• Sonuç bulunamadı

2.1. Bourdieu Yaklaşımının İlişkisel Temelleri

2.1.1. Yapılandırılmış ve Yapılandırıcı Bir Mekanizma: Habitus

Bourdieu’nun genel kuramının merkezi noktasını habitus10

kavramı oluşturmaktadır. O, sosyal bilimleri sekteye uğrattığını iddia ettiği ikilikleri habitus kavramıyla aşar. Bir eylem kuramcısı olarak Bourdieu’nun, nesnelci yaklaşımların belirlenimcilik tuzağına düşmeden “eylemin düzenli ve doğal işleyişi”ni faili de sürece dahil ederek açıklamak üzere giriştiği bir dizi çabanın ürünüdür habitus. Bourdieu’ya göre insanın toplumsal davranışı hem “yapılandırılmış” hem de “yapılandırıcı”dır, çünkü birey yapı tarafından sınırları belirlenmekle birlikte iradi eyleminden ayrı düşünülemez. Kaleme aldığı neredeyse her çalışmasında tekrar tekrar tanımladığı habitus; belli bir durumda yapılması gerekli olan şeye ilişkin bir tür pratik kavrayışıdır (Bourdieu, 2006:42). Dolayısıyla habitus, basitçe “kendiliğinden öyle oldu” sanılan eylemlerin, eyleyicilerin içinde işleyen bir “yapılandırıcı mekanizmaya” bağlı olduklarını göstermektedir.

“Habitus, kelimenin tam anlamıyla, ne tam olarak bireyseldir, ne de davranışları tek başına belirler; buna karşın, eyleyicilerin içinde işleyen yapılandırıcı bir mekanizmadır. Bu, eyleyicilerin çok çeşitli durumlarla başa çıkmalarını sağlayan bir strateji üretme ilkesidir (Bourdieu & Wacquant, 2014:27).”

10 Kavram olarak habitusu kullanan ilk düşünür olmamasına rağmen bu derece ünlenmesini ve sosyal

bilimler alanında mühim bir yer edinmesini sağlayan kişi Bourdieudur. Kavrama ilk olarak Aristoteles’in heksis kavramının Saint Thomas d’Aquin tarafından yapılan tercümesinde rastlamak mümkündür. Aristoteles’in Heksis’i, eğitimle sağlanmış olan ve bireylerin eylem kapasitesinin temelini oluşturan fiziksel maharet ve davranışları işaret eder. Saint Thomas d’Aquin, heksis’i habitus olarak tercüme eder ve bu kavramla bir yerden sonra spontane hale gelen (bilhassa dini) adetlerin öğrenilmiş toplumsallığı ifade eder. Habitus kavramı sonraları da sıklıkla kullanılmış ancak bir kuramın temel unsuruna dönüşmemiştir. Bourdieu, bu kavramı yeniden yorumlarken Aristoteles’ten, Saint Thomas d’Aquin’den, Durkheim’dan, Elias’tan, Mauss’tan ve Weber’den ilham aldığını ifade etmektedir (Jourdain ve Naulin, 2016:41-42).

47

Bourdieu, bu kilit kavrama işaret etmek üzere “kültürel bilinçdışı”, “alışkanlık oluşturan güç”, “temel, derinlemesine içselleştirilmiş büyük örüntüler”, “zihinsel alışkanlık”, “zihinsel ve bedensel algı, beğeni ve eylem şemaları”, “düzenli doğaçlamaların üretici ilkesi” gibi ifadeleri de kullanır. Kavramın kapsamı zamanla, eylemin hem bilişsel hem de bedensel temelini vurgulayacak ve alışkanlık haline gelmiş eylemlerin yanı sıra yaratıcı eylemleri de içine alacak şekilde genişlemiştir (Swartz, 2013:145).

İçselleştirilmiş toplum, bedende somutlaşmış tarih ve kültür olarak habitus, Bourdieu’ya göre kesinlikle bir sabitlik gibi görülmemelidir, o zaten habitus kavramsallaştırmasını ikili karşıtlıkların belirlenimciliklerini aşmak amacıyla geliştirmiştir. Bu açıdan bakıldığında habitusun, tarihsel olarak inşa edildiğini, toplumsallaşma yoluyla içselleştirilen yatkınlıklardan oluştuğunu, bireyin tarihinden çok daha eski olması nedeniyle köklülük özelliğini taşıdığını, toplumsal olarak değişken ve üretici aynı zamanda aktarılabilir yani yeniden üretilebilir olduğunu vurgulamakta yarar vardır.

“Yapılar ile pratikleri birleştiren dairesel bir ilişki sistemidir; nesnel yapılar yapılanmış öznel yatkınlıklar üretme eğilimdedir, bu öznel yatkınlıklar da, nesnel yapıları tekrar üretme eğiliminde olan yapılanmış eylemler üretirler (Bourdieu ve Passeron,1977’den aktaran Swartz, 2013).”

Bireyin eylemleri, bu eylemlere yön veren habitusu oluşturan koşulları tekrar yaratma eğilimindedir. Toplumsal dünya ile uyum içinde işleyen habitus, bireyler için yapılması uygun olan ve olmayanların çerçevesini belirlemektedir. Bourdieu, habitusun döngü halindeki sistematiği konusunda okuyucularını uyarır; çünkü o, toplumsallaşma yoluyla içselleştirilirken, eylem yoluyla da dışsallaştırılır. Böyle bir toplumsallaşma insana nereye ait olduğu ve nereye ait olmadığı duygusunu kazandırmaktadır. Bu durum aynı koşulların hem egemenler hem de egemenlik altında olanlara nasıl mantıklı geldiğini açıklamaktadır.

48

Bourdieu’a göre habitustan söz etmek, bireysel olanın, hatta kişisel, öznel olanın dahi toplumsal, kolektif olduğunu ortaya koymaktır:

“Benzer koşulların ve koşullanmanın ürünü olan bütün failler arasındaki örtük bir anlaşmanın ve aynı zamanda grubun aşkınlığının pratik deneyiminin, grubun olma ve yapma biçimlerinin temelidir habitus, bu gruptaki herkes bütün akranlarının davranışlarında kendi davranışının onayını ve meşruluğunun temelini bulurken, buna karşılık kendisi de diğerlerinin davranışını onaylar ve gerekirse düzeltir (Bourdieu, 2016b: 175).”

Bireylerin deneyimlerinin ve eylemlerinin biricikliğini kabul etmekle birlikte Bourdieu’ya göre habitus, bilinçli bir seçim olmaksızın benzer yaşam koşullarına sahip bireyleri benzer davranışa yöneltmektedir. Bu noktada habitus, belirlenimcilik kıskacından kurtulamamış olmakla eleştirilmiş ve “bir kader gibi” benzetmeleriyle karşı karşıya kalmıştır. Ancak Bourdieu, habitusun tarihin bir ürünü olduğunu ve sürekli olarak yeni deneyimlerle karşı karşıya gelen ve durmaksızın onlardan etkilenen açık bir yatkınlıklar sistemi olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre, sistem dayanıklıdır fakat sarsılmaz değildir. Bununla birlikte ilksel toplumsallaşmanın kaçınılmaz önceliği kavramın yapısal yönünün daha ağır bastığı gerçeğini de göstermektedir. Ancak bu tezin temel amacı olan, içinde cinsiyet düzenin de kurulduğu iktidar örüntülerini ve değişen iktidar ilişkileri bağlamında kadın habitusunun dönüşümünü irdelemek noktasında esasen yapının önceliğinin kabul edildiğini belirtmekte fayda vardır. Zira cinsiyetler arası eşitsiz yapı, faili öncelemektedir.

Bourdieu tarafından aynı isimle 1990 yılında önce makale olarak, 1998 yılında ise kitap olarak yayınlanan Eril Tahakküm (Masculine Domination) ilişkisel bakış açısıyla toplumsal cinsiyetin sosyal inşasını konu edinmektedir. Halihazırda Bourdieu’nun genel eylem teorisi beden, habitus ve alan üçlemesini kapsamakta, yazar sadece toplumsal cinsiyeti ele aldığı adı geçen eserinde değil, neredeyse tüm

49

yapıtlarında toplumsal alanların bedene dönüşümünü konu edinmekte, toplumsal olanın habitus vasıtasıyla bedeni biçimlendirişini aktarmaktadır. Bourdieu, geniş ölçekli toplumsal eşitsizliklerin doğrudan kurumsal ayrımlardan kaynaklanmadığı fakat bireylerin konumları ve bedenleri üzerindeki iktidar ilişkilerinin ustalıkla aktarılmasından kaynaklandığını düşünmektedir. Eril Tahakküm (2014a) kitabında, toplumsal cinsiyet eşitsizliği olarak adlandırılan sembolik tahakküm paradigmasını tartışır. Kabiliye Berberileri üzerinde yürüttüğü çalışması göstermektedir ki; bireylerin habitusları yoluyla içselleştirdikleri ve yeniden ürettikleri toplumsal dünyanın nesnel yapılarında kayıtlı olan erkil tahakküm doğal ve normal farzedilmektedir.

Tıpkı diğer geçerli görme ve ayırma ilkeleri gibi toplumsal cinsiyete ilişkin sınıflandırmalar da habitus vasıtasıyla bireysel eylemlere, toplumsal pratiklere ve dünya görüşüne entegre edilmiş durumdadır (Krais, 2006:124). Bourdieu’ya göre cinsiyetler arasındaki biyolojik farklılıklar, cinsiyetler arasında toplumsal olarak inşa edilen farklılıkların dünyanın doğal düzeniymiş gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Normal, doğal, hatta kaçınılmaz olarak görülen bu farklılıklar bedene gömülür, eyleyicinin habitusunun bir parçasını oluşturur.

“Bedenimizle öğreniriz. En ciddi toplumsal buyruklar zihni değil, anımsatıcı olarak ele alınan bedeni hedef alır. Erkekliği ve kadınlığı öğrenme sürecinin büyük kısmı cinsiyet farkını yürüme, konuşma, durma, bakma, oturma vs. tarzları şeklinde (bilhassa kılık kıyafetle) bedenlere işleme eğilimdedir. (Bourdieu, 2016b:170).”

Cinsiyet hiyerarşisinin yaslandığı anatomik farklılıklar görüşü, toplumsal olarak inşa edilmiş farklılıklar için doğal bir gerekçe halini almakta, meşrulaştırma işlevi görmektedir. Çalışmasını biyolojik olanın toplumsallaşması sorunsalı çevresinde kuran Bourdieu’ya göre; cinsiyetler arasında toplumsal olarak doğalmış, aşikarmışcasına inşa edilen bölünme, böylelikle meşruiyetin tanınmasına hizmet etmektedir (Bourdieu, 2014a:21). Anatomik farklılıklar ve toplumsal inşa arasındaki

50

döngüsel nedensellik içinde güç ilişkileri tarafından biçimlendirilen beden, habitus için hem kaynak hem de araç olarak işlev görür.

“Toplumsal dünya, bedeni cinsiyetlendirilmiş bir gerçeklik ve cinsiyetlendirici görüş ve bölünme esaslarının taşıyıcısı olarak inşa eder. Algının bu bedenselleşmiş toplumsal programı, dünyadaki her şeye, en başta da bedenin kendisine, onun biyolojik gerçekliğine uygulanır. ...tahakküm ilişkileri hem nesnel bölünmeler biçiminde nesnellikte, hem de bu bölünmeler uyarınca düzenlenmiş olan ve bu nesnel bölünmelerin algılanmasını düzenleyen bilişsel şemalar biçiminde öznellikte kazınmış haldedir (Bourdieu, 2014a:23).”

Bedenin toplumsal inşanın bir ürünü olduğu fikri Bourdieu’dan önceki dönemlerde özellikle feminist teorisyenler tarafından dile getirilmiştir. Bu inşanın biyolojik ve anotomik yani somut farklılıklar zemininde meşrulaştırıldığı düşüncesi ise Bourdieu’nun özgün tarafını yansıtmaktadır. Dişi beden ile erkek beden arasındaki görünür farklar, erkek merkezli bakış açısına dayanan eylemler yoluyla inşa edildiklerinden hâkim bakış ile uyumlu anlam ve değerler bütününü de tartışılmaz kılarlar. Erkeklik organı etrafında inşa edilen zihin ve eylem şemaları değildir bunlar, toplumsal yapılar ve bireysel pratiklerle inşa edilen şey eril organdır aslında. Böylelikle bedenler arasındaki fark, cinsler arasında hiyerarşize edilmiş konumları ve bunların iki farklı toplumsal öz olarak algılanışlarını yaratır.

“Eril sosyodisenin özgün gücü iki ayrı işlemi birleştirme ve yoğunlaştırmasından ileri gelir: bir tahakküm ilişkisini, kendisi de doğallaştırılmış bir toplumsal inşa olan biyolojik bir doğanın içine yerleştirerek meşrulaştırır (Bourdieu, 2014a:37).”

Kadın ve erkek olarak ayrılmış kimlikler tahakkümün toplumsal ilişkilerinin

bedenselleştirilmesi (Bourdieu, 2014a:38) ile oluşturulur ve toplumun tüm alanlarına

yayılmış, kesintisiz bir toplumsallaştırma ile dünyayı bu bölünüm ve farklılık ilkesinde anlamlandıran kadın ve erkek habituslarını yaratır. Alt-üst, güçlü-zayıf, hakim-madun, eril-dişil, kamusal-özel gibi ikili karşıtlıklarla sembolize edilen bu

51

keyfi bölünüm, cinslerin ilişkiselliği içinde dişi olmayan erkek ve erkek olmayan dişi habitusunu yaratabilmek için şarttır. Toplumsal cinsiyet habitusunun inşası, çoğu zaman gizil ve örtülü biçimde toplumsal düzenin erkek merkezli işleyişinin ayrılmaz bir parçası olarak gerçekleşir. Bu nedenle, son derece doğal son derece sıradan ve olağandır; sarsılmaz gibi görünen kati gücünü de bu noktadan alır.

“Şeylere kazınmış bu eril düzen, işbölümünün veya kolektif ya da özel ritüellerin rutin akışı içerisindeki sözsüz emirler yoluyla bedene de kazınır (Bourdieu, 2014a:38).”

Hiçbir yasal kısıtlama olmaksızın kahve, kıraathane veya pavyon gibi erkek mekânlarından kadının dışlanmışlığının kadınlar tarafından kaçınma davranışıyla karşılanması; eviçi kadın toplantılarda örneğin altın günlerinde kadın konuklar gelmeden önce erkek eşin ve/veya yaşı büyük erkek çocuğun evden gönderilmesinin olağanlığı; yeni doğum yapmış kadının yanında annesinin ya da kayınvalidesinin olması ve eşin kadınları ilgilendiren bu durumdan uzak tutulmasının sıradanlığı örnek olarak gösterilebilir.

Bourdieu’nun toplumsal cinsiyete ilişkin görüşleri kapsamında habitus nosyonu kadın ve erkek çalışmaları için önemli açılımlar sağlamıştır. Bu çalışmalar içinde pratik kavramının ele alınışında merkezi önemdeki somutlaşma (cisimleşme - nesnelleşme) Bourdieu teorisinde habitus kavramıyla, belirleyicilik ile iradecilik arasına girerek Kartezyen dualizmin ayırdığı akıl ve bedeni bir arada, ayrılmazlık ilkesiyle konumlandırılır. Bu noktada beden; fiziksel, sembolik ve toplumsal iç içe geçmişlik ile dinamiktir ve sınırları değişkendir (McNay; 1999:98). Cisimleşme kavramı, toplumsal cinsiyet kimliğinin dışsal olarak dayatılan sınırlayıcı normlarla değil, yaşanılan cisimleşmiş potansiyellerle ele alınmasına imkan tanır (McNay, 2000:32). Habitus bedende cisimleşme yoluyla hem nesnel olanın hem de öznel olanın ifade buluşu olarak görülmektedir. Bourdieu’ya göre habitus eylemin belirleyicisi olmaktan ziyade eylemin üreticisidir. Bu nokta soyut bir yapı olmaktan kurtulan toplumsal cinsiyet, bir habitus olarak toplumsal ilişkileri yansıtan dinamik,

52

değişken bir ilişkiselliğe dönüşür. Toplumsal cinsiyetin bir habitus olarak ele alınması, öznelliğin toplumsal ilişkilere ne derece bağlı olduğunu göstermesi bakımından ayırt edicidir.

Habitusun formasyonu; toplumsal düzene, toplumsal ilişkilere ilişkin bilgiyi temin etmektedir, bu bilginin içinde kaçınılmaz olarak toplumsal cinsiyet düzenine, kadın ve erkek habitusuna ilişkin bilgi de yer almaktadır. Bourdieu’ya göre habitus, eylemlerin, bireylerin bilinçli olarak getiri hesabı yapmalarına gerek kalmadan kendiliğinden alanın beklentilerine uygun hale gelmesini sağlamaktadır. Bu pratik kavrayış nosyonu ile toplumsal cinsiyete dair habitusu açıklamak, failin dışsal temsil setini içselleştirmesinden çok daha fazlasını ifade eder. Toplumsal cinsiyet kimliğinin kazanılması bilinç yoluyla gerçekleşmez, bu pre-refleksif 11

bir kazanımdır. Ancak aynı zamanda bedenin davranışları öğrenmesinin mekanik bir yolu da değildir. Bu McNay (1999:101) tarafından Bourdieu’nun sözleriyle “bedenin oynadığı şeye inanmasını gerektiren, hayatı pratik bir mimesis12

formunda yaşamaktır: ızdırap varsa ardından ağlamak gelecektir.” şeklinde açıklanmaktadır. Bu noktada sosyal olguları açıklamak üzere habitus ile birlikte değerlendirilmesi elzem bir başka Bourdieu kavramına geçmekte yarar vardır: alan.