• Sonuç bulunamadı

Şiir, diğerlerinin aksine tarihi en eskiye dayanan edebî türdür. Eski Yunan, Çin, Hint, İslam vb. hangi medeniyete bakılırsa bakılsın bunların ilk ürünlerini şiir olarak verdikleri görülür. Bunda şiirin nesirden daha lirik ve etkili olması söz konusudur. Dolayısıyla “(…) çoğu dönem ve toplumlarda edebiyat ile şiir

özdeşleşmiş; edebiyat denilince zihinlerde beliren ilk örnek, şiir olmuştur.”221

Dilimize Arapça şi’r kelimesinden geçen ve zamanla Türkçeleşen bu kavramın tarifi sözlüklerde çeşitlilik göstermektedir. Şemsettin Sami’nin Kâmûs-ı

Türkî adlı sözlüğünde “Mevzûn ve mukaffâ ve manen güzel tahayyülât ve tasvirâtı câmi’ kelâm”222 şeklinde tarif edilirken Muallim Naci’nin sözlüğünde de Şemsettin

Sami’de olduğu gibi “Mevzûn ve mukaffâ söz”223 diye geçmektedir. Yine, Ferit

Devellioğlu’nda “edebî değeri olan nazımlı ve kafiyeli söz”224 olarak verilen kelime Türkçe Sözlük’te ise, “Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk”225 şeklinde tanımlanmaktadır.

Bu sözlük anlamları ile birlikte şiir için çeşitli edebiyatçılar ve araştırmacılar da birtakım tanımlar yapmışlardır. Örneğin, Modern Türk şiirinin kurucu isimlerinden

221 İsmail Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş 1, Akçağ Yayınları, Ankara 2015, s. 16. 222 Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul (Tarihsiz), s. 778. 223 Muallim Nâci, Lûgat-ı Nâci, Çağrı Yayınları, İstanbul (Tarihsiz), s. 500.

224 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara 2010, s. 1166. 225 Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2011, s. 2224.

millî şair Yahya Kemal Beyatlı bir yazısında “Şiir, kalpten geçen bir hâdisenin lisan

hâlinde tecellî edişidir; hissin birdenbire lisan oluşu ve lisan kalışıdır”226 derken,

Ahmet Haşim ise şiirin “(…) bir hikâye değil sessiz bir şarkı”227 olduğunu

söylemektedir. Yine, şiirin ne olduğu üzerine çeşitli yazılar yazan Ahmet Hamdi Tanpınar da dolaylı yoldan da olsa şiirin tariflerini vermektedir. “Hayatın yüksek

kıymetler taşıyan bir nevi ziyneti”228 olarak nitelediği şiiri bir başka yazısında da “(…) tabiatın hâricinde kalan tâli bir vazife”229 olarak görmektedir. Orhan Veli’ye gelince

o da şiirin “(…) bütün hususiyeti edâsında olan bir söz sanatı”230 olduğunu ifade

etmektedir.

Edebiyatçıların dışında şiiri tarif edenler de vardır. Bunlardan biri de dilbilimci Doğan Aksan’dır. Onun bu kavrama ilişkin tanımlaması ise şu şekildedir:

“Şiir gerek içerik, öz, gerekse söze dönüştürme, sunuluş açısından özgün, etkilenmeye, duygulandırmaya yönelik, yaratı niteliği taşıyan bir söz sanatı ürünüdür.”231

Görüldüğü üzere şiire ilişkin birçok tanım vardır ve hepsi de birbirinden farklı olan bu tanımlar kavramın öznelliğinden ileri gelmektedir. Bununla birlikte şiir hakkında tanımlamalar yapan, üzerine gazete ve dergi yazıları yazarak akademik seviyede bu işle meşgul olan kişilerden birisi de Peyami Safa’dır. Peyami Safa, aslında çok erken yaşlarda şiirle ilişki kurmuş ve onu tanımaya başlamış bir şahsiyettir. Nitekim onun dedesi Trabzonlu Şair Mehmet Behçet Efendi, babası Muallim Naci tarafından “Şair-i maderzad” lakabı verilen İsmail Safa ve amcası Ahmet Vefa, bilindiği gibi birer şairdir. Dolayısıyla Peyami Safa’nın tabir yerindeyse şiirin içine doğduğu söylenebilir.

226 Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyata Dair, İstanbul Fetih Cemiyeti, 2012 İstanbul, s. 48.

227 Ahmet Haşim, Bütün Şiirleri, (Hazırlayanlar: İnci Enginün-Zeynep Kerman), Dergâh Yayınları,

İstanbul 2016, s. 63.

228 Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, (Hazırlayan: Zeynep Kerman), Dergâh

Yayınları, İstanbul 2014, s. 23.

229 Ahmet Hamdi Tanpınar, age., s. 14.

230 İsmail Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş 1, Akçağ Yayınları, Ankara, 2010, s. 18. 231 Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Engin Yayınevi, Ankara 1995, s. 8.

Okul yıllarında şiir yazmaya başlayan, hatta etrafındakilerce şair olarak anılan Peyami Safa, ilerleyen yıllarda şiirle daha ciddi şekilde meşgul olmaya başlayınca şiirin kendi mizacına uygun bir tür olmadığını anlar ve zamanla şiir yazmaktan vazgeçer. O, bu süreci bir yazısında şöyle anlatır:

“Mektepte iken ben de şiir tecrübeleri yapan ve bunda muvaffak olduğuna inanan budala masumlardan biriydim. Adım ‘şâir’ çıkmıştı ve hocalarımın tekzip etmediği bu sıfatı kolayca benimsiyordum. Muallim Nâci’nin babama ‘anadan doğma şâir’in Acemce sıfatını vermiş olması benim de aynı mesut irsiyet hamulesiyle dünyaya geldiğime hem muallimleri hem talebeyi hem de işin kötüsü beni kandırmıştı.”232

Erken dönemde şiirle meşgul olan ve kısa bir süre sonra bu sahadan kendini çeken Peyami Safa’nın, gençlik yıllarında kaleme aldığı şiir denemeleri sayılmazsa bilinen tek şiiri “Cingöz Recai’den Nazım Hikmet’e”233 başlıklı şiiridir. Adından da

anlaşılacağı üzere Nazım Hikmet’le olan atışmalarında ona karşılık vermek için hiciv niteliğinde yazdığı bir şiirdir.

Bu türü de denemiş olmakla birlikte Peyami Safa’nın kuşkusuz bu noktada daha dikkate değer olan yönü şiir teorisi üzerine yapmış olduğu düşünmeleri ve yazdıklarıdır.

Peyami Safa, “Dar görüşü ve taassubu şiir kadar affetmeyen bir san’at

şubesi, belki de yoktur”234 diyerek şiirin kalıplara sokulamayacağını söyler. Bununla

birlikte onu herhangi bir tarifle sınırlamanın mümkün olmadığını da ifade eder. Konuyla ilgili şu cümleleri dikkate değerdir:

232 Peyami Safa, “Şiir Nedir?”, Objektif: 2, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2016, s.

243.

233 Ayrıntılı bilgi için bk. Ergun Göze, Peyami Safa Nazım Hikmet Kavgası, Boğaziçi Yayınları, İstanbul

1995, s. 208.

234 Peyami Safa, “Şiirin Mahiyeti”, Objektif: 2, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2016,

“Şiir üzerine en az bir kitaplık söz söylenmedikçe, onun meselelerini tahlil

ve izah etmek imkânı yoktur. İşin en zor tarafı da bu tahlil ve izahların, anlaşılmadığı iddia edilen şiirlerden daha anlaşılmaz şeyler olmağa daima mahkûm bulunmalarıdır.”235

Öte yandan, yine de şiirin ne olduğu noktasında çeşitli tarifler yapmayı, açıklamalarda bulunmayı da ihmal etmemiştir. Ona göre, “Şiir bir sırrın imâsıdır (…)

günlük dille ifadesine imkân olmayan ruh hallerinin ifadesidir”236 ya da “(…) şuurla

şuuraltının kavşak noktasında beliren bir dumanlı ruh hâlinin ifadelendirilmesi gayreti”dir.237 Safa’nın bu küçük tarifinde birkaç nokta gerçekten de dikkate değerdir. Bunlardan ilki şiirin “bir sırrın iması” olduğunu söylemesidir. Hakiki şiirin, saf şiirin peşinde koşan şairlerin bir vurgusudur bu. Çünkü onlara göre şiir açıkça söylenmez “ima” veya “telkin” eder. Bununla birlikte bu “sırrın iması”nın günlük dille ifadesinin mümkün olmadığını belirtmesi de ayrıca önem arz eder. Ama bundan daha önemli ve dikkate değer olanı şiirin, şuurla şuuraltı kavşağındaki dumanlı ruh hâlinin ifadesi olduğunu fark etmiş ve söylemiş olmasıdır. Zira asıl uğraşı şiir olanlar da hemen hemen benzer şeyleri söyleyerek şiiri tarif etmeye çalışmışlardır.

Ayrıca şiirin tarifi konusunda Paul Valéry’nin “ifadesi imkân olmayanın

ifadesidir”238 görüşüne katılarak şiirin işaretler ve semboller aracılığıyla belirsiz

olandan belirli olana gitmek olduğunu söylemektedir.

Başka bir makalesinde ise şiir için “En basit madde önünde kaçak bir düşünce

ânıdır. Fakat şiirin sırrı bu ânın içine tükenmezliği doldurmak, ‘tutam, tutam

235 Peyami Safa, “Şiir Denilen Anlaşılmaz Şey”, Objektif: 2, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Neşriyat,

İstanbul 2016, s. 259.

236 Peyami Safa, “Şiir Denilen Anlaşılmaz Şey”, age., s. 260.

237 Peyami Safa, “Şiir Üzerine Düşünceler”, Objektif: 2, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Neşriyat,

İstanbul 2016, s. 248.

238 Peyami Safa, “Şiirin Mahiyeti”, Objektif: 2, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2016,

kaybolmuş yıldızlar halinde bütün bir gökyüzünü’ size doğru eğdirmek yahut rastgele bir aynanın karşısında, bir kadını şöyle düşündürmek”239 olduğunu ifade etmektedir.

Sadece Peyami Safa’nın yaptığı tanımlara bakılarak bile şiirin tek bir tarife sığmayacak kadar çok yönlü ve öznel olduğuna kanaat getirilebilir.