• Sonuç bulunamadı

2.1. Ekonomik Bağımlılık Teoremi

2.1.3 Yakınsama Hipotezi

Klasik iktisatçılar, serbest dış ticaret politikasının, tüm dünya ülkelerinin gelişimine katkı sağlayacağını savunurken Solow modelini ortaya koymuşlardır. 1956 yılında Solow modelinin bir çıkarımı olan yakınsama hipotezinde, dışa kapalı, devletin olmadığı, tam istihdam durumundaki ve tam rekabet koşullarının geçerli olduğu bir ekonomide, ülkeler arası kişi başı reel gelir farklılıklarının sermayenin azalan getirisi nedeniyle, azalma eğiliminde olacağı ifade edilmektedir. İlginç olan, Solow modelindeki varsayımların klasik iktisat politikasıyla uyum sağlamıyor olmasıdır.

Çünkü Solow modelindeki en temel varsayımlar: “Ekonomide homojen tek bir mal üretilmektedir”, “Ekonomi dışa kapalıdır ve hükümet yoktur”, “Ekonomi tam istihdamdadır ve tam rekabet koşulları geçerlidir” şeklindedir (Aslan ve Yılmaz, 2015). Oysa klasik iktisatta serbest para ve dış ticaret politikası savunulmaktadır.

Ancak zamanla klasik iktisatçılar arasında, yakınsama hipotezine dair birtakım yeni tanımlamalar yapılmış ve ülkeler arası kişi başı reel gelir farklılıklarının azalacağı, dolayısıyla ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farkının azalacağı öngörüsünün klasik iktisadın serbest para ve dış ticaret politikası koşullarında da gerçekleşeceği konusunda yaygın bir fikir oluşmuştur. Klasik iktisadın yakınsama hipotezi haricinde bu durumu ifade eden birçok teorisi ve argümanı bulunmaktadır. Bu konudaki en

38 önemli teoriyse Smith’in mutlak üstünlükler teorisini geliştirerek karşılaştırmalı üstünlükler teorisini oluşturan Ricardo’ya aittir.

Smith mutlak üstünlükler teorisinde “Bir ülke bir ürünü diğer ülkeye göre daha az maliyetle yani daha az kaynak kullanarak üretebiliyorsa, o ülkedeki ürün diğer ülkedeki ürün karşısında mutlak üstünlüğe sahiptir” fikrini öne sürmüştür (Küçükkalay, 2015: 223). Böylece serbest ticaret ortamında ülkelerin üretiminde en avantajlı ürünlere yöneleceğini, ülkelerin üretmediği ürünlerinse serbest dış ticaret yoluyla diğer ülkelerden kolaylıkla temin edilebileceğini, bu sayede dünya kaynaklarının en verimli şekilde kullanacağını ifade ederek serbest dış ticareti savunmuştur. Ancak teoriye gelen eleştiriler sonucunda bir ülkenin birden fazla ürünün üretiminde diğer ülkelere göre herhangi bir avantajı olmadığı durumlarda, o ülkede üretime nasıl karar verileceği ya da bu gibi bir ülkenin dış ticaretten ne gibi bir fayda elde edebileceği sorusu havada kalmıştır.

Ricardo tam da mutlak üstünlükler teorisinin boş bıraktığı bu alanı karşılaştırmalı üstünlükler teorisiyle doldurmuştur. Ricardo bu durumda bile kârlı bir dış ticaret yapılabileceğini karşılaştırmalı üstünlükler teorisi ile ortaya koyarak ülkelerin her durumda (mutlak olarak avantajlı olmadıkları durumda dahi) ticaret yapabileceklerini savunmuştur (Küçükkalay, 2015: 225).

Karşılaştırmalı üstünlükler teorisinde bir ülkenin diğer ülkeye göre iki veya daha fazla ürünün üretiminde dezavantajlı olması durumunda, daha az dezavantaja sahip olduğu ürünün üretiminde uzmanlaşması gerektiğini savunmuştur. Böylece tüm ülkelerin ticaret yapabileceğini ve serbest dış ticaret politikasının tüm ülkelerin yararına olacağını ortaya koymuştur.

Klasik iktisadın dünyada yeni yeni nüfuz kazandığı dönemlerde basit varsayımlar üzerinden şekillenen bu argümanlar, o dönemin koşullarında serbest dış ticaret politikasını savunmak için yeterli zemini oluştursa da günümüzde değişen nesnel somut faktörler göz önüne alındığında, oldukça yetersiz kalmıştır. İşte tam bu noktada klasik iktisatçıların yakınsama hipotezine dair yaptığı birtakım açılımlar, klasik iktisadın serbest ticaretin tüm ülkelerin gelişimine fayda sağlayacağı konusundaki tüm teorileri ve argümanları tek potada eriterek, yakınsama hipotezine daha gelişkin bir içerik kazandırmış oldu (Ceylan, 2010). Yakınsama hipotezinin gelişmesi, ekonomilere dair makro verilerin toplanabilmesi ve dönemin en güncel

39 tartışmaları arasında yer alan; “Serbest piyasa koşullarında, ülke ekonomileri arasındaki gelir eşitsizlikleri zamanla azalır mı?”, “Kişi başına düşen gelirin düşük olduğu ekonomiler gerçekten kişi başına gelirin yüksek olduğu ekonomilere göre daha mı çok büyürler?” gibi soruların cevaplanmasıyla ilintilidir.

Yakınsama hipotezinin gelişimine dair can alıcı noktaları Ceylan şöyle özetlemiştir: “Yakınsama hipotezinin test edildiği ilk çalışma Baumol (1986) tarafından yapılmıştır. Elde ettiği bulgu ele alınan ülkeler arasında güçlü bir kişi başı reel gelir yakınsaması olduğu şeklindeydi. DeLong (1988) Baumol’un çalışmasının örneklem seçimi sapması problemi nedeniyle yanlı sonuçlar ürettiğini ileri sürerek eleştirmiştir. DeLong’a göre, Baumol 1870 yılının en zengin ülkelerini değil 1979 yılının en zengin ülkelerini örneklemine dâhil etmiş ve expost bir analiz yapmıştır.

1986 yılında Romer ve 1988 yılında Lucas’ın yeni büyüme teorisini geliştirmesi, DeLong ile Baumol arasında ortaya çıkan yakınsama tartışmasına yeni bir boyut kazandırmıştır. Yeni büyüme teorisinin iki başlangıç noktasından birisi yakınsama hipotezinin geçerli olamayacağı argümanı olmuştur. Çünkü ülkelerdeki iktisadi büyümenin kaynağı içsel faktörlerdir ve sermaye faktöründe azalan getiri varsayımı geçerli değildir” (Ceylan, 2010).

O dönemde bu şekilde tartışmalar ve bunlar sonucunda yeni büyüme modelleri ortaya çıksa da genel olarak klasik iktisatçıların birçoğu yakınsama hipotezine yapılan katkıları benimseyerek, hipotezin gelişkin halinde yapılan: “Serbest ticaret ve para politikası koşullarında da ülkeler arası kişi başı gelir düzeyi farkının, ekonomik gelişmişlik farkının zamanla azalacağı” öngörüsünü benimsemişlerdir (Tüzemen, 2015). Dolayısıyla günümüzde yakınsama hipotezi bu bağlama oturmakta ve böyle bir anlam atfetmektedir. Çalışmanın bu noktasında yakınsama hipotezinin tezlerini ve öngörülerini başlıklar halinde sıralamak hipotezin somutlaştırılması açısından önem taşımaktadır.

Yakınsama hipotezinin öngörüleri aşağıdaki gibidir:

• Mikro yakınsama hipotezinde, Hecksher, Ohlin, Samuelson modelinin varsayımları içerisinde, serbest piyasa koşullarında (hiçbir ticari engelin bulunmadığı koşullarda), serbest ticari faaliyet içerisinde olan ülkelerde aynı faktör gelirlerinin yakınsayacağı öngörülür.

40

• Makro yakınsama hipotezinde, ülke vatandaşları arasındaki kişi başına düşen gelir düzeyinde ve ülke ekonomilerinin büyüme oranlarında yakınsama olacağı öngörülür.

Makro yakınsama hipotezindeki bu öngörüler de birtakım varsayımlara dayanmaktadır. Bu varsayımlar şu şekildedir:

• Teknolojik gelişimin devamlılığı için gerekli olan yeni kaynaklar yoktur (gelişim için gerekli kaynaklar sabittir).

• Tüm ülkeler, üretim faaliyetlerinde, güncel teknolojiden eşit derecede faydalanmaktadırlar.

• Tüm ülkelerin üretim fonksiyonu aynı ya da benzerdir.

Böylece yakınsama hipotezinin öngörülerinin serbest piyasa altında da geçerli olacağı yukarıdaki varsayımlar altında yapılmıştır (Tüzemen, 2015).

2.1.4. Bağımlılık Teorisinin Ortaya Çıkışı ve Çeşitli Bağımlılık Yaklaşımları