• Sonuç bulunamadı

YAŞAMIN SONLANDIRILMASINA İLİŞKİN İSTEME VE EYLEME ÜZERİNE DÜŞÜNMELER

Belgede BİYOETİK ARAŞTIRMALARI (sayfa 54-58)

“BİYOETİKTE YENİ UFUKLAR”

YAŞAMIN SONLANDIRILMASINA İLİŞKİN İSTEME VE EYLEME ÜZERİNE DÜŞÜNMELER

Yasemin OĞUZ *

Giriş

İnsan yaşamı ve yaşamın sonu üzerine düşünmelerimiz ruhsal gelişimimizden baş-layarak, birey olarak sosyalleşmemizden ve kültürel edinimlerimizden etkilenir. Bu etki-lenme gerek istememizde, gerekse her iki olguya yönelik tutumlarımızda belirleyici olur. İnsanın, tüm öteki canlılarda olduğu gibi, içgüdüsel olarak yaşamı korumaya ve sürdür-meye eğilimli olduğu bir gerçek; ancak ölümü seçebildiği de insanların yapmaları ile kanıtlanmış bir başka gerçektir. Bu çelişik görünen iki gerçeğin nasıl kavranabileceği sorusu çağlar boyunca insan aklını meşgul etmiştir ve bugün de etmektedir. Bu sunumun konusu, ölümü isteme, talep etme ile bu talebi karşılamanın felsefi temellerine bir ölçüde açıklık getirmektir.

İnsan için yaşamın en temel değer olduğu düşüncesi, tarihsel süreç içinde nere-deyse bir doğa yasası gibi kabul edilmiş; özellikle tek tanrılı dinler ve genel olarak felse-fe bu oldukça sağlam görünen zeminin üzerine söylemlerini temellendirmişlerdir. İnsa-nın yaşamına son vermesi ruh hastalıkları ile açıklandığında anlaşılabilir olmuş; giderek ölümü istemek başlı başına bir hastalık belirtisi olarak kabul edilmiş ve tek başına tanı koyduran bir unsur durumuna gelmiştir. Yaşamdan vazgeçmenin anlaşılabilir gerekçele-rinin her zaman insanı aşan bir değere dayanmak durumda olduğu düşünülmüştür. Vatan için, namus için, Tanrı için gibi. Kişinin bu türden üstün değerler için yaşamdan vazgeç-mesi toplum tarafından kabul edilir, kimi zaman ödüllendirilirken, intihar (özkıyım) gibi yaşamı dayanılmaz bulmaya dayanan bir vazgeçiş hemen her zaman günah ya da zayıflık olarak nitelenmiş, kabul edilemez bir eylem olarak değerlendirilmiştir. Özkıyıma yardım da bir suç olarak nitelenmiş ve zaman zaman cezalandırılmıştır.

Yaşamın, ona sahip olan bireyin kendisi için istenir olmaktan çıkması söylemi görece yeni bir düşüncedir. Bu yaklaşımın ortaya çıkmasında ve yaygınlaşmasında, bir bakıma meşruiyet kazanmasında, toplumsal dönüşümün, özellikle ekonomik paradigma değişikliklerinin ve bilimsel–teknolojik gelişmelerin belirleyiciliği söz konusudur. Yaşa-mın doğal seyrine etkili biçimde müdahale edilebilir olduktan ve yaşam yapay olarak da uzatılabildikten sonra, “yaşamın” ne olduğu konusu tartışılır hale gelmiştir. Aynı durum “ölümün” ne’liğini de tartışılır kılmıştır. Yaşam kalitesi kavramının düşün dünyamıza ta-nıtılması ve söylemimize girmesiyle birlikte, kalitesiz bir yaşamın kavramsallaştırılması olanağı ortaya çıkmıştır. Yaşamı bir kez kaliteli olan ve olmayan olarak sınıflandırmaya başladığımızda ise, yaşamlar arasında değer farklılığını gözetmenin yanında, tek bir ya-şam süreci içinde, yaya-şamın değer kazandığını ya da değerini kaybettiğini de düşünebilir oluruz. Bu değerlendirme bazı yaşamları ötekilerden değerli görmeyi haklı çıkarabile-ceği gibi; belirli bir yaşamı da kalitesini yetersiz bularak istememeyi temellendirmemizi mümkün kılabilir. Bireyin herhangi bir ruh hastalığından muzdarip olmadığı halde ölme-yi istemesi, bu kavramsal dönüşümün sonunda anlaşılabilir hale gelmiştir.

İstemenin Sınırları

Yaşamın istenmemesi ve ölümün istenmesi, temelde hem yaşam ve ölüm kav-ramlarını, hem de isteme kavramını ele almamızı gerektirmektedir.

Julian Savulescu “Rational Desires and the Limitation of Life-Sustaining

Tre-atment” başlıklı makalesinde, bir bireyin bir eylemi, istemesi ancak belirli niteliklere

sahipse akılcı olarak isteyebileceğini vurgular. Akılcı isteğin üç temel özelliğini şöyle tanımlar: (a) ilgili tüm olguların bilgisine sahip olmak; (b) konuya ilişkin bir mantık hatası yapmamak ve (c) sonuçları gözünde canlandırmak (1). Ölümü isteme açısından bakıldığında akılcı istemenin söz konusu olamayacağını iki temel argümanla kanıtlar. Birbirine bağlı olan bu argümanlardan birincisi ölüme ilişkin olgusal bilginin yeterli olmayışıdır. Bu bilgi eksikliği ölümü yaşama tercih etmenin bilgisel temelinin sağlam olmaması sonucunu getirmektedir. Birinciye bağlı olarak ikinci argüman ise, ölümü iste-menin sonucunu bireyin gözünde canlandırmasının mümkün olmamasıdır. O halde ölü-mü istemenin Savulescu’nun deyimiyle “akılcı istek” olması olanaksızdır. Bu durumda “ölümü isteme”nin temellendirilmesi ancak “inanmak”, “kanısında olmak” gibi fiillerle ifade edilebilir.

“Akılcı istek”e dayanmayan bir istemenin nasıl kavranabileceği, temellendi-rileceği ve değerlenditemellendi-rileceği sorusunu yanıtlamak için “inanç” kavramını sorgulayan Savulescu, bazı yanlış “inanç” ya da “kanı”larla kişinin akılcı istemesinin, dolayısıyla özerkliğinin engellenebileceğini ortaya koymaktadır. İstemenin temel önermeleri ara-sında yanlış inançtan kaynaklanan böylesi bir tutarsızlık olmadığı zaman ise inancın istemeyi doğrudan reddettirecek bir unsur olmadığını vurgular. Bu durumda bireyin is-temesi inancının bir göstergesi olarak ele alınır. Bireyin ölüme ilişkin isis-temesi bir talep içerdiğinde sorun farklı bir boyut kazanır ve artık bireyin istemesi üçüncü kişilerin de-ğerlendirmesinin nesnesi durumuna gelir.

Ölüme Yardım Taleplerinin Değerlendirilmesi

Yaşamın kendinde bir değer olmaktan çıkıp, belirli bir niteçle ifade edildiğinde değerlendirilebilir olması önemli bir paradigma değişikliğidir; ve ötanazi taleplerini an-lamamızda ve anlamlandırmamızda bize yol gösterici bir gerekçe sunar. Ancak yaşamını yeterince nitelikli bulmayan ve onu istemeyen kişilerin, bir başkasından bu yaşama son vermesini istemeleri ve ölüme yardım etmesi talep edilen bu kişilerin de bu isteği yeri-ne getirmesi yukarıda sözü edilen gerekçe ile temellendirilemez. Ya da gerekçe ölümü istemeyi temellendirmede sahip olduğu güce, bir başkasından ölümü talep etmek ve söz konusu talebi yerine getirmek durumlarında sahip değildir.

Bireyin ölümü yaşama yeğlemesi özkıyım eylemine karşılık gelmektedir. Ölü-mün gerçekleşmesini bir başkasından talep etmesi ise farklı adlarla anılmaktadır. Bunlar arasında mercy-killing ve ötanazi yer almaktadır. Mercy–killing ya da şefkate dayalı öldürme eylemi, yaşamın öznesi olan bireyin değil; üçüncü kişilerin eylemine işaret et-mektedir. Şefkate dayalı öldürme, ötanaziyi de içine alan geniş bir eylem kümesini kap-samaktadır. Bu kümenin içinde bireyin istemine bağlı olan ve olmayan öldürme eylem-leri yer almaktadır. Bireyin istemine bağlı olmayan öldürme eylemeylem-leri genellikle bireyin yeterliğe sahip olmadığı durumlar için söz konusudur ve temellendirmesi sağduyuya dayanır. Günümüzde “futility” (boşuna tedavi) kavramının ortaya çıkmasıyla yeni bir tartışma başlamıştır; ancak yazarınız boşuna tedavi nedeniyle yapılmayan eylemlerin

öldürme kapsamına alınamayacağı düşüncesinde olduğundan, bu metin kapsamında bu kavram ele alınmayacaktır.

Çağımızda ölümlerin büyük bir bölümü hastanelerde gerçekleşmektedir. Bu nedenle başta hekimler olmak üzere, sağlık çalışanları yaşam kalitesinden sorumlu tu-tulmakta; yaşam kalitesini yetersiz bularak ölümü isteyen kişilerin bu taleplerini yerine getirmek söz konusu olduğunda akla ilk gelen profesyoneller olmaktadırlar. Başlangıçta daha çok kendi yaşamına son verme olanağına fiziksel olarak sahip olmayan insanların talepleri söz konusuyken, kaliteli ölüm kavramının yaygınlaşmasıyla giderek ölüm için profesyonel yardım alma eğilimi ortaya çıkmıştır. Kendi yaşamına son verebilecek bir kişinin, bu eylemden kaçınarak sağlık çalışanından yardım istemesi ve bu talebin olumlu yanıtlanması etik açıdan sorunlar içermektedir.

Bu noktadan sonra artık bireyin ölümü yeğlemesinin akılcılığının ötesinde bir değerlendirme söz konusudur. Hippocrates’in dediği gibi ölümün yolunu bilen ve bunu kimseye göstermemeye söz vermiş profesyonellerin, ölümü istemenin haklılığına ikna olması ya da bunu kabul etmesi, buna inanması ve bu doğrultuda eylemesi, tümüyle farklı uslamlama gerektiren bir durumdur. Sağlık profesyonellerinin ölüme yardım ey-lemlerini, hastanın kendi yaşamına son verme olanağına fiziksel olarak sahip olmaması halindeki taleplerini karşılamak ile kaliteli ölüm için profesyonel yardım talep eden has-tanın bu talebine yanıt vermek bağlamlarında ayrı ayrı değerlendirmek gerekmektedir. Birinci durumda bireyin yaşamda tutulması, bir anlamda arzusuna karşın gerçekleşen ve genellikle hekimin etkin girişimleri ile devam eden bir süreçtir. Hastanın bu sürece fiziksel olarak, etkin biçimde dâhil olma olanağı olmadığından, en doğrudan katılımı ancak istemini dile getirmek yoluyla olabilecektir. Her durumda ölümü sağlayıcı eylem bir başkasının, bir “öteki”nin eylemi olmak durumundadır. Bu kişi hekim ise, ister ya-şamı uzatıcı etkin girişimlerine son vererek, ister ölümü doğrudan sağlayan başka bir eylemde bulunarak sürece dâhil olsun; ölümden doğrudan sorumlu kişi olacak; ancak hem istemenin bireye bağlı olmasıyla hem de kişinin istemesini gerçekleştirecek olana-ğının olmamasıyla eylemini temellendirebilecektir. Hastanın istemini dile getiremediği durumda ise, karar sürecini paylaşması yine de mümkündür.

İkinci durumda sorun daha karmaşıktır. Bireyin sürmesini istemediği yaşama son vermesi mümkünken, daha kaliteli bir ölümü sağlık profesyonellerinden talep etmesi iki farklı konuda karar vermeyi zorunlu kılmaktadır. Bunlardan birincisi sağlık uğraşının ölümün sağlanmasını da kapsayacak bir tanımı olup olmadığı sorusudur. İkincisi ise, sağlık profesyonelinin böyle bir hizmeti sunmak açısından konumudur. Mesleklerin içe-riklerine baktığımızda her birinin belirli bir bilgi dağarcığı çerçevesinde yetkilendikleri-ni ve buna dayanarak eylemde bulunduklarını görmekteyiz. Bu düşünce doğrultusunda değerlendirildiğinde sağlık mesleğinin yaşamın ve ölümün bilgisine, belirli ölçülerde sahip olduğu, bu nedenle de her iki alanda da eyleyebileceği görülmektedir. Kuşkusuz tıbbın temelinde insan yaşamını korumak, olabildiğince kaliteli bir yaşamı, olabildiğince uzun sürdürmek bulunmaktadır; ancak bu bilgi karşıtını üretmeyi de zorunlu kıldığın-dan tıp çalışanları ölümün bilgisine de sahiptirler. Dolayısıyla sağlık alanının kapsamını kişilere kaliteli ölüm sağlayacak biçimde genişletmek köklü bir zorlama olmayacaktır. Palyatif bakım ve “hospice care” uygulamaları sağlık uğraşlarının günümüzde bu yönde bir eğilim gösterdiğini ortaya koymaktadır. O halde kaliteli ölümün sağlık uğraşının gö-revleri arasında yer aldığını söyleyebiliriz.

Sağlık çalışanının kaliteli ölüm sunma konusundaki konumu değerlendirildiğin-de değerlendirildiğin-değersel bir ikilem ortaya çıkmaktadır. Yukarıda kanıtlandığı gibi ölümü istemenin “akılcı istek” olarak tanımlanması mümkün değildir. Öyleyse burada söz konusu olan hastanın arzusu ve hekimin ölümü isteme konusundaki tutumu ile hastanın arzusuna yönelik değerlendirmesidir. Eğer her iki taraf da hastanın sürdürmekte olduğu yaşamın istenirliği konusunda ortak bir değersel söylem geliştirmişlerse, hekimin ölüme yardımı söz konusu olabilecektir. Ancak bu uyuşma gerçekleşmezse, hekimin hatalı olduğunu düşündüğü bir karar doğrultusunda, ahlaki olduğunu düşünmediği bir eylemde bulun-ması gerekecektir ki, bunu bir uğraş kişisine ödev olarak yüklemek etik açısından temel-lendirilemez. O halde ölüm yardımını sağlık alanı için bir ödev olarak tanımlamak yanlış olacaktır. Ölüm yardımı ancak işlev anlamında bir görev olarak tanımlanabilir. Burada görevin tanımı; kişinin gönüllü olarak üstlendiği ya da başkaları tarafından ona verilen, bitebilen, reddedilebilen, devredilebilen bir işlev olarak yapılmaktadır (2).

Sonuç

Ölüm, istemek ve seçmek insan istemesinin olanaklarından biridir. Ölümü is-temenin kendi başına bir hastalık belirtisi olmadığı göz önünde tutulduğunda, “akılcı

istek” olarak tanımlanmak için gerekli niteliklere sahip olmamasına karşın ölümü isteme

öteki istemelerimizin bir bölümünde olduğu gibi, inançlarımıza, kültürel artalanımıza, ruhsal yapılanmamıza bağlı olarak meşru bir istektir. Bu nedenle özkıyımda olduğu gibi, tıbbi tedavinin durdurulması ya da yaşam desteğinin sonlandırılması gibi istekler değer-lendirilmelidir.

Fiziksel olarak yaşamını sonlandırma olanağından yoksun bireyler, yaşamları-nın sonlandırılmasını talep edebilirler. Sağlık alanı bu taleplerin muhatabıdır ve yaşamın sonunun kalitesinden sorumludur. Ancak yaşamın sonlandırılması konusunda hastalara destek sağlanması sağlık çalışanları için bir ödev olarak değil; ancak bir görev (işlev) olarak tanımlanabilir.

Kaynaklar

1- Savulescu J. Rational desires and the limitation of life-sustaining treatment. Bioet-hics 1994; 8(3):191-222.

Belgede BİYOETİK ARAŞTIRMALARI (sayfa 54-58)