• Sonuç bulunamadı

2. AHBÂRÎLER VE USÛLÎLERDE ÂYETLERİN İMÂMETE DELİL

2.1. İMÂMETE DELİL OLARAK ÖNE SÜRÜLEN ÂYETLER

2.1.2. İmâmete Dolaylı Delâlet Edenler

2.1.2.1. Ehl i Beyt’in Fazîleti İle İlişkilendirilenler

2.1.2.1.2. MÜBÂHELE ÂYETİ

İmâmiyye âlimleri, Ehl-i beyt’in fâzîletine işâret etmesinden yola çıkarak Âl-i İmran sûresi 61. âyetin de imâmete dolaylı yolla delâlet ettiğini ileri sürmektedirler. Necran Hıristiyanlarından bir grubun Hz. İsa’nın, Allah’ın oğlu olup ilahlık yönünün bulunduğuna ilişkin inançlarıyla ilgili, Hz. Peygamber’le (s.a.s.) giriştikleri münâkaşa üzerine inen bu âyet, mübâhele584

âyeti diye isimlendirilmektedir.585 Allah Teâla ilgili âyetten önceki âyetlerde586 Hz. İsa’nın mûcize olarak babasız dünyaya geldiğini ve onun bir kul olmaktan öteye geçemeyeceğini vurguladıktan sonra bu âyette, Necran Hıristiyanlarından oluşan grubun Hz. İsa ile ilgili yukarıda geçen inançlarına ısrar etmeleri üzerine Allah Resûlü’nün onlarla lanetleşmesini emretmiştir.587 İmâmiyye müfessirlerinden Muhammed eş-Şeybânî (VII/XIII. asır),

bu şekildeki lânetleşmenin Hıristiyanlıkta bilinen bir âdet olduğunu, bunun sonunda iddiasında yalancı olan(lar)ın ateş tarafından yakıldığını doğru söyleyen(ler)in ise

584

Bu kelimenin sülâsî mücerredi (ﻞْﮭَﺑ) bir şeyin terkedilmesi anlamındadır. Terim olarak mübâhele ise “İki veya daha fazla kişinin tartıştığı esnâda haksız veya yalancı olan için Allah’tan lânet dilemek sûretiyle ona beddua edilmesi” şeklinde tanımlanabilir. Bu arada sözlük anlamın terim anlamla ilişkili olduğunu belirtmek gerekmektedir. Zira kendisinin hak üzere olduğunu iddia eden, diğer tarafı Allah’ın kudretine bırakmış ve onu bu şekilde terketmiştir. Bkz. Râgıp el-Isfahânî, a.g.e., s. 73; Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 156.

585 Bkz. Muğniyye, Kâşif, II, 76; Muhammed es-Sebzevârî, a.g.e., II, 74. 586 Bkz. Âl-i İmrân 3/45-60.

587 Bkz. Muğniyye, Kâşif, II, 77.

130

ateşten kurtulduğunu belirtmektedir.588 İsnâaşeriyye’ye göre mübâhele âyetinin

meâli şu şekilde yapılabilir:

Sana gelen [Hz. İsa ile ilgili] bu [hak] bilgiye rağmen seninle bu hususta kim tartışmaya girerse, de ki: “Haydi o zaman biz kendi çocuklarımızı, kadınlarımızı ve nefislerimizi

çağıralım; siz de kendi çocuklarınızı, kadınlarınızı ve nefislerinizi çağırın. Böylece siz de biz de Allah’a yalvar yakar olup ‘Allah’ın lâneti yalancıların üzerine olsun.” diye

beddua edelim.

Ahbârî müfessir el-Kummî’nin (ö. 307/919’dan sonra) bu âyeti tefsir ederken verdiği bilgiye göre Allah Resûlü, Hz. İsa ile ilgili bahsedilen konuda kendisinin doğru ve haklı olması durumunda Allah’ın lânetinin onların üzerine, değilse lânetin kendisi üzerine olması yönünde söz konusu grubu lanetleşmeye dâvet etmiş, onlar bunu kabul edip onunla bu hususta sözleşmiş, onların kendi evlerine gittiklerinde ise önde gelen bilginlerinin Resûl-i Ekrem’in, kavminden bir grubu getirmesi hâlinde onunla lanetleşeceklerine ancak Ehl-i beyt’inden olan kimseleri getirmesi durumunda ise lanetleşmeyeceklerine karar vermişlerdir. Bilginin devamında şunlar geçmektedir:

Onlar [ertesi gün] sabah vaktinde Allah Resûlü’nün (s.a.s.) yanına geldiler. Onun yanında müminlerin emiri [Hz. Ali], Fâtıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Hıristiyanlar: “Bunlar kim?” deyince onlara: “Bu, Allah Resûlü’nün amcasının oğlu, vasîsi ve damadı

Ali b. Ebî Talip; bu, kızı Fâtıma; bu ikisi de oğulları (torunları) Hasan ve Hüseyin’dir.”

denildi. (…)

Bilginin sonunda Necranlı grubun lânetleşmeye yanaşmadığı ve cizye vermeleri üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) ile anlaştığı anlatılmaktadır.589 İsnâaşeriyye müfessirleri, Necranlı grupla lanetleşmek üzere yola çıkan Hz. Peygamber’in yanında sadece Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve çocukları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in bulunmasından hareketle ilgili âyet meâlindeki çocuklarımız ( َءﺎﻨْﺑَأﺎﻧ ) ifâdesinden Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in, kadınlarımız (ﺎﻧَءﺎﺴِﻧ) ifâdesinden de Hz. Fâtıma’nın kastedildiğini dile getirmektedirler.589F

590Onlar burada Hz. Peygamber’in kızından olan

torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) çocukları

588 eş- Şeybânî, a.g.e., II, 39. 589

el-Kummî, a.g.e., s. 100-101. 590

Bkz. el-Kummî, a.g.e., s. 101; et-Tûsî, Tibyân, II, 404; et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 310- 311; Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 254.

131

sayıldığını vurgulamaktadırlar.591 İlgili âyette kendi nefislerimiz diye çevirdiğimiz

" ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ

" ifâdesiyle onların kimisi Resûl-i Ekrem’le beraber Hz. Ali’nin amaçlandığını belirtse de592 onların geneli bununla, sadece Hz. Ali’nin kastedildiğini dillendirmektedirler.593 Aslında bu ifâdeyle Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’le beraber amaçlandığını ileri sürmek ile onun yalnız başına kastedildiğini öne sürmek arasında onlar açısından fark olmasa gerektir. Çünkü İsnâaşeriyye ulemâsının buradaki asıl maksadının, Hz. Ali’nin sözü edilen ifâde içerisinde değerlendirilmesi gerektiğinin olduğu anlaşılmaktadır. Böylece, -aşağıda açıklanacağı üzere- bu ifâde üzerinden Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’e eşit olduğunu dile getirebileceklerdir. Bu arada "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ" tâbirinden sadece Hz. Ali’nin amaçlandığını ileri sürenlerin gerekçesi, mütekellim/konuşucunun âyette belirtilen “kendi nefsimizi çağıralım” ifâdesini kendisini kastederek kullanamayacağıdır. Zira kişi kendisini çağıramayıp sadece başkasını çağırabilir.593F

594

İlgili âyetin tefsiri sadedinde İmâmiyye müfessirlerinin aktardıkları kimi rivâyetlerde geçen Necranlı grubun önde gelen bilginlerinin, Allah Resûlü’nün sahâbîlerinden veya kavminden yahut toplum içinde aşağı konumda bulunan bir grupla gelmesi durumunda onunla lanetleşmeyi kabul edecekleri ancak Ehl-i beyt’inden kimselerle gelmesi durumunda bunu kabul etmeyeceklerine yönelik bilgi dikkat çekmektedir.595 Ayrıca onlarla lanetleşmek için Allah Resûlü’nün yanında bulunanların tanıtılması ile ilgili olarak kimi rivâyetlerde Hz. Ali’nin sadece Hz. Peygamber’in damadı ve amcasının oğlu olduğu belirtilirken596

kimi rivâyetlerde

591 et-Tûsî, Tibyân, II, 403; et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 310-311; Nâsır Mekârim, Emsel, II, 3, s. 254-255. Ehl-i Sünnet ulemâsı da kızların çocuklarının, oğullar sayılmasını kabul etmektedir. Bkz. el-Kurtubî, a.g.e., V, 158.

592

Bkz. et-Tûsî, Tibyân, II, 404.

593 Bkz. et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 311; eş- Şeybânî, a.g.e., II, 41; Şerefüddin el-Esterâbâdî,

a.g.e., s.117-118; Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 254; el-Huveyzî, a.g.e.,I, 349-350; el-Meşhedî, a.g.e., III,

118, 120; el-‘Âmilî, a.g.e., I, 242; eş-Şübber, Cevher, I, 329; Muhammed es-Sebzevârî, a.g.e., II, 74-75; Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 161-162.

594 Mesela bkz. Şerif el-Murtaza, a.g.e., II, 254; et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 311.

595 Bkz. el-Kummî, a.g.e.,. 100-101; et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 309; eş-Şeybânî, a.g.e., II, 39; Fethullah el-Kâşânî, a.g.e., I, 500; Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 254; Hâşim el-Bahrânî, Burhân, I, 288; el- Huveyzî, a.g.e.,I, 347; el-Meşhedî, a.g.e., III, 117.

596 Bkz. Şerefüddin el-Esterâbâdî, a.g.e., s. 117.

132

onun bu iki nitelikle beraber Hz. Peygamber’in vasisi597 veya Allah Resûlü’nün en sevdiği insan598olarak takdim edilmesi dikkat çeken başka bir husustur.

İmâmiyye ulemâsının, mübâhele âyetinin; Hz. Ali, Hz. Fatıma ve çocuklarından oluşan Ehl-i beyt’in faziletine delâlet etmesinden ziyâde onun dolaylı yolla imâmete delil olarak öne sürülebileceği üzerine odaklandığı görülmektedir. Usûlî müfessir et-Tûsi (ö. 460/1067), onların bu âyetin Hz. Ali’nin iki açıdan en üstün sahâbî olduğunu ispatladığını dile getirdiklerini ifâde etmektedir. Buna göre lanetleşme, hakkın bâtıldan ayrıldığının tezâhür ettiği bir konu olunca ancak inancının sıhhatine güvenilen ve Allah’ın nezdinde en üstün insanla gerçekleşebilir. Diğer yandan lanetleşmek üzere hanımı ve çocukları dışında sahâbîlerden sadece Hz. Ali Resûl-i Ekrem’e (s.a.s.) eşlik etmiştir. Bu yönüyle âyette ifâde edildiği gibi Allah Resûlü onu kendi nefsi gibi kıldığından hiçbir sahâbî onun ulaştığı bu makama erişemez. Ayrıca Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in lanetleşme talebi vaktinde bâliğ ve mükellef olduklarını599 belirttiklerini ifâde eden et-Tûsi, İmâmiyye ulemâsının onları Hz. Ali’den sonra en faziletli iki sahâbî saydıklarını dile getirmektedir.600

Mübâhele âyetinin, imâmetin/hilâfetin Hz. Ali’ye verilmesi gerektiğine ilişkin en kuvvetli delil olduğunu öne süren Usûlî ulemâdan İbnü’l-Mutahhar el-Hillî (ö. 726/1325), burada Hz. Ali’nin Resûl-i Ekrem’e eşit olduğuna işâret edildiğini ortaya atmakta bu yönüyle genel bir velâyete (kulların din ve dünya işlerinde sorumluluğu) sâhip olan Hz. Peygamber’e eşit olan Hz. Ali’nin de böyle bir velâyeti hak ettiğini savunmaktadır.601

Mekârim eş-Şîrâzî (d. 1926) de ilgili âyetteki "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ" ifâdesine dikkat çekip burada Hz. Ali’nin üstünlük ile mânevî konum ve mükemmellik hususunda Allah Resûlü gibi olduğuna işâret edildiğini ileri sürerek şöyle devam etmektedir:

(…) Ortaya çıkan şu ki, Allah Resûlü’nden sonra halîfe olmaya hak kazanan, Allah Teâlâ’nın tâyin ettiği veya İslam ümmeti tarafından halîfeliğe seçilmesi gereken kişi, bu makamları hâiz, mükemmelliği ve özellikleriyle Allah Resûlü gibi olan veya ona yakın 597

Bkz. el-Kummî, a.g.e.. s. 101. 598

Bkz. et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 309.

599 Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in İsnâşeriyye’ye göre bâliğ ve mükellef olmaları ile ilgili geniş bilgi için bkz. et-Tûsî, Tibyân, II, 404; et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 311.

600

et-Tûsî, Tibyân, II, 404. 601

el-Hillî, Minhâcü’l-Kerâme, s. 124.

133

bir mertebede bulunan kimsedir. İnsanların bu makama (halîfelik) seçtikleri veya ilâhî tâyinle bu makama getirilen kimsenin, takva ve ismet konuları başta olmak üzere üstünlükleri ve mükemmelliklerinde Hz. Peygamber gibi olması gerekmez mi?! Bu şahıs gibisinin mevcut olması varsıyımından hareketle bunun dışındakilerin bu makam için seçilmesi akıl nezdinde kabih/çirkin görülmez mi?! Bu temele binâen [âyetteki]

" ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ

" kelimesinin Hz. Ali’ye uygulanması [neticesinde] bu anlam ile velâyet ve imâmet mefhumları arasında bir ilgi kurulmaktadır. Böylece velâyetin, müminlerin emirinin (Hz. Ali) hakkı olduğu kanıtlanmış olmaktadır. (…)601F

602

Yukarıda aktarılan bilgiler bir arada düşünüldüğünde İsnâaşeriyye ulemâsının, Allah Resûlü’nün Necranlı Hıristiyan grubuyla lanetleşmek için Ehl-i beyt’ten yukarıda bahsedilen kişileri yanına almasının, onların kendisinden sonra en üstün kişiler olduğundan dolayı gerçekleştiğini, Resûl-i Ekrem vefât ettikten sonra da bunların hayatta olmaları sebebiyle onların halîfeliğe daha lâyık olduğunu düşündükleri anlaşılmaktadır. Ayrıca buradaki "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ" ifâdesinden Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’e eşit olduğuna işâret edildiğini savunan İsnaaşeriyye uleması, ilgili âyet hakkında yaptıkları bu yorumlarla âyetin dolaylı yolla imâmete delâlet ettiğini ileri sürmektedirler. Bu hususta Ahbâriler ile Usûlîler arasında bir farkın olmadığını belirtmek gerekmektedir. Ne var ki, Ahbârîler bunu daha çok zikrettikleri rivâyetler aracılığıyla yaparken Usûlîler âyette bulunan bazı kelimeler üzerinde durup onlar için değişik açılardan tahliller yaparak ortaya koymaya çalışmaktadırlar.602F

603

Buna karşılık Ehl-i Sünnet ulemâsının, Hz. Peygamber’in Necranlı Hıristiyan grupla lanetleşmek üzere yola çıktığında yanında sadece Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in olduğuna yönelik genel bir kanaat varsa da onların ilgili âyetin dolaylı yolla da olsa imâmetle ilişkilendirilemeyeceğini düşündükleri görülmektedir.604

Müslim ve et-Tirmizî’nin aktardıkları rivâyetlere

602 Nâsır Mekârim, Âyâtü’l-Vilâye, s. 162.

603 Bkz. el-Kummî, a.g.e.,. s. 100-101; el-‘Ayyâşî, a.g.e., I, 200; Şerif el-Murtaza, a.g.e., II, 253-257; et-Tûsî, Tibyân, II, 403-404; et-Tabresî, Mecma‘u’l-Beyân, II, 309-312; eş- Şeybânî, a.g.e., II, 39- 42; Şerefüddin el-Esterâbâdî, a.g.e., s.117-118; Fethullah el-Kâşânî, a.g.e.,I, 497-501; Feyz-i Kâşânî, Sâfî, I, 253-254; Hâşim el-Bahrânî, Burhân, I, 286-291; el-Huveyzî, a.g.e.,I, 347-350; Nureddin el-Kâşânî, a.g.e.,I, 160; el-Meşhedî, a.g.e., III, 116-123; el-‘Âmilî, a.g.e., I, 242-243; eş- Şübber, Cevher, I, 329-330; el-Cenâbezî, a.g.e., I, 269-271; Muğniyye, Kâşif, II, 76-79; et- Tabâtabâî, Mîzân, III, 197-199, 206; Muhammed es-Sebzevârî, a.g.e., II, 74-76; Nâsır Mekârim

Emsel, II, 3, s. 248-256.

604 Mesela bkz. el-Beğavî, a.g.e., s. 310-311; İbn ‘Atiyye, a.g.e., s. 212; er-Râzî, a.g.e., IV, 8, s. 88-90; el-Kurtubî, a.g.e., V, 158-159; el-Beyzâvî, a.g.e., II, 20-21., V, 224; en-Nesefî, a.g.e., I, 1, s. 243- 244; İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 122-130; İbn Kesîr, a.g.e., II, 353-359; el-Âlûsî, a.g.e., III, 187-190.

134

göre ilgili âyet inince Allah Resûlü, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i çağırıp “Ey Allah’m! bunlar benim Ehl-i beyt’imdir".” demiştir.605

Sünnî ulemâdan el-Âlûsî (ö. 1270/1854) İsnâaşeriye ulemâsının ilgili âyeti imâmetle ilişkilendirmeye ilişkin yaptıkları yorumları kabul etmemektedir. O, bu çerçevede ilgili âyetteki

" ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ

" ifâdesiyle Hz. Ali’nin kastedilmediğini, aksine bununla Allah Resûlü’nün (s.a.s.) amaçlandığını, Hz. Ali’nin ise âyette geçen çocuklarımız anlamındaki "ﺎﻧءﺎﻨْﺑَأ" ifâdesinde değerlendirildiğini, nitekim Arap örfünde damadın oğul sayıldığında şüphe olmadığını vurgulamaktadır. el-Âlûsî, âyette " ُعْﺪَﻧ" (çağıralım) sözcüğü bulunduğundan, kişinin kendisini çağırması da düşünülemeyeceğinden hareketle

" ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ

" ifâdesiyle Allah Resûlü’nün (s.a.s.) amaçlanamayacağına yönelik iddiayı saçmalık sayarken kadim ve çağdaş edip kimseler tarafından doğru olarak kullanılan ifâdelerde konuşucunun kendisini kasdettiği hâlde âyetteki ifâdenin benzeri terkiplerin kullanılmasının yaygınlığına dikkat çekmekte ve âyetteki "ﺎَﻨَﺴُﻔْﻧَأ ُعْﺪَﻧ" cümlesiyle sonuç olarak kastedilen anlamın, “kendimizi de bulunduralım” şeklinde olduğunu dile getirmektedir. Diğer yandan el-Âlûsî, Hz. Ali’nin, Allah Resûlü tarafında olmak üzere "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ" ifâdesi içerisinde değerlendirildiğinde âyette kâfirler tarafı için kullanılan " ْﻢُﻜَﺴُﻔْﻧَأ" ibâresiyle kimin kastedildiğini sormaktadır. Her iki grubun " ُعْﺪَﻧ" sözcüğü altında değerlendirildiğinin altını çizen el-Âlûsî, Resûl-i Ekrem’in Necran Hristiyanlarını kendisiyle lânetleşmeye dâvet ettiği âyetteki "اﻮَﻟﺎﻌَﺗ" (gelin) kelimesi bulunurken "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ" ifâdesiyle Hz. Ali’nin kastedilmesinin, Hz. Peygamber’i lânetleşmede saf dışı bırakacağını, böylece onun, bu şekilde Hristiyanları lanetleşmeye dâvet etmesinin anlamsızlığını ifâde etmektedir.605F

606

İlgili âyetin imâmete delâlet ettiği varsayımıyla bunun, Hz. Ali’nin Hz. Peygamber döneminde imam olduğunu gerektirdiğini, hiç kimsenin de bunu kabul etmediğini vurgulayan el-Âlûsî, âyette geçen "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ" tâbiriyle Hz. Ali’nin kastedildiği kabul edilse de bunun, “kişinin kendisi” anlamında olduğuna katılmadığına, zira "ﺲْﻔَﻧ" kelimesinin, Arap dilinde “akraba” ve “aynı din ile inanca sâhip olan kimse” anlamında da kullanıldığına, Hz. Ali’nin de nesep, evlilik yoluyla akrabalık ve dinde

605

Bkz. Müslim, a.g.e., Fezâilü’s-Sahâbe, 4; et-Tirmizi, a.g.e., Tefsir, 4. 606

el-Âlûsî, a.g.e., III, 189.

135

birlik açısından Hz. Peygamber’le (s.a.s.) bir bağı olduğundan onun sözü edilen kelimeyle bu açıdan amaçlanabileceğine dikkat çekmektedir.607

el-Âlûsî, İsnâaşeriyye ulemâsının ilgili âyetten çıkarsamada bulundukları eşitlik hakkında şunları söylemektedir:

[Diğer yandan] Hz. Ali için ileri sürülen eşitlik Hz. Peygamber’in kendisine sâhip olduğu tüm nitelikler açısından ise Hz. Ali’nin ona peygamberlik, son peygamber olmak, tüm insanlığa gönderilmek ve benzeri niteliklerde eşit olması gerekir ki, bu, hiç kimse tarafından kabul görmemektedir. Çünkü tâbî‘ (takipçi) metbu‘un (takip edilen) dışındaki kimsedir. Eğer eşitlikten kastedilen, bazı nitelikler açısından ise bu durumda [da] hedeflenen gerçekleşmeyecektir. Çünkü en üstün ve yetkide en elverişli olan kimsenin bazı nitekilerinde eşit olmak, en üstün ve yetkide en elverişli olmayı gerektirmez.608

Böylece bu açıklamalarla el-Âlûsî, İsnâaşeriyye ulemâsının, yaptıkları yorumlar üzerinden ilgili âyetin imâmete delâlet edemeyeceğini vurgulamaktadır. Söz konusu âyetin imâmete delil olarak öne sürülmesine şiddetle karşı çıkan Sünnî âlim İbn Teymiyye (ö. 728/1328) âyetteki “ ْﻢُﻜَﺴُﻔْﻧَأَو ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ ” ifâdesini “aynı dinden ve akraba olan bizden ve sizden erkekler” şeklinde açıklamaktadır. Ayrıca bu ifâdenin, akrabalık yönünün öne çıkarılıp “bizden ve sizden akraba erkekler” şeklinde de açıklanabileceğini ifâde etmektedir. O, lanetleşme talebi vaktinde Resûl-i Ekrem’in amcalarından sadece Abbas’ın hayatta olduğunu bildirirken onun ilk Müslümanlardan olmaması hasebiyle lânetleşmek için çağırılmadığına, Hz. Ali’nin kardeşi Câfer’in bu vakitten önce öldüğüne ve Hz. Ali mertebesinde olan Allah Resûlü’nün başka bir amcaoğlunun olmadığına dikkat çekmektedir. Böylece İbn Teymiyye "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ"ibâresiyle eşitlik mefhumunun anlaşılmadığını dolayısıyla da âyetin imâmetle ilişkili olmadığını ortaya koymaktadır.608F

609

Diğer yandan "ﺎﻧَءﺎﺴِﻧ" ifâdesinin Hz. Peygamber’in tüm kızlarını içine alsa da Hz. Fâtımâ’nın dışındaki kızlarının bu vakitten önce öldüklerini dile getiren İbn Teymiyye, Hz. Peygamber’in Mâriye adlı cariyesinden olan çocuğunun ise

607

el-Âlûsî, a.g.e., III, 189. 608

A.e., III, 189.

609 İbn Teymiyye, a.g.e., VII, 125-126.

136

lanetleşmeye katılamayacak kadar küçük olduğunu belirtmektedir. Zaten İbrahim’in birkaç ay yaşadığı bilinmektedir.610

Kanaatimizce İsnâaşeriyye ulemâsının, mübâhele âyetinden anlaşılması gereken mefhûmu arka plâna atarak yaptıkları yorumlar aracılığıyla onu imâmetle ilişkilendirmeye çalışmaları, hem âyetteki ifâdeler hem de yaşanan tarihi bir gerçek olması açısından Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve çocuklarının söz konusu olduğu bu durumu imâmete yönelik fırsata çevirmekten kaynaklanmaktadır. Yukarıda geçen İsnâşeriyye’nin rivâyetlerindeki Hz. Ali’ye dönük dikkat çekici ifâdeler bu hususta bize ipucu vermektedir. Öte yandan mübâhele, kişinin en yakınlarıyla birlikte gerçekleşen bir eylem olduğundan,611 İsnâaşeriyye’nin söz konusu âyeti imâmet

bağlamında değerlendirerek Hz. Ali ve ailesi hakkında ileri sürdüğü bir üstünlüğü gerektirmeyeceği ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle Necranlı grupla lânetleşmek üzere mezkur kişilerin Resûl-i Ekrem’in yanında bulunmaları, onların en üstün kişiler olduğundan dolayı değil lânetleşmenin bir kuralı olması yönüyledir. Zâten Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve çocukları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in Müslümanlar nezdindeki üstünlüklerinin, onların mübâhele eylemine katılmalarına bağlanmaksızın kayıtsız olduğu tartışılmaz bir konudur. Bu arada ilgili âyetteki "ﺎﻨَﺴُﻔْﻧَأ" ifâdesinin Hz. Peygamber’e işâret ettiğini düşündüğümüzü belirtmemiz gerekmektedir. Zira lânetleşmeye dâvet edenin, dâvet ederken kendisini de belirtmesi hem lânetleşmeye konu olan meselenin doğruluğunu ortaya koyması hem de karşı tarafın onu ciddiye almasıyla yakından ilgilidir.