• Sonuç bulunamadı

Doğu’da ve Batı’da Fatalizm ve Oryantalizm

Peyami Safa, insanın bütün eylemlerini kendi iradesine değil de ilahî şeylere bağlayan fatalizmin hem Allahsızlık hem de Allah’ın mutlak birliği inancı ile karıştığını fakat ilk çağdan beri bütün dinlerin temeli olduğunu söyler. Bununla birlikte, “Avrupalıların ve bizim, şarkın üstüne atmakta birleştiğimiz kadercilik

akidesi hakikatte tamamıyla bir garp düşüncesidir.”491 Çünkü ilk olarak Yunanlılarda

görülen bu düşünce sonraları Hıristiyanlığa ve oradan da bütün Avrupa’ya yayılmıştır.

Fatalizm, Hıristiyanlığın putperestlikten gelen Allah düşüncesini boğan tasvirleri tasfiye edememesi ve birtakım hurafelere sebebiyet vermesiyle sınırlarını genişletmiş ve zaman içinde ilahiyat ve modern felsefe gibi alanlarda da kendine yer edinmiştir. Ancak 17. yüzyıldan bugüne, modern İslamcılar tarafından Kur’an’daki pek çok ayetten yola çıkılarak fatalizmin olmadığı ispat edilmiştir. Nitekim Hz. Muhammed’in “dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi çalış” hadisini söylemesi başlı başına

bunun bir göstergesidir. Kendi ümmetine daima çalışmayı ve yarından ümit etmeyi vaaz eden bir dinin fatalist olması mümkün değildir.

Peyami Safa, Doğu’daki kaderciliğin dinî inanç olmaktan çok, Avrupa’da bir sistem olan bu düşüncenin Asya’da ruh hâllerine dönüşmüş şekli olduğunu düşünmektedir. Öte yandan bu ruh hâllerinin Türklerin ve Müslümanların düşünce ve geleneklerine dışarıdan nüfuz ederek gerileme dönemlerinde yayılmaya imkân bulduğunu söyler. O hâlde, başlangıçtan beri Doğu’nun fatalist olduğu görüşünün nereden geldiği önemlidir.

Peyami Safa’ya göre bu görüşün temeli Batı’nın, Doğu’ya olan kötücül bakışında yatmaktadır. Çünkü Batı, Doğulu birinin Hintli, İranlı, Arap ya da Türk olduğuna bakmaksızın ona fatalist sıfatını yakıştırmaktadır. Buradan hareketle Batı’nın Doğu’ya yaklaşımında oryantalizmin yanında, Peyami Safa’nın ise karşısında olduğu söylenebilir.

Gerçekten de Batılı düşünürlerin Doğu hakkındaki fikirlerinin hem belirsiz hem de oryantalist olduğu görülmektedir. Pek çok Avrupalının Doğu hakkındaki ortak düşüncelerini dile getiren şu satırlar dikkate değerdir:

“Şark, Asya, bir dişidir; cömert ve tehlikelidir, her türlü iyiliğe ve fenalığa gebedir, nereye gittiğini bilmez, derin, düşünceli ve esrarlıdır, son derece dindardır ve şuursuzdur, her türlü kahramanlığa hazırdır, fakat kahramanlara doymuştur, zamanın geçtiğinden haberi yoktur, kendini ebedî zanneder, geçici şeyleri ve zamanın menfaatlerini istihfaf eder. (…) Derunî aynasında ve tefekkürün gülüşlerinde kendini tanır. Sanayii yoktur. Metafiziği bir kelime oyunudur. Anlamak için hakikate gözünü kapar. Ne ilmi, ne tenkit kabiliyeti vardır. Millet mefhumunu anlamamıştır. Muasır

siyasî doktrinlerden hiçbirini, hele siyasî hürriyeti ve demokrasiyi hiç anlamamıştır. Kapitalist değildir. Madde ile arası açıktır.”492

Peyami Safa, bütün bunlardan anlaşılanın Doğu’nun pasif ve tembel olarak tanımlanması olduğunu, halbuki ancak ölü olan bir şeyin tembel olabileceğini, yaşayan her şeyin canlı, hareketli ve şuur sahibi olduğunu söyler. Doğu’nun asırlar boyunca Batı karşısında daha az hareketli kaldığı bir gerçektir ancak bu yine de onun uyuduğunu göstermemektedir. Bu durum olsa olsa Doğu’nun, Batı’nın yapacağı şeyleri hayal etmesiyle ilgilidir. Yani Doğu, bir nevi Batı’nın bilinçdışı hâlidir.

Batı’nın oryantalist bakışına karşın hemen her fırsatta Doğu’nun insanlığın beşiği olduğunu, pek çok şeyin Doğu’dan doğduğunu söyleyen Peyami Safa’nın şu sözleri oldukça dikkate değerdir:

“Bütün Allahlar ve peygamberler; bütün dinler ve akideler; güzellik ve kemal fikri; bütün hikmet ve felsefe Şark’ta doğmuştur. Riyaziye’nin de beşiği Şark’tır. Hindistan’da doğan rakam, Arap-İran kültüründe tekemmül ettikten sonra garba geçmiştir. Yunan hendesesini de ilk önce öğrenerek Avrupa’ya tanıtan şarklılardır: Öklid’in Unsurlar, Ptolémée’nin Almageste adlı eserlerini garba onlar haber vermişlerdi. Bundan başka modern trigonometriyi de şarklılar tesis etmiştir. Yunanlıların bıraktığı zengin bilgi mirası, Romalılar tarafından ihmal edilmiş olduğu hâlde Araplar tarafından ele geçirilmiştir. (…) Hamızları keşfeden Müslümanlardır. Barutu da onlar buldular. (…) Balonu ilk önce Çinliler ve tayyareyi Türkler düşünmüştür. Çiçek aşısı Osmanlı İmparatorluğu zamanında ilk önce Türkler tarafından bulunmuştur. (…) Tımarhane ilk defa Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.”493

492 Peyami Safa, “Şark-Garp Münakaşasına Bir Bakış”, Objektif: 8, 20. Asır Avrupa ve Biz, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2016, s. 226-227.

Görüldüğü üzere Batı’nın, Doğu ve İslam medeniyetine neler borçlu olduğu ortadadır. Batı’da var olan ilimlerin köklerinin Doğu’da olduğunu söyleyen Peyami Safa, İslam âlimlerinin, Greko-Latin kültürünün Avrupa’ya tanıtılmasında onuncu asırdan sonra oldukça etkili olduğunu, bütün bunları sadece İslam tarihçilerinin değil, Batılı ve Hıristiyan aydınların da eserlerinde işlediğini ifade etmektedir. Ancak Batılılar yerleşmiş oryantal bakışlarından, memleketteki aydınlar ise bu bilgilerden haberleri olmadığından Doğu hakkında olumsuz yargılara gitmektedir.

Peyami Safa, burada Batı karşısında Doğu’yu savunmakla birlikte esasında her iki medeniyetin de birbirine çok şey borçlu olduğunu söyleyerek Doğu-Batı sentezine gidilmesini ister.