• Sonuç bulunamadı

Defterin incelenen sayfalarında Ra’iyyet Rüsûmu, Bedel-i Sürsât, Tekâlif-i Örfiyye ve Resm-i Otlak Da’vâları olmak üzere vergilerle ilgili kayıtlar toplam 24 adettir.

Ra’iyyet Rüsûmu; Osmanlı hukuku tarımsal üreticileri reaya sınıfına dâhil olarak kabul ediyordu. Kanunlarda reayanın sınıfsal konumu “raiyyet oğlu raiyyettir” biçiminde tanımlanıyordu. Reayanın askerî sınıfa geçişi ancak istisnai durumlarda mümkün oluyordu. Raiyyetin çoğulu olan reayanın sözcük anlamı, güdülen, yönetilen kimselerdir. Yalnızca Osmanlı tarımının değil aynı zamanda Osmanlı ekonomisinin de en küçük ama en temel birimini oluşturan hane işletmelerine de raiyyet çiftliği adı verilmekteydi117. Çif-resmi yahud kulluk-akçası veya raiyyet-resmi, köylü ile eski senyörler arasındaki bazı feodal hizmetlerin Osmanlı devrinde paraya çevrilmiş karşılıklarının toplamından ibarettir118. Köylü ile eski senyörler veya tımarlı sipahiler arasında bazen anlaşmazlıklar olabiliyordu. Bu anlaşmazlıklar mahkemeye intikal ediyor ve sicillere kaydediliyordu. Defterin incelenen sayfalarında 3 adet Ra’iyyet Rüsûmu da’vâsı kaydı bulunmaktadır.

Birinci kayıtta mültezimin vergi toplarken yaşadığı sıkıntı yer almakta olup bu dava örneğinde: Zile Mukâta’asının bin yüz sekiz ve yüz tokuz senelerine mahsub olmak üzere voyvodası olan es-Seyyid Halîl Ağa tarafından vekil olarak tayin edilen ‘Abdulgani nin Nebi meclis-i şer’-e gelerek, el-Hâc Cemâl Mahallesi’nden Abdal ve Sadırlar Mahallesi’nden olan kardeşi Yusûf ve yine aynı mahalleden Hüseyin adlı kişiler müvekkilim es-Seyyid Halîl Ağa’nın iltizamında olan Zile Mukâta’sının Parakende Re’âyasından olmalarıyla ve vekâletim hasebiyle her birinin bin yüz sekiz ve tokuz senelerine ait olan rüsum-ı ra’iyyetlerini talep ederim diyerek adı geçen kişilerden sorulmasını istemiştir. Talebi üzerine meclis-i şer’ tarafından adı geçen kişilere sorulmuş adı geçen kişiler cevablarında bizim cedlerimiz ve babalarımız Karabınar kazasında bulunan cami vakfına bağlı olan Necmeddîn Köyü re’âyasından olub sûret-i defterde kayıtlı olan rüsum-ı ra’iyyetimizi vakıf mütevellilerine verdik diyerek sûret-i defterde tatbik ettirmiş ve her biri Zile Mukâta‘asından olduklarını inkâr etmişlerdir. Bunun üzerine meclis-i şer, adı geçen kişilerin Zile Mukâta‘asından olduklarını gösteren sûret-i defteri ‘Abdulgani’den talep etmiş, ancak ‘Abdulgani sûret-i defteri gösterememiş ve ‘Abdulgani mahkeme tarafından men’ edilmiştir119.

Diğer bir kayıtta yine ilk kaydın benzeri nitelikte olup Zile Mukâta’asının bin yüz sekiz ve yüz tokuz senelerinde voyvodası olan es-Seyyid Halîl Ağa tarafından vekil olarak tayin

117 Şevket Pamuk, Osmanlı- Türkiye İktisadî Tarihi 1500- 1914, İstanbul 2013, s.40. 118 Halil İnalcık, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsûmu”, Belleten, (1959), s. 580-581. 119 KŞS 32 / 43-1.

35

edilen ‘Abdulgani bin Nebi meclis-i şer’-e gelerek, Hacı Cemâl Mahallesi’nden Hasan ve Sinanparekendesi Mahallesi’nden olan oğlu Dede ‘Osmân adlı kişiler müvekkilim es-Seyyid Halîl Ağa’nın iltizamında olan Zile Mukâta’sının Parakende Re’âyasından olmalarıyla ve vekâletim hasebiyle her birinin bin yüz sekiz ve tokuz senelerine ait olan rüsum-ı ra’iyyetlerini talep ederim diyerek adı geçen kişilerden sorulmasını istemiştir. Talebi üzerine meclis-i şer’ tarafından adı geçen kişilere sorulmuş adı geçen kişiler cevablarında bizim cedlerimiz ve babalarımız eskiden beri Karabınar kazasında bulunan cami vakfı re’ayasından olub sûret-i defterde kayıtlı olan rüsum-ı ra’iyyetimizi vakıf mütevellilerine verdik diyerek sûret-i defterde tatbik ettirmiş ve her biri Zile Mukâta‘asından olduklarını inkâr etmişlerdir. Bunun üzerine meclis-i şer, adı geçen kişilerin Zile Mukâta‘asından olduklarını gösteren sûret-i defteri ‘Abdulgani’den talep etmiş, ancak ‘Abdulgani sûret-i defteri gösterememiş ve ‘Abdulgani’ye sûret-i defteri ibraz etmedikçe adı geçen kişileri rencide etmemesi tenbih edilmiştir120.

Önceki iki kaydın benzeri olan kayıtta ise: Zile Mukâta’asının bin yüz sekiz ve yüz tokuz senelerinde voyvodası olan es-Seyyid Halîl Ağa tarafından vekil olarak tayin edilen ‘Abdulgani bin Nebi meclis-i şer’-e gelerek, Cemâl Mahallesi’nden Mehmed ve Sadırlar Mahallesi’nden olan Bektaş adlı kişiler müvekkilim es-Seyyid Halîl Ağa’nın iltizamında olan Zile Mukâta’sının Parakende Re’âyasından olmalarıyla ve vekâletim hasebiyle her birinin bin yüz sekiz ve dokuz senelerine ait olan rüsum-ı ra’iyyetlerini talep ederim diyerek adı geçen kişilerden sorulmasını istemiştir. Talebi üzerine meclis-i şer’ tarafından adı geçen kişilere sorulmuş adı geçen kişiler cevablarında bizim cedlerimiz ve babalarımız eskiden beri Karabınar kazasında bulunan cami vakfı re’ayasından olub……. 121 Bu belgenin geri kalanı deftere yazılmamış ve defterin incelenen sayfalarında bulunamamıştır. Bu nedenle dava sonucu ile ilgili herhangi bir bilgimiz yoktur.

Bedel-i Sürsât; XVII. yüzyıl ortalarında devlet hazinesine giren gelirlerin hemen hemen yarıya yakını çok çeşitlilik kazanmış olan bedellerden sağlanıyordu. Bu yüzyıldaki yaygın uygulama sebebiyle en çok bilinen vergi türü "bedel-i nüzül" ve "sürsat" idi. Ordunun yiyecek ihtiyacını karşılamak için halktan aynî olarak alınan nüzül vergisi, büyük askerî yollar veya savaş sahasına yakın yerler dışındaki bölgeler için nakdî bir vergi haline gelmişti. Ayrıca ordunun konakladığı yerlere erzâk getiren kimselere devletçe ödenen bedel için de "bedeleyn-

120 KŞS 32 / 43-2. 121 KŞS 32 / 43-3.

36

i nüzül" veya "sürsat akçesi" adı verilirdi122. Birinci kayıtta, Husus-ı ‘âtiyyü’l-beyâna mübaşir tayin edilen Ahmed Ağa meclis-i şer’-e gelerek, bin yüz yedi senesinin İç-il Sancağı’nın bedel-i sürsat malının cem’ ve tahsiline memur olan ‘Abdullah ağa bu sancaktaki bede-i sürsat malını toplayı düvan-ı hümâyun’a arz-ı hal ettikten sonra Karataş kazasının bedel-i sürsat malının tahsiline tayin edilen Konya sakinlerinden el-Hâc Mustafâ adlı kişi sûret-i defter gereğince lazım gelen malları bana verip iki yüz iki buçuk guruş kendisinde kaldı. Fermân-ı şerif aldıktan sonra el-Hâc Mustafâ’dan emir gereği mübaşirliğim hasebiyle yüz guruş nakit ve bir yüz iki buçuk guruş daha ve bir al at aldım bundan sonra el-Hâc Mustafâ zimmetinde bir akçe ve bir habbe hak ve alakam kalmadı diye meclis-i şer’-e bildirmiştir123.

İkinci kayıt yine birinci kayıtla benzer nitelikler göstermekte olup şu şekildedir; Konya’da es-Seyyid ‘Abdulhay Efendi meclis-i şer’-e gelerek bin yüz sekiz senesinde Silifke Sancağının bedel-i sürsat malının cem’ine memur olmam ile Salındı kazasından talep eylediğimde kaza sakinleri bedel-i sürsat malını ve zimmetlerinde kalmadı. Ancak ‘İvaz, Ahmed ve ‘Osmân adlı kimseler biz Ermenek kazasındanız Salındı kazasından değilleriz dediler. Bunun Karaman eyaleti mütesellimi tarafından hapse atıldılar. Biz bu kişilerin Salındı kazasından olduklarına kefil oluyoruz diyerek hapisten çıkarılmalarını talep etmiştir124.

Diğer kayıtta ise, Konya’da Pîrîpâşâ Mahallesi sakinlerinden Mesnevihânzade es- Seyyid ‘Abdulhay Efendi meclis-i şer’-e gelerek bin yüz sekiz senesine mahsûb olmak üzere eyalet-i Karaman’ın bede’l-sürsat malının cem’ ve tahsiline ben memûr olmam ile sûret-i defter-i hakani gereğince Silifke sancağında dörtyüz seksen üç guruş mal-ı mirisi olan Selenti kazasının ve ikiyüz seksen sekiz guruş ve buçuk rub’ mal-ı mirisi olan Ma‘mûriye ve Anamur kazalarından mal-ı mirilerinin tahsili içün mukaddemâ tarafından adam gönderdiğimde Yunus Ağa adlı kimse mal-ı miriyi toplamak bana verildi diyerek tekrar etmiş ben bir tarafdan ‘İvaz bin Hızır ve Ahmed bin Velî ve ‘Osmân bin Hasan nâm kimesneleri kaza-i Selenti eyaletinden olmak üzere mal-ı miriyi tahsil içün eyalet-i Karaman mütesellimi haps ettirmiştir. el-Hâc Seyyid Ahmed ile Mustafâ adlı kimseler ise ‘İvaz ve Ahmed ve mezkûr ‘İvaz adı geçen ‘Osmân’a bundan önce vekil olmuşlardı. İki kazanın defter-i hakani mal-ı mirisi olan toplam yediyüz yetmiş bir guruşa ve buçuk rub’dan ikiyüz altmış tokuz guruşuna tayin etmekle ben dahi kabul edip bütün eşyanın toplamı olan mal-ı miriden ikiyüz altmış tokuz guruşuna tayin idüb kefalet-i meşruhâdan adı geçen el-Hâc Seyyid Ahmed ve

122 Feridun Emecen, “Bedel”, DİA, Ankara 1992, s.301. 123 KŞS 32 / 45-3

37

Mustafâ’ya verdim ve elimde olan kefalet hüccetimi ellerine teslim ettim diye haber vermiştir125.

Tekâlif-i Örfiyye; cihad ve harb ihtiyaçları için devlet hâzinesinde karşılıyacak para bulunmadıği zamanlarda tekâlif-i âdiye kaaidelerine tevfikan tarh ve tahsiline mesag (ruhsat) bulunan tekliflerdir. Tekâlif-i şakka; ihtiyaca müstenit ve teklif kaidelerine muvafık olmıyan ve binaenaleyh vaz' ve tahmiline şer’î cevaz bulunmıyan tekliflerdir126. Haklarında şer’i cevaz olmadığı gibi çıkarılan fermân ve adaletnâmelerle yasaklanan bu vergilerin teftiş akçesi, devr akçesi, harc-ı bab, mesârif-i sancak, saray tamiri, esb-bahâ, kaftan bahâ, hil’ât bahâ, na’l bahâ, zahire bahâ, öşr-i diyet gbi isimler taşıdığı belgelerden anlaşılmaktadır. Zamanla tekâlif-i örfiye ve tekâlif-i şakka birbirinden ayrılmaz hale gelmiş, çoğunlukla birbirlerinin eş anlamlısı gibi kullanılmıştır127.

Tekâlif-i örfiyye ve şakka vergisinin128 toplanması anlaşmazlığı olan kayıtta: Konya’da Südcü Zokağı ahalisinden bazı kimesneler meclis-i şer’-e gelerek, bizim olduğumuz Südcü Zokağı ‘avarız hanesine dâhil olmayıp sonradan bina olmuştur. Biz de bu yüzden Hâcı Cemal Mahallesiyle birlikte tekâlif-i örfiyye verdik, onlarla anlaşmıştık, daha sonra adı geçen mahalledeki kimseler bizimle birlikte tekâlif vermemek üzere hüccet ettirdiler. Biz de tek başımıza iltizam vermek zorunda kaldık. Hâcıcemal Mahallesi’ndeki kimseler de razı olurlarsa birlikte tekâlif-i örfiyye verelim diye sorulmasını talep etmişlerdir. Talepleri üzerine Hâcıcemal Mahallesi ahalisine sorulmuş, adı geçen kimseler cevaplarında Südcü Zokağı ahalisinin tekâlif-i ‘örfiyye ve şakkadan birer hane tekâlif vermelerine razı olduk demişler ve dava kapanmıştır129.

Benzer Belgeler