekin, Sakal, 2014: 51-52).

Değişen yaşam koşulları, sanayileşmenin gelişmesi ile kırsal toplum üretim şeklinden kentsel üretim şeklinin artması şüphesiz aile yapısının da değişime

uğradığı bir gerçektir. "Aileyi toplumun genel sisteminin bir alt sistemi olarak gören yapısal işlevsel yaklaşım endüstri devrinden sonra artan kentleşme faktörüyle aileyi girişimci olarak değil endüstri kollarında ihtiyaç duyulan işgücünün kaynağı olarak görmektedir" (Hammond, 2010: Akt. Yener, 2018: 873). Bu yaklaşıma göre aile var olan rollerini korumakla birlikte yeni roller eklenmekte ve yapısal işlevselcilere göre değişen toplum özellikleri ile birlikte baba, anne, çocuk, aile ekonomisine kat bulunan bireyler algısından öğrenci, ev kadını, eve para getiren baba algısına dönmüştür. Sanayileşmeden önce sosyalleşme görevi aileye aitti. Sanayileşmenin gelişmesi ile çocuğun sosyalleşme görevi başka kurumlar yüklenmiştir. Bu durum, toplumun alt sistemler ile desteklenmekte ve yine bütünlük sağlanmakta: ama her alt sistem kendi görevini yerine getirmek zorundadır. Toplum varlığını devam ettirmek için değişimle beraber yeni üyeler ortaya çıkmaktadır. Bu görevi farklı kurumlar üstlenmektedir. "Örneğin; devlet eliyle değişim karşısında ailenin bütünlüğü, uyumu, devamlılığı korunacaktır. Devletin bu uygulamalarına yönelik yeni girişim ve iş alanları da ortaya çıkmaktadır. Çocuk bakım ve eğitimi konusunda, ailenin saygın yeri ve rolünü destekleyecek girişim alanları gün geçtikçe hayatımızın parçası olmaktadır. Kreşler, bakım evleri, hobi bahçeleri, aile kampları bu girişim alanlarına örnek olarak gösterilebilir" (Yener, 2018: 872).

"Değişen yaşam şartları ile ekonomik yapıdaki gelişmeler üretim ve hizmet sektöründeki farklılıklar yapısal işlevsel yaklaşıma göre aile de eski rollere yenileri eklenmeye başlamıştır. Büyük sanayi enstrümanlarıyla icra edilemeyen üretim ve hizmet sektörünün bu yeni alanları için ihtiyaç duyulan girişim ihtiyaçları sanayi devriminin topluma kazandırdığı çekirdek aile yapısıyla sağlanmaya çalışılmaktadır" (Yener, 2018: 873). Bu yaklaşıma göre, sanayileşmenin artması ile aile yapısında dönüşümler gerçekleşmiş, yeni topluma özgü aileler var olmuştur. "Bu akımla yaygınlaşan bireyselleşme ve özgürlük eğilimlerinin aileyle birlikte bireyin de davranışlarını da değiştirdiği kabul edilmektedir" (Henrekson, 2014: Akt. Yener ,2018: 873).

Yapısal-işlevselci kuram statik görünümü vurgulamakta ve yapısal işlevsel çerçevede değişmeyi göz ardı ettiği için eleştirilmektedir. "Toplumsal değişmeden çok toplumsal denetime önem vermekle, kargaşalık yaratıcı değişimi değil,

düzenleyici değişimi çözümleyerek toplumun, değişme olmadan karşılanamayacak olan menfaat ve amaçları yerine, güven ve ‘gereksinmelerine ağırlık vermektedir. Genel olarak süreçten çok yapıyı önemsemekte ve mikro sosyolojik çözümleme yerine, makro sosyolojik çözümlemeye yer vermektedir" (Wallace ve Wolf, 2012:93).

II. BÖLÜM

KENT AİLESİ VE BURSA ÖRNEĞİ