• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyetin ilan edilmesiyle gençlik ülkenin gelişimi ve çıkarları doğrultusunda

hareket etmiştir. Yeni kurulan rejimi benimseyen ve Cumhuriyet devrimlerini destekleyici ve koruyucu tutumlar sergilemiştir. Mustafa Kemal Atatürk de yaptığı birçok konuşmasında “Benim bütün ümidim gençliktedir”, “Cumhuriyeti biz kurduk

onu sonsuza dek yaşatacak olan sizlersiniz” gibi sözleriyle Cumhuriyeti gençlere

emanet ettiğini vurgulamış ve gençliği bir anlamda rejimle alakalı konulara dahil etmiştir.

Bahsettiğimiz bu dönemde gençliğe benimsetilmeye çalışılan bir resmi görüş mevcuttur. Bu sayede tek bir kimliği kabullenmiş, türdeş bir kitle oluşturulması hedeflenmiştir (Neyzi, 2011: 29). Bu resmi görüşe göre; Milli Türk Tarihi ne Osmanlıya ne de İslam’a dayandırılır. Oluşturulmak istenen Milli Türk Tarihi için bir Milli Türk Tarihi Miti yaratılır. Bu mite göre; Türklerin şanlı tarihi Selçuklulara kadar uzanır. Akıllı ve ne yaptığını bilen reislerin etrafında toplananlar güzel şeyler yapmış ve başarılı olmuşlardır. Ancak yönetimi başarısız reisler aldığı zaman dağılmışlardır. Başarısız yönetici kavramıyla saltanat rejimi anlatılmaya çalışılır. Başarılı reis tiplemesi de Mustafa Kemal’de vücut bulmuştur.

İslamiyet dışı bir tarih yaratma ve milliyetçiliği geliştirme çabaları 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanmaktadır. Cumhuriyetten önce de milliyetçilik kavramı vardır ancak Türk Milleti bunu içselleştirememiştir. Milli Türk Tarihi Tezi’nde İslami tarihi bir parçası olan Osmanlı eleştirilir ve İslamiyet öncesi Türk tarihi öne çıkarılır. Türkler on iki bin yıl önce Orta Asya’da yaşamışlardır ve yüksek uygarlık seviyesine dünyada ilk ulaşan toplumdur. Bütün uygarlıkların temeline Türk Milleti yerleştirilir. Böylece milliyetçilik anlayışı hem zamansal olarak hem de mekansal olarak İslamiyet’i aşar.

Yaratılan bu mitsel tarihin ve Kemalist devrimlerin halka ve yeni kuşaklara benimsetilmesi yolunda eğitim merkezi bir rol oynar. Bu uğurda ilk olarak eğitim homojenleştirilir. O dönemde milli eğitim politikası iki amaca hizmet etmiştir. Bir taraftan gençlere onlara çalışma hayatında yardımcı olacak bilgiler verilirken diğer taraftan da Kemalist ideolojinin benimsetilmesini ve içselleştirilmesini sağlayan bir

eğitim verilmektedir (Lüküslü, 2012: 30). Öyle ki Mustafa Kemal öğretmenleri kültür ordusuna dahil etmiş ve askeri ordunun görevi kadar kültür ordusunun görevinin de çok önemli olduğuna değinmiştir. Kültür ordusunun kutsal görevi askeri ordunun neden öldürdüğünü ve öldüğünü gençlere anlatmaktır ( Parla, 1991:167). Mustafa Kemal 1927’de CHF’nin ikinci kongresinde okuduğu nutkunun sonunda doğrudan gençliğe hitap etmiştir. Gençliği devrimle özdeşleştirmiş ve vatanı gençliğe emanet etmiştir. Bu hitabenin en ünlü satırlarını bilmeyen bir Türk genci yoktur: “Ey

Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. Ey Türk istikbalinin evladı! Vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” (Atatürk, söylev)

Cumhuriyetin birinci kuşağı olarak adlandırabileceğimiz dönemin geçlik olaylarını incelediğimizde ise üniversite gençliğinin devleti koruma rolünü benimsediklerini ve buna uygun hareket ettiklerini görmekteyiz. Bu dönemde bulunan tek üniversite Darülfünun’dur. Başka üniversitelerin açılması daha sonra gerçekleşmiştir. 1940’lara kadar gelen sürede öğrenci hareketleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin politikaları doğrultusunda şekillenmiş eylemlerdir (Lüküslü, 2012: 41). Bu dönemde etkin olan öğrenci örgütü 1924 yılında kurulan Milli Türk Talebe Birliğidir (Kabacalı, 2007: 71). Öğrenciler ve Milli Türk Talebe Birliği, “Yerli Mallı Kullanımı” ve “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları ve Hatay’ın anavatana katılması için verilen mücadele gibi hükümet politikalarında etkin rol oynamışlardır (Neyzi, 2011: 31). Bunlar dışında 1950’lere kadar yaşanan ve doğrudan gençlik olayları olmasa da çoğunlukla gençlerin yer aldığı diğer olaylar da şunlardır: (Parlak, 1999: 92)

 1924 yılında tramvay şirketinin protesto edilmesi,

 1933 yılında Yataklı Vagonlar Şirketi’nin müdürünün bir memurun Türkçe konuşması nedeniyle görevine son vermesi üzerine yaşana Vagon- Li Olayı

 1934 yılında Bulgar gençlerin Razgrad’daki Türk mezarlığını tahrip etmeleri üzerine yaşanan olaylar,

 1945 Tan gazetesi olayları ve matbaanın tahribi

 1947’de Ankara, İstanbul ve İzmir’de Komünizm aleyhtarı gösteriler, vb. 1950’lere kadar yaşanan olaylar cumhuriyetin ilanı sonrasında yaratılmaya çalışılan yeni Türk gençliği profiline uymaktadır. 1940’lardan sonra öğrencilerin siyasal düşünceleri çeşitlilik göstermeye başlasa da gençlik hareketlerinin çoğunun CHP’nin politikaları ile aynı doğrultuda yol aldığı ve şekillendiği söylenebilir. Yaşanan olayların kültürel ve ekonomik anlamda milli değerlere bağlı olması ve komünizm aleyhtarlığını vurgulayan olayların yaşanması bu durumu destekler niteliktedir (Lüküslü, 2012: 42).

Cumhuriyetin birinci kuşağı olarak kabul ettiğimiz dönemde yaşayan gençleri devrimlerin koruyucusu ve kollayıcısı olarak yaratılmaya çalışılan bir gençlik olarak tanımlasak da onlarda cumhuriyetin değerlerini benimsemeye istekliydiler. 1930 doğumlu Erdal Atabek kendi kuşağının yani cumhuriyetin birinci kuşağının Kemalist ilkelerini benimsediğini ve günümüz gençlerinin bu ilkelere nazaran bir değer kayması yaşadığından bahsetmektedir. Atabek kendi kuşağını şu şekilde tanımlar:

“Bizim kuşaklarımız ki Cumhuriyet kuşaklarıdır. Biz Atatürk’ün yaşadığı dönemleri de kısmen yaşamış ve o prensiplerle yetiştirilmiş kuşaklarız. Ben 1930 doğumluyum. Bizim için en önemli şey, çalışkanlıktı. Toplumu için yararlı olmaktı. En önemli şey, ailesinin ve toplumun değerlerine sahip çıkmaktı. En önemli şey Cumhuriyet’e sorumluluk duymaktı. Bu çok önemliydi. Biz kendimizi Cumhuriyetin varlığından sorumlu tutuyorduk. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin doğrudan muhataplarıydık. Cumhuriyet bir tehlikeyle karşılaştığı zaman bu ülkenin polisi var demeyeceksin. Yargıcı var demeyeceksin, müdahale edeceksin. O heyecanı yaşıyorduk.” (Atabek,

2004: 30).

Kendisini ve kendi kuşağını cumhuriyetin ilkelerine saygılı ve sahip çıkan olarak tanımlayan Atabek bugün gençlerde gördüğü değişimi ise şu şekilde anlatmaktadır:

“Bugün baktığımızda ne görüyoruz? Bugün baktığımızda çalışkanlığın bir değer olmaktan çıktığını görüyoruz. Onun yerine konan değer nedir? Tüketici olmak…

üretici olmak değil. Onun yerine konan değer nedir, değer üretmek değil, değerli şeylere sahip olmak ve onları tüketmek. Bir değer kavramı olarak topluma yararlı olmak; kendi çıkarlarını kollamak, kendi çıkarı için başkalarını kullanmaya dönüşmüştür.” (Atabek, 2004: 30).

Cumhuriyetin birinci kuşağında Atatürk’ün ilkelerine ve kendisine bağlılık ön plana çıkmaktadır. Atatürk’ün ölümünün derin bir üzüntü yarattığını ve kesinlikle bir devlet başkanının ölümüne duyulan acıdan farklı olduğunu anlatmışlardır. Emekli bir profesör Atatürk’ün cenaze törenini anlatırken kesinlikle bir devlet başkanın cenaze törenine benzemediğini, sanki bir yakınını kaybetmiş gibi derin bir üzüntü duyduğunu anlatmaktadır (Neyzi,2011: 30).