• Sonuç bulunamadı

2.4.2 1960-1980 Yılları Arasında Türkiye’de Yaşanan Gençlik

Hareketleri

Toplumsal olaylar içinde bulunduğu toplumun sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal koşullarından etkilenerek, onlarla ilişkili olarak meydana gelmektedir. Türkiye’de yaşanan olaylar da bu koşullar göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. 60’lı yıllardan başlayarak 12 Eylül 1980 Darbesi’ne kadar olan süreçte yaşanan olaylar da tarihsel anlamda bir birikmişliği ve aynı zamanda o günün koşullarının etkilerine verilen tepkiler olarak karşımıza çıkmaktadır.

1946 yılından itibaren çok partili hayata geçilmesi, 1950 yılında Demokrat Parti’nin tek başına iktidar olması Türkiye’yi bir değişim ve dönüşüm sürecine sokmuştur. Ülke 1950 yılından itibaren çok hızlı yaşanan değişim rüzgârlarının etkisinde kalmış ve toplumsal yapının her alanında hissedilir olmuştur. Özellikle ekonomik yapıda yaşananlar eğitim kurumlarını derinden etkilemiş ve bir toplumsal hareket olan köyden kente göçü hızlandırmıştır. Yaşanan hızlı göç olayları da

toplumsal sorunları beraberinde getirmiştir (Vergin, 1986: 29). 1954 yılı ile birlikte Demokrat Parti’ye uyguladığı politikalar ve söylemleri sebebiyle üniversite gençliğinden tepkiler gelmeye başlamıştır. Üniversite gençliği rejime yönelik bir tehdit oluşturduğu için Demokrat Parti’ye karşıydı ve bu gidişata dur demesi için askerden yardım istiyordu. Ülkede yaşanan bu tarz olaylarla, bu hava ile birlikte 1960 yılına gidildi.

27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra 1961’de yeni bir anayasa hazırlandı. Hazırlanan yeni anayasa özgürlükçü bir ortamın var olmasına olanak sağladı. Bu dönemde sorunların tartışılabilmesi, çeşitli çözüm önerilerinin ortaya atılabilmesi, alternatif siyasal görüşlerin ifade edilebilmesi yüksek öğrenim gençliğinin hızla bilinçlenmesine ve siyasallaşmasına imkân verdi. Bu noktadan sonra gençlik üniversitelerde örgütlenmeye başlamıştır. Yaygın örgütlenme biçimleri fikir kulüpleri şeklindedir. 1965’lere kadar olan süreçte gençlik bilinçlenme ve örgütlenme sürecini yaşamaktadır. 1965’ten itibaren gençlik örgütleri siyasal arenada yer almaya başlayacaktır (Boran, 1999: 55).

1960’lı yıllarda gençliğin yaşadığı siyasal bilinçlenme daha çok sol siyasal bilinçlenme olmuştur. Türk solu 1960’lı yıllarda fikir üretimi ve siyasal örgütler konusunda en parlak devrini yaşamıştır (Sayılgan, 1976: 481). 1960’lı yılların siyasal fikir akımlarını inceleyen Kaçmazoğlu’da o dönemde yapılan siyasal tartışmaların daha çok sosyalizm üzerine yapıldığını belirtmiştir (Kaçmazoğlu, 2000: 284). 1961 Anayasası’nın sağladığı özgürlük ortamında gençlik dışında başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun birçok kesiminde sendika, dernek, kooperatif kurarak, örgütlenmeye başlayan halk, toplumsal hareketlilik sürecini başlatmıştır (Ersan, 2014: 18).

27 Mayıs sonrası hareketli olan siyasi arenada 1960’lı yıllarda etkili olan iki oluşum ortaya çıktı. Bunlardan ilki 1961’de Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasıdır. İkincisi ise Yön dergisi çevresinde oluşan harekettir. TİP ve Yön 1965 yılına kadar birlikte hareket ettiler ancak 1965 seçimlerinden sonra araları açılmıştır (Boran, 1999: 56-57). Bunun sebebi Yön dergisinin başyazarı Doğan Avcıoğlu ile TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın sosyalizm konusundaki görüş ayrılıklarıdır. 1965 seçimlerinden sonra TİP’in sosyalist devrim hedefine yönelmesi Yön hareketi içinde

bulunan eski TKP üyesi Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi eski tüfeklerin ortaya attığı Milli Demokratik Devrim’in önünü açmıştır. TİP görüşüne göre sosyalist devrim parlamenter yöntemle iktidara gelmelidir. Milli Demokratik Devrimcilere göre ise devrim Kemalist sivil-asker aydınlarla ittifak halinde yapılmalıdır (Sayılgan, 1976: 484-485).

TİP öğrenci gençlikle bir bağ kurabilmişti ancak öğrencilerin radikalleşen eylemleriyle aynı bağı kuramadı. Öğrencileri eleştirmeye ve eylemlerin önüne geçmeye çalışınca öğrencilerin desteğini kaybetti, öğrenciler partiden kopmaya başladı. TİP’i eylemsizlikle, pasiflikle suçlayan öğrenci gençlik Milli Demokratik Devrim çizgisine kaydı. Fikir Kulüpleri şeklinde örgütlenen gençler 17 Aralık 1965’te birleşerek Fikir Kulüpleri Federasyonu’nu kurmuşlardı. TİP daha sonraları Dev-Genç adını alacak olan bu örgütte yani FKF’de etkindi. 1968 yılına gelindiğinde FKF’de etkin olan grup TİP değil Milli Demokratik Devrimcilerdi. Ayrıca yine MDD’ye yakın öğrencilerin bir kısmı FKF’den ayrılarak Devrimci Öğrenci Birliği adlı örgütü kurmuştur (Ersan, 2014: 25).

Öğrenci hareketleri Türkiye’de de yurt dışında olduğu gibi eğitimle ilgili istekler doğrultusunda başladı. Bu istekler özel okulların devletleştirilmesi, harç ve kitap fiyatlarının fazlalığı, yurt imkânlarının yetersizliği, ek sınav hakkının tanınması, öğrencilerin yönetime katılması, sınıfların kalabalık oluşu ve öğrenci-hoca arasındaki iletişimin kopukluğu gibi sorunlardı. Ancak öğrenciler çok geçmeden üniversite ile ilgili sorunların memleket sorunlarından ayrı düşünülemeyeceğini, memleket sorunlarının çözülmeden üniversite sorunlarının da çözülemeyeceğini dile getirip isteklerini siyasallaştırdılar.

Üniversite gençliğinin sosyalist düşüncenin savunucusu konumuna getiren olaylar zinciri 10 Haziran 1968’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde gerçekleşen boykot ile başladı. Boykot başka fakültelere ve başka üniversitelere sıçradı. Boykot ve işgaller böylelikle tüm yurda yayılmaya başladı. Öğrenci hareketleri üniversitelerle de sınırlı kalmadı ve okulların dışına taştı. Sistem ve hükümet karşıtı, anti-emperyalist bir harekete dönüştü (Ersan, 2014: 28). Üniversiteli gençler artık toprak reformu için, ABD ile ilişkilerimiz konusunda, Vietnam Savaşı

için, 6. Filo’nun Türkiye’yi ziyareti konusunda eylemler yapıyor, hem ulusal hem de uluslararası konularda eleştiriler getiriyorlardı.

1960’lı yılların ağırlıklı olarak ikinci yarısında yaşanan öğrenci hareketleri içinden öğrenci liderleri çıkardı. Bunlar arasında Deniz Gezmiş, Yusuf Küpeli, Harun Karadeniz, Doğu Perinçek, Mahir Çayan, Hüseyin İnan ve İbrahim Kaypakkaya gibi isimler öne çıkan isimler olmuşlardır. Bu isimlerden sadece Harun Karadeniz TİP-MDD kavgasında TİP’ten yana tavır aldı. Karadeniz, gençlik mücadelesinin ancak ve ancak işçi sınıfı partisiyle bağlantılı olarak yürütülebileceği görüşündeydi. Karadeniz gençliği kendileri adına parti ya da herhangi başka bir oluşum kurmaları konusunda eleştirmiştir. Ona göre gençlik eylemleri iktidara yöneldiği anda biterdi. Gençliğin görevi işçi sınıfını bilinçlendirmek olmalıydı. Zaten gençliğin iktidara ortak olmak amacıyla hareket etmesinin hiçbir devrimci teoride yeri yoktu (Karadeniz, 1979: 183-190).

Kendilerini MDD çizgisine yakın hisseden öğrenci liderleri ise dünyada yaşanan gerilla savaşlarını inceliyor ve Türkiye’de de böyle bir mücadele başlatmak istiyorlardı. THKO’yu kuran Deniz Gezmiş ve arkadaşları ve THKP-C’yi kuran Mahir Çayan, Yusuf Küpeli ve arkadaşları Latin Amerika modelini, TİİKP’yi kuran Doğu Perinçek ve arkadaşları ve TKP(M-L)’i kuran İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları Çin Deneyimi’ni uygulanacak yol olarak kabul ettiler (Ersan, 2014: 37). THKO üyesi ve THKP-C üyesi öğrenci gençler silahlı eylemlerde ve adam kaçırma eylemlerinde bulundular. Banka soygunları düzenlediler. THKO üyesi eylemciler yakalandılar ve idamla yargılandılar. Örgüt üyesi üç kişi adına idam kararı verildi. Bunlar Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’dır. THKP-C üyesi gençler idam kararı verilen arkadaşlarını kurtarmak adına en son düzenledikleri adam kaçırma eylemleri sırasında Kızıldere’de öldürüldüler. TİİKP üyeleri ise devrimin Çin devrim Modeli’ne uygun olarak kırlardan şehirlere silahlı mücadele yoluyla olacağını vurguluyordu.

Sol cephede bunlar yaşanırken sağcı gençlik örgütlenmeleri de kurulmaktaydı. Köklerinde milliyetçilik, anti-komünizm ve din gibi konuları barındıran bu milis örgütlenmeleri ülkemizde 1960’tan sonra yaşanan gelişmeler ışığında gündeme

gelmiştir. 1968’lere gelene kadar bu örgütlerin başta geleni Adalet Partisi’nin güdümünde olan Komünizmle Mücadele Dernekleri’dir. 1968’in ikinci yarısından itibaren bu örgütlere Ülkü Ocakları da eklenir. Ayrıca yine 1968’de kurulan ve CKMP’nin güdümünde olan Komando Kampları da vardır. 12 Mart 1971’den sonra bu örgütler gelişimlerini daha da hızlandırdılar. 1973’lere gelindiğinde örgütleri dağıtılmış solun karşısında örgütlenmesini tamamlamış, iktidardan destekli ve hatta MHP ile mecliste temsil edilen bir sağ vardır artık (Boran, 1999: 80-81).

1974 yılına gelindiğinde sosyalist sol bir parti ya da bir örgüt etrafında toplanamamış ve tabiri yerindeyse kırk ayrı parçaya bölünmüştü. Liderleri öldürülmüş ya da cezaevinde olan sol destekçilerinin kafaları karışıktı. 1974 yılında gelen afla cezaevindekilerin çıkmasıyla örgütlenmeler hız kazandı. İlk olarak üniversiteli öğrenciler 1973’te İYÖKD’yi kurdu. Yine 1974’te 12 Mart öncesinden kalan örgütlerin dışında Devrimci Yol ve Kurtuluş adlı örgütler kuruldu. 74-76 yılları arasında her grup kendi görüşlerini savundukları birer dergi çıkartarak seslerini oradan duyurmaya çalışıyorlardı (Oğuz, Akdeniz ve Bayhan, 2012: 50).

1974-1976 yılları arasında da tıpkı 68-70 yılları gibi üniversiteler, öğrenci yurtları politik tartışmaların merkeziydi. Hatta bu yıllardaki öğrenci hareketi daha politizeydi. Yine öğrenci eylemleri bütün fakülte ve yüksek okulları sarmış durumdaydı. Ancak artık okullarda sağcı komandolar da bulunmaktaydı (Munzur, 2011: 30-31). Artık şiddet olayları çok farklı bir hal almış durumdaydı. Öğrenci eylemleri sağ-sol çatışmalarını aşarak terör denecek kadar büyük yıkımları olan eylemlere dönüştü. 1976 yılında sonra şiddet eylemleri her yıl daha da artarak, daha da yıkıcı sonuçlar bırakarak devam etti ve bu durum bizi 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi’ne götürdü.

1960’lı yıllardan 1980’e gelinen süreçte yaşanan gençlik eylemleri ilk bakışta devleti, cumhuriyeti ve onun getirdiklerini savunan gençliğin devlete karşı olan başkaldırısı anlaşılması zor bir durum gibi gözükmektedir. Ancak öğrenci eylemleri derinlemesine incelendiğinde gençlerin devleti koruma görevlerine uygun davrandıkları görülmektedir. Çünkü öğrenciler dönemin hükümetlerinin meşru

olmadığı görüşünü paylaşmaktaydılar ve siyasal arenanın aktörlerinden biri olan gençlik bu duruma müdahale etmekten kendini alamamıştır (Lüküslü, 2012: 50). Başlangıçta üniversitelerin koşullarının iyileştirilmesini isteyen öğrenciler daha sonra siyasal içerikli taleplerde bulundular. Öğretmenlerin, işçilerin, köylülerin oluşturdukları kitlesel hareketlere destek verdiler ve kendi hareketleri için de halkın bu kesimlerinden destek buldular. Ancak 1968’den sonra iktidarı zorlayıcı hareketlerde bulunan gençlik kesimi değişimin zorluğunu gördükçe Avrupa’daki, Latin Amerika’daki ülkelerden etkilendi ve gençlik hareketi yasal boyutundan uzaklaştı (Neyzi, 2011: 32). Bu hareket yasal olmaktan uzaklaşıp, şiddete başvurmanın gerekliliğine inanmaya başladığı anda halkın çeşitli kesimlerinde bulduğu desteği kaybetti ve kitlelerin hareketten uzaklaşmasına sebep oldu. Bu da hareketi daha marjinal boyutlara taşımıştır (Lüküslü, 2012: 80).

Öğrenci gençliğin içinde bulunduğu eylemler marjinal boyutlara ulaşınca gençliğin artık milli çıkarlar zemininde bir tehdit unsuru olduğu hem medya tarafından hem de siyasal iradeler tarafından dile getirilen bir söylem olmuştur (Neyzi, 2011: 34). Daha önce gençlik eylemlerini destekleyici demeçler veren siyasal partiler bile artık gençlik eylemlerini anarşi olarak değerlendirmeye başlamışlardır (Yılmaz, 1997: 133). Öğrenciler ise yönetimi gayrimeşru bulduklarını dile getirirler. Sol hareketlerin öncüsü olan öğrenci gençlerin eğilimi kendilerini cumhuriyetin ilk kuşağı ile özdeşleştirmektir. Öyle ki öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş babasına yazdığı mektupta kendisini Kemalist düşünceyle yetiştirdiği için babasına teşekkür eder, babasının kuşağı ile kendi kuşağı arasında gördüğü benzerliklerden bahseder ve Türkiye’nin ikinci kurtuluş mücadelesini verdiklerini anlatır (Feyizoğlu, 1998: 226). Öğrenciler yaptıkları eylemlerde Mustafa Kemal’in emaneti olan vatanı savunduklarına ve savunacaklarına daima vurgu yapmışlardır. Öyle ki öğrenciler mahkemeleri sırasında verdikleri savunmalarda da buna sık sık değinmişlerdir. Öğrenci liderlerinden özellikle Deniz Gezmiş daima sosyalizmle Kemalizm arasında bir köprü kurmaya çalışmıştır. Bedri Baykam’ın “68’li Yıllar: Eylemciler” adlı eserinde yaptığı röportajlarda, röportaj konuklarından biri olan Mehmet Beşlioğlu, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın kendilerine sosyalist deseler de aslında koyu birer

Kemalist olduklarını söyleyerek öğrencilerin Mustafa Kemal’e ve Kemalizm’e verdikleri değeri bir kez daha vurgulamıştır (Baykam, 2002: 67-68).