• Sonuç bulunamadı

2. AHBÂRÎLER VE USÛLÎLERDE ÂYETLERİN İMÂMETE DELİL

2.1. İMÂMETE DELİL OLARAK ÖNE SÜRÜLEN ÂYETLER

2.1.1. İmâmete Doğrudan Delâlet Edenler

2.1.1.3. Velâyet Âyeti

İmâmiyye’nin imâmete delil olarak öne sürdüğü âyetlerden birisi de Mâide sûresinin 55. âyetidir. Onlar tarafından velâyet âyeti diye isimlendirilen bu âyetin meâli onlara göre şöyledir: “Sizin veliniz (dinî ve dünyevî işlerinizde yetkili olmaya en lâyık olanlar), sadece Allah, Resûlü ve namazı dosdoğru kılıp rükû hâlinde iken zekât (sadaka) verenlerdir (Hz. Ali).” Meâli verilen bu âyette yedi çoğul kelimenin bir araya geldiği " َنﻮُﻌِﻛاَر ْﻢُھَو َةﺎَﻛﱠﺰﻟا َنﻮُﺗْﺆُﯾَو َة َﻼﱠﺼﻟا َنﻮُﻤﯿِﻘُﯾ َﻦﯾِﺬﱠﻟا اﻮُﻨَﻣَآ َﻦﯾِﺬﱠﻟاَو" şeklindeki ifâdeden kasıt, İsnâaşeriyye’ye göre Hz. Ali’dir.481

Velâyet âyetinde Hz. Ali’nin amaçlandığının ileri sürüldüğüne karşılık gelen bir ifâde yer alırken tebliğ ve dinin ikmâli âyetlerinde böyle bir ifâde bulunmamaktadır. Zira bu iki âyette tebliğ edilmesi emredilen şey ve dinin ne ile kemâle erdirildirildiği anlamlarını karşılayacak bir ifâde yoktur. Ne var ki, her üç âyette de Hz. Ali’nin imâmetinin amaçlandığı, İmâmiyye’deki rivâyetler aracılığıyla öne sürülmektedir.482

el-Küleynî’nin (ö. 329/941) naklettiği bir rivâyete göre Allah Teâlâ, bu âyeti indirmekle Hz. Peygamber’e (s.a.s.) kendisinden sonra Hz. Ali’nin halîfe olmasını emretmiştir.483 Onun aktardığı başka bir rivâyette İmam Câfer es-Sâdık, velâyet âyetinde yer alan

" ﺎَﻤﱠﻧِإ ُﻢُﻜﱡﯿِﻟَو ُﱠﷲ ُﮫُﻟﻮُﺳَرَو َﻦﯾِﺬﱠﻟاَو اﻮُﻨَﻣَآ

" cümlesini, “Kıyâmete kadar nefisleriniz, işleriniz ve

mallarınız hususunda yetkili olmaya en lâyık olanlar Allah, Resûlü, Ali ve onun imam olan evlatlarıdır.” şeklinde açıklamıştır. Buna göre yukarıdaki yedi çoğul kelimenin bir arada bulunduğu ifâdeden amaçlananın, Hz. Ali’nin de içinde bulunduğu oniki imam olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu rivâyette Hz. Ali’nin öğle namazında iki rekâtı tamamlayıp rükûda iken dilenci sûretinde gelen bir meleğin ondan sadaka istemesi üzerine, üzerinde bulunan cübbeyi çıkarıp onu alması için cübbeye eliyle işâret ettiği ve bunun üzerine velâyet âyetininin indiği anlatılmaktadır. İmâmet makamına ulaştıklarında Ali evlâdının Hz. Ali gibi rükûda iken dilenci sûretinde gelen bir meleğe sadaka verdiklerine ilişkin yer alan bu rivâyetteki bilgi

481 el-Küleynî, Usûl, s. 166; et-Tabâtabâî, Mîzân, VI, 9-10; Nâsır Mekârim, Emsel, III, 6, s. 462. 482 Mesela bkz. el-Kummî, a.g.e., s. 163; el-‘Ayyâşî, a.g.e., I, 355-357; el-Küleynî, Usûl, s. 166. 483

Bkz. el-Küleynî, Usûl, s. 166.

108

dikkat çekmektedir.484 el-‘Ayyâşî’nin (ö. 320/932 [?]) naklettiği rivâyete göre ise velâyet âyetinin inmesine sebep olan olay, bir dilencinin nâfile namazda rükû halinde bulunan Hz. Ali’den dilenmesi üzerine bu durumda iken Hz. Ali’nin, parmağından yüzüğünü çıkarıp ona vermesidir.485

Ancak İsnâaşeriyye’nin kimi rivâyetlerinde Hz. Ali’nin rükû halinde iken yüzüğünü elinden çıkartmadığı, onu alması için dilenciye işâret ettiği bildirilmektedir.486

İmâmiyye ulemâsı, Hz. Ali’nin tasadduk ettiği şeyin bazı rivâyetlerde cübbe, bazılarında da yüzük olduğunun belirtilmesinden kaynaklanan uyumsuzluğun, birinde cübbesini diğerinde de yüzüğünü tasadduk etmekle olayın tekrarlandığı şeklinde giderilebileceğini savunmaktadırlar.487 Diğer yandan İsnâşeriyye’nin kimi rivâyetleri, tasaddukun Allah Resûlü’nün gözü önünde gerçekleştiğini belirtirken kimileri de onun görmediği bir zamanda yapıldığını bildirmektedir.488 Bunlardan bazıları da Hz. Musa’nın Allah’tan Hz. Harun’u yardımcı olarak istediği gibi Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’yi yardımcı olarak talep ettiğini, velâyet âyetinin de bunun üzerine indiğini ifâde etmektedir.489

Gerek Ahbâri gerekse Usûlî müfessirler olsun, erken dönemden günümüze kadar bu âyetin İsnâaşeriyye tarafından imâmete delil olarak öne sürülmesi, âyetin İsnâaşeriyye mezhebince önemini ortaya koymaktadır.490

Usûlî müfessir Ebû Câfer et-Tûsî (ö. 460/1067) ilgili âyetin imâmete delil olması açısından önemini şu cümleyle vurgulamaktadır: “Bil ki, bu âyet Müminlerin emirinin (Hz. Ali) Hz. Peygamber’den hemen sonra imam olması gerektiğini ortaya koyan açık delillerdendir.”491 Usûlî müfessir Fadl et-Tabresî (ö. 548/1154) ise ilgili âyeti, Hz.

484

Bkz. el-Küleynî, Usûl., s. 166. 485 el-‘Ayyâşî, a.g.e., I, 355-356.

486 Mesela bkz. Şerefüddin el-Esterâbâdî, a.g.e., s. 157; Hâşim el-Bahrânî, Burhân, I, 481;.

487 Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 419; el-Meşhedî, a.g.e., IV, 154; Muhammed es-Sebzevârî, a.g.e., II, 486. 488 Mesela bkz. el-Kummî, a.g.e., s. 163-164; el-‘Ayyâşî, a.g.e., I, 355-356; Hâşim el-Bahrânî,

Burhân, I, 480-482, 484; el-Huveyzî, a.g.e., I, 645-646, 648-649, el-Meşhedî, a.g.e., IV, 150-151.

489Şerefüddin el-Esterâbâdî, a.g.e., s. 157; el-Meşhedî, a.g.e., IV, 150-151.

490 Bkz. el-Kummî, a.g.e., s. 163; el-‘Ayyâşî, a.g.e., I, 355-357; et-Tûsî, Tibyân, III, 385-389; et- Tabresî, Mecma‘ul’l-Beyân, III, 359-364; eş-Şeybânî, a.g.e., II, 232-233, Şerefüddin el-Esterâbâdî,

a.g.e., s. 156-160; Fethullah el-Kâşânî, a.g.e., II, 279-285; Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 418; Hâşim el-

Bahrânî, Burhân, I, 479-485 el-Huveyzî, a.g.e., I, 643-648;; Nureddin el-Kâşânî, a.g.e., I, 299; el- Meşhedî, a.g.e., IV, 144-154; el-‘Âmilî, a.g.e., I, 387-388; eş-Şübber, Cevher, II, 188-189; el- Cenâbezî, a.g.e., II, 92; Muğniyye, Kâşif, III, 82-83; et-Tabâtabâî, Mîzân, VI, 5-22; Muhammed es- Sebzevârî, a.g.e., II, 484-486; es-Sâdıkî, a.g.e., IX, 44-51; Nâsır Mekârim, Emsel, III, 6, s. 461- 470.

491

et-Tûsî, Tibyân, III, 385.

109

Ali’nin imâmetine delâlet eden en açık delillerden saymaktadır.492

Sözü edilen iki Usûlî müfessirin ilgili âyetin, imâmete delâlet etme hususunda açık ve anlaşılır olduğuna ilişkin yaptıkları açıklamaların arkasında, âyetin Hz. Ali hakkında indiğini belirten rivâyetlerin varlığından ziyâde âyette Hz. Ali’nin amaçlanabileceğinin ileri sürüleceği bir ifâdenin yer alması yatabilir.

İmâmiyye müfessirleri ilgili âyetin imâmete delil olduğunu ispatlama sadedinde, zikrettikleri rivâyetlerle yetinmeyip âyetin anlamına dönük tahliller yapmanın yanı sıra âyet çerçevesinde yapılan itirazlara cevap vermeye çalışmaktadırlar. Onlara göre ilgili âyette geçen " ّﻲﻟَو"kelimesi en layık, en müstehak anlamında olup burada Müslümanların dinî ve dünyevî işlerinde tasarruf sâhibi olmaya en layık ve en yetkili olanlar belirtilmiştir.493 Âyetin başında bulunan ﺎﻤﱠﻧإ

edatı onlara göre bu anlamı desteklemektedir. Zira bu edat, hasr/sınırlama ifâde ettiğinden âyet, müminlerin velilerini (tasarruf sahibi olmaya en layık olanlar); Allah, Resûlü ve namaz kılıp rükûda iken zekât (sadaka) veren(ler)le snırlandırmıştır. İmâmiyye ulemâsı, âyetteki ّﻲﻟَو kelimesinden, lügat anlamlarından olan “dost” ve “yardımcı” anlamının amaçlanması hâlinde yukarıda açıklandığı gibi bir sınırlamanın söz konusu olamayacağına, zira bu durumda tüm Müslümanların âyetin kapsamı altında değerlendirileceğine dikkat çekmektedirler.494

Âyetteki "نﻮﻌِﻛار ْﻢُھو" cümlesinin, hal cümlesi olup zekât (sadaka) verenin durumunu belirttiği ve "نﻮﻌِﻛار" kelimesinin namazda yapılan rükû eylemini ifâde ettiği hususunda onların ısrarcı oldukları gözlemlenmektedir.495 Ayrıca onlar, ilgili âyette çoğul olarak gelen

" َﻦﯾِﺬﱠﻟاَو اﻮُﻨَﻣَآ

" terkibinden Hz. Ali’nin amaçlandığının garipsenmemesi gerektiğini, çünkü çoğul ifâdelerden bir kişinin kastedilebilebildiğini, nitekim kimi âyetlerde bu durumun görüldüğünü dile getirmektedirler. 495F

496

Yine onlar, ilgili âyeti imâmete delil olarak öne sürerken Hz. Ali’nin, elindeki yüzüğü alması için namazda iken dilenciye yaptığı işâretin, namazı bozan amel-i kesir kabîlinden sayılmadığını, bu durumun namazda bulunan bir kimsenin ona zarar verebilecek bir hayvanı öldürüp tekrar

492

et-Tabresî, Mecma‘ul’l-Beyân, III, 363. 493

et-Tûsî, Tibyân, III, 385; et-Tabresî, Mecma‘ul’l-Beyân, III, 359. 494

et-Tûsî, Tibyân, III, 386; et-Tabresî, Mecma‘ul’l-Beyân, III, 363; et-Tabâtabâî, Mîzân, VI, 7-8; Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 55-56.

495

et-Tûsî, Tibyân, III, 387-388; et-Tabresî, Mecma‘ul’l-Beyân, III, 360, 363; et-Tabâtabâî, Mîzân, VI, 10, 13-14.

496 Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 65-70.

110

namazına devam etmesi meselesine benzediğini belirtmektedirler.497Namazı tam bir huşû içinde kılmakla bilinen Hz. Ali’nin, kendisine tasadduk edilmesinden ümit kesen ve kimi rivâyetlerde anlatılan dilencinin, “Allah’ım! Sen şahit ol ki, ben Allah Resûlü’nün mescidinde dilendim, ancak kimse bana yardımda bulunmadı.” sözlerine duyarsız kalmayarak yüzüğünü tasadduk etmesinin, bu niteliğiyle çelişmediğinin altını çizmektedirler.498

Öte yandan kimi İsnâaşeriyye ulemâsı, ilgili âyetin Hz. Ali hakkında indiğine dâir bazı rivâyetlerin kimi Sünnî âlimlerin eserlerinde yer almasının, âyetin imâmete delil olması yolunda kendi görüşlerini desteklediğini savunmaktadırlar.499

Oysa Sünnî ulemânın eserlerinde ilgili âyetin Hz. Ali hakkında indiğini belirten rivâyetlere yer vermesinin sebebinin, onun Hz. Ali hakkında indiğini kabul etmeleri değil, âyete nüzul sebebi olarak nakledilen rivâyetleri bir arada toplamak olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim onlar, Hz. Ali’nin söz konusu olmadığı ve âyetin nüzul sebebi olarak değerlendirilen başka rivâyetlere de yer vermektedirler.500 Ayrıca onlar ilgili âyetin

nüzul sebebi olması açısından Hz. Ali ile ilişkilendirilen rivâyetleri tercih etmemektedirler.501 Mesela el-Âlûsî, bu âyetin Abdullah b. Selâm (ö. 43/663-64) ve arkadaşları hakkında indiğini yeğlemektedir.502

Buna göre arkadaşları ile beraber İslam’ı seçmelerinden dolayı Abdullah b. Selâm’ın Allah Resûlü’ne: “Ey Allah’ın Resûlü! kavmimiz bizi terketti, bizimle oturmamaları için birbirlerine söz verdiler, uzak oldukları için senin ashabınla da oturamıyoruz.” demesi üzerine ilgili âyet inmiştir.503

Âyette Abdullah b. Selâm ve arkadaşlarının Yahudileri dost edinmemeleri gerektiği hasredici/sınırlayıcı bir üslupla anlatılmıştır. Böylece el- Âlûsî’ye göre "ﺎﻤّﻧإ" edatı vaz‘ edildiği hasr/sınırlama anlamında kullanılmış, âyette Müslümanların Allah, Resûlü ve müminlerin dışındakileri dost kabul etmemeleri anlatılmıştır.504

el-Âlûsî, yaptığı bu açıklamayla "ﺎﻤّﻧإ" edatının vaz‘ edildiği

497Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 61-62. 498

A.e., s. 63-64.

499 Mesela bkz. İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Minhâcü’l-Kerâme, s. 115-117; et-Tabâtabâî, Mîzân, VI, 18-22; Nâsır Mekârim, Emsel, III, 6, s. 463-464.

500 Mesela bkz. el-Beğavî, a.g.e., s. 385; er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 27; İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 7-11, İbn Kesîr, a.g.e., III, 423-425.

501 Mesela bkz. er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 32; İbn Kesîr, a.g.e., III, 423-425 502

el-Âlûsî, a.g.e., VI, 171.

503 el-Beğavî, a.g.e., s. 385; er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 27. 504

el-Âlûsî, a.g.e., VI, 167-168.

111

anlamında kalarak İsnâaşeriyye’nin âyete yaptığı yorumdan başka bir şekilde açıklanabileceğini ortaya koymaktadır.

Sünnî müfessirler, ilgili âyetteki velî kelimesinin dost ve yardımcı anlamında olduğunu, âyetin bulunduğu siyâkın da bu anlamda olduğunu desteklediğini dile getirmektedirler.505Zira İsnâaşeriyye müfessirlerinin de kabul ettiği gibi ilgili âyetin, öncesi ve sonrasındaki âyetlerde velî kelimesinin çoğulu evliyâ (ءﺎﯿﻟوأ) sözcüğü, dost ve yardımcılar anlamında kullanılmış, buralarda Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanları dost ve yardımcı edinmemeleri emredilmiştir. Ayrıca ilgili âyetten önceki âyetlerde münâfıkların Yahudi ve Hıristiyanların dostluklarını kazanmaya çalıştıkları bildirilmekte ve dinden dönenlerin olması hâlinde Allah’ın, onların yerine, kendilerini sevdiği, onların da Allah’ı sevdiği, Müslümanlara karşı merhametli, kâfirlere karşı sert ve tavizsiz, Allah yolunda cihad eden ve hiç kimsenin kınamasına aldırmayan bir topluluğu getireceği anlatılmaktadır.506 Bundan dolayıdır

ki, Sünnî müfessirler, ilgili âyetteki velî kelimesinin tasarruf ve yetkide en lâyık anlamına oranla dost ve yardımcı anlamında kullanılmasının siyâka daha uygun olduğunu savunmaktadırlar.507 Ayrıca onlar, fâilin tâzimi veya yapılan eylemin

üstünlüğüne işâret etmek için çoğul kalıbın tek şahış için kullanılabileceğini kabul etseler de yukarıda çoğul kalıpları içeren ifâdeyi, çoğul anlamda kullanılmasından çıkaracak bir zarûretin olmadığını ve bu ifâdeden Müslümanların kastedildiğini düşünmektedirler. İlgili âyette hal cümlesi olarak bulunan "نﻮﻌِﻛار ْﻢُھو" terkibinin, namaz kılan ve zekât verenlerin durumunu bildirdiğini dile getiren Sünnî müfessirler, bu cümledeki "نﻮﻌِﻛار" kelimesinin, lügat anlamı olan “boyun eğmek” mânâsında kullanıldığını, bu anlamda kullanımın da kimi âyetlerde görüldüğünü vurgulamaktadırlar.507F

508

Sünnî müfessirlere göre ilgili âyetin meâli şu şekildedir: “Sizin gerçek veliniz (dost ve yardımcılarınız) sadece Allah, Resûlü ve bir de Allah’ın emirlerine tastamam boyun eğerek namazı hakkıyla kılan ve zekât veren Müslümanlardır.” Onlar, bu âyette Müslümanların Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılma ve zekât verme niteliklerinin öne çıkarıldığını, bununla da onların

505

Mesela bkz. er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 29-30; el-Âlûsî, a.g.e., VI, 168.

506 Karş. er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 29-30; el-Âlûsî, a.g.e., VI, 168; et-Tabâtabâî, Mîzân, VI, 5-6. 507

er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 29-30. 508

Mesela bkz. er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 34; el-Âlûsî, a.g.e., VI, 167-169.

112

münâfıklardan ayrıldığının amaçlandığını dile getirmektedirler. Zira âyetlerde belirtildiği gibi münâfıkların, namaza üşene üşene geldikleri509 insanlara gösteriş

yapmak için namaz kıldıkları, Allah’ı pek az andıkları510ve mal düşkünü oldukları511

bilinmektedir.512

Diğer yandan Sünnî ulemâ, İsnâaşeriyye ulemâsının ilgili âyeti imâmete delil olarak öne sürerken yaptıkları açıklamalara başka açılardan da itirazlarını dile getirmektedirler. Onlar, İsnâaşeriyye ulemâsının söz konusu âyetin Hz. Ali hakkında indiğine ilişkin icmâ olduğu görüşünü513

kabul etmemektedirler. İmam Muhammed el-Bâkır’ın ilgili âyetin, muhâcirler ve ensâr hakkında indiğini belirttikten sonra bir kişinin: “[Ama] biz işittik ki, bu âyet Ali hakkında inmiştir.” sözüne karşılık onun: O, (Hz. Ali) da onlardandır.” şeklindeki cevabını görüşlerine destekleyici olarak öne sürmektedirler.514 el-Âlûsî, İsnâaşeriyye ulemâsının sözü edilen âyette hasr/sınırlama ifâde eden "ﺎﻤّﻧإ" edatınının âyetteki veli kelimesinin, yetki ve tasarruf sâhibi olmak anlamında belirleyici olduğuna yönelik yaptıkları yorumun onlara fayda değil zarar verdiğini, çünkü bu durumda imâmetin sadece Hz. Ali’yle sınırlanıp diğer onbir imamı kapsamadığını belirtmektedir.514F

515

Usûlî âlim İbnü’l-Mutahhar el- Hillî, (ö. 726/1325) ilgili âyetin Sünnî âlimler tarafından da imâmete delil olarak kabul edilmesi gerektiğine işâret ederken Sünnî âlim es-Sa‘lebi’nin (ö. 427/1035), eserinde rükûda bulunan Hz. Ali’nin yüzüğünü dilenciye verdiğini, bunu gören Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’nin yardımcısı olması için Allah’a dua ettiğini, bunun üzerine de bu âyetin indiğini belirten rivâyete yer verdiğini belirtmektedir.515F

516

Ne var ki, İbn Teymiyye (ö. 728/1328), es-Sa‘lebî’nin eserinde yer verdiği bu rivâyetin uydurma olduğunu vurgulamaktadır. es-Sa‘lebî’nin bu rivâyeti zikretmekle onun sahihliğini amaçlamadığını da dile getiren İbn Teymiyye şöyle devam etmektedir: “Ali’nin, Allah Resûlü’ne (s.a.s.) yardım etmesi için diğer sahâbîlerde olmayan bir

509 Tevbe 9/54. 510 Nisa 4/142. 511 Ahzâb 33/19. 512

Bkz. er-Râzî, a.g.e., VI, 12, s. 27-28.

513 Bkz. İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Minhâcü’l-Kerâme, s. 115; Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 57- 60.

514 İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 11-14; el-Âlûsî, a.g.e., VI, 168. 515

el-Âlûsî, a.g.e., VI, 167. 516

el-Hillî, Minhâcü’l-Kerâme, s. 116.

113

ayrıcalığı yoktu. Gerek dille gerekse elle, Allah Resûlü’nün sadece Ali’nin yardımına ihtiyaç duyduğu bir durum da bilinmemektedir. (…)”

Tüm bu anlatılanlardan İsnâşeriyye’nin, imâmete delil olma açısından Mâide sûresi 55. âyete sıkı sıkıya yapıştığı, Sünnî ulemânın ise bunun aksi yönde bir tutum izlediği görülmektedir. İlgili âyetin, Hz. Ali’nin Resûl-i Ekrem’den hemen sonra imâmete geçmesi gerektiğine yönelik delil olduğunu öne sürmek kanaatimizce çok zordur. Rivâyet metinlerinde göze çarpan çelişkilerin varlığı, ilgili âyetin, İsnâşeriyye ulemâsı tarafından yapılan yorumun dışında imâmetle ilişkilendirilmeyerek yorumlaranabilmesi ve âyetin bulunduğu siyâkın; velî kelimesininin, yetki ve tasarruf sahibi anlamında değil dost ve yardımcı anlamında olduğunu öne çıkarması kanaatimizi destekler niteliktedir.