• Sonuç bulunamadı

2. AHBÂRÎLER VE USÛLÎLERDE ÂYETLERİN İMÂMETE DELİL

2.1. İMÂMETE DELİL OLARAK ÖNE SÜRÜLEN ÂYETLER

2.1.1. İmâmete Doğrudan Delâlet Edenler

2.1.1.4. İtaat Âyeti

İmâmiyye ulemâsı itaat âyeti diye isimlendirdikleri Nisa sûresinin 59. âyetini de imâmete delil olarak öne sürmektedirler.517 Bu âyette meâlen şöyle buyurulmaktadır:

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin (emirlerini yerine getirin), peygambere itaat edin, sizden olan ulü’l-emre (yetki sahipleri) de. Şayet bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, - Allah’a ve âhirete gerçekten iman ediyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere arzediniz. Bu, sonuçta hem hayırlı hem de en güzel (tutum)dur.

Âyette “ve” bağlacı ile yetinilmeyip “itaat ediniz” anlamındaki "اﻮﻌﯿِطَأ" emir kalıbı Resûl-i Ekrem için tekrarlanırken ulü’l-emr için tekrar edilmemiştir. Ayrıca burada, bir hususta anlaşmazlığa düşüldüğü takdirde bunun çözümü için mürâcaat edilecek merciin Allah ve Resûlü olduğu vurgulanırken ülü’l-emr, çözüm mercii olarak belirtilmemiştir. Anlaşmazlığın bulunduğu takdirde çözümü için onun, Allah’a arzedilmesinden, Kur’ân’a, Hz. Peygamber’e arzedilmesinden ise hayattayken bizzat kendisine değilse sünnetine mürâcaat edilmesinin anlaşıldığı âşikârdır.

el-Küleynî’nin (ö. 329/941) aktardığı rivâyetlere göre ilgili âyetteki ulü’l- emr’den kastedilen imamlardır. Buna göre âyette Allah’a ve Hz. Peygamber’e itaatın

517 Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 79.

114

yanında kıyâmete kadar tüm müminlerin imamlara itaat etmeleri emredilmiştir.518

Ahbârî müfessirler, ilgili âyetin açıklanması sadedinde metin açısından farklı olsa da ulü’l-emr’den amaçlananların imamlar veya Hz. Ali olduğunu belirten rivâyetlere yer vermektedirler.519 el-‘Ayyâşî’nin (ö. 320/932 [?]) naklettiği bir rivâyete göre Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye Allah’ın, kendisi ve kendisinden sonraki ortakları hakkında duâsının kabul ettiğini söylemesi üzerine Hz. Ali, ortaklarının kimler olduğunu ona sormuş, Allah Resûlü de imamları kastederek, “Allah’ın, kendilerini, onun ismi ve benim ismimle bir araya getirdiği kimselerdir.” deyip İtaat âyetini okumuştur.520

Ahbârî müfessir el-Kummî (ö. 307/919’dan sonra) ise ulü’l-emr terkibini müminlerin emiri yani Hz. Ali şeklinde açıklamaktadır.521

Sözü edilen rivâyetler arasında ilgili âyetin "...ﻢﻜﻨﻣ ﺮﻣﻷا ﻟﻮوأ ﻰﻟإو لﻮُﺳﱠﺮﻟا {ﻰﻟإ}و ِﱠﷲ ﻰَﻟِإ {هﻮﻌﺟْرﺎَﻓ} ٍءْﻲَﺷ ﻲِﻓ ْﻢُﺘْﻋَزﺎَﻨَﺗ ْنِﺈَﻓ ..."F

522

şeklinde indiğini ifâde eden, böylece bir hususta anlaşmazlığa düşüldüğünde ulü’l- emr’in de bir çözüm mercii olduğunu belirten rivâyetler dikkat çekmektedir.522F

523Diğer

yandan bahsedilen rivâyetlerin kimisinde âyetteki ulü’l-emrin, Hz. Peygamber tarafından oniki imamın ismi zikredilerek açıklanması dikkat çeken başka bir husustur.523F

524

Bu anlatılanlarla, âyetteki ulü’l-emr tamlamasından, imamların ya da Hz. Ali’nin kastedildiğine ilişkin İsnâaşeriyye’deki rivâyetlerin belirleyiciliği burada da kendini göstermektedir.

İlgili âyetin imâmete delil olduğu hususunda Ahbârî müfessirler gibi düşünen Usûlî müfessirler, âyette Allah ve Resûlü gibi ulü’l-emre itaat etmenin kayda veya şarta bağlanmamasının, ulü’l-emr’in masûmiyetini gerektirdiğini, bu niteliği hâiz olanların da sadece imamlar olduğunu öne sürmektediler.525

Günümüz İsnâşeriyye müfessirlerinden Nâsır Mekârim eş-Şîrâzî (d. 1926), âyette belirtilen ulü’l-emr’in, mâsum olmaları gerektiğine dikkat çekerken bunların,

518

Bkz. el-Küleynî, Usûl, s. 158-159, 165.

519 Bkz. el-Kummî, a.g.e., s. 135; el-‘Ayyâşî, a.g.e., I, 276-28; Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 340-342; Hâşim el-Bahrânî, Burhân, I, 381-386; el-Huveyzî, a.g.e., I, 497-505; el-Meşhedî, a.g.e., III, 437-448. 520 el-‘Ayyâşî, a.g.e., I, 280.

521

el-Kummî, a.g.e. s. 135.

522Parantez içerisindeki kelimeler âyetten olmayıp âyet şu şekildedir: ِ ﱠﷲ ﻰَﻟِإ ُهوﱡدُﺮَﻓ ٍءْﻲَﺷ ﻲِﻓ ْﻢُﺘْﻋَزﺎَﻨَﺗ ْنِﺈَﻓ " "ِلﻮُﺳﱠﺮﻟاَو

523 Bkz. el-Kummî, a.g.e., s. 135; el-Küleynî, Usûl, s. 158-159. Bu İsnâşeriyye rivâyetinin Kur’ân’ın tahrif edildiğini belirttiği gözden kaçmamaktadır.

524 Mesela bkz. Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 341; Hâşim el-Bahrânî, Burhân, I, 381, 383-384; el-Huveyzî,

a.g.e., I, 499; el-Meşhedî, a.g.e., III, 438.

525

Mesela bkz. et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, III, 114.

115

Allah tarafından seçilmiş kişiler olduğunu dile getirmektedir.526 İlgili âyetteki ulü’l-

emr’den kimlerin kastedildiğine dâir yapılan yedi açıklamadan, onlardan imamların kastedildiğini belirten yedinci açıklamanın doğru olduğunu savunan eş-Şîrâzî şunları dile getirmektedir:

[Ulü’l-emr’den kimlerin kastedildiği ile ilgili], geçen itirazlardan hiç biriyle karşı karşıya bıraktırmayan tek bir tefsir kalıyor ki o da yedinci tefsirdir. Bu tefsire göre ulü’l-emrden kasıt, masum olan imamlardır. Zira bu tefsir, söz konusu âyetten anlaşılan kayıtsız ve zorunlu olarak itaat etmek [anlamı]yla bağdaşmaktadır. Çünkü ismet (günah işlemek ve hatâ yapmaktan korunmuşluk) makâmı, imamı her türlü günahtan ve hatâdan korumaktadır. Bu açıdan imam –Hz. Peygamber gibi- kayıtsız şartsız itaat edilmesi gerekli olan bir kişi olup Hz. Peygamber’e itaat etme seviyesinde değerlendirilmelidir. (…)527

Bu anlatılanlardan Usûlî müfessirlerin, “ulü’l-emr” tamlamasının âyette “er- resûl” kelimesiyle birlikte kullanıldığı, bu yönüyle kayıtsız ve şartsız itaat etmeyi gerektiren bir siyakta bulunduğu, böyle bir konumda zikredilenlerin de günah ve hatâdan mâsum/korunmuş olması gerektiği düşüncesinden yola çıkarak ulü’l-emr ifâdesinden imamların amaçlandığını düşündükleri ortaya çıkmaktadır.528

Öte yandan Sünnî müfessirlerden Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), ilgili âyetteki " ْﻢُﻜْﻨِﻣ ِﺮْﻣَ ْﻷا ﻲِﻟوُأَو" ifâdesinin, icma‘ın delil oluşuna delâlet ettiğini belirtmektedir. O, buna yönelik ileri sürdüğü gerekçede söz konusu âyetin siyâkından “hatâdan korunmuşluk” argümanını öne çıkarmaktadır. er-Râzî, Allah Teâlâ’nın, bu âyette ulül’l-emr’e itaat etmeyi kesinkes emrettiği, Allah’ın kendilerine itaat etmeyi kesinkes emrettiği kimselerin de hatâdan korunmuş olmaları gerektiği üzerinde durmaktadır.528F

529 Diğer yandan o, ileri sürdüğü “hatâdan korunmuşluk” argümanıyla,

İsnâaşeriyye ulemâsı gibi düşünmediğine dikkat çekerek ilgili âyetteki ulü’l-emr’den imamların anlaşılamayacağını özellikle vurgulamaktadır.529F

530

er-Râzî, yaptığı açıklamlarla ulü’l-emr’den, yetkin ve sorumluluk sâhibi tüm ulemânın kastedildiğini belirtirken onların ümmeti temsil ettiğine dikkat çekmektedir. Böylece o, âyetin

526 Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 85. 527 Nâsır Mekârim, Emsel, III, 5, s. 153.

528 Mesela bkz. et-Tûsî, Tibyân, III, 122; eş-Şeybânî, a.g.e., II, 161; el-‘Âmilî, a.g.e., I, 321; eş- Şübber, Cevher, II, 58; Muğniyye, Kâşif, II,359; et-Tabâtabâî, Mîzân, IV, 332-339.

529 er-Râzî, a.g.e., V, 10, s. 148; 530 Bkz. A.e., V, 10, s. 148-150. 116

siyâkından istinbat ettiği “hatâdan korunmuşluk” argümanının, tüm ulemânın dinî bir meselede aynı görüşü paylaşmalarıyla ortaya çıkan görüş birliğinin sunduğu “hatâya düşmeme” hükmü ile ilgili olduğuna işâret etmektedir. Böylelikle er-Râzî ile Usûlî ulemânın ilgili âyetin siyâkından çıkarsamada bulundukları “ismet/korunmuşluk” anlayışının birbirinden farklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira Usûlî ulemâ imamların, her birinin tek tek Allah tarafından hem günah işlemekten hem de hatâdan korunmuş olduklarını savunurken er-Râzi, ümmet ulemâsının bireysel olarak hem hatâdan hem de günah işlemekten mâsum olmadıklarını düşündüğü hâlde onların, dinî bir meselede aynı görüşe vardıklarında bunun, hatâdan korunmuş doğru bir görüş olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Ne var ki, Çağdaş İsnâaşeriyye âlimi Muhammed Cevâd Muğniyye (1904-1979) ilgili âyeti açıklarken er-Râzî’nin ilgili konuya ilişkin “ismet/korunmuşluk” anlayışının, peygamberler dışında başkaları için geçerli olduğu hususunda Ehl-i Sünnet ile İsnâaşeriyye ulemâsının aynı görüşü paylaştıklarını öne sürmektedir.531

Kanaatimizce Muğniyye’nin bu tutumu, ilgili âyetin imâmete delâlet etmesine ilişkin Sünnî ulemâdan destek bulma arayışı ve bunun neticesinde İsnâaşeriyye ulemâsının âyetin açıklanmasına yönelik yaptığı yorumun doğruluğunu ortaya koyma çabasıdır. Yukarıda ifâde etiğimiz gibi er- Râzî’nin, âyetin siyâkından çıkarsamada bulunduğu ismet/korunmuşluk ile Usûlîlerin ortaya koyduğu ismet birbirinden farklıdır.

Diğer yandan Muğniyye, ilgili âyetteki ulü’l-emr’den ulemânın kastedildiğine dönük görüşü, tüm Sünnî müfessirlere nispet etmektedir.532 Bu doğru değildir. Çünkü ulü’l-emr’i er-Râzî gibi açıklamayan birçok Sünnî müfessir bulunmaktadır.533 Mesela Sünnî müfessir İbn Kesîr (ö. 774/1373), ulü’l-emr’i ümerâ (yetki verilmiş komutan, vâli) ve ulemâ şekilde açıklamaktadır.534 Çağdaş Müfessir Muhammed Abduh (1849-1905) ise ilgili âyetteki ulü’l-emr tamlamasını çok geniş tutmaktadır. Buna göre ulü’l-emr’den kastedilenler; vâliler, hâkimler, âlimler, komutanlar, insanların problemlerini çözmeleri için kendilerine müracaat ettikleri hakemler ve kamu yararına görüş belirten kanaat önderleridir. Abduh, bunların belli şartlar

531 Muğniyye, a.g.e., II, 359. 532

Bkz. A.e., II, 359.

533 Mesela bkz. el-Beğavî, a.g.e., s. 312-313; İbn ‘Atiyye, a.g.e.; el-Kurtubî, a.g.e., VI, 428-432 ; el- Beyzâvî, a.g.e., II, 80; en-Nesefî, a.g.e., I, 1, s. 339-340.

534 İbn Kesîr, a.g.e., III, 150.

117

çerçevesinde bir meselede görüş birliği içinde olmaları hâlinde görüşlerinin nas kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadır.535

Aktarılan bu bigiler bir arada düşünüldüğünde ister Ahbâri isterse Usûlî olsun, İmâmiyye ulemâsına göre Nisa sûresi 59. âyetin, imâmete delâlet eden vazgeçilmez bir nas olduğu ortaya çıkarken âyet hakkında farklı açıklamalarda bulunsalar da Sünnî âlimlerin bunun, imâmete delil olamayacağını vurguladıkları görülmektedir. Kanaatimizce bu âyette imâmete dâir bir bilgi bulunmayıp buradaki ulü’lemr’den kasıt imamlar değildir. Öncelikle İsnâaşeriyye ulemâsının ulü’l- emr’den imamların amaçlandığını öne sürmelerinin, zikrettikleri haberler veya âyetin siyâkından çıkarsamada bulundukları ismet/korunmuşluk argümanı vasıtasıyla gerçekleştiğini hatırlatmak gerekmektedir. Bu yönüyle ulü’l-emr tamlamasının Arap dili açısından İmâmiyye inancındaki oniki imam anlamına gelmediği açıktır. Dolayısıyla bu âyette imamlar kastedilip onlara da itaat edilmesi emredilseydi- imâmetin İmâmiyye’ye göre temel inanç kabul edildiğini düşünürsek- bunun âyette açık ve net olarak ifâde edilmesi gerekirdi. Öte yandan âyetin, Resûl-i Ekrem döneminde indiği gerçeğini göz önünde bulundurulduğunda Hz. Peygamber (s.a.s.) mevcut iken bir otorite olarak Hz. Ali’ye veya kiminin çocuk yaşta olan, çoğunun da dünyaya henüz gelmediği diğer imamlara itaat etmeye çağırmanın bir anlamı olmasa gerektir. İsnâşeriyye inancına göre mâsum olan imamların kıyâmete kadar birer otorite olduğu kabul edildiğinde bir anlaşmazlığın hâsıl olması durumunda âyette bunların da çözüm mercii olarak zikredilmesi beklenen bir durumdur. Ne var ki, âyet bu hâlde sadece Allah ve Resûlü’ne yönlendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yukarıda değindimiz gibi kimi rivâyetlerde Kur’ân’ın tahrif edildiğine işâret edilmesi pahasına, âyette aslında imamlara da mürâcaat edilmesi gerektiğinin ileri sürülmesinin arkasında karşı karşıya kalınan önemli bir itirâzı def etme girişiminin ve bunun neticesinde rivâyet adı altında bilgi uydurulduğunun olması kuvvetle muhtemeldir.

İlgili âyetteki ulü’l-emr’den kimlerin kastedildiğiyle ilgili İbn Cerîr et- Taberî’nin (ö. 310/923) görüşü tercih edilmeye şâyandır. Ona göre bundan

535 Reşit Rıza, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Hakîm, el-Heyetü’l-Mısriyye el-Âmme li’l-Kitâb, Mısır, 1990, V, 147.

118

amaçlananlar ümerâdır.536 Ümerâ, kendisine yetki verilmiş bir komutan, belli bir vakit için halkı idâre etme görevine seçilmiş kimse veya belli bölgeye vâli olarak gönderilen kişiler olarak düşünülebilir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in komutan olarak tayin ettiği kimseler veya kendisinin yerine belli bir süreliğine bıraktığı veya vâli olarak belli bölgelere gönderdiği kişiler ulü’l-emr olarak düşünülmeli ve âyette bu makamda bulunan kimselere itaat edilmesi gerektiğine dikkat çekilmiş olmalıdır. Gerek ilgili âyete nüzul sebebi olarak nakledilen gerekse bu âyetle ilgili olmayıp Resûl-i Ekrem’in âmir olarak görevlendirdiği kimselere itaat etmekle ilgili aktarılan rivâyetler bu kanaatimizi destekler niteliktedir.537 Allah Resûlü’nden sonra halkı yönetme sorumluluğu halk tarafından kendilerine verilmiş halîfeler veya bunlar gibi icraat makamında görevlendirilen nüfuzlu kimseler de ulü’l-emr olarak telakki edilebilip bunlara itaat edilmesinin gerektiği, âyetin ifâde ettiği anlam yelpazesi içine alınabilir. Ancak ulü’l-emr’in aldığı karara itaat etmenin, mutlak olmayıp dinin ilkelerine ters düşmediği ve Müslümanların maslahatına uyması gerektiği şartına bağlandığını belirtmek gerekmektedir. Zira et-Taberî’nin ifâde ettiği gibi bu durumu sahih hadislerde görmek mümkündür.538 Dolayısıyla ilgili âyette belirtilen ulü’l- emr’e itaat etmenin şarta bağlandığını ve hadislerin bu itaati dinin ilkelerine uygun bir çerçeveyle takyid ettiğini söylemek zor olmasa gerektir. Zaten âyetlerin hadislerle takyid edilebildiği bilinen bir gerçektir. Başka bir açıdan bakılacak olursa, aslında ilgili âyet de ulü’l-emr’e itaat etmenin mutlak olmadığı hususunda bize ipucu vermektedir. Âyette, Allah’a, Hz. Peygamber’e ve ulü’l-emr’e itaat edilmesi emredildikten sonra bir anlaşmazlığın olması durumunda bunun çözümü için Allah’a ve Hz. Peygamber’e yönlendirilirken ulül’-emr’e burada yer verilmemesi, aldığı kararda onların hatâ yapabileceği gerçeğinden kaynaklanmış olmalıdır. Bu durum da ulü’l-emrin aldığı kararda mutlak bir otoritesiye sâhip olmamasıyla yakından ilgilidir.

536

et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Cami‘u’l-Beyân ‘an Te’vîl-i Âyi’l-Kur’ân, thk. Mahmud Muhammed Şâkir, Dârü’bni’l-Cevzî, Mısır, 2008, VIII, 502.

537 et-Taberî ve İbn Kesîr bu hususta birçok rivâyeti bir arada zikretmişlerdir. Bkz. et-Taberî, Tefsir, VIII, 495, 497-504; İbn Kesîr, a.g.e., III, 146-150.

538

Bkz. et-Taberî, Tefsir, VIII, 502-504.

119