• Sonuç bulunamadı

3.2. Halkla İlişkilere Sosyo-Kültürel Yaklaşım

3.2.2. Bir Kültür Aracısı Olarak Halkla İlişkiler

Normatif perspektiften yürütülen çalışmaların halkla ilişkileri sadece bir yönetim fonksiyonu olarak konumlandırdığı, halkla ilişkilerin içinde bulunduğu toplumu dolayısıyla kültürü dışarıda bıraktığı çalışmanın daha önceki satırlarında dile getirilmişti. Oysa sosyo-kültürel yaklaşımdan Bourdieu’nun bakış açısıyla yapılacak bir değerlendirme, halkla ilişkiler uygulamalarını kültürel bir bakışla irdeleme raddesinde oldukça açıklayıcıdır. Ihlen (2009:225), halkla ilişkilere ilişkin Bourdieu kavramlarından yola çıkılarak geliştirilecek bir perspektifin çok daha gerçekçi olacağını söyleyerek, uygulamaların toplumsal düzenin işleyişinin bir parçası olarak yaşam tarzlarının tanımlanması ve biçimlendirilmesindeki rolünün anlaşılmasına ışık tutacağını belirtir.

Halkla ilişkileri kültürel bir bakış açısıyla değerlendirebilmek, mesleği bir kültürel aracılık olarak irdeleyebilmek için öncelikle ekonomik ve siyasi söylemlerin kültürel bir boyuta sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Bu kültürel boyut, halkla ilişkilerde belli anlamlar ile artifektlerin, tutumların ve davranışların ilişkilendirilmesi noktasında açıkça görülür (Edwards, 2012: 441). Günümüz dünyasında var olabilmenin ve varlığı koruyabilmenin en önemli unsuru haline gelen “kültür” ile mesleğin doğasında bulunan “söylem” halkla ilişkiler uygulamalarının merkezinde yer almaktadır.

Halkla ilişkiler; basın bültenleri, yönetici konuşmaları, kurum içi yayınlar, sosyal sorumluluk kampanyaları, hayırsever yatırımlar, sponsorluk kadar, siyasal iletişim çalışmalarını, sosyal değişim uygulamalarının kabulünü, kamu diplomasisini, devletlerin uluslararası arenadaki planlı iletişim çabalarını da içeren geniş bir uygulama alanında türlü teknikleri, araçları ve eylemleri ile dil ve semboller aracılığıyla siyasi, ticari ya da sivil oluşumların kendilerini konumlandırdıkları nokta ile kamunun zihninde oluşanın kesişme ekseninde vücut bulmaktadır. Esasen; kurumların varlık gösterebileceği ve bu varlıklarını koruyabilecekleri ortamın söylemler yoluyla yaratılması uğraşıdır halkla ilişkiler.

116

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda toplumsal alanın sadece ekonomi ile ilişkilendirilemeyeceği ve maddi değerlerle açıklanamayacağı aşikârdır. Maddi olanın değerinin sembolik olarak belirlendiği bu noktada, bilgi ve iletişim yapılarının önemi her geçen gün artmakta ve bu yapılar adeta yegâne belirleyici haline dönüşmektedir. Artık bir ürünü, bir kurumu, bir lideri, bir oluşumu tüketicisi ile kurduğu iletişim ve ilişkiden bağımsız düşünebilmek olanaksızlaşmıştır. Bu iletişim yapılarından biri olarak halkla ilişkiler; dilin, sembollerin, kodların işin merkezinde yer aldığı bir uğraştır. Bu bağlamda, halkla ilişkiler; belirli bir faaliyet alanına ilişkin toplumsal ve kültürel kuralları dile dökmek, kimliklere ve eylemlere ilişkin tutum ve değerleri etkilemek ve bu alanı belirleyen üretim ve tüketim pratiklerini düzenlemek üzere tasarlanmış bilginin üretimi ve yayılımı göreviyle bir kültürel aracı olarak hareket eder (Edwards, 2012:440). Halkla ilişkilerin kültürel aracılık mahiyetinin anlaşılabilmesi için bu bağlam elzemdir. Çünkü mesleğin, karşılıklı ilişki içinde olduğu, etkilendiği ve etkilediği toplumsal bağlamından koparmadan sosyal ilişkiler bütünü içindeki yeri ve işleyişi ancak bu yolla kavranabilir.

Beğenileri şekillendirmek ve yeni yatkınlıklar oluşturmak (Nixon ve Du Gay, 2002:497) göreviyle donanmış kültürel aracılık meslekleri, topluma toplum tarafından kabul edilebilir habitus18

türlerini tanıtmakta, mal ya da hizmetlerin

18 Eylemin biçimlendiricisi olarak habitus halkla ilişkiler mesleği bağlamında kamuların habitusu ve

halkla ilişkiler çalışanlarının habitusu açısından iki noktada önem kazanmaktadır. Bunlardan ilki; habitus ve toplumsal yapılar arasındaki döngüsel nedensellik ilişkisine bağlı olarak; halkla ilişkiler alanının toplumsal yapıları, sosyal hiyerarşiyi ve alan içi iktidarı üretme ve normalleştirilen, olağan kabul edilen toplumsal düzenin habitus dolayımıyla yeniden üretilmesini sağlama rolünde saklıdır. Bir kültürel aracılık mesleği olarak halkla ilişkileri toplumsal, ekonomik ve siyasal bağlamdan ayrı düşünmek mümkün değildir. Dolayısıyla, toplumsal yapı tarafından etkilenen ve onu etkileyen halkla ilişkiler pratikleri çoğu zaman sosyal dünyaya uyumlu habitusların yaratımı için uğraş verirler. Bu çalışmada halkla ilişkiler uygulamaları bu bağlamda ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Öte yandan halkla ilişkiler çalışanlarının habitusu, bir meslek olarak halkla ilişkiler alanının biçimlendirmesiyle, halkla ilişkilerin rolü konusunda şekillenir ve bu biçim alma çoğu zaman dünyanın hakim gidişatıyla uyumludur. Halkla ilişkiler çalışanlarının habitusu konusunda yürütülmüş iki önemli çalışmadan ilki, Caroline Hodges tarafından 2006’da kaleme alınmış olan “Halkla İlişkiler Uygulayıcılarının Kültürü”

117

toplumsal uzamdaki konumlarını işaret ederken aynı zamanda bu konumlara ilişkin anlamların yaratımı ile habitusları da sınıflandırmaktadır.

Bireylerin dünya üzerindeki yerlerini belirleyen toplumsal hiyerarşi habitusun temelini oluşturmakta, habitus dünyayı kavrama noktasında toplumsal yapıların normalleştirilmesine ve geçerli kılınmasına hizmet etmektedir. Yaşamın erken dönemlerinde içselleştirilen ve normalleştirilen habitus, bireylerin olağan dünya kavrayışı içinde toplumsal yapıların farkında olmaksızın ölümsüzleşmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla toplumsal dünya ile uyum içinde işleyen habitus, bireyler için uygun olanların çerçevesini belirlemektedir.

Bourdieu’ya göre bireylerin habituslarını yapılandıran ise; gerçekliği yayma yetisine sahip alan hiyerarşisinin en üstünde konum alanlar yani sembolik sermaye sahipleridir. Dahası, sembolik egemenler; kendi çıkarlarını bu gerçekliğin içine gizleyerek alandaki diğerlerinin özellikle hiyerarşik olarak altta kalanların dezavantajına olacak şekilde onu normalleştirir ve basitçe ortak yarar olarak kabul edilmesine uğraşırlar.

dür. Yazar kültürel biçimlendiricilerden biri olarak halkla ilişkilerin analizinde, mesleğin uygulayıcılarının habituslarının da çözümlemeye dahil edilmesi gerektiği fikrini öne sürmüş ve bir model önerisi geliştirmiştir. İkinci çalışma ise; 2008 yılında Lee Edwards tarafından yürütülmüştür. İngiltere’de 178 halkla ilişkiler çalışanı ile yapılan araştırma sonuçları, özellikle devlet ve ticari sektör çalışanlarının seçkin kültürel sermaye ile donanmış oldukları dolayısıyla dünyaya bakış açılarının hizmet verdikleri müşteriler ile uyum gösterdiği, kar amacı gütmeyen kurumlar için çalışanların ise hakim gruplara ve normlara karşı bir duruş sergilediklerini göstermektedir. Dolayısıyla halkla ilişkiler pratikleri hem bunları tasarlayanların habitusları hem de üretimlerinin kurumsal bağı nedeniyle oluşturmaya çalıştıkları habituslar toplumsal düzenle uyum içinde, hakim olanların konumlarını pekiştirecek şekildedir.

118

Bu normalleştirme süreci, sembolik güce sahip olanları yerinden etmenin neden bu kadar zor olduğunun kanıtı niteliğindedir. Sembolik güç sahipleriyle mücadele etmek çoğu zaman alanın işleyişini sağlayan fakat kim tarafından desteklendiği bilinmeyen tüm inanış sistemiyle mücadele etmek anlamını taşımaktadır (Edwards, 2011:63). Bu noktadan bakıldığında halkla ilişkiler uygulayıcıları hem mesleki alanlarına hem de habituslarına uygun olacak şekilde toplumsal hiyerarşiyi korumaya ve sürdürmeye yönelik mesajların üretimi, yayımı ve türlü sermayelere ilişkin sembolik değerin yaratımı için çalışmaktadırlar. O halde, bir kültürel aracılık olarak halkla ilişkilerin adına çalıştığı kurumun ve belirli bir bakış açısının meşruluğunu sağlayan söylemler ile kurumun sembolik gücüne bağlı olduğu ve bu gücün artırımı için uğraş verdiği bu yönüyle sembolik şiddetin yaratıcısı ve meşrulaştırıcısı olduğunu söylemek mümkündür.

Curtin ve Gaither (2005:105) tarafından da dile getirildiği gibi tartışmanın başladığı yer; “her şeyin kültür” olduğu noktası değildir ancak her toplumsal pratiğin bir anlama bağlı ve onunla ilişkili olduğu açıktır. Kültür toplumsal pratiklerin varlığının asli koşullarından biridir dolayısıyla her toplumsal pratiğin bir kültürel boyutu vardır. Bu söylemden başka bir şey yoktur demek de değildir, bu her toplumsal pratik söylemsel bir nitelik barındırır demektir. Bu noktada, Bourdieu’nun sözcükler, kelimeler konusunda getirdiği açıklama hayli açıklayıcıdır. Kelimeler der Bourdieu, yalnızca anlaşılmak ve çözülmek üzere oluşturulmuş işaretler değildir, onlar bir değer biçmek ve değer vermek üzere “varlığın” işaretleri, inanılmak ve uyulmak üzere “otorite”nin işaretleridir aynı zamanda (Bourdieu, 1991:66).

Bourdieu için halkla ilişkilerin de temel malzemesi olan dil, sembolik şiddetin ana kaynağıdır. Dil, meşruluk tartışmalarının sınırlarını belirleyen alana özgü çağrışımlar yoluyla bireyler için erişilebilir imkânlar uzayını göstermektedir (Bourdieu, 2000:57-58).

119

“Kodların devreye sokulduğu üretken bir yetenek olarak dilsel mübadele, kaynak ve alıcı arasındaki şifreleme ve çözme işine dayanan bir iletişim ilişkisidir ancak aynı zamanda maddi ya da sembolik kazanç sağlama yetisine haiz tüketici ve üretici arasındaki belirli bir sembolik ilişkiye dayanan ekonomik bir alışveriştir. Bir başka deyişle kelimeler, sadece anlaşılmak ve çözülmek üzere oluşturulmuş işaretler değildir, onlar bir değer biçmek ve değer vermek üzere varlığın işaretleri, inanılmak ve uyulmak üzere otoritenin işaretleridir aynı zamanda (Bourdieu, 1991:66)”

Bourdieu, sembolik sistemlerin birbirleriyle ilişkili ama birbirinden ayrı üç işlevi aynı anda yerine getirdiğini iddia eder: bilme, iletme ve toplumsal farklılaşma. Sembolik sistemleri yapılandıran yapılar olarak gören Bourdieu’ya göre, toplumsal dünyayı düzenlemenin ve anlamanın aracı olan bu sistemler; mit, sanat, din ve bilim gibi fark bilgi tarzları dolayısıyla dünyayı anlamanın değişik yollarını temsil etmektedirler. Bourdieu’ya göre bu, sembolik sistemlerin bilişsel işlevini açıklamaktadır.

Sembolik sistemler aynı zamanda yapılanmış yapılar olarak bir kültürün bütün mensuplarınca paylaşılan derin yapısal anlamları yönlendiren “kod”lardır. Dolayısıyla kavram sistemleri aynı anda hem iletişim araçları hem de bilgi araçları işlevini görür. Hem bilgi hem iletişim araçları olarak simgesel sistemler, iletişim ve toplumsal bütünleşme işlevini yerine getirir.

Bourdieu’nun en çok üzerinde durduğu nokta ise sembolik sistemlerin tahakküm araçları olarak da işlev gördüğüdür. Hâkim sembolik sistemler hâkim grupların bütünleşmesini sağlarken, diğerleri için ayrım ve hiyerarşi yaratır. Tahakküm altındakileri, toplumsal ayrımların mevcut düzenini kabul etmeye sevk ederek toplumsal düzenin meşruluk kazanmasını sağlar. Dolayısıyla siyasi bir işlev görür (Swartz, 2013:121-122).

Kültürel aracılık mesleklerine ve detaylarına ilişkin bilgiler aktarmış olmasına rağmen Bourdieu, bu mesleklere ilişkin bir çalışma yürütmemiştir. Ancak özellikle

120

“Ayrım” adlı eserinde yer alan bilgiler; Sean Nixon ve Anne Cronin (2003) tarafından reklamcılık alanına, Keith Negus (1992) tarafından müzik alanına, Patricia Curtin ve Ken Gaither (2005, 2007), Lee Edwards (2012) ve Caroline Hodges (2006) tarafından ise halkla ilişkiler alanına uyarlanmıştır.

Halkla ilişkilerin bir kültürel aracı olarak anlam yaratımı, söylem üretimi rolünün irdelenebilmesi noktasında, 1997 yılında Du Gay, Hall, Janes Mackay ve Negus tarafından geliştirilen “kültür çevrimi” modeli Curtin ve Gaither tarafından 2005 yılında halkla ilişkiler alanına uyarlanmıştır. Modelin gelişimi esasen Hall tarafından dile getirilen kültür tanımına dayanmaktadır. Hall’a göre kültür; antropolojinin betimlediği şekli ile kurallar ve geleneklerden değil, tüm toplumsal pratikler ile bunlar arasındaki ilişkinin toplamından oluşmaktadır (Hall, 1980’den aktaran Curtin ve Gaither 2007: 38). Kültürün önemli bir bölümünü ilk kez nerede ya da ne vakit öğrenildiği belirsiz olan ve herkes tarafından bilindiği kabul edilen bilgiler oluşturmaktadır. Bu bilgiler ait olunan toplum hakkında fikir ve imgelerle yüklüdür. Dolayısıyla, bir kültüre ait olmak; hayatın akışını anlamak ve anlamlandırmak için kullanılan bu yolla dünyayı mantıklı kılan, fikirlerin ifade edilebilmesine olanak veren, iletişim kurabilmeyi sağlayan ortak çerçeveler ve anlam haritalarına sahip olmak demektir aynı zamanda (Du Gay vd. 1997:8).

121

Görsel 1. Kültür Çevrimi Modeli

Kültür Çevrimi Modeli; kültür ve gücün yani iktidarın anlamı yaratmak üzere ne şekilde iç içe geçtiğine ilişkin bir taslak niteliğindedir. Kültür çevrimi (circuit of culture); temsil, üretim, tüketim, kimlik ve düzenleme olarak gerçekte karmaşık yollarla birbirine bağlı olacak şekilde örtüşen ve birbirleriyle örülmüş, her birinde anlamın inşa edildiği beş moment içermektedir. (Du Gay, Hall, Janes, Mackay, & Negus, 1997 :4-8). Yazarlara göre; bir imaj ya da fikrin yapılandırılması yani “şey”e ilişkin bir kavramın yaratılmasıyla başlayan anlamlandırma süreci kültürün özünü oluşturmaktadır. Yaratılan ya da oluşturulan bu kavram; hakkında düşünüldüğünde

122

ya da diğerleri ile iletişim içindeyken kullanıldığında artık kültüre aittir. Çünkü inşa edilmiş ve kullanılmıştır.

Maddi dünya ile sembolik dünya arasındaki boşluğu birleştiren köprüler olarak anlamlar; dünyanın yorumlanması, anlamlı bir şekilde sınıflandırılması, şeylerin ve olayların mantıki açıklaması için yardımcı olmaktadırlar. Bu yönüyle kültür; anlamların toplumsal rolüne ayrılmaz bir biçimde bağlıdır.

Du Gay ve diğerleri tarafından ortaya konulan Kültür Çevrimi Modeli’nde temsil; kültürel anlamların üretildiği ve şekillendirildiği söylemsel bir süreçtir. Bu bağlamda anlam, statik ya da içkin değildir ancak sembolik sistemler ve söylemler yoluyla toplumsal olarak inşa edilmiştir. Dil ve anlam; aktarımsal iletişim modelinde olduğu gibi ne kaynağın ne de alıcının mülkiyetindedir. Aksine temsiller; ilişkisel bir süreç olan iletişime bağlı olarak ortak kültürel alanı biçimlendirir. Anlam bir dereceye kadar görecelidir çünkü her daim kurumsaldır. Yararlı, alakalı ya da gerçek olarak değerlendirilen şey, her zaman var olan niteliklere değil bağlama bağlıdır. Söylemler bir konunun nasıl bir anlam ifade ettiğini ve fikirlerin nasıl pratiğe döküleceğini belirler. Bu noktada anlamı oluşturmanın yollarından biri; o şeyi temsil edecek ya da tarif edecek benzer bir dili kullanmak, hali hazırda bilinenleri işe koşmak ya da onlara yeni anlamlar yüklemektir (Du Gay vd. 1997: 14).

Kimlikler, üretim ve tüketim süreçleri aracılığıyla belirli bir nesneye veya gruba verilen anlamlar kümesidir ve mevcut öznellik biçimlerini oluştururlar. Kimlikler, sınıf, etnisite, uyrukluk ve cinsiyet gibi toplumsal olarak yapılandırılmış birçok anlam ve uygulamaları içerdiğinden akıcı ve parçalıdır. Bu döngüsel süreçte sıklıkla farklılıklar üzerinden tanımlanan kimlikler; kişinin ne olduğundan çok ne olmadığı konusunda daha açıktır. Dâhil edilenler ile dışlananların niteliklerini işaret etme noktasında kimlikler, bir nevi iktidar ilişkilerinin yansıtıcısıdırlar. İlişkisel bir kategori olarak bireysel, kurumsal ya da ulusal düzeyde tanımlanabilirler. Du Gay ve arkadaşları (1997:17) tarafından dile getirildiği gibi aslında "işaret edilen farklılıktır"

123

ve bunu ikili karşıtlıklar yaratarak yapar. Siyahın ne olduğu bilinmektedir çünkü onun beyaz olmadığı bilinir. Bu ikiye bölünmüş ilişki içinde bir kutup daima hâkim olma eğilimi gösterir (örn. Erkek-kadın, biz-siz, yüksek-alçak) dolayısıyla, kimlik içinde farklılık ve güç durumu öne çıkar (Curtin ve Gaither, 2005:99). Halkla ilişkiler uygulamaları mesajların tüketimi için uygun ortamı yaratmak üzere tasarlanmış kimlikler yaratırlar böylece kimlik hem üreticinin hem de tüketicinin durumsal ihtiyaçlarına hizmet eden bir süreç haline dönüşür (Curtin ve Gaither, 2005:101-103).

Üretim aşaması temsillerin ideolojik biçimlendirilmesini kapsamaktadır. Tıpkı, halkla ilişkiler ajanslarının ya da birimlerinin kamularını tanımlaması ve bu kamuları hedef alacak mesajlar oluşturması gibi. Üretimleri sırasında anlam ile kodlanan ürünler, tüketim anına kadar tam olarak fark edilmezler. Dolayısıyla, üretim ve tüketim karşıtlık değil, birliktelik ilişkisi içindedir. Her ikisi de anlamın üretim ve müzakeresinde eşit derecede önemlidir. Tüketim, doğrusal bir mantıkla bir bitişi değil, dairesel bir döngüde bir noktayı işaret eder bu yolla kendisi de bir üretim şekli haline gelir (Curtin ve Gaither, 2005:100-101).

Düzenleme momenti ise, teknolojik altyapıların, düzenleyici kurumların ve kurumsal eğitim sistemlerinin resmi veya yasal denetimlerinden kültürel normlara ve beklentilere ilişkin kayıt dışı veya yerel kontrollere kadar olan kültürel faaliyeti kontrol etme girişimini kapsar. Bu andaki anlamlar, "davranış ve uygulamaların düzenlenmesi ve sosyal hayatı yöneten kurallar, normlar ve sözleşmelerin oluşturulmasına yardımcı olur (Curtin ve Gaither, 2005:103).

124

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4.BİR

HALKLA

İLİŞKİLER

UYGULAMASI

OLARAK

CUMHURİYET

BAYRAMLARI:

KUTLAMALARDAN

YANSIYAN ULUS VE KADIN İNŞASI

4.1. Konu ve Amaç

Bu çalışma; ulusu, ulus tahayyülünü, ulusu oluşturan kadın ve erkek kimliklerini inşa edilen bir gerçeklik olarak ele almakta, ulusun ve ulusun kadınlarının inşasında iktidar alanının biçimlendirici niteliğini ve bu biçimlendirmede halkla ilişkiler uygulamalarının rolünü törenler aracılığıyla sorgulamaktadır. Çalışma kapsamında halkla ilişkiler tüm uygulama alanları, teknik ve taktikleri ile kültürel bir pratik, bir kültürel aracı olarak kabul edilmekte ve değerlendirmeler bu kabulden yola çıkılarak yapılmaktadır.

Mesleki uygulamaların böyle bir bakışla analizinin; onu doğrusal ve ilerlemeci normatif-liberal bakış açısının sabitliğinden kurtararak ait olduğu toplumsal bağlam içine yerleştireceği, dolayısıyla uygulamaların toplumsal ve kültürel rolünü açığa çıkaracağı düşünülmektedir.

Toplumsal işleyişin ilişkisel düzenini kavrama noktasında Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun açtığı yol; bir yanıyla halkla ilişkiler uygulamalarının çok yönlü, alanlar arası, eşanlı, bağlantısal ve iktidar ilişkilerine içkin doğasını anlamayı sağlarken bir diğer yanıyla uygulamaları değerlendirme noktasında disiplinlerarası bir yaklaşımı mümkün kılar. Öte yandan bu bakış açısının toplumsal yaşamın işleyiş mantığının kültür- iktidar ilişkiselliğinde ve bunlar arasında konumlanmış yeniden inşa vasıtalarında saklı olduğu vurgusu, halkla ilişkiler, toplum, kültür ve iktidar arasındaki bağıntıların araştırılması için adeta bir motivasyon görevi görür.

125

Sosyo-kültürel/İlişkisel bakış açısı ile günümüzde kültürün önemli bir parçası haline gelen halkla ilişkilerin yüzeyde görünenin ötesindeki geniş ve karmaşık ilişki yapıları içindeki iletişimsel rolünü ve sorumluluğunu anlamak mümkün hale gelir. Sosyo-kültürel paradigmadan Bourdieucu bakış açısıyla böylesi bir irdeleme; halkla ilişkilerin anlam, zihin ve toplum arasında kurulan bağlar içindeki işleyişine, işleyişin muhteviyatına ve nedenlerine ışık tutar.

Halkla ilişkiler uygulamaları; film, tanıtım bülteni, broşür, afiş, ilan, gezi, açılış, konuşma metni, kutlama, toplantı, yarışma, sergi, kurumsal reklam gibi materyal gerçekliği olan ortam ve araçları içerir. Tüm bunlar; adına faaliyetler gerçekleştirilen, etkinlikler tertiplenen kurum/kişi/oluşum hakkında çok önemli bilgiler içerir; halkla ilişkiler çalışanları bu bilgileri oluşturur, düzenler ve halka yani kamulara iletir. Ancak bundan daha önemli olanı; uygulamaların tüm bu bilgilerle birlikte eş zamanlı olarak toplum, yaş, sınıf, ırk, milliyet, cinsiyet ve iktidar konusunda da çok şey söylemesidir.

Bu çalışmada iktidarların iktidarı konumundaki devlet, algılama kategorilerini belli bir toprak parçası dâhilinde evrenselleştirme imkânına sahiplik; millet ise, bu mantığa göre devletin aynı dayatma ve telkinlerine maruz kalmış olmalarından ötürü, temel meselelere dair ortak görme ve bölme esaslarına, algı çerçevelerine, zihinsel şemalara sahip insanlar bütünü olarak kabul edilmektedir. Böylece bir iktidar olarak devleti toplumun bütününe yayılmış bir alan olarak değerlendirmek ve bu alanda değerli ve geçerli sermayelerin analizini gerçekleştirmek mümkün hale gelmektedir.

Devletin sembolik iktidarı; toplumsal kategorilere dair meşru ve ortak bir bakış açısı oluşturmayı yani grupları, sınıfları, ayrımları, farklılıkları ve benzerlikleri ve tüm bunlara ilişkin anlam ve değerleri inşa etme hedefindedir. Üstelik bu sembolik iktidar; ikili karşıtlıklar üzerinden gerçekleştirilen bu toplumsal bölünmeleri

126

yaratacak, dünyaya ilişkin anlayışı düzenleyecek ve şartlar el verdiğinde dünyanın bizatihi kendisini düzenleyecek imkânlara sahiptir.

Önceki bölümlerde de tartışıldığı üzere modern devlet düşüncesinin (ulus- devlet) temeli bu ikili karşıtlıklar silsilesine dayanmaktadır. Esasen devlet, bir yandan değişime ve gelişime çağırırken, bir yandan da korumaya davet etmektedir.