• Sonuç bulunamadı

Kaynak: https://londonist.com/london/art-and-photography/in-pictures-piccadilly-circus-through-

II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerlerine hizmet veren kulüpleri, popüler kafeler, ışıklı tabelalarla kaplı birçok bina meydanı doldurmuştur. Piccadilly’nin çekiciliğinin en önemli nedeni sadece teknolojik olarak aydınlatılmış binaları değildir. XVII. yüzyıl sonrası İngiltere’nin mimari özellikteki tarihi binaları kullanılarak ve korunarak günümüze gelmiştir. Piccadilly, son 60 yılda hızlı bir gelişmeyle büyük bir kent merkezi haline gelmiştir. Bu durum, kamusal alanın da kapsayıcı ve popüler olabildiğini göstermektedir. Bölgeyi korumak ve canlı tutmak adına yapılan yeniden gelişim planlarına göre, meydanın ikonik ışıklı tabelalarının ardındaki boşluklar, 1950’lerden bu yana ilk defa büyük bir çatı uzantısıyla yenilenmiştir. (Morris, 1997: 240). Kullanım amacı kentin çıkarları doğrultusunda eğlence sektörüyle değerlendirilmeye devam etmektedir. Kent meydanları önemli iletişim merkezleridir. Kentli kent meydanlarında sosyalleşebilir, aynı zamanda tarihini bu meydanda öğrenebilmektedir. Bu bağlamda, Piccadilly Meydanı dünyanın en işlek ve en önemli tarihi özelliğe sahip meydanıdır. Işıltılı cazibesi küresel finans pazarlarına hizmet ederken, her gün tüketilip her gün yeniden üretilmesi şaşırtıcıdır.

3.2.4. İngiltere Tarihi Alan Yönetimi (Historical England)

İngiltere’nin tarihi alan yönetimi konusunda devletin sorumluluğu 1882 tarihli Antik Anıtlar Yasasına dayanmaktadır. Hükümet bu konuda farklı miras koruma sistemleri geliştirmiştir. Devlet 1983 yılında yarı özerk olan Tarihi Yapılar ve Anıtlar Komisyonu (The Historic Buildings and Monument Comission for England) kurulmuştur. Bu kuruluşla, bağımsız tavsiyelerde bulunulan kurumlar desteklenmiştir.

Kuruluşun amacı, İngiliz Mirasına sahip çıkabilmek ve İngiltere’nin tarihi miras çevresini belirlerken geniş bir arşiv çalışması yapmaktır. Arşivleme konusunda kamuya açık en büyük belgeleme özelliğine sahip olarak günümüzde çalışmalarına devam etmektedir. Koruma kurulunun 2015 yılında İngiliz Miras Vakfı’na dönüşmesiyle devlet tarihi mülklerin devlet mülkiyetinde kalması

şartıyla bağımsızlığına devam etmesi için bütçesine yardım etmiştir. Hükümetten bağımsız olan işlevleri teknik işlevleridir. Aynı zamanda binaları ve koruma alanlarını da belirlemeye devam etmektedir.

Kurula halk da üye olabilmektedir. Gönüllülük esasına göre çalışan kurul 2015 yılında 1.872 üyeye ulaşmıştır. Kurul, Hükümetin yürütme organı olmayan bir bağımsız kamu kuruludur. Tarihi binaları, eski anıtları koruyarak İngiltere’nin tarihi çevresini korumakla görevlendirilmiştir. Belediye meclisleri, sivil toplumlar, taraftar kulüpleri, şirketler ve bireyler tarafından birçok başka alan tarafından desteklenmektedir. Uygulama kurulu 8 yöneticiden oluşmaktadır (Ulusan, 2016: 375).

Tarihi mirası tüm yönleri ele alan koruma kurulu, araziler, su altı arkeolojisi, doğal çevre gibi unsurları koruyarak tarihi mirası gelecek kuşaklara aktarmayı hedef almaktadır. Danışmanlık özelliği de bulunan kurulun eğitim ve rehberlik çalışmaları da bulunmaktadır.

Bağımsız merkezi bir koruma kurulu olarak kurulan kurul, bir vakıf haline gelerek çok katılımlı bir koruma yönetimi gerçekleştirmektedir. Tarihi mirasın gelecek kuşaklara aktarılması konusunda kentlerde yaşayanları da sisteme dâhil etmesi ve devlet tarafından desteklenmesi kurulun başarısını günümüze de getirmiştir. Bu bağlamda, tarihi alan yönetimlerinin ihtiyacı olan katılımcı, demokratik ve bağımsız kuruluşlardır.

3.2.5. Belçika Tarihi Kent Dokusu ve Korunması

Belçika’nın önemli tarihi kenti olan Brugge kenti, Belçika’nın batısında Kuzey denizinden 15 km boyunca uzanmaktadır. Ortaçağ mimarisinin günümüze kadar gelmiş eserleriyle ünlü bir kenttir. Eski stilini günümüzde de korumaktadır. Kent, tarihin belli bir noktada durmasını sağlayarak, antik çağ ve ortaçağı bir bütün olarak yansıtan tarihsel bir mit oluşturmuştur. XV. yüzyıldan bu yana refah bir kent olan Brugge’de günümüze gelen yapıların çoğu XV. ve XVII. yüzyıl arası binalardır. Ancak kentin kendi kimliği tarihsel bir karmaşa yaşamaktadır. Brugge,

geleneksel mimarinin korunması politikalarını hala geliştirmekle beraber, turizm sektörüne hizmet eden bir tarih müzesi haline gelmiştir. Kentlilerin yaşam alanları hala ortaçağ yapılarıdır. Ancak, binaların işlevleri günümüz kentsel ihtiyaçlarına göre değişmiştir.

Brugge kentinin planlaması, sadece kentin geleneği içerisinde yeni binalar tasarlamak değil, XIX. Yüzyıldan kalma klasik sıva kalıntılarını da ortadan kaldırmak olmuştur. Son 30 yılda, yenileme, restorasyon ve tarihi merkezlerin korunmasında kontrollü ilerleyen bir tarihi alan koruma örneği oluşturmaktadır. Kentin tarihinde, alan korumaları için oluşturulan planlar bulunmaktadır. “Yeni Bir Cilt Verilen Şehir” tarihi alan planlaması, tarihi evlerin restore edilmesine ilişkin ilk resmi hibelerden bu yana, Tarihsel Anıtlar Dairesi üyeleri tarafından yapılan sanatsal restorasyonların bir araştırmasıdır (Kennes vd. 1990). Diğer bir planlama da, kentsel politikaların ve kent kültürünün eski Brugge kenti imajının yaratılmasından ve inşa edilmesinden bahsetmektedir. Ancak, bu planlar popüler olana yönelip, modası geçen binaları dışladıklarından dolayı eleştirilmektedir. Geleneksel tarihi kent merkezleri, popülerlik tehlikesi altında kalma tehlikesi yaşamaktadır. Brugge kenti de planlamalarında turizm cazibesi etkisi altında kalmıştır. Brugge kentinde kamu binaları ve evlerin yapıları gösterişlidir. Ortaçağ anıtları ve sokaklarında özgün Arnavut kaldırımlarıyla ünlü kent Kuzey Avrupa’nın ortaçağ ticaret kenti, dünyadaki turistlerin ilgisiyle adeta zaman tutulması yaşamıştır. Kentte büyük anıtlar sık sık restore edilmektedir.

Brugge kentinin yeniden canlandırılması uluslararası gotik mimariyle yakından ilgilidir. Örneğin, 1839 yılında yanan Salvador Katedrali kulesi gotik mimari tarzıyla yeniden tasarlanmıştır. Amaç, kent müzesi oluşturmaktır. Belçika’nın bağımsızlığından sonra klasik cepheli binalar koruma altına alınmıştır. Otantik ve ortaçağ devri yapıları yeniden restore edilmiştir. Ayrıca, yeni gotik yapılar da kent merkezine eklenmiştir. XVIII. yüzyılın Avrupa kent merkezlerine olan hızlı göç akınıyla Brugge kentinde de gecekondulaşma yaşanmıştır. Klasik mimarisi olan kentte 1867 yıllarında gecekondu temizleme uygulaması başlatılmıştır. Bu

temizleme ve sağlıklı hale getirme çalışmalarında yapılan kazılarda ortaya Rönesans dönemine ait yapılar çıkmıştır. Bu bağlamda, kentte 1877 yılları itibariyle bir turizm endüstrisi başlamıştır.

Yirminci yüzyılda marka turizm kenti olmayı hedeflemiş olan kent için “Gelenek için bir tat” sloganıyla yoğun bir geleneksel akım ve Belçika mimari tarzı ortaya çıkmıştır (Kennes vd. 1990). Çalışmalarda Rönesans eserlerinin yanında, Orta Çağ yapıları da yeniden inşa edilmiştir Böylece, Belçikalılar erken Rönesans ve Orta Çağ tarzı binaları oldukça inandırıcı şekilde yeniden oluşturmuşlardır. Tarih ve turizm merkezi haline gelen Brugge için 1911 yılında bir planlama yarışması düzenlenmiştir. Bu yarışmayla, kent merkezinin kuzeybatı tarafındaki klasik yapılar tuğlalı duvarlarla kaplanmıştır. Ancak yine de, 1920’lerden sonra kente modern yapılar yapılmamıştır. 1937 yılında inşaat halinde olan eski istasyon bölgesindeki duvarların yeniden genişletilmesiyle demiryolu arazisinin çoğu parka dönüştürülmüştür.

Günümüzde, eski kamusal alanların yeniden dönüştürülerek yeni kamusal alanlara dönüşmesi örneğini oluşturan bu çalışma, koruyarak yaşatma eğilimli bir yapılanmadır. 1955 yılında da modern ve klasik tarz devam etmiştir. 1970’lerden sonra eski kent merkezi kentsel gelişmeye baskı yapmıştır. 1972 yılında koruma konusunda, ana bir plan oluşturulmuştur. Bu plandaki amaç, geleneksel yapıyı gelişen kentle birleştirerek modern tarzda kenti korumaktır. Geleneksel binalar trafik sıkışıklığı içerisinde kalınca, kentin özgünlüğünü bozmayacak yeni caddeler açılmıştır. Kentin özgünlüğü korunurken yeni alışveriş merkezleri de kente eklenmiştir. Ayrıca, çok geniş olmayan sanayi alanları da kente eklenmiştir. Ana kentsel yenileme planıyla, tarihi kent merkezi, iş alanları, banliyö alanlarının sınırları planlanarak ön plana çıkmıştır. Ana planın şartlarından birisi de, alışveriş merkezlerinin ve restorasyonların geleneksel mimari tarzında yapılma şartı olmuştur. Bu bağlamda, tarihi karakter ve mimari korunmuş olacaktır (Beerneat ve Desim, 2001). 1973 yılında ikinci bir plan oluşturulmuştur. Bu planın amacı ise, trafiği kontrol etmek ve tarihi yapıları tescillemektir. Kentin mimarisi

günümüzün hareketlerine ve ihtiyaçlarına göre, aynı zamanda turizm için güncellenmiştir. 1977 yılında postmodern mimari, modern ve klasik mimariyle beraber varlığını sürdürmüştür. Tarihi eserlerin restorasyonlarının ve kentsel yenileme çalışmalarının özgün ve zamanına uygun yapılması gerekmektedir.

Brugge kentinin planlaması, kendi imajıyla yeniden inşa edilmiştir. Aslında, Brugge kentinin kurgusal bir planlamaya sahip olduğu düşünülmektedir (Kennes vd. 1990). Örneğin, eski binaların muhafazakâr duruşları yeni yapılan planlar içerisinde problemler yaratmaktadır. Bir zamanlar alçaltılmış olan yapıların cepheleri modern üslupla tuğlalı cephelere dönüşmüştür. Kentin ortaçağ tablosunu andıran duruşu pitoresk6 (TDK, 2017: 608) bir tarih icat edilmiş gibi

durmaktadır. Bu durum da, turizm sektörüne hizmet etmektedir. Bir başka, restorasyon hatası da XIX. yüzyıl sonlarında Elizabeth’in ahşap evleri yeniden canlandırılmak istendiğinde, evler siyah yapılmış, sadece bir adet beyaz ahşap ev kalmıştır. Restorasyondaki amaç, XIX. yüzyılın ilk dönemlerini yeniden yaratmaktır. Ancak, evler tarihsel hayal gücü ile restore edilmiştir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa Kent merkezlerinin kaderi olan tenhalaşma Brugge kentinde de yaşanmıştır. Kent çeperlerine yayılmaya başlayan banliyöler ile tarihi binalar terk edilmiş ve yıkılmıştır. Bu bağlamda, 1971 yılında devlet teşvikli gelecek için bir plan hazırlanmıştır. Kent merkezinde yeni ve geniş caddeler açılmıştır. Bu zamanlar, liberal kent mimarilerinin Brugge kentine girdiği yıllardır. Liberal kent politikalarının eşliğinde harap binalar yıkılıp yerlerine oteller yapılmaya başlanmıştır. XX. yüzyıl kentlerinin bir sorunu daha olan trafik artmaya başlamış aynı zamanda restorasyon hataları başlamıştır. Örneğin, Orta Çağ yapıları parlak ve farklı renklerle boyanmıştır. Yeni malzemelerden yapılmış pencerelere sahip yapılar kentin geleneksel tavrına zarar vermiştir. Liberal çıkarlar doğrultusundan tasarımdan ödün veren yapılar ortaya çıkmıştır. Bu sorunu çözmek için, Belçika Brugge’lı olmayan mimar çalıştırmamaya karar vermiştir.

Zamanı durduran kentte modern mimari hala popüler değildir. Yine de değişen zamana ayak uydurma isteğiyle yapılan otoparklar, alışveriş merkezleri koruma mantığını değiştirmiştir. 1997 yılında oluşturulan koruma yasasına göre, kent yaşamaya devam etmektedir. Aynı zamanda, ticaret geleneksel kalmaktadır. Araba park yerleri ve yeni ulaşım politikası düzenlenmiştir. Bu yüzden, geniş kent merkezi düşünülmüştür. Ancak bu plan kentsel gelişmeye odaklanmıştır. Tarihsel ve kültürel değerleri yaşam alanlarına yansıtmak önemlidir. Kent merkezinin yenilenmesi ve restorasyonu tarihi kent merkezlerinin yenilemelerinde odak noktasıdır (Beerneat ve Desim, 2001). Brugge’de hükümetin kentsel politikalarında boş yapıları kendi restore etmiştir. Tarihi binaların yeni ve tekrar kullanımları ofis, otel ve konut olarak değerlendirilmektedir. Bu kentsel yenilemelerle beraber boş kalan kent merkezine geri dönmeyi sağlamıştır.

3.3. Tarihi Alan Yönetimlerinin Dünyadaki Etkileri

Modern, postmodern ve geleneksel hayatın bir arada yaşadığı bir kent olan Brugge, bu durumun oluşturduğu bir tarihsel karmaşa yaşamaktadır. Günümüzde zamanın Orta Çağ’da kaldığını hissettiren bu kentin korunması ve yaşatılması kaygısı liberal kent politikalarının turizm algısına hizmet etme tehlikesi yaşasa da nefes alan ve hayatta olan bir tarihi kent olarak başarılı bir örnektir. Tarihi kentsel alanların da tüketim nesnesi haline dönüşmesini engelleyebilecek bu yaklaşım alan yönetimlerindeki sorunu çözebilmektedir.

Fransa ise, en eski kentsel izlerin Antik Roma Dönemi’ne ait olduğu iki bin yıllık tarihe sahip bir ülkedir (Songülen, 2009: 43). Fransa’da tarihi alan koruma girişimleri ilk olarak özel kişiler aracılığıyla gerçekleşmiştir. XVIII. yüzyılda kamusal çalışmalar başlamıştır. Fransa’da, XVI. yüzyılda yeniçağı yansıtmak için ortaçağ eserleri yeniden düzenlenmiştir. Anıtların korunması için 1791 yılında Milli Eğitim Komitesi kurulmuş, 1884’de Fransız Anıtlar Müzesi kurulmuş, 1887’de koruma kanunu çıkarılmış ve XVIII. yüzyıldan sonra Anıtlar Komisyonu oluşturulmuştur (Tunçer, 2013: 13). XIX. Yüzyılda koruma yasallaşırken

sanayileşme tarihi kent merkezlerini tahrip etmeye başlamıştır. Bu tahribatı önlemek için bütün anıtsal yapıların dökümlerinin çıkarılmasına karar verilmiştir. Bu yasalardaki amaç ortaçağ eserlerini onarmak ve kentle bütünleştirmektir. Ayrıca yasa kapsamında eserlerin bakanlığın onayı olmadan onarılamayacağı ve eserlerin bulundukları yerde kentsel alan içinde korunması gerektiği maddeleri yer almaktadır.

Fransız Devrimi, Fransa kentlerine hem olumlu hem yıkıcı etkide bulunmuştur. Dini yapılar yağmalanmıştır. Ancak, devrimin ikinci yılında tüm yapıların anıt değeri ve miras olduğu düşünülerek, korunmasına başlanmıştır. 1906 yılında sit alanları yasası, 1913 yılında bölge ve alt bölgelerin korunması, 1930 yılında doğal sit alanı kavramı ve yasaları oluşturulmuştur. Fransız kentlerini koruma yasaları birbirlerine eklenerek günümüze kadar gelmiştir. Örneğin, 1941 yılındaki toprak altından çıkarılan kalıntıların devlet denetiminde olması yasası, 1913 yılındaki yasaya eklemedir. 1962 yılında 1915 tarihli yasaya eklemeler yapan Malraux yasası çıkarılmıştır. Malraux yasası ile eski kent merkezlerinin ve kasabaların tümüyle korunmasına karar verilmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası büyük kentlere doğru olan hızlı göçler yeni yerleşim yerleri ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Malraux yasası yeni yerleşim yerlerinin kontrollü olmasını sağlamış, hem planlama hem koruma konusunda ilkeler belirleyici olmuştur. Malraux yasasının tarihi kentleri koruma planında, doğal ve tarihi çevre birbirinden ayrılmamış, koruma politikaları ve planlama olanakları geliştirilmiştir. Malraux yasası, tarihi kent dokularında yer alan yıpranmış yapıların restore edilerek günümüz koşullarına uygun şekilde canlandırılmasını esas almıştır. Ayrıca, kentlerdeki sorumlu Belediye Meclisleri olmakla birlikte proje yapabilmek için Kültür Bakanlığına başvurması gerekmektedir (Songülen, 2009: 43-45). Bu bağlamda, belediyelerin kendi girişimleriyle plan yapma yetkisi ortadan kaldırılmış ve koruma planlama yatırım olanaklarıyla belediyeler projeler konusunda özendirilmiştir. Koruma alanları saptanır ve belgelenir. Projelerin kabul ve uygulama kısımları ise, aşamalı olmakla birlikte, ilk önce Sivil Toplum

Kuruluşlarının ve belediye temsilcilerinin projeyi incelemesine olanak sunulmaktadır. Ayrıca, sonraki aşamada projeler vatandaşa sunulur, vatandaş projeyi geri çevirirse baştan aynı aşamalar ve düzeltmeler başlamaktadır. Bu kentsel koruma süreçleri içerisinde, şehir plancısı, sosyolog, mimar, kent iktisatçısı, coğrafyacı gibi akademik yetkililer bulunmaktadır. Fransa öncelikler yasal süreci hazırlamıştır. Yasal sürecin içinde çok aktörlü bir yapı bulunmaktadır. Böylece, korunacak tarihi dokuya ilişkin tarihi, coğrafi, ekonomik ve demografik yapı gözden geçirilmiş olmaktadır (Songülen, 2009: 46).

Koruma sadece fiziksel alan düzenlemesiyle kalmayıp ileriye dönük kentsel işlevlerle birlikte düşünülürse tarihi kent dokusu korunabilir. Aynı zamanda kentsel alanın çevresi de önemlidir. Bu bağlamda her boyutta ve tüm sosyal dinamikleriyle koruma planları ve yasaları hazırlanmalıdır. Koruma planlarında özel girişimler önemli olmakla birlikte bütçenin devlet eliyle sağlanması tarihi kentsel alanı bir tüketim nesnesine dönüştürmekten kurtaracaktır. Fransa’nın kentsel planlama ve koruma yasalarını Türkiye örnek almıştır. Ancak uygulama ile yasaları eşgüdümlü hareket ettirmenin zorluğu, batı burjuvazisiyle oluşmuş kentlerin yapısına uygun olan planları sanayisiz mimari anlayışına oturtmanın zorluğuna eklenmiştir.

Beşinci yüzyılda Frankların Romalılara karşı kazandığı galibiyetle Paris başkent olmuş, bugünkü Fransa oluşmaya başlamıştır. XII. yüzyılda Paris Seine nehrinin iki kıyısına yayılmıştır. Ortaçağın sonunda Paris birbirine bağlanmış farklı kent parçalarından oluşan, yeşil alanları bulunmayan kentin nüfusu 200 bini bulmuş, Avrupa’nın en kalabalık şehri olarak sağlıksız hale gelmiştir (Songülen, 2009: 50). Rönesans döneminde yeni yapılan meydanlar, köprüler ile kent Fransız Monarşisinin bir gösteriş merkezi haline gelmiştir. Fransız Devrimi öncesi korunmaya başlayan Paris, devrim sonrası nazım planlarıyla korunmaya devam etmiştir.

On dokuzuncu yüzyılda III. Napolyon dönemi Fransa için büyük ve zor bir değişim olmuştur. Hatta Paris kenti için bir kırılma noktasıdır. Bugünkü Paris kentinin temelleri Napolyon döneminde atılmıştır. Haussmann, planları ile estetik yerine büyüklük bakış açısı ile Paris’i yeniden inşa etmiş, sadece tekniğe dönük bir kentsel yenileme oluşturmuştur. Paris Valisi Haussman kentin büyük bir kısmını yıkarak yeniden inşa etmiştir. Kentsel yenilemenin ilk örneklerinden biri olan Haussman planları bugünkü Paris’i şekillendirmiştir.

Fransız kentsel koruma yasalarının uygulandığı ilk örnek XII. Yüzyılda Seine Nehri’nin kuzeybatısındaki bataklıklar kurutularak kurulan Le Marais bölgesi olmuştur. XII. yüzyıldan XVI. yüzyıla kadar aristokratların oturduğu bir mahalle olan bölgeyi Haussman bulvarlarıyla canlandırmıştır. Günümüzde Le Marais bölgesinde müzeler ve sanat galerileri bulunmaktadır. Kentsel alanda, XVII. yüzyıl ve XIX. yüzyıl arası hem orta çağ yapıları hem de Rönesans yapıları bulunmaktadır. 1960 yılında uygulanan yasaya göre, sadece XVII. Yüzyıl yapısı kullanılmıştır. Yapılar restore edilmiş, avlular ve yeşil alanlar eklenmiş ve canlandırmak için yapılara yeni işlev olarak elçiliklerin ve büyük firmaların kullanacağı işlevler kazandırılmıştır. Bu durum, orada yerleşik olan halkın banliyölere kaymasına sebep olmuştur. Ancak tasarlanan evler kullanıcı bulamamıştır. Koruma altındaki bölgede oturanların dışlanması, işlev değişikliği ve yapıların farklı dönemleri kapsaması koruma planında göz ardı edilmiştir. Bu koşullar kentsel yenileme çalışmasının başarısız olmasına neden olmuştur (Songülen, 2009: 54).

Avrupa’daki kentsel dönüşüm çalışmalarında eski yapıları hayata kazandırırken tarihi kentsel alanı farklı işlevlerle kullanılmasına da önem verilmiştir. Floransa örneğindeki gibi tren istasyonlarının, sanayi kuruluşlarının moda, kültür ve sanat merkezi olarak dönüşümleri tarihin güne hizmet edecek ve yapıyı güncel tutacak bir yöne çekildiğinin göstergesidir. Değişim kaçınılmazdır. Ancak geçmişi de unutmamak bir ulusun varlığını devam ettirmesi için önemli bir şarttır. Değişim ve koruma ile geçmişi ayakta tutmak tarihi yapıları kentlere dâhil

etmekten geçmektedir. Günümüzde marka kentler tarihi kent imajlarıyla rekabet etmektedir. Türkiye’deki çalışmalar tarihi alan yenilemeleri için sürekliliği olan ve kentle uyumlu özgün yapıları sürece dâhil etmekten geçmektedir. Tarihi alan koruma ve işlevsel hale getirmeye, eleştirileri olsa da, Ankara Hamamönü Mahallesi sağlıklı hale getirme çalışması başarılı bir örnek olarak verilebilmektedir.

3.4. Kentsel Dönüşüm Kanunlarıyla Türkiye’deki Mevcut Durum

Ülkemizde, Osmanlı Devleti döneminde kent planlaması harita mühendisliği şeklinde ilerlemiştir. Yenileme olarak da bir önceki yapının düzenlenmesi şeklinde işlemiştir (Akdemir, 2009: 11). Kentsel dönüşüm çalışmaları ilk olarak mülk topraklarını kişilere verilmesi ve tarım arazilerinin mülkiyet sorunu ile başlamıştır. 1838 Ticaret Anlaşması, 1839 Tanzimat Fermanı, 1859 Islahat Fermanı ve 1858 Arazi Kanunnamesi çıkarılmıştır (Demirkıran, 2008: 16). Türkiye’de kentsel dönüşüm süreci, merkeziyetçi bir yaklaşımla büyük projelerle gerçekleşmektedir. Merkeziyetçi kentsel dönüşüm projeleri tarihi kentsel alanları konusunda zengin olan ülkemizde tarihi dokuyu zedeleyebilmektedir. Örneğin, İstanbul kenti kalabalıklaştıkça eski konut dokusu yıkılarak apartmanlaştırılmış, kaldırımlar daraltılmış, araç yolları büyütülmüştür (Armağan, 2014: 68). Bu kentsel yenileme süreci sosyal yapıyı dönüştürmüştür. Aynı zamanda kültürel ve tarihi değerler hesaba katılmadan, araç yoğunluğu olan kent sokaklarında kentliye sosyal alan kalmamıştır.

Türkiye’de kentsel bozulmanın nedeni Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla birlikte başlayan büyük kentlere olan hızlı göçtür. Özellikle Batı bölgelerindeki kentlere olan bu göç gecekondulaşmaya neden olmuştur. Gecekondu problemi çarpık kentleşmeye neden olmuştur. Sorun öncelikle gecekondu bölgelerine alt yapı