• Sonuç bulunamadı

Dil için çok farklı tanımlamalar yapılsa da genel olarak canlı bir varlık olduğu üzerinde hemfikir olunmuştur. Dolayısıyla dili meydana getiren ses, kelime ve cümle gibi unsurlar için de aynı şey söz konusudur. Peyami Safa da bir yazısında “Kelime

canlıdır. Hayvandan ve insandan daha canlı”418 diyerek bu konudaki görüşünün genel

algıdan yana olduğunu açıkça dile getirmektedir. Ayrıca, her kelimenin kendine özel bir hayatının, kaderinin, tarihî bir serüveninin olduğunu düşünen yazara göre bir kelime, gücünü bahsedilen yaşanmışlıklardan almaktadır. Dolayısıyla kelimenin yaşamını devam ettirmesi ya da sonlandırması bu yaşanmışlıkların neticesine bağlıdır. Sonuç itibariyle “Ölmeye niyeti olmayan canlı kelimeleri öldürmek mümkün olmadığı

gibi, yaşamış, devrini tamamlamış ve kendiliğinden ölmüş eski (arkaik) kelimeleri diriltmek ve yenileştirmek de mümkün olamıyor”419 diyerek kelime yapma meselesinin

o kadar basit bir mesele olmadığını açıklamaktadır.

417 Peyami Safa, “Dilimizin Fakirliği”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken Neşriyat,

İstanbul 2013, s. 233.

418 Peyami Safa, “Kelime İnsandan Daha Canlıdır”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2013, s. 287.

Kelimeler, Peyami Safa’nın da bahsettiği gibi canlıdır fakat onların insanlar ya da hayvanlar gibi biyolojik bir yaşamı yoktur. Ne kadar yaşayacakları bilinmediği gibi etimolojik, morfolojik ve fonetik bakımdan akla gelmeyecek değişimlere uğramaktadırlar. Dolayısıyla kelime yapma meselesi basit bir mesele olmamakla birlikte ölmesi mutlak olan kelimelerin yerine yenilerinin bulunması veya oluşturulması imkânı vardır.

Bu imkân dâhilinde yıllardır “kelime avı”na çıkılarak yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar aranmasına rağmen yeterince başarılı olunamadığını söyleyen Peyami Safa, bu durumun sebebini şu sözleriyle ifade etmektedir:

“Çünkü biz dilin cevherini kelimeler arasındaki canlı münasebette değil, tek

başlarına kalırlarsa ölü kalıplardan başka bir şey olmayan kelimelerde aradık.”420

O, bu sözleriyle yeni bulunan ya da uydurulan Türkçe kelimelerin dilimizde yaşayıp yaşamayacağına lügatin karar vermediğini, dilin kendi cevherinin karar mekanizması olduğunu dile getirirken, Türk Dil Kurumu tarafından basılan Tarama

Dergisi, Kılavuz ve Sözlük gibi eserlerdeki öz Türkçe diye alınan kelimelerin pek

çoğunun dilin cevherine uygun olmadığı için lügat sayfalarında kalarak kullanılmadığına dikkat çekmektedir.

Türk Dil Kurumunun yıllardır devam eden çalışmalarının başarısını, Türkçeye kazandırdığı ya da kazandıramadığı kelime sayısıyla ölçmenin doğru olmadığını söyleyen yazar, burada başarısızlıktan ziyade niçin başarısız olunduğu ya da nasıl başarılı olunabileceği üzerinde durmayı gerekli bulmaktadır.

“Yeni bir kelimenin yaşamağa ehliyetini almak için onu üç imtihandan

geçirmek zorundayız: Mânâ, kaide, şive. Bu üç imtihandan birini kazanamayan kelimenin yararından şüphe edebiliriz. Üçünü de kazanamayan kelimeye hayat hakkı

420 Peyami Safa, “Neden Böyle Oldu?”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken Neşriyat,

yoktur”421 diyen Peyami Safa’ya göre şekillenen kelimelerin hayatta kalabilmesi

birtakım şartlara bağlıdır.

İlk olarak yeni bir kelimenin, yabancı olanın yerine geçebilmesi için onu hasta veya ölü bir şekilde bulması gerekir. Çünkü bütün canlılığıyla yaşayan ve kullanılan Arapça, Farsça gibi yabancı kelimeleri dilden çıkarmak gerekli ve mümkün değildir. Burada önemli olan dilin canlı bir varlık ve kendine has kurallarının olduğunun kabul edilmesidir.

İkinci olarak ise yeni kelimenin kuraldan çok konuşulan şiveye uygunluğu, ahengi, hece sayısının yerini alacağı yabancı kelimeninkinden kısa ve kullanışlı olması gibi özellikleridir. Ancak bütün bu sıralanan özelliklerin yanında en önemlisi “mana”dır.

Peyami Safa, yeni kelimeleri bu sınavlardan geçirecek olanların kimler olduğuyla ilgili de açıklamalar getirir. Bir kelime meydana getirilirken dilbilim onu ilmî, edebiyat ise estetik açılardan incelemeye tabi tutmaktadır. Dolayısıyla kelime yapmada iki alandan da yararlanmaya ihtiyaç vardır. Ancak ülkemizde bu konuda söz sahibi olanlar çoğunlukla dilciler olduğu için Peyami Safa bu konuda sitemkârdır.

Konuyla ilgili olarak “(…) ilim adamlarımız ve felsefecilerimiz, en iyi niyetle

de olsa, Türkçe’nin yaratımına ait her meseleye burunlarını soktukça, halkımızı, dâvanın güzelliğinden şüphe ettirecek derecede irkilten zevk hatalarına ve aykırılıklarına düşüyorlar”422 diyerek dilcilerin geri planda kalmasını edebiyatçıların

daha fazla rol almasını istemektedir. Ona göre, böyle yapıldığı müddetçe “Yeni

kelimelerimiz, seri halinde cansız ve soğuk fabrika malları olmayacak, canlı varlıklar

421 Peyami Safa, “Yeni Kelimelerin İmtihanı”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Neşriyat, İstanbul 2013, s. 153.

422 Peyami Safa, “Dilciler mi, Edebiyatçılar mı?”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

halinde, Türk ruhunu en iyi sezen edebiyatçı san’atkârın sıcacık içinden doğacaktır.”423

Peyami Safa, bu meseleyi örneklemek için “tenkit” ve “eleştirme” kelimelerini ele alır. Zaman zaman birbirinin yerine kullanılan bu iki kelimenin aslında aynı anlamı vermediğini çünkü eleştirme kelimesinin eleme kelimesinden gelerek bize tasfiyeyi anımsattığını ifade eder. Bir diğer şey ise tenkit kelimesinin doğrudan olumsuz anlamı akla getirirken eleştiri kelimesinin hem olumlu hem de olumsuz anlamı içermesidir. Ayrıca tenkit kelimesinin iki heceden oluşması buna karşın eleştiri kelimesinin hece sayısı bakımından fazlalığının üzerine bir de aydınların dilinde eleştiri değil de tenkit kelimesinin canlı bir şekilde kullanıldığını görmek iki kelime arasındaki uçurumu göstermeye yeter delillerdir.

Bütün bu açıklamalardan sonra Peyami Safa kelimelerin kendi içinde üç gruba ayrıldığını düşünmektedir. Bunlardan ilki “uçak”, “taşıt” gibi sevilen, tutulan ve yaşayacağı kesin olan kelimelerdir. Çünkü bu kelimeler Türkçenin dil yapısına, fonetiğine, İstanbul şivesine uymakta ve kökleri herkesçe bilinmekte olan kelimelerdir.

İkinci grup kelimeler ise “tüzük”, “devrim” gibi yaşayacağı şüpheli olan kelimelerdir. Şüphelidir çünkü bu kelimeler dil ve şive bakımından uygun olmakla beraber köklerinin verdiği anlamın kelimenin kendisinin verdiği anlamı karşılaması bakımından sıkıntılıdır.

Son olarak ise “ivedilik”, “üsdeyi” gibi yaşamayacağı kesin olan kelimelerdir. Çünkü bu kelimeler köklerindeki anlam bakımından bize bir şey çağrıştırmamakta ve şekil bakımından da yabancı kelimelerden daha yabancı kalmaktadır.

423 Peyami Safa, “Dilciler mi, Edebiyatçılar mı?”, Objektif: 1, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, Ötüken

Bütün bunlarla birlikte Peyami Safa’nın döneminin dille ilgili konularında fikir yürüttüğü, birtakım çözüm önerileri sunduğu, özellikle de kelime ve terim yapmanın yollarını en makul ve mantıklı çerçevede aradığı söylenebilir.

2.ÜSLUP