• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: YAġLILIK VE ĠSVEÇ REFAH DEVLETĠ

1.1. YaĢlılık Kavramı

1.1.1. YaĢlılık Türleri

Farklı isimlendirmeler ve tanımlamalara rağmen en yaygın olarak kullanılan tanımlamaya göre yaĢlılığın baĢlangıcı 65 yaĢ kabul edilmekte ve genellikle bu yaĢta zorunlu emeklilik yaĢanmaktadır (Arpacı, 2005: 16). Fakat yine de yaĢlılığın herkes tarafından kabul edilen ortak bir tanımı olduğunu söylemek mümkün değildir (Konak ve Çiğdem, 2005: 25).

1.1.1. YaĢlılık Türleri

YaĢlı nitelemesi genellikle kronolojik yaĢ temelli yapılmaktadır. Ancak bu nitelemeye esas olan yaĢ toplumdan topluma ve dönemsel olarak değiĢebilmektedir. Hatta aynı dönemde bile yaĢlılığın baĢlangıcının hangi yaĢ olması gerektiğine dair farklı yaklaĢımlar bulunmaktadır. Mesela BirleĢmiĢ Milletler yaĢlılığın baĢlangıcını 60 yaĢ olarak belirlerken, Dünya Sağlık Örgütü 65 yaĢ olarak belirleyebilmektedir. Oysa dünyanın bazı ülkelerinde yaĢam ve sağlık koĢullarının çok kötü olması nedeniyle insanların çoğu 60 yaĢına ulaĢmadan hayatını kaybetmektedir. Dolayısıyla yaĢlılık kavramının sadece kronolojik bir yaklaĢımla ele alınması yeterli görünmemektedir. Öyle ki aynı yaĢta olan insanların da aynı ya da farklı toplumlarda fizyolojik ve psikolojik özellikler bakımından farklılaĢabildikleri bilinmektedir. Yani yaĢlılık, genetik özelliklerin yanında, bireyin yaĢadığı toplumsal Ģartlardan, bireysel yaĢam serüveninden, cinsiyetten ve ekonomik imkânlardan da etkilenmektedir.

Bu yönüyle yaĢlılığa dair açılımların farklı perspektiflerin dikkate alınarak yapılması daha faydalı olacaktır. YaĢlılığın baĢlangıcı ve yaĢlılığın tanımına dair tartıĢmalar, konu edilen kesimin daha iyi anlaĢılması için yapılmaktadır (Tufan, 2001: 39). Yoksa yaĢlılığın 65 ya da 75 yaĢında baĢlaması belirli fonksiyonların kaybedilmesi, fizyolojide ve görünümde köklü değiĢimlerin yaĢanması, emekli olunması gibi sebepler yaĢlılığı tanımlamak ve sınırlarını çizmek için tek baĢına yeterli değildir. Dolayısıyla yaĢlılığın farklı yönleriyle ele alınması daha faydalı görünmektedir.

Bu noktada yaĢlılık, takvim yaĢının esas alındığı kronolojik yaĢlanma, vücutta meydana gelen değiĢimlere bağlı olarak biyolojik yaĢlanma, kiĢinin zihinsel faaliyetlerinde meydana gelen değiĢimle açıklanan psikolojik yaĢlanma ve toplumsal rol ve statülerde meydana gelen değiĢim açısından sosyolojik yaĢlanma olarak ele alınmaktadır.

18 1.1.1.1.Kronolojik YaĢlılık

Kronolojik yaĢ bireyin doğum tarihine göre içinde bulunduğu yaĢtır (Akçay, 2011: 13). YaĢlılığın hangi yaĢta baĢladığı kesin olarak belli olmasa da pek çok çalıĢmada yaĢlılık 65 yaĢ ile baĢlatılmıĢtır (Onat, 2000: 102). Yaygın kullanıma göre kronolojik olarak yaĢlılık, emeklilik yaĢı olarak da kabul edilen bireyin 65 yaĢından sonraki dönemini ifade etmek için kullanılmakla birlikte BirleĢmiĢ Milletler yaĢlılığın baĢlangıcını 60 yaĢ olarak kabul etmektedir (Görgün Baran ve diğerleri, 2005: 28).

Kronolojik anlamda yaĢlılık geçen zamana bağlı olarak bir yıllık zaman dilimleri esas alınarak yapılan bir tanımlamadır (Güler, 1998: 105). Fakat yaĢlılığın tanımlanmasında yaĢ kriterinin kullanılmasının yeterli olmadığına yönelik eleĢtiriler de yapılmaktadır. Bir insanın yaĢıyla yaĢlılığın belirlenmesinin mümkün olmadığı ve doğum tarihinin yalnızca bir etiket olduğu ifade edilmektedir (Tufan, 2001: 38).

Doğumda beklenen yaĢam süresinin 50 yılın altında kaldığı ülkeler içinse 60 veya 65 yaĢ kriteri yaĢlılığı belirlemek noktasında geçerli bir ölçüt değildir. Dolayısıyla yaĢlılık sadece yaĢın ilerlemesi olarak ele alınabilecek bir konu olmaktan öte bir tanımlamayı gerekli kılmaktadır. Zira yaĢlılık yaĢın ilerlemesinden öte bir anlam ifade etmektedir.

1.1.1.2.Biyolojik YaĢlılık

Biyolojik yaĢlanma kronolojik yaĢla beraber ortaya çıkan (Er, 2009) ve zamana bağlı olarak bireyin anatomi ve fizyolojisinde meydana gelen değiĢimleri ifade etmektedir (Pekcan, 2000: 51; Arpacı, 2005: 17). Fakat kronolojik yaĢlanma herkeste aynı iken biyolojik yaĢlanma kiĢiden kiĢiye değiĢebilmektedir (Yertutan, 1991: 63-64). Ayrıca biyolojik yaĢlanmanın kronolojik yaĢlanma kadar kolay tespit edilmesi de mümkün değildir (ġakar, 1987: 20‘den akt.: Yıldız, 2006). Zira yaĢlanma süreci kalıtım, yaĢam biçimi, yapılan iĢ, geçirilen hastalıklar gibi farklı etkenler tarafından belirlenmektedir (Arpacı, 2005: 18).

Ayrıca kronolojik yaĢlanma ve biyolojik yaĢlanma her zaman dengeli ilerlemez, bazı insanlarda kronolojik yaĢlanma bazılarında biyolojik yaĢlanma daha hızlı ilerlemektedir. Bu durum organlar için de geçerlidir. KiĢilerin kullanımına göre bazı organlar daha erken yaĢlanırken bazıları daha geç yaĢlanabilmektedir (Emiroğlu, 1995: 16; Akçay, 2011: 13-14).

19

Kronolojik süreç herkes için geçerli olan ve doğumdan baĢlayıp içinde bulunulan zamana kadar geçen yılların toplamını ifade ederken; biyolojik süreç zamana bağlı olarak bireyin anatomi ve fizyolojisindeki değiĢimleri ifade etmektedir (Abay, 2007: 269). Yani biyolojik yaĢlanmanın hızı kiĢiden kiĢiye değiĢebilmektedir. Çünkü insanların genetik özellikleri, yaĢam tarzları, yakalandıkları hastalıklar, kazalar, yaralanmalar ve bunlarla baĢa çıkma yolları farklılaĢabilmektedir (Gökçe Kutsal, 2004: 7). Dolayısıyla insanların aynı zaman diliminde yaĢamalarına rağmen biyolojik olarak yaĢlanma süreçleri değiĢebilmektedir. Zira kiĢinin yaĢlanmasında yaĢam tecrübelerinin payı büyüktür.

Biyolojik yaĢlanma, bireyin bedeninin ve organlarının iĢleyiĢine göre sağlık durumunu göstermektedir (Akçay, 2011: 13). Bu nedenle biyolojik yaĢ daha çok tıbbi tetkiklerle belirlenebilen ve insan vücudunun yıpranma derecesiyle tespit edilen yaĢtır. Bu bakımdan biyolojik yaĢlanma, sağlık ve iĢ gücüne katılım, cinsiyet, çalıĢma koĢulları, yaĢanılan dönem ve yere göre değiĢebilen görünüĢ yaĢlanmasıdır (ġakar, 1987: 20‘den akt.: Yıldız, 2006; Emiroğlu, 1995: 15).

Biyolojik yaĢlanma kiĢinin fizyolojik kapasitesinde meydana gelen gerileme ve bedensel özelliklerin zayıflaması olarak kabul edilmektedir. YaĢlanma ile birlikte kronik hastalıklar artmakta ve kronik hastalıklar da yaĢlanma sürecini hızlandırmaktadır (Biçer, 1996‘dan akt.: Aksüllü, 2002: 11).

Genel anlamda yaĢlılarda biyolojik sistem değiĢiklikleri kalp-damar sistemi değiĢiklikleri, böbrek ve idrar sistemi değiĢiklikleri, sinir sistemi değiĢiklikleri, kas ve iskelet sistemi değiĢiklikleri, endokrin sistem değiĢiklikleri ve üreme sistemi ve hormonal sistem değiĢiklikleri gibi değiĢimler yaĢanmaktadır (Arpacı, 2005: 123). YaĢlılığın olumsuz olarak algılanmasının nedenlerinden birisi de yaĢlılığa biyolojik yönüyle bakmaktır (DanıĢ, 2011: 28).

Biyolojik yaĢın ilerlemesiyle birlikte organizmada çeĢitli kayıplar yaĢanmakta, birey bazı sosyal rollerini kaybetmekte ve bir takım psikolojik sorunlar yaĢamaktadır (Görgün-Baran, 2000: 68).

Yani yaĢlı denildiğinde gençlik ve yetiĢkinlikteki özelliklerini sürdüren bireyin yaĢlanmıĢ hali anlaĢılmamalıdır. Zira yaĢlı önceki özelliklerinden psikolojik, duygusal

20

ve sosyal yönden tamamen farklılaĢmıĢ bir kiĢidir (Akın, 2006: 6). Bu bakımdan yaĢlı ve yaĢlılık konularının biyolojik geliĢim evresinden öte psikolojik ve sosyolojik yönüyle ele alınması gerekmektedir.

1.1.1.3. Psikolojik YaĢlılık

YaĢlılık, fizyolojik anlamda bir gerileme olarak kabul edilse de psiko-sosyal geliĢimin devam ettiği bir dönemdir (Öz, 2002: 18). Bu yönüyle yaĢlılık, kronolojik yaĢtan çok kiĢinin kendisini yaĢlı hissetmesiyle belirlenebilen bir özelliktir. Zira kiĢi kendini yaĢlı hissetmeyebilir ve bir kimse kendini kaç yaĢında hissediyorsa o yaĢtadır. Bu yönüyle yaĢlılık göreceli bir kavramdır (Arpacı, 2005: 16; Duyan, 2000: 119). Ġnsanların bazıları kendilerini elli yaĢında yaĢlı hissederken bazıları da yetmiĢ yaĢında hala genç hissedebilmektedir (Onat, 2000: 102).

Eurobarometer tarafından Avrupa Birliği ülkelerinin yanı sıra Türkiye‘de de 2011 yılında yapılan ―Aktif YaĢlanma‖ (Actıve Ageing) araĢtırmasının 2012 yılında yayınlanan raporuna göre Türkler kendilerini 58,4 yaĢında yaĢlı hissederken bu oran AB ülkeleri ortalamasında 63,9 yaĢ olarak ortaya çıkmıĢtır. Yine bu araĢtırmada Türkiye‘de insanlar gençliğin bittiği yaĢ olarak 37,6 yaĢ‘ı gösterirken AB ülkeleri ortalamasında gençliğin bitiĢ yaĢı olarak 41,8 yaĢ gösterilmektedir (Eurobarometer, 2012a).

Ġsveç‘te ise yaĢlılığın baĢlangıç yaĢı 66,6 olarak görülürken, gençliğin bittiği yaĢ olarak 36,9 yaĢ görülmektedir (Eurobarometer, 2012b). Dolayısıyla yaĢlılık algısı toplumdan topluma ve kiĢiden kiĢiye değiĢebilmektedir.

Öyle ki bireyler kendilerini yaĢlı hissetmeyip ve yaĢlılığı kabul etmeyebilmektedir. Bireyin psikolojik olarak kendini yaĢlı hissetmesi pek çok faktör tarafından etkilenmektedir. Zira psikolojik yaĢlanma; kiĢinin ekonomik durumu, eğitim düzeyi, cinsiyeti ve kendi yaĢam serüvenine bağlı olarak değiĢen bir süreçtir (Tufan, 2001: 39). Bugün kendisini yaĢlı olarak kabul etmeyen pek çok 70 ve daha ileri yaĢlarda olan insan gelecek planlaması yapmaktadır. YaĢlı olarak tanımlanan insanların dünya turuna çıktığı, yeni bir meslek ve lisan öğrenmeye baĢladıkları görülmektedir (Tufan, 2002: 86-87).

Thome ve arkadaĢları (1987‘den akt.: Tufan, 2001: 39); ―yaĢlılıkta yetenekliliğin korunabilmesi bakımından psikolojik yaĢlanmanın, biyolojik yaĢlanmadan daha önemli

21

olduğunu göstermiĢlerdir‖. YaĢlılıkta psikolojik sürecin daha ağır basmasının temel nedeni olarak kiĢinin kendini yaĢlı hissettiğinde ve yaĢlı gibi davranmaya baĢladığında yaĢlanmıĢ sayılacağı gerçeğinin olduğu söylenmektedir (Abay, 2007: 269). Fakat insanın yaĢlılığı benimsemesi ve kabullenmesi; ona uyum sağlayabilmesi, daha iyi bir yaĢam sürdürebilmesi ve zekâ fonksiyonlarını saklaması anlamına gelmektedir (Adasal, 1977‘den akt.: Emiroğlu, 1995: 20).

KiĢinin yaĢlılığı kabullenmesi ve kendisini yaĢlılığa hazırlaması bu anlamda önemlidir. Zira psikolojik yaĢlılık daha çok, bireyin kendini yaĢlanmaya hazırlamamasından doğar (Arpacı, 2005: 18). Bu dönemde birey kendisini yaĢlı olarak görmediğinden bir takım psikolojik sorunlar yaĢayabilmektedir.

Psikolojik yaĢ kiĢinin ―hissettiği yaĢ‖ olarak değerlendirilmekle birlikte, problem çözme, bellek gücü gibi biliĢsel özelliklerde meydana gelen değiĢimleri de içermektedir (Görgün Baran ve diğerleri, 2005: 27-28). Bilimsel araĢtırmalar, yaĢlanmayla beraber sadece fiziksel becerilerde değil biliĢsel (bellek, kavrama, öğrenme, soyut düĢünme, hesaplama, sözel yetenekler) becerilerde de gerileme olduğunu göstermektedir. Hatta teoride yaĢam süresinin sonsuza dek uzadığı varsayılsa herkesin Alzheimer olacağı iddia edilmektedir (Cangöz, 2003: 45). YaĢlanma ile birlikte mental ve fiziksel kapasitede azalmalar, hareket yeteneğinde yavaĢlama görülsede, birey kendini yaĢlı hissetmeyebilmektedir. Zira yaĢlılık durağan ve değiĢmez bir yaĢam dönemi değildir (Arpacı, 2005: 17).

YaĢlılık, bireyin geçmiĢini de daha sıklıkla sorguladığı bir dönemdir. Birey geçmiĢinde kendisine doyum veren bir yaĢam yaĢamıĢsa, hedeflerine, isteklerine, ideallerine yaklaĢabilmiĢse yaĢlılığı daha kolay kabullenmektedir. Üretkenlik döneminde yapamadığı etkinliklere katılmak, seyahat etmek, okumak, artık daha geniĢlemiĢ olan ailesine ve arkadaĢlarına zaman ayırmak gibi yaĢamını zenginleĢtiren aktiviteler yapabilmektedir (Arpacı, 2005: 19).

Bununla beraber fizyolojik ve sosyal değiĢimler yaĢlının psikolojisini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Yeni bir çevreye ve yeni durumlara uyum sağlamakta güçlük yaĢayan, hastalıklarla mücadele eden, toplumsal desteği azalan, maddi sorunlar yaĢayan yaĢlı, zamanla eski günleri özlemeye baĢlamakta ve bu durum yaĢlı kiĢilerin yalnızlık ve

22

yabancılaĢma duygularının artmasına ve içe kapanmalarına neden olabilmektedir (Yıldız Kökenek, 2012: 19).

Özellikle kendini iĢi ile özdeĢleĢtiren bireylerin emekli olduklarında bir boĢluk yaĢadıkları bilinmektedir. Bu bağlamda bireyde yetersizlik duygusu, baĢkalarına yük olma korkusu, iĢe yaramama tedirginliği ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca, yaĢlı birey devamlı kendini düĢünmekte ve gelecek kaygısı yaĢamaktadır (Arpacı, 2005: 18). Bu nedenle anılarda yaĢama, geçmiĢe özlem, geçmiĢe takılıp kalma, geçmiĢten kopamama, geleceğe güvensizlikten kaynaklanan korku, kaygı ve üzüntü gibi duyguların tümü psikolojik çöküntü yaĢanmasına neden olmaktadır (Er, 2009: 135). YaĢlının zekâ ve bellek fonksiyonlarının belirli uyaranlarla korunması için sürekli bir uğraĢı içinde olması ve sosyal etkinliklere katılması, yaĢanan psikolojik sorunlarla ve duygusal zorlanmalarla baĢ edilmesinde önemli görülmektedir (Arpacı, 2005: 20).

1.1.1.4. Sosyolojik YaĢlılık

YaĢlılık kavramının biyolojik ve fizyolojik yönü insan dıĢı organizmalar için de kullanılmaktadır. Ġnsanın yaĢlılığından söz edildiğinde sürece sosyal ve kültürel unsurlar da dâhil edilmelidir (Duyar, 2008‘den akt.: Göçmen, 2009: 5-6; Emiroğlu, 1995: 16). Bu bakımdan yaĢlılık kavramının insani yönünü kronolojik ve biyolojik yaĢlanmadan daha çok sosyal yaĢlanma tanımlamaktadır. Zira yaĢanan sosyal, ekonomik, kültürel, teknolojik ve demografik değiĢimlerle birlikte yaĢlılık olgusu farklı bir anlam ve değer kazanmıĢtır (KoĢar, 1996: 1).

Normal yaĢlanma kavramı, hastalık söz konusu olmadan, zamana bağlı olarak anatomik ve fizyolojik değiĢimleri ifade ederken, sosyal yaĢlılık, kültürel ve toplumsal özelliklere göre toplumdan topluma farklılaĢabilen bir tanımlamadır (Güler, 1998: 105). Bu bakımdan yaĢlılık olgusuna yaklaĢımda sosyo-kültürel etkenler daha belirleyicidir (Abay, 2007: 274).

YaĢlılığın sosyolojik yönü, bireyin içinde yaĢadığı toplumdaki yaĢla ilgili değer ve normlarla, diğer bir deyiĢle toplumda belirli bir yaĢ grubundan beklenen davranıĢlarla ve toplumun yaĢlılara verdiği değerlerle açıklanmaktadır (Arpacı, 2005: 21). Yani sosyolojik yaĢlanma ya da yaĢlılığın sosyal yönü insanların kendi açılarından ve toplum

23

açısından yaĢa bağlı olarak ortaya çıkan rol ve beklentileri olarak tanımlanmaktadır (Kılavuz, 2003: 7; Ġçli, 2008: 31).

Sosyolojik yaĢlanma yaĢlılıkla ilgili toplumsal rol, statü ve beklentilerin değiĢmesidir (Er, 2009: 135). Zira sosyal statü ve roller zaman içinde değiĢebilmektedir. BaĢka bir deyiĢle her bir sosyal rol yaĢamın belirli bir dönemine aittir. YaĢlanma ve yaĢlılık da bu kategoride değerlendirilmektedir (Arpacı, 2005: 21). Bu bağlamda sosyolojik yaĢlanma kavramı bireyin ve toplumun yaĢlanma sürecinde birbirini etkilemesi anlamında kullanılmaktadır (Canatan, 2008: 16).

Bu nedenle bugün sosyolojinin en yeni dallarından birisi de ―yaĢlılık sosyolojisi‖dir. YaĢlılık sosyolojisiyle ilgilenen sosyologlar daha çok yaĢlılığın ve yaĢlanmanın sosyal rol ve statülerde nasıl bir etkide bulunduğu üzerinde durmaktadırlar. Bu anlamda bireyin yaĢına bağlı olarak oluĢan ―yaĢ statüsü‖ bireylerin belirli yaĢlarda kendilerinden beklenen davranıĢları belirlemektedir (Popenoe, 1991: 310‘dan akt.: Demirbilek, 2005: 228). Bu durum bir anlamda ―toplumsal cinsiyet‖ kavramında olduğu gibi ―toplumsal yaĢ‖ kavramının kullanılmasını anlamlı kılmaktadır. ―Toplumsal yaĢ‖, kavramı bireyin kronolojik yaĢına uygun olarak, toplumun kendisine uygun gördüğü statü ve normlara uygun hareket etmesi anlamına gelmektedir.

Bir baĢka açıdan sosyal yaĢlanma, statü ve rol kayıplarına paralel olarak yaĢamdan geri çekilme ile birlikte çevresindekilerin kendisini yaĢlı olarak algılamasını fark ettirecek değerlendirmeler olarak tanımlanmaktadır (Görgün Baran ve diğerleri, 2005: 27-28). Her toplumda yaĢlılığa iliĢkin olumlu ve olumsuz değerlendirmeler vardır. Bu değerlendirmeler bireyin hayat algısıyla ilgili olduğu gibi sağlık ve sosyal durumuyla da yakından ilgilidir (Görgün Baran ve diğerleri, 2005: 20). Zira modern anlamda yaĢlılık aktif çalıĢma yaĢamından ayrılıp yaĢamın sosyal güvenlik kapsamında sürdürülmeye baĢlandığı dönemi ifade etmektedir (Güler, 1998: 105). Bu nedenle sosyal anlamda yaĢlılık kiĢinin bağımlı hale gelmesi olarak algılanmaktadır (Telatar ve Özcebe, 2004: 163).

Gerçekten de yaĢlılığın özellikle çalıĢan insanlar için toplumsal rollerde bir takım kayıpların yaĢanmasına neden olduğu açıktır. Özellikle emeklilikle birlikte kiĢinin aktif

24

çalıĢma yaĢamından uzaklaĢmasıyla ortaya çıkan ekonomik ve sosyal kayıplar farklı Ģekillerde telafi edilemezse, bu süreçten bireyin yaĢam kalitesi olumsuz etkilenmektedir. YaĢlı bireylerin bu sürece uyum sağlayabilmesi, yeni rol ve statüleriyle bütünleĢebilmesinde pek çok faktör etkili olmaktadır. Bireyin sağlık durumu, ekonomik durumu, eğitimi, inançları, yaĢam serüveni ve kültürü de yaĢlılığa dair algıyı ve bu sürece uyumu etkilemektedir.

Aynı zamanda bireyin aktif çalıĢma hayatından ayrılması beklendiği haliyle, toplumsal normlarla belirlenmiĢ dönemde ve bireyin istediği zamanda gerçekleĢmiĢse bireyin yaĢlılıkla birlikte gelen yeni rol ve statülere, daha doğrusu yaĢlılığa uyum sağlaması kolaylaĢmaktadır. Aksi halde bu durum bireyin yaĢlılığa uyum problemi yaĢamasına neden olabilmektedir (Arpacı, 2005: 21).