• Sonuç bulunamadı

4.1. Türkiye Ekonomisi

4.1.3. İkinci Dünya Savaşı Dönemi

Türkiye İkinci Dünya Savaşına girmese de savaş ekonomisinin etkileri Türkiye ekonomisinde de hissedildi. Bu dönemlerde özellikle her ihtimale karşı işgücüne dâhil olabilecek erkek nüfusun büyük bir kısmının askere alınması Türkiye’nin tarım sektörünü kötü etkiledi. Öte yandan 1930-1939 arası müthiş bir ekonomik ivme yakalayan Türkiye’nin 1940-1945 yıllarına dair bütçe planlamaları savaş sebebiyle iptal edildi ve hem sınai üretime hem de tarımsal üretime ayrılan kaynaklar askeri harcamalar için kullanıldı (Tezel, 1986).

Savaş dönemi boyunca Türkiye ekonomisi Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu hükümetlerinin iki farklı ekonomi politikası üzerinden şekillendi. Ancak savaş yıllarında ekonomi politikalarını şekillendiren başat etken, savaşın ortaya çıkarttığı ekonomik problemlerin etkisini azaltmak üzerine oldu. Bu dönemlerde üretimde yaşanan azalma, ekonomik daralma, enflasyon artışı her iki hükümetin de mücadele ettiği başat sorunlar arasında yer almaktadır (Çavdar, 2003).

O dönemlerde Refik Saydam yönetimi bu sorunlarla mücadele etmek için 1940 yılında Milli Koruma Kanununu yürürlüğe koydu. Refik Saydam yönetiminin bu kanunla, toplumun geniş bir kesimi için özellikle çalışma hayatında birtakım düzenlemeler koymakla beraber devletin piyasayı daha sıkı denetlemesini sağlayacak

99 önlemler aldığı söylenebilir (Toprak, 1999). Milli koruma kanununun içeriği şu şekildedir:

• Çalışma saati sürelerinin ve çalışanların ücretlerinin devlet tarafından belirlenebilmesi (devlet daha sonra süreleri artırmış ücretler içinse tavan ücret belirlemiştir).

• Dış ticarete konu olan bazı ürünlerde fiyat denetimi sağlaması.

• Bazı tarımsal üretimlerin devlet tarafından belirlenen fiyatlarla devlet tarafından satın alınması zorunluluğu.

• Devletin özel şirketlere el koyma hakkı olması.

• Temel ihtiyaç maddelerinin devlet tarafından kimlikle dağıtılması.

Kararlara bakıldığında Refik Saydam hükümetinin savaş ekonomisinden dolayı kısıtlanan politik hareket alanı sebebiyle, kendilerine hedef olarak problemleri ortadan kaldırmayı değil, problemlerin etkilerini azaltmayı belirledikleri anlaşılmaktadır. Hükümet, genel anlamıyla enflasyonun önüne geçmenin imkânsızlığını fark etmiş, ancak enflasyon baskısının ve toplumsal şartların toplumu infial noktasına sürüklememesi için birtakım önlemler almıştır. Bu önlemlerdeki ana motivasyon toplumun kendini idame ettirebilmesi için karşılaması gereken asgari gereksinimlerini giderebilmesi olmuştur. Son olarak hükümetin Teşvik-i Sanayi Kanunu da yürürlükten kaldırdığını belirtmekte fayda vardır (Kepenek ve Yentürk, 1995).

Refik Saydam hükümetinden sonra yönetimi devralan Saraçoğlu hükümetinin savaş ekonomisi karşısındaki tavrıysa daha farklı olmuştur. Saraçoğlu hükümeti iktidara gelir gelmez denetimleri serbestleştirici yönde politikalar izlemiştir. Tarım sektöründe devlet kontrolünü azaltan ve çiftçilerin ürünlerini serbest piyasa koşullarında satmalarına müsaade eden Saraçoğlu hükümeti zorunlu gıda maddelerinde de devletin fiyat belirleyici mekanizmalarını ortadan kaldırarak adeta savaş yokmuşçasına hareket etmiştir (Tabakoğlu, 2009). Bu yaklaşımın toplumsal hayata olumsuz etkileri hemen gözlenmiştir. İlk etki tarım sektöründe, savaş döneminde halkın beslenmesinde ortaya çıkmıştır. Serbest piyasa koşullarına bırakılan tarım ürünleri fiyatları üretimde gerçekleşen daralma da hesap edildiğinde hızla artmış ve tarım ürünlerinde genel anlamıyla yüksek bir enflasyon oluşmuştur. Bu durum hem çiftçilerin hem de büyük toprak sahiplerinin refah seviyesini yükseltirken halkın diğer kesiminin refah seviyesini düşürmüştür. Bu durumu fark eden Saraçoğlu yönetimi

100 Varlık ve Toprak Mahsulü Vergisini yürürlüğe koyarak oluşan dengesizliği gidermeye çalışmıştır. Verginin bir defaya mahsus olması ve adından da anlaşıldığı üzere yalnızca toprak sahiplerini ve çiftçileri kapsaması verginin oluşan dengesizliği törpüleme mahiyetinde olduğunu da göstermektedir.

Savaş ekonomisinin Türkiye ekonomisi üzerine etkisine dair Korkut Boratav;

“Yıllık değerlerden yapılan hesaplamaya göre, sınai üretim 1940-1945 döneminde ortalama yüzde 5,5, tarımsal hasıla yüzde 7,1, milli hasıla ise yüzde 6,0 gerilemiştir”

değerlendirmesinde bulunmuştur (Boratav, 2005: 86).

Bağımlılık analizi açısından savaş dönemi dış ticaret dengesine ve ekonomideki açıklık oranına bakıldığındaysa ekonomi oldukça daralmış olsa bile dış ticaret açığı verilmediği gözlenmiştir.

Tablo 15 cari fiyatlar üzerinden olduğu için dış ticaretin reel seyrine dair fikir vermekten uzaktır. Ancak GSMH’deki ortalama yüzde 6’lık daralma üzerinden düşünülerek dış ticaretin GSMH’ye oranı göz önünde bulundurulduğunda, dış ticaretteki reel daralmaya dair bir fikir sahibi olmak mümkündür. Bu durumun yanı sıra ihracat ithalat dengesi ve dış ticaretin GSMH’ye oranı savaş döneminde ekonominin dışa açıklık oranına ve dış ticaret dengesine dair bilgi vermek için yeterli olmaktadır (Küçükaksoy ve Çiftçi, 2014).

Tablo 15: Savaş Döneminde Cari Fiyatlarla Dış Ticaret Göstergeleri (Milyon TL) İhracat İthalat Dış

Ticaret Dengesi

İhracat/

İthalat

İhracat+İthalat/

GSMH

1940 111 69 42 1,6 7

1941 123 75 48 1,6 7

1942 165 148 17 1,1 5

1943 257 203 54 1,3 5

1944 233 165 68 1,4 6

1945 219 126 93 1,7 6

Kaynak: (Kepenek ve Yentürk, 1995: 69).

101 Bu tablo, ekonomik bağımlılık nezdinde değerlendirildiğinde görülmektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti savaş dönemindeki daralmalara ve sıkıntılara rağmen savaş döneminde de dış ticaret fazlası vermeyi başarmış, savaş döneminin etkisiyle ekonomik dışa açıklık oranı yüzde 15-16 dolaylarından yüzde 5-6 civarlarına düşmüştür. Bunlar göstermektedir ki, savaş döneminde azalan ihracata rağmen dış ticaret açığı verilmemesi bir kez daha korumacı politikaların ithalatı kontrol altına almaktaki etkinliğini ve başarısını kanıtlamıştır.

Bu dönemin önemli gelişmelerine ve siyasi atmosferine dair söylenmesi gereken birtakım şeyler bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Atatürk’ün ölümü sonrasında Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün özellikle diplomatik alanda Atatürk’ün kurduğu “Doğu ve Batı bloğuna eşit mesafede durarak ulusal çıkarları savunma” tavrını koruyamayacak olmasıdır. Bir diğer önemli gelişme ise Türkiye’nin toplumsal dokusuna oldukça iyi bir şekilde nüfuz etmiş ve Sovyetler Birliği’ndeki

“kolhoz” modelinin Türkiye’ye uyarlanmasıyla ortaya çıkmış köy enstitülerinin kurulmuş olmasıdır (Küçük, 1980). Köy enstitülerinin bu kadar önemli olmasındaki sebep ise köy enstitülerinin Türkiye’nin toplumsal dokusunda köklü değişikler sağlayacak bir dinamiğe sahip olması sebebiyle Türkiye siyaseti, ekonomisi ve ideolojik atmosferi bakımından özel bir öneme sahip olmasıdır. Özellikle Köy Enstitüleri üzerinden yürütülen tartışmaların bağlamı doğrudan Türkiye’nin siyasal konumu ve ideolojik atmosferi üzerinden şekillenmiştir.