• Sonuç bulunamadı

Peyami Safa hem edebiyatçı hem de bir dil üzerinde ciddiyetle duran bir araştırmacı olarak her zaman realitenin farkında olmuş ve bu bilinçle hareket etmiş bir sanat ve fikir adamıdır. Onun bu tavrı yabancı kelime konusunda da kendini göstermiştir. Konuyla ilgili birbirine zıt fikirlerden salt bir tarafta olmamış, değerlendirmelerini yaparken iki tarafın da görüşlerini inceleyerek bir “terkib”e ulaşmaya çalışmıştır.

Peyami Safa, “Her yabancı millet toprağımızın düşmanı olmadığı gibi her

yabancı kelime de lisanımızın istiklâli için bir tehlike teşkil etmez”389 diyerek lisan

politikasını yürütürken dost ve düşman eğilimleri ayırmak gerektiğini ifade eder. Örneğin “spor” ya da “telefon” gibi evrensel kelimelerle, Yunanca ve Latince kökenli birtakım terimlere Türkçe karşılıklar bulmanın mümkün olmadığını ve olamayacağını, ufak tefek imla ve telaffuz farklarıyla bu kelimelerin ve terimlerin bütün

388 Peyami Safa, “Dilciler ve Edebiyatçılar”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2013, s. 21.

389 Peyami Safa, “Dost ve Düşman Kelimeler”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

memleketlerde aynı şekilde kullanıldığını söylemekte ve bunda bir tehlike görmemektedir. Ancak “enterne” gibi kelimelerin Türkçeleri dururken yabancı asıllarının dilimize girişinde düşmanlık olduğuna dikkat çeker. O zaman öncelikle yapılması gereken şey dost ya da düşman olarak adlandırılan kelimelerin tespit edilmesidir.

Peyami Safa, bu işi başarma konusunda akademiye ihtiyaç olduğunu söyler. Ancak memlekette akademi olmadığı için Türk Dil Kurumunun yapacağı bir lisan kongresi bile meselenin çözümüne ışık tutacaktır. Tabii o, bu kadarını yeterli bulmamaktadır. Çünkü “Türk Dil Kurumu bir lengüistik ve filoloji heyetidir.

Lisanımızın tarihi ve bünyesi üzerinde çalışır. Mahiyeti edebî değil, ilmîdir”390 diyerek

akademide ve kurumda dilcilerin yanı sıra edebiyatçılara yani sanatçılara da ihtiyaç olduğunu ifade eder. Hatta Peyami Safa’ya göre yabancı kelimelerde ölçüyü belirleyecek olan şey ne Eğitim Bakanlığına ait bir müfettiş ne de Türk Dil Kurumunun bir üyesidir; tamamıyla Türk sanatçısının kendi zevkidir. Dolayısıyla bu meselenin çözümünde hem dilcilerin ilmine hem de edebiyatçıların zevkine ihtiyaç vardır.

Bir diğer mesele ise dilimize girmiş yabancı kelimeleri eleme noktasında yaşanan sıkıntılardır. İstenmeyen yabancı kelimeler elenerek yerine Türkçe karşılıklar bulunması gerekirken başka dillerden kelime alınarak aynı hata tekrarlanmaktadır. Peyami Safa, bunun sebebini bir cümle ile izah etmektedir: “Çünkü hâlâ tasfiyenin

prensiplerini koymuş değiliz.”391 Dolayısıyla nerede, hangi dilden gelen kelimenin

kullanılacağı kesinleşmemiştir. Tıpkı yabancı kelimelerin tespitinde olduğu gibi elenmesi hususunda da bir akademiye ihtiyaç olduğunu söyleyerek dilcilerin, edebiyatçılarla iş birliği yapmasını istemektedir.

Açıkça görülmektedir ki sadece yabancı kelimeleri belirleme değil, eleme noktasında da başarılı olunamamıştır. Ancak belki de en başarısız olunan nokta

390 Peyami Safa, “Dost ve Düşman Kelimeler”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2013, s. 101.

391 Peyami Safa, “Yabancı Sözleri Eleme Hareketleri”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca,

yabancı kelimelere öz Türkçe karşılıklar bulmak için yapılan “uydurma”lardır. Ankara’da toplanan felsefe terimleri komisyonunun bazı yabancı kelimeler için uydurduğu Türkçe karşılıkları örnek vererek değerlendirmelerde bulunan Peyami Safa, bunları “soysuz” ve “düzme” olarak adlandırır. Örneğin, “hayal” kelimesine karşılık “uyuk” kelimesi uydurulmuştur. Bu kelime akla uyuklamayı getirmektedir. Oysa hayal uyanıkken görülen bir şeydir ve uyurken görülen şey rüyanın ta kendisidir. Görüldüğü üzere uydurulan kelime anlam karmaşasına yol açmaktadır. Dahası uydurulan bu kelimelerle üniversitelerde öğretim yapılmasını “(…) üniversite

öğrencileri bir metni anlamak için ikide bir sözlüğe başvurularsa, zaten anlaşılması zor olan ilmî metinlerin bütününü kavrayamaz, yorulur ve boşuna zaman kaybına uğrarlar”392 diyerek doğru bulmamaktadır.

Bunlarla birlikte, Peyami Safa, yabancı kelime ve terimlere -en azından hepsine- Türkçe karşılıklar aranmasının doğru olmadığı kanaatindedir. Çünkü “Kültür

dili milletlerarasıdır”393 ve çoğu Batı’nın kültür dilinden alınan bu kelime ve terimler

hem sayısal olarak fazla oldukları hem de anlamlarını bozmadan Türkçeye tercüme etmek mümkün olmadığı için o kültüre has terminoloji ile ifade edilmek durumundadır. Yabancı kelime ve terimlerin bu durumu ile ilgili olarak Peyami Safa şu sözleri dikkate değerdir:

“Bize bunların Türkçeleri ve Osmanlıcaları var gibi gelir. Yoktur. Sözlükleri açınız, tarifleri, izahları veya karşılıkları yanlıştır, eksiktir; yakıştırmadır, halis düşüncenin muhtaç olduğu presizyondan (Al bir tane daha) mahrumdur.”394

Dolayısıyla Türkçede yaşayan yabancı kelimelerin asıllarının tıpkı kendilerine öğretildiği gibi gelecek nesillere de öğretilmesini istemektedir. Aksi takdirde hangi kelimenin Türkçe hangisinin yabancı olduğunu bilemeyeceklerine,

392 Peyami Safa, “Bir Doçent’in Tekzibi Üzerine”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2013, s. 250.

393 Peyami Safa, “Türkçe’nin Hastalıkları”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2013, s. 259.

394 Peyami Safa, “Aydın Dili”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken Neşriyat, İstanbul

anlam inceliklerini belirten ses farklarını telaffuz edemeyeceklerine dikkat çeker. Özellikle geçmişten bu yana en çok kelime aldığımız Arapça ve Farsça ile ilgili olarak şunları söyler:

“Genç nesillerin Arap harflerini, Arapça ve Farsça kelime yapılarını ve telâffuzlarını bilmemelerinden doğan çeşitli yanlışları önlemek için de onlara lisede Arap harflerini ve Arapça, Farsça, Grekçe ve Lâtince’nin başlıca kaidelerini öğretmek şarttır.”395

Peyami Safa, burada bir noktaya daha değinmektedir, o da dilimize yerleşmiş yabancı sözcüklerin köklerinin ve türeme şekillerinin öğretilmesinin gerekliliği kadar, bu kelimeleri doğru yazacak harflerin de alfabeye kazandırılmasının gerekliliğidir. Aksi takdirde yabancı kelime meselesi tamamen halledilmiş olmayacaktır.

Esasında yabancı kelime ile ilgili bütün bu problemlerin sebebi Türkçenin yaşadığı “hastalıklar”dır. Bu hastalıklardan ilki Türkçenin düşünce ve kelime anlamında fakir olduğu algısıdır. Diğeri ise Türkçenin köklerine inerek millîleşmesini isteyen yabancılaşma ve özleşme hareketleridir. Konuyla ilgili olarak “Yabancılaşma

ve özleşme hamleleri arasındaki bu çatışma Türkçe’nin ana buhranını yaratır”396

diyen Peyami Safa, özleşme taraftarlarının eski ve ölü Türkçe kelimeleri dile yerleştirmeye çalışırken, yabancılaşma taraftarlarının ise Türkçenin ifade imkânlarını yabancı dillerden alınan kelime ve terimlerde aradığını söyler. İki tarafın da kendi düşüncesi doğrultusunda dile şekil vermeye çalıştığını ancak zarar verdiğini ifade eder. En başta da belirtildiği gibi Peyami Safa bu iki görüşü ne tamamıyla desteklemekte ne de reddetmektedir. İhtiyaç dâhilinde dilimize giren yabancı kelimelerin hepsine Türkçe karşılık bulunamayacağını savunduğu gibi dilin tamamen yabancı kelimelere bırakılmasını da millî bir tehdit olarak görmektedir. Dolayısıyla çare “(…) doğru ve

395 Peyami Safa, “Türkçe’nin Hastalıkları”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2013, s. 260.

güzel Türkçe karşılıklarını bulmak ve yaratmak mümkün olan kelimeleri dilimizde yaşatmamak”tadır.397

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Peyami Safa’ya göre “Aşırı yabancı

kelime düşmanlığı nasıl bir dil taassubu ise, Türkçe karşılığı bulunan veya bulunabilecek olan yabancı kelime hayranlığı da züppeliktir.”398 Dolayısıyla kendi deyimi ile bu “softa” ve “züppe” tavırlardan kaçınılmalıdır.