• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: KENT ve KENTSEL DÖNÜŞÜM

1.1. Kente Dair Kavramsal Çerçeve

1.1.2. Kentsel Tasarım ve Planlama

Günümüz dünyasında insanın mekânla kopmaz bir bağı olduğu gerçeği, kentleri toplumsallığın baş tacı yapmıştır. Özellikle, tarihi kentsel mekânlarda yerel ve özgün değerleri korumak için kullanılan kentsel tasarım “yapı adacıklarına, komşuluk birimlerine ya da kentin tümüne, işlevlerini daha iyi yerine getirmesi ve göze güzel görünmesi amacıyla biçim verme süresi”(Keleş, 1998: 82) olarak tanımlanmaktadır. Kentsel tasarım, kentsel mekânda yaşayanların yaşam kalitesini arttırmak için birçok disiplinden faydalanarak sadece binaları değil, kentin sokak ve caddelerini de düzenlemektedir.

Yapılı çevreyi ve kenti düzenleme, şekillendirme sanatı olarak kentsel tasarım bir bakıma planlamayı da bünyesinde barındırmaktadır. Aynı zamanda kentsel tasarım, özellikle kamusal mekânı şekillendirmektedir. Kamusal mekân, herkesin ulaşması gereken hizmet ve kaynakları bir bütün halinde kentte bulundurmaktadır. Kentsel tasarım, yapılı çevre ile kamusal mekân arasında ilişki kurmaktadır. Bu bağlamda, kentsel tasarım meydanlar, cadde ve sokakların insanla olan iletişimini sağlamaktadır. “Kentsel tasarım, bir alan için vizyon oluşturulması ve bu vizyonun yaşama geçirilmesi için tüm beceri ve kaynakların seferber edilmesini gerektiren bir etkinlik alanıdır” (Arısu, 2018: 236 ve Erginöz, 2017). Beceri ve kaynakların iyi kullanılmasını gerektiren durum, günden güne artan kent nüfusları ve bu artan nüfusun yaşam kalitesini tehdit etmesidir. Son yüzyılda insanların kentlerden beklentileri arasında en çok yaşam kalitesinin iyileştirilmesi bulunmaktadır. Kentsel tasarım yaşam kalitesini arttırmak niyetiyle ortaya çıkan bir etkinliktir. Çünkü XIX. yüzyıl kentleri yaşam zevkleri, mekân ve davranış ilişkisi, mücadele, eğlence gibi kavramlarla ön plana çıkmaktadır.

Özellikle, tarihi kentlerin hızlı değişime karşı yetmeye çalışması ya da değişime dirençli olması, tarihi kent merkezlerinin gelecek kuşaklara aktarılmasında sıkıntılar oluşturmuştur. Bu bağlamda, ütopyalara ihtiyaç olmuştur ki, ütopyalar yaşam kalitesi adına kentsel mekânların en ihtiyacı olan tasarımlardır. Ütopyalardan beslenen kent tasarımları aynı zamanda farklı kanallardan da beslenebilmektedir. Estetik, peyzaj, form, tarih, yenileme, koruma, kontrol, güvenlik, politikalar, çevre, kamusal mekân diye çoğaltabileceğimiz bu kanallar kentsel tasarıma zemin hazırlamaktadır (Arısu, 2018: 236-237).

Kentsel tasarımın en önemli amacı sürdürülebilir kentleri ortaya çıkarmaktır. Tarihi kentsel mekânların sürdürülebilir olması, toplumların mekânın dönüşme sürecinde yaşadığı bunalımı atlatmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda, kentsel tasarım insan ve mekân arasındaki bağı kuvvetlendiren bir sanattır. Kentsel planlamanın, peyzaj, mimari, kent sosyolojisi gibi birçok disiplinle bir arada olması çok yönlü ve etki alanı geniş bir eylem olmasından kaynaklanmaktadır. Disiplinler arası iletişim kentsel tasarımın çok boyutlu yapısından kaynaklanmaktadır. Mekân, zaman, çevre, aktörlerin çokluğu ve rehberlik bu boyutlar arasındadır. Mekân kentin ve toplumun ruhunun bir parçası olarak kentlerdeki dış mekânların, binalarla bağlantısı ve toplumu yönlendirmesinde bir bağdır. Kentsel tasarım, planlama ve mimarlık ile beraber bu bağı korumaktadır. Kentlerin değişimi tarihle ile bağlantılıdır. Tarihi kentler özellikle zamanla değişen çağa ayak uydurma konusunda kentsel tasarımın desteğine ihtiyaç duymaktadır. Kentsel tasarım çevreyi tarihi bir perspektif içinde görmek zorundadır (Altaban, 2013: 11). Aynı zamanda, kentsel tasarım kentte değişen yapılı çevrenin topluma olan sosyo-ekonomik etkisiyle de ilgilenmektedir. Bu ilginin amacı, sürdürülebilir kentler oluşturabilmektir. İnsan ve çevre ilişkisinde ise, kentte yaşayanların dış mekânı kullanımları ve kaynaklara ulaşımlarını değerlendirmek önemlidir. Kentsel tasarım kamusal mekânla bağlantılıdır. Yapılı çevrenin denetim altına alınması disiplinler arası birçok örgütü harekete geçirmektedir. Bu bağlamda, kentsel tasarım planlama ve mimari disiplinlerinin

tam ortasında durmaktadır. Tam da bu orta noktada değişim ve dönüşümleri yönlendiren disiplin kentsel tasarımdır.

Kentsel tasarım, kent ve mekân çalışmalarında XX. Yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. Ancak 1950’lerde bir bilim olarak kabul edilmiştir. Postmodernizm sürecinin tasarımda oldukça etkisi olmuştur. Modern dönem kentsel tasarım, “disiplinler arası bir alan olarak düşünülmekte ve normatif, faydacı ve pozitivist düşüncenin temelinde oturmaktadır” (Cömertler, 2003: 217 ve Çetinkaya, 2011: 163). Postmodern dönemde tasarım çok boyutlu ve çok aktörlü, katılımcı süreçtir. Öncelikle, kentsel tasarım sanayi kenti sorunlarını çözmek için kullanılmıştır. Sorun çözme bahçe kent, güzel kent gibi ütopyalardan beslenmiştir. Kentsel tasarım kent hayatının en küçük sokağından, en büyük meydanına kadar içine işlemiştir. Yaşam kalitesi, kentte yaşayanların duyguları, yaşayışları doğrultusunda tasarımlar geliştirmek mekân ve kültür arasındaki kent sokağından yollarına kadar oluşan ince bağlantıyı kurmak kentsel tasarımın işidir. Kentsel mekânlarda tarihi alan yenilemelerinde toplumla bağı kurabilecek olan kentsel tasarım bahsedilen yaşam şartlarını iyileştirmede akılcı bir seçim olabilmektedir. Ancak günümüzde, planlama ile aynı çatı altında düşünülen tasarım, kapitalist mekân yapılanmalarının bir sahnesi olabilmektedir. Kentsel dönüşüm ise, kentsel tasarımın bir üretimi ve uygulaması olarak yansıtılmaktadır. Bu bağlamda, kentsel dönüşüme de bir problem çözücü olarak bakılabilmektedir. Öncelikle kavram kargaşası çözülmelidir. “Planlama, politikalar doğrultusunda rasyonalizm çerçevesinde geniş bir zaman dilimi için yapılan düzenlemelerdir”. Tasarım ise, “bir kentsel alanın ya da imar planının çizim kurallarına uygun olarak, tasar, kesit, görünüş ve görünge biçiminde çizilmesidir” (Çetintahra, 2011: 165). Bu bağlamda, tasarım ve planlama aynı kavramlar olmamakla birlikte bir bütün oluşturmaktadırlar. Tasarım, kentin daha iyi görünmesi ve toplumsal yapıyı daha sağlıklı kurması için kente biçim vermektedir. Planlama, sistemi mekân üzerinden üreterek yönlendirme yapmaktadır. Tasarım ise, planlamalara hız katmaktadır.

Kamusal mekânın dönüşmesi kentsel tasarım ile başlamakta ve denetlenmektedir. Böylece, kentsel yenileme ve koruma kapsamında bir peyzaj sanatı olan kentsel tasarım mekânla bütünleşmeyi kolaylaştırmaktadır. Kentsel tasarımın denetim işlevi kentsel kimliği, estetiği oluşturma ve kenti koruma gibi durumlarda planlama ile işbirliği yapmayı gerektirmektedir. Denetim ve hâkimiyet duygusu taşıyan kentsel tasarım bir bakıma kapitalist kentlerin kontrol gücünü oluşturmaktadır. Mekân iktidarlar tarafından kontrol edilerek kentlilerin mekânla olan ilişkisini piyasa odaklı yönlendirmek kentsel haklarla bağdaşmayan bir durumdur. Mekânın üzerinde egemenlik kurma arzusu korku salma ve egemeni görünür kurmak için ortaya çıkan bir arzudur. Özneler böylece güvenlik kavramıyla denetim altına alınabilmektedir. Kapılı mekânlar denetimi kolaylaştırmaktadır. Denetimi kolay hala getiren durum da kentsel planlamalardır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra finans, mekânsal yeniden yapılandırmanın devlet eliyle kentsel mekânı şekillendirmesi üzerine kullanılmıştır. Kent artık tüketim nesnesi olarak yeniden üretilmiştir. Bu durumun başlıca göstergeleri, sınırları olan topluluklar, sınıf farkı oluşturan banliyölerdir. Kapılı topluluklar Foucault’un (Soja, 20017: 205) denetim toplumuna vurgu yapabilmektedir. Toplumsal disiplin ve mekânsal farklılaşma coğrafya üzerinden tahakküm kurmaktadır. Özne mekânı üretmektedir. Ancak kısa bir süre sonra mekân özne üzerinde psikolojik, ekonomik ve politik tahakkümler kurmakta ve mekân somut olarak sınıf çelişkilerini doğurmaktadır.

Modern kent mitini gerçekleştirmek için denetimi elden bırakmayan kapitalist kentler kent tasarımcı ve planlamacılarını iktidar olarak baş tacı yapmıştır. Bu bağlamda, tasarım ve planlama gerekli midir? Tasarım ve planlama kentlerin geleceği açısından önemlidir. Ancak günümüz ekonomilerinde kentli hayatını meta halinde gören tasarım ve planlamalar kentlerin o akışkan ve organik yapısına zarar vermektedir.

Küreselleşen ve hızla rekabet eden kentler, sermaye birikimlerini sağlamak için kentsel tasarımın ilkelerinden hizmet ederek kentsel dönüşümle örtüşmeye

başlamaktadır. Kavramlar iç içe girmiş ve muğlaklaşmıştır. Bu muğlaklığı kaldırabilmek için kentsel tasarım insan ve mekânı “insani ölçekte” (Çetintahra, 2011: 169) kullanmalıdır. Planlama kavramı kent sahnesine tasarımdan daha önce çıkmıştır. Bu bağlamda planlama da irdelenmelidir.

Kentsel planlama, XIX. yüzyılda büyük Avrupa kentleri tarihsel duvarlarını yıktığında, Amerika kentlerinin ise hiç duvarları olmamasıyla büyük kentlerin kırlara doğru hızlıca büyümesiyle ihtiyaç haline gelmiştir. Bu hızlı büyüme konut, yaşam, toplumsal ilişkilerde aksaklıklar, adaletsiz mekânlar ve eşitsizlik oluşturduğunda XX. yüzyıl ideal kenti aramanın ve bu arayışlar kent ütopyaları oluşturmanın yüzyılı olmuştur. Kent ütopistleri tükenmiş kentlerde toplumların başka herhangi bir amaçtan daha çok yeni kentlere ihtiyacı olduğunu savunmuştur (Fishman, 2002: 108-117). İdeal kent arayışı kentsel planlamaları ortaya çıkarmıştır. Howard’a (Fishman, 2002: 108) göre, eski kentler işlevlerini yitirmiştir. Planlamanın iyi ve adaletli yapılması yeni kent düşlerinde baş eylem olmuştur. Howard, Wright, Le Corbusier gibi kent ütopistleri, bozulmamış kırsal alanda yeşil kuşakla kaplı bahçe kentler, bireyciliğin hüküm sürdüğü geniş dönüşümler, geometrik ışın gibi yükselen katmanlı kentlerin yeni kentler olduğunu savunmuşlardır. Howard, Wright, Le Corbusier’in hayali tasarımlarını beton, otoyol ve gökdelenlerle planlamacılar gerçekleştirmeyi denemişlerdir. Jacobs (2011:454) ise, ideal kent arayışı yerine kentin doğanın bir parçası olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu fikir organik mahalle ve cemaat bakış açısıyla yine bir planlama düşünüşüdür. Kent zaten doğadadır. İdealize edilmiş mekânlar yerine hayatın içindeki kentlere odaklanılması gerekmektedir. İdeal kenti aramanın ve ütopyaların gerekliliği önemlidir. Ancak, toplumsal gerçeklik kökten değiştirilip üzerine yeni bir dünya kurulmasının da mekânsal ve toplumsal sıkıntıları olmaktadır. XX. yüzyıldaki kentsel mekânların düzenlenmesinde sanayi sorunlarını aşıp, nüfus sorunları ve yaşam kalitesi adına sorunlar oluşturan kentler için, kent planlamacıları, mühendis ve mimarların yeni bir dünyaya dair hayalleri büyük olmuştur.

Postmodern dünyada kentler, özneler, mekânlar parçalanmakta ve her seferinde yeniden kurulmaktadır. Kentsel tasarım, kent, toplum ve mekân ilişkileri bağlamında birçok küçük değişkenin varlığının baştan kabul edilmesini ve tasarım süreçlerinin her aşamasında bu değişkenlerin arasındaki ilişkinin önemsenmesi gerekmektedir. Postmodern mekân anlayışıyla günümüz dünyasında mimari ve kentsel tasarım pratiğinde; kurgu, parçalanma, kes yap ve eklektizm vardır (Harvey, 2006 ve Çetin, 2008: 122). Aynı zamanda kentlerin karmaşasında kargaşa duygusu da hâkimdir. Mekân, mülkiyet ve kent sürekli üretilip, tüketilmekteyse kentsel tasarım da aynı aşamalardan geçmektedir.

Mekân karşısında kentsel tasarım projeleri otoritelerin kent mekânına atfettikleri değerler üzerinden üretilmektedir. Böylece kentte yaşayanlar ile tasarım ve planlamalar çatışmaya başlamaktadır. Tasarım kentsel mekânların odağında bir sanattır. Planlama ise, düzenleme anlamını taşımaktadır. Planlama tertip etme, düzenleme anlamına gelirken, tasarım yaratıcı bir eylemdir. Bu anlamda kent planlaması ve kentsel tasarım bir teknik ve sanattır. (Vardar, 2012: 81). Kentsel mekânların planlaması ve tasarımı yaratıcı bir düzenlemedir. Aynı zamanda kentlilerin ve iktidarın karşılıklı etkileşimiyle politik süreçleri de kapsar. Planlama, XVIII. yüzyılın feodal kentlerin yıkıldığı ve sanayi süreçlerinin mekânları karmaşıklaştırdığı dönemde ortaya çıkmıştır. Planlama, sanayi sonrası kentlerde ve hatta II. Dünya Savaşı sonrası kentlerinde anlaşılmaya başlamıştır. Planlama sadece bilim değil, aynı zamanda bir siyasettir. Karar alma, yer seçme, tercih yapma ve yön verme eylemlerini de bünyesinde taşımaktadır.

Planlamanın en çok kullanıldığı 1960’lı yıllardan sonra, Harvey ve Castells (Göksu, 2012: 55), planlamanın kapitalist devletin bir fonksiyonu olduğunu ve farklı gruplar arasında uzlaşma sağladığını düşünmüşlerdir. Sermayenin birikimi planlamayla birlikte artı değer oluşturmaktadır. Planlama gerekli midir? Kapitalist sistemin varlığını sürdürdüğü düşünülürse planlama da varlığını sürdürmektedir. Planlamanın gerekliliği tartışması yerine, planlama nasıl adil hale getirilebilir tartışması daha mantıklı olacaktır. Planlama iş birliği ve girişimcilikle

desteklenebilirse katılımın olduğu bir yapı oluşacaktır. Zaten 1990’lardan itibaren stratejik mekânsal planlama, özel sektörden ödünç aldığı koordinasyon özelliğiyle yeni planlama anlayışlarına yol açmıştır (Göksu, 2012: 54). Aynı zamanda, kentteki sınıfsal yapıların aktif katılım sağladığı planlama anlayışları adil kent ideallerinin gerçekleşmesini sağlayabilecektir.

Kent planlamacılarına göre ekonomik ve sosyal çeşitlilik kentlerin yaşamı için önemlidir. Bu bağlamda, kentsel planlama ve tasarım kenti canlı tutamaktadır. Planlamanın gerekliliğini Jacobs (2011:328), kentlerin yaşanabilir olması için ihmal edilen koşulların yerine getirilmesi olanağında vurgulanmıştır. Böylece, kentsel dokuda yoğunluk sağlanmış, çeşitlilikler bir arada yaşamış olacaktır. Bir bakıma kentsel tasarım da kentsel planlamanın modern kent mitine karşı tepkisi olarak doğmuştur. Modern kent planlaması, kent planlarını konut, dinlenme, çalışma ve ulaşım olarak parçalayıp birbirinden ayırarak yapmıştır. Yapıların planlanmasında açık mekânlar ve yeşil ön planda tutulmuş ve geleneksel kentsel dokuyu zedeleyen uygulamalar oluşmuştur. Kentsel tasarım yaratıcı bir eylem olduğu için kentin kültürel düzeyiyle de ilgilenmektedir. Örneğin, başarılı tarihi çevre tasarım projeleri kültür anlamında tarihe olumsuz bakan bakış açılarını değiştirmektedir. Böylece, duyarlılık kültürü oluşmaktadır ve yaşam kalitesi değişmektedir (Vardar, 2012: 82).

Neo-liberal ekonomiler tüketim olgusunun cazibesiyle kentsel planlamalar ile hızlı bir şekilde kentsel mekânları dönüştürmektedir. Toplumsal duyarlılık kazanmayan mekânlar toplumsal farklılaşma yaşamaktadır. Kentte farklılaşan mekân, özgürlüğün kısıtlanması ve kentin tarihsel olarak geçmişinin zedelenmesi demektir. Planlama, yerel ve geleneksel olanı gelecekle birleştirmelidir. Çünkü kentlerin toplumsal belleği vardır. Toplumsal bellek, mekânın okunabilir ve yaşanabilir oluşuyla ilgilidir. Planlama süreçleri, bu toplumsal belleğin kentte yaşayanlarla birlikte oluştuğunu kabul ederek gerçekleşmelidir (Bilsel, 2006: 58).

Modern kent, belli sınıflar için ulaşımı sağlanabilen mekânlar olursa bütün toplumsal yapı yaşama ve barınma hakkını kullanamamış olmaktadır. Bu

bağlamda, kentsel planlamalar, öncelikle herkesin erişebileceği kamusal mekânlar üzerinden adil bir şekilde düşünülmelidir. Örneğin, kentsel dönüşümün kamusal mekânı daraltmaması gerekmektedir. Kamusal mekân nasıl daralmaktadır? Kentsel toprak özelleştirilirse kamusal mekân daralmaktadır. Özelleştirme kolektif katılıma engel olmaktadır. Kapalı ve ulaşılamaz hale gelen mekân kentsel ayrışmaya neden olmaktadır. Bu durumda, sosyal sınıflar mekânda ayrışmakta ve temas hali ortadan kalkmaktadır. Kentsel ayrışmayla birlikte, modern kentin sınıf çatışması yaşamaması gerekmektedir (Kurtuluş, 2012: 53).

Kentin kültürünün ve olanaklarının belli bir sınıf kullanımında kalmaması için ütopyalara ve tasarıma ihtiyacı vardır. Bu tartışılan kavramların varacağı nokta mülkiyet kavramıdır. Özellikle kamusal mekân geniş tutulmalı ve kentlerin merkezleriyle birlikte tarihsel doku mülkiyetsiz hale getirilmelidir. Planlamanın oluşturduğu sorunlara çözüm, katılımcı ve çok boyutlu bir tasarım olabilmektedir. Kentlerin kullanıcıları tasarım ve planlama süreçlerine dâhil edilmeli ve ulaşım, erişilebilirlik tüm kentliler için sağlanmalıdır.