• Sonuç bulunamadı

Demografik YaĢlanma ve Sosyal Bir Sorun Olarak YaĢlılık

BÖLÜM 1: YAġLILIK VE ĠSVEÇ REFAH DEVLETĠ

1.1. YaĢlılık Kavramı

1.1.4. Demografik YaĢlanma ve Sosyal Bir Sorun Olarak YaĢlılık

Demografik yaĢlanma, günümüz dünyasında küresel ölçekte dikkat çeken önemli bir olgudur (Amman, 2007: 161). Demografik yaĢlanma ya da nüfusun yaĢlanması; bir nüfusun yaĢ yapısının değiĢerek, o nüfustaki çocukların ve gençlerin genel nüfus içindeki payının azalması ve yaĢlı insanların (60 yaĢ üstü veya 65 yaĢ üstü) payının göreceli olarak artması anlamına gelmektedir (DPT, 2007: 5). BaĢka bir deyiĢle nüfus yaĢlanması ya da demografik yaĢlanma, toplumda ―yaĢlı‖ olarak tanımlanan bireylerin oransal artıĢ göstermesidir. Bu anlamda bir ülkenin yaĢlı nüfusunun toplam nüfus içindeki oranının % 7‘nin üzerinde olması o ülkenin yaĢlı nüfusa sahip olduğunu göstermektedir (Arpacı, 2005: 26).

Nüfusun yaĢlanması 21. yüzyılda ön plana çıkan en önemli sosyolojik olguların baĢında gelmektedir. Bütün dünyada insanlar daha uzun yaĢamakta, doğum oranları azalmakta ve dolayısıyla yaĢlı nüfus sayısal ve oransal olarak artmaktadır (DPT, 2007: VII). Bu nedenle yaĢlanmayla birlikte ortaya çıkan sorunlar sadece bireysel olmayıp sosyal bir sorun haline gelmektedir (Demirbilek, 2005: 227; Ġçağasıoğlu Çoban, 2005: 51). Tıktık (2007)‘ın da belirttiği gibi nüfus yaĢlanması sağlıktan sosyal güvenliğe, çevre ile ilgili konulardan eğitime, iĢ olanaklarına, sosyal-kültürel faaliyetlere ve aile hayatına kadar sosyal hayatın bütün yönlerini etkilemektedir (DPT, 2007: VII).

Gerçekten de sosyolog Martin Kohli(2000)‘nin de söylediği gibi, toplumsal yaĢlanma, bir ülkede meydana gelen her türlü sosyal değiĢimi derinden etkilemektedir (Tufan,

55

2001: 33). Bu bağlamda toplumsal değiĢmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal yaĢlanma, aynı Ģekilde toplumsal değiĢmenin de en önemli sebeplerinden biri haline gelmiĢtir. Toplumsal yaĢlanma, bir ülkenin ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alandaki tüm yapısını dönüĢtürme potansiyeline sahip bir olgudur.

Bugün toplumların yaĢlanmasının çok önemli sosyal sonuçları ortaya çıkardığı görülmektedir. Ancak demografik yaĢlanmanın ekonomik ve sosyal yansımalarının gelecekte daha ağır olacağı ifade edilmektedir. YaĢlanan toplumların sosyal güvenlik sistemlerindeki cari açıklar giderek büyümektedir. Zira emekliler ve diğer bağımlı grupların sosyal güvenlik giderleri az sayıda çalıĢan tarafından ödenen primlerle karĢılanmaktadır (DanıĢ, 2005: 15).

Dünya nüfusu büyük bir hızla yaĢlanmaktadır ve bu süreç ―demografik geçiĢ‖ olarak adlandırılmaktadır (Canatan, 2012: 357). Dünya nüfusunun yaĢlandığının en önemli göstergeleri doğuĢta beklenen yaĢam süresinin giderek uzaması ve doğum oranlarının düĢmesidir (Akçay, 2011: 3; Canatan, 2012: 357). Dolayısıyla toplumun demografik dengesi giderek bozulmakta ve bu durum kuĢaklar arasında çeĢitli sorunlar yaĢanmasına neden olmaktadır.

Yirminci yüzyılda tıp, bilim ve teknoloji alanındaki geliĢmelerle birlikte dünya nüfusu hızla artmıĢtır. 2000 yılında 6 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılında yaklaĢık 9 milyara ulaĢması beklenmektedir. Yine 2000 yılında 600 milyon olan 60 yaĢ üzerindekilerin sayısının 2020 yılında bir milyara, 2025 yılında 1,2 milyara, 2050 yılında ise 2 milyara ulaĢacağı tahmin edilmektedir. Yani dünya genelinde yaĢlıların sayısı % 300 artacak, bu artıĢ geliĢmekte olan ülkelerde % 400 civarında olacaktır (Gökçe Kutsal, 2003: 5; Canatan, 2012: 358; Akçay, 2011: 2). Öyle ki 2000 yılında dünya nüfusunun % 6,9‘unu oluĢturan 65 ve üzeri yaĢ grubunun 2025 yılında % 10,4‘e, 2050 yılında ise yüzde % 19,3‘e ulaĢacağı ifade edilmektedir (Kalınkara, 2011: V). BaĢka bir projeksiyonda ise 2025 yılında yaĢlıların oranının % 15 olacağı söylenmektedir (Gökçe Kutsal, 2003: 5).

2050 yılında dünyada 0-14 yaĢ grubu ile 65 yaĢ üzerindekilerin sayısının eĢitleneceği (Tufan, 2001: 34) hatta yaĢlıların sayısının çocukların iki katı olacağı tahmin edilmektedir (Gökçe Kutsal, 2004: 6). Bunun sonucunda demografik istikrarın ve

56

dengenin bozulmasıyla birlikte kuĢaklar arası adaletin de çökmeye yüz tutacağı ifade edilmektedir (Kalınkara, 2011: 297).

Toplumun demografik dengeye kavuĢması bu anlamda çok önemlidir. Zira yaĢlılık toplumlar için de geçerli bir olgu haline gelmiĢtir. Genel nüfus içindeki 60-65 yaĢ grubu yüksek olan toplumlarda toplum yaĢlanmasından söz edilmektedir (Arpacı, 2005: 23-24). Buna göre toplumlar da genç, yetişkin ve yaşlı toplumlar olarak ayrılmaktadır. Bu ayrım Ģu Ģekilde yapılmaktadır (Tümerdem, 2006: 195):

Genç nüfuslu toplumlar; 65 yaĢ ve üzeri nüfusun % 4‘ten daha aĢağıda olduğu toplumlardır (Doğu Akdeniz ve Afrika ülkeleri gibi).

YetiĢkin nüfuslu toplumlar; 65 yaĢ ve üzerindeki nüfusun % 4-7 arasında olduğu toplumlardır (Güneydoğu Asya ve Pasifik ülkeleri gibi).

YaĢlı nüfuslu toplumlar ise; 65 yaĢ ve üzeri nüfusun % 10 ve üzerinde olduğu toplumlardır (Japonya, Avrupa ve Ġskandinav ülkeleri gibi).

BaĢka bir tanımlamada da yaşlı toplum; 65 yaĢ üzeri nüfus oranı % 7-10 olan toplumdur. Nüfusu % 10‘un üzerinde olan toplumlar ise Çok Yaşlı Toplumlar olarak isimlendirilmektedir ( Arpacı, 2005: 23-24).

Toplumların yaĢlanmasının nedenleri olarak yaĢam süresinin uzaması, ölümlerin azalması ve düĢük doğum oranları gösterilmektedir. Bu özelliklerin de genellikle geliĢmiĢ endüstri toplumlarında görülmesi nedeniyle toplumsal yaĢlanma sorununun öncelikle Avrupa ülkelerinde ortaya çıktığı görülmektedir.

Bugün dünya nüfusunun yalnızca yüzde 6,2‘sini oluĢturan Avrupa ülkeleri, dünya yaĢlı nüfusunun yüzde 14,7‘sini oluĢturmaktadır (World Bank, 2003‘den akt: DanıĢ, 2005: 17). Fakat bugüne kadar geliĢmiĢ ülkelerde görülen toplumsal yaĢlanma bundan sonra geliĢmekte olan ülkeleri tehdit eden bir sosyal sorun olarak ortaya çıkacaktır. 2005 yılında yüzde 5,7 olan Türkiye‘deki 65 yaĢ ve üzeri nüfusun oranının 2050 yılında yüzde 17,6‘ya ulaĢacağı (DPT, 2007: VII) tahmin edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ise Türkiye‘nin nüfusu 2050 yılında 100 milyona ulaĢacak ve bu nüfusun % 30‘unu 60 yaĢ ve üzerindekiler oluĢturacaktır (Tufan ve Yazıcı, 2009: 49).

57

Modern toplumlarda genel nüfus içinde yaĢlıların oranı hızla artmaktadır. Aynı Ģekilde bu ülkelerin yaĢam standartlarının yüksek olması nedeniyle ortalama ömür geliĢmekte olan ülkelere göre oldukça yüksektir. Bu da bakıma ihtiyaç duyan ileri yaĢlı grubun artması anlamına gelmektedir (Canatan, 2001: 213). Bu durum geliĢmiĢ sanayi ülkelerinde yaĢlılara hizmet sunan sektör ve kurumların ortaya çıkmasını zorunlu hale getirmiĢtir (Görgün Baran, 1996: 54). Zira demografik yaĢlanmayla birlikte ortaya çıkan bakım ihtiyacını geleneksel ailenin yerine getirememesi nedeniyle yaĢlının ihtiyaç duyduğu bakım kamu veya özel bakım kurumlarınca karĢılanmaktadır (DanıĢ, 2011: 17).

EndüstrileĢme süreciyle birlikte değiĢen toplumsal değerler ve normların ortaya çıkardığı en önemli sonuç toplumsal yaĢlanma olgusudur (Tufan, 2001: 30). Endüstri toplumlarında doğum oranlarında yaĢanan düĢüĢ devletin tüm teĢviklerine rağmen engellenememektedir. Bu durumun sebeplerinin baĢında yaĢam biçimleri, hayat beklentileri ve tercihlerin köklü bir değiĢime uğramıĢ olması etkilidir (Tufan, 2001: 29). Toplumsal yaĢlanma fenomeni kültürel farklılıklardan bağımsız olarak ortaya çıkan bir olgudur (Tufan, 2001: 30) Zira endüstrileĢmeyle birlikte eğitimin zorunlu hale gelmesi toplumsal değer ve normlarda köklü değiĢimlerin yaĢanmasına sebep olmuĢ ve seküler bir toplum ortaya çıkmıĢtır. Bu seküler toplumda artık birey, devlet ve toplum dini kurumlar ve değerlerden uzaklaĢmaktadır. Tıp alanında yaĢanan geliĢmelerle ölüm oranları düĢmekte ve kısa bir süre sonra aynı düĢüĢ çocuğun ekonomik değerini kaybetmesiyle birlikte doğum oranlarınında da düĢmesine neden olmaktadır (Höhn, 1996; Akt: Tufan, 2001: 30-31). Bu nedenle Ursala Lehr (1983; Akt: Tufan, 2001: 29)‘in de ifade ettiği gibi ―doğum oranın yükselmesi toplumun gençleĢmesi; doğum oranının gerilemesiyse toplumun giderek yaĢlanması demektir‖.

YaĢlı nüfustaki artıĢın önemli toplumsal sorunları da beraberinde getirdiği açıktır. YaĢlı nüfusun artmasına paralel olarak baĢta sağlık harcamaları olmak üzere, sosyal yardım, sosyal hizmet ve emeklilik ödenekleri de artmaktadır. Dolayısıyla yaĢlı nüfus ile sosyal güvenlik harcamaları arasında sıkı bir iliĢki vardır. Ancak çalıĢan ile çalıĢ(a)mayan nüfus arasındaki dengenin bozulmasıyla birlikte çalıĢanlar tarafından finanse edilen ve çalıĢamayanları koruma altına alan sosyal güvenlik sistemlerinin de dengesi bozulmaya baĢlamıĢtır. Giderek daha az sayıda çalıĢanın, sayıları giderek artan yaĢlı emekliye ve

58

buna ilaveten diğer çalıĢamayan gruplara bakmak zorunda kalması, sürecin ekonomik anlamda sürdürülebilirliğini tehlikeye atmakta ve çalıĢanlar baĢta olmak üzere toplumun tüm kesimleri için yaĢlılığın yükselen bir sosyal sorun olarak algılanmasına neden olmaktadır.

Sistem açısında sadece finansman sorunu oluĢturmanın ötesine geçen bir sorun alanı

olarak ortaya çıkan toplumsal yaĢlanma ve bağımlı nüfustaki artıĢ, yaĢanan ekonomik krizler ve artan iĢsizlik oranlarıyla da birleĢtiğinde üstesinden gelinmesi oldukça zor sosyo-ekonomik ve politik bir sorun haline gelmektedir.

Gerçekten de kendi çalıĢtıkları dönemdeki az sayıda yaĢlıya bakmak için oldukça cömert bir sistem içinde yetiĢen dünün gençleri olan bugünün yaĢlıları kendileri de aynı standartta bir yaĢam sürmeyi istemektedirler. Fakat bugünün dünden en temel farkı artık yaĢlılar azınlığı değil çoğunluğu oluĢturmaktadır.

Avrupa ülkelerinde yaĢanan demografik yaĢlanmanın temel nedenlerinden birisi olarak da İkinci Dünya Savaşı sonrası barıĢ döneminde yaĢanan bebek patlaması (Baby Boom) gösterilmektedir (Cassel, 2001: 37‘den akt. DanıĢ, 2009: 69). Doğum oranlarının azalması ve en kalabalık yaĢ gruplarının belli bir yaĢa ulaĢmasıyla birlikte Baby Boom döneminin çocukları yaĢlanmıĢ ve 2010‘lu yıllardan itibaren büyük bir kesimi emekli olmaya baĢlamıĢtır. Bunun sonucunda çalıĢan kesim azalırken bağımlı yaĢlı nüfus hızla artmıĢtır (Top, 2003: 10).

Aktif nüfus ile pasif nüfus arasındaki dengenin bozulmasıyla yaĢlıların genç iĢ gücü üzerindeki baskıları da giderek artmaktadır (Canatan, 2001: 217). Bu durum toplumsal yaĢlanma nedeniyle yaĢlılara yönelik sağlık ve emeklilik harcamalarının karĢılanmasında çok ciddi problemlerin yaĢanmasına ve bunun sonucu olarak da

kuşaklar arası bir çatışmanın yaĢanmak üzere olduğu iddialarını güçlendirmektedir.

Gerçekten de toplumsal yaĢlanma dünyanın en zengin ülkelerini bile derinden sarsmaktadır (Tufan, 2001: 34-35).

Bu nedenle toplumsal yaĢlanmanın refah devletinin geleceğini tehlikeye attığı ve gençlerin refah devletinin nimetlerinden yararlanmasına engel olduğu belirtilmektedir. Bu tarz yaklaĢımların asıl hedefinde refah devletinin kendisinin olduğu ve refah devletinin topluma büyük bir mali külfet getirdiği iddiaları da yer almaktadır (Tufan,

59

2004: 83). Ancak gerçekten de nüfus probleminin toplumsal ve ekonomik yönleri olan, kalkınmayla bağlantılı bir konu olduğu açıktır (Emiroğlu, 1991: 245).

Bugün refah devletinin sürdürülebilirliğinin önündeki en büyük engellerden birisi olarak görülen toplumsal yaşlanma olgusunun önüne geçmek adına çeĢitli teĢvik programları uygulanmaktadır. Ancak yapılan tüm teĢviklere rağmen toplumsal yaĢlanmanın önüne geçilememektedir. Bu anlamda refah devleti üzerindeki yükün hafifletilmesi adına emeklilik yaĢının 65‘ten 70‘e ve hatta daha ileri yaĢlara çıkarılması gündeme gelmektedir. Zira uzayan ömürle birlikte yaĢlının neredeyse ömrünün üçte birini emekli olarak geçirmeye baĢladığı görülmektedir. YaklaĢık 20 yıl da çocukluk ve ilk gençlik döneminde ekonomik anlamda bağımlı olduğu düĢünüldüğünde bir insan ömrünün üçte birini çalıĢmakla, geri kalan üçte ikisini de devlete bağımlı olarak geçirmektedir. Her ne kadar geliĢmekte olan ülkelerde insanlar erken emekli olmayı isteseler de geliĢmiĢ ülkelerde çalıĢma Ģartlarının da iyi olmasıyla insanlar emekliliği mümkün olduğunca ertelemek istemektedirler. Çünkü emeklilik sonrasında kiĢi alıĢmıĢ olduğu çevreyi ve rolleri kaybetmekte, geliri düĢmekte ve en kötüsü de yalnız kalmaktadır.

Emekliliğin ertelenmesi çalıĢanlar için tercih edilen bir durum olmakla beraber iĢsizliğin süreğen hale gelmesine neden olduğu da görülmektedir. Bireyin aktif çalıĢma hayatında daha uzun süre kalması, ekonomik anlamda devletin yükünü hafiflettiği gibi emeklilik sonrası geçirilecek ve yalnızlıkla özdeĢleĢen dönemin de kısalmasını sağlamaktadır. Yani emeklilik sürelerinin uzatılması devlet için ve pek çok iĢ kolunda istihdam edilen çalıĢan için istenen bir durum iken, iĢsizler ve bazı ağır Ģartlarda çalıĢanlar için istenmeyen bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.

Bununla beraber refah devleti açısından toplumsal yaĢlanmanın neden olduğu tek sorun artan emekli ödeneklerinin neden olduğu finansman sorunu değildir. YaĢlı nüfusun artmasının yanında özellikle 80 yaĢ ve üzeri yaĢ grubundakilerin de arttığı bilinmektedir. Bu durum sağlık ve bakım hizmetlerine duyulan ihtiyacın artması anlamına gelmektedir. Bu anlamda refah devleti açısından yaĢlı nüfusun en önemli sorun alanlarının baĢında sosyal güvenlik, sağlık ve bakım alanındaki harcamaların artması gelmektedir.

Gerçekten de bugün refah devleti açısından demografik yaĢlanma önemli bir finansman sorunu yaĢanmasına neden olan bir konu haline gelmiĢtir. GeliĢmiĢ ülkelerin bu süreci

60

daha önceden bilerek sosyal güvenlik ve sosyal hizmet alanlarında almıĢ oldukları önlemler sayesinde yaĢlı bireylerin sosyal refah standartları korunabilmektedir (DanıĢ, 2009: 68).

Ancak refah standartlarının korunabilmesine rağmen yaĢlıların psiko-sosyal ihtiyaçlarının yeterli düzeyde karĢılanabildiğini söylemek pek mümkün değildir. Zira baĢta aile yapısında meydana gelen dönüĢümle birlikte yaĢlılar tüm ekonomik standartlara sahip olmalarına rağmen psiko-sosyal ihtiyaçlarını yeterince karĢılayamamaktadır. BaĢka bir deyiĢle geliĢmiĢ ülkelerde yaĢlılar yoksulluk sorunuyla karĢılaĢmazken sosyal yoksunluk sorunu yaĢamaktadırlar.