• Sonuç bulunamadı

Vahyin sona ermesi ve sonrası ilk ihtilâflar

2.2. KELÂMÎ SÖYLEMĐ ORTAYA ÇIKARAN ETKENLER

2.2.1. Dini Etkenler

2.2.1.1. Vahyin sona ermesi ve sonrası ilk ihtilâflar

Gelişen dahilî ve haricî olay ve sebepler vahye ilk zamanda yaklaşılan tarzın dışında yaklaşımları beraberinde getirmiş, doğrudan açıklanmamış meseleler, farklı neticelerle sonuçlanmıştır. Đlk zamanlarda rastlanmamış bu farklı okuma ve yorumlama biçimi, sözün vazgeçilmezliğine dayalı kelâm ve dinin asıllarını bilme (usulud-din) gibi isimlerle tarih sahnesinde yerini bulmuştur. Böylece çıkan farklılıkların sahih sünnet çerçevesinde anlaşılması ve değerlendirmeye tabi tutulması gerekliliği, âlimlerin yanlışların gösterilmesi hususundaki sorumluluk duyguları ilk zamanlardaki din dilinden farklı bir söyleyiş ve düşünüş biçimini ortaya çıkarmıştır. Genellikle bir dilin ilk dönemlerdeki kalbî iman ve felsefesiz kabul evresinden sonra aklî düşünce evresi gelmiştir. Ve ilk felsefî yöneliş kelâm ilmi aracılığı ile olmuştur.

Nassların, ekollerin farklılaşmasındaki etkisini, boyutunu, nassların farklılaşmasında hangi anlam evreninden hareket ettikleri önemlidir180. Çünkü kelâm

ekollerinin nasslarla bağlantılarını ortaya koymak, nassların kendi sistemlerinde ele alınışları ile diğer ekolün bu bakış açısına yaklaşımlarını belirlemek, delil getirdikleri nassların Kur’ân bütünlüğü içinde yerini tespite çalışmak nassların manalarının nasıl şekillendiğini belirlemeye çalışmak önem arzetmektedir. Tuttukları yolların farklılığında Kur’ân’a bakışlarının rolü ve farklılığın niteliğini ortaya koymaya çalışmakta hedeflenenler arasındadır. Zira nassların yorumlama biçimleri onların, konunun tümüne olan aklî ve teorik yaklaşımlarından bağımsız değildir. Kendi sistem bütünlüğü

179 Muhammed Ebu Zehra, Đslâm’da Đtikadi-Siyasi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, Sıbğatullah Kaya (Çev.),

Şura Yayınları, Đstanbul tsz., s.20-21.

içerisinden bakıldığında, ekollerin bu konular hakkındaki görüşlerinde çelişki ve yanlışlık olmayabilir. Ama görüşlerinin, tüm Kur’ân âyetleri birlikte değerlendirildiğinde ve bu arada gerek diğer mezhebin gerek başka görüşlerin yaklaşımları ve soruları ile birlikte hesap edildiğinde bütünlüğü yakalamadaki başarısı nedir? Varlıkla ilgili temel yorumlarında, bilgi kuramlarındaki yaklaşımlarında, Allah hakkındaki görüşlerinde, insan ve hürriyeti ile ilgili meselelerde düşüncelerini, inançlarını örgütleyen ve sistemli bir bütünlük haline getiren kelâm ekolleri, Kur’ân’ın bütünlüğü ve dinin genel yargısı içinde nasıl bir yer edinmektedirler? Düşünce yapısı içinde nasıl bir yer edinmektedirler? Düşünce ve bilgilerini sistemli olarak ifade ederlerken gerek kendi iç, gerekse mukayeseli bakışla bütünlük içinde anlamlı zemine oturan düşünceler örgüsüne ulaşabilmişler midir?181 Birbirini takip eden bu soru kümesine verilebilecek cevap şu olabilir: ‘’Anlamın dil içinde cereyan etmesine rağmen, dilin genişliğine karşın mezhebin de görüşlerini dile dayandırmasına engel teşkil etmemektedir ve kendi düşünce sistemleri içinde birbirini doğrulayan bütünün bir parçası olabilmektedir. Fakat bir metnin aynı anda iki zıt şeyi söylemiş olması imkansızdır. Yorumlardan birinin yanlışlığını da yine dil içinde aramak zorunluluğu vardır.’’182

Ayrıca beyânî araştımalar genel olarak iki gruba ayrıldığı söylenebilir. Birinci grup, ''Söylemi(hitap) yorumlama kuralları'' ile ilgilenirken, ikinci grup ''Söylemi üretme şartlarına'' önem verir. Söylemin yorumu ile ilgilenilmesi faaliyetinin başlangıcı, sahabenin Hz. Peygamberden (s.a.v.) Kur’an’da geçen bazı kelime ve ibarelerin anlamlarını sordukları döneme veya en azından insanların sahabeye Kur’ân’da anlayamadıkları bazı âyetlerin anlamlarını sorduğu Raşit Halifeler dönemine kadar geri götürülebilir. Buna karşılık beyan özelliği taşıyan belağatlı söylemi üretme şartlarının tespiti ile ilgilenilmeye ise ancak ''tahkim'' olayından sonra siyâsî gruplaşmaların ve kelâmî fırkaların ortaya çıkmasıyla, hitâbet ve ''kelâmî'' diyalektiğin propaganda, taraftar toplama ve rakipleri altetme araçlarından biri haline gelmesiyle başlanmıştır.183

Bununla beraber, sahabe arasından Kur’ân’ın yorumunu yapmaya çalışan ve bunun için cahiliye şiirini, Arap divanını kullanan Đbn-i Abbas (r. a.) (ö. 68 h.) gibi, rivâyetlerin bu sahada en güçlü kaynak olarak gösterdiği, eskiler tarafından ''Kur’ân

181 Kamil Güneş, a.g.e. s.359, 388-389 182 Kamil Güneş, a.g.e. s.145.

mütercimi'' lakabı verilen, bazı çağdaş araştırmacılar tarafından ise ''ilk müfessir ve Arap dili araştırmalarının öncüsü'' kabul edilen simalar çıkmasına rağmen, ona ve bazı çağdaşlarına atfedilen görüşler, bu faaliyetlerin o dönemde aslında sadece sözlü beyânî kültürün yayılması ile ilgili olduğunu gösterir.184

“Öncelikle kelâmcılar ''bir doktrinin tebliğcisi'' olarak başlangıçta, yazının yaygın olmadığı ve maddi araçların bulunmadığı bir çağda ortaya çıkmışlar ve mezhep doktrinlerini yayma ve muhalif rakiplerin söylemini çürütme konusunda en esaslı ve öncelikli metot olarak hitâbeti (retorik) kullanmışlardır. Hitâbet hangi dilde olursa olsun serbest ve irticali konuşmaya ve ayrıca lafızlara ve sözün terkibine dayanır. Arap dilinin, manayı belirleyen harekelerin lafzı oluşturan harflerden ayrı ve bağımsız oluşu ve kelimenin ses formunun (vezn) mantıki fonksiyonun bulunması noktasındaki karekteri, serbest ve irticali konuşmanın kalitesini, konuşucunun lafız ile mana arasında kurduğu ilişkinin kalitesine bağlı kalmaktadır. Bu bağlılık birbirine girişik ve birbirini tamamlayan iki seviyede gerçekleşmektedir: Bir yandan i'rab düzeyi, diğer yandan kelime ve terkiplerin ses formu ya da müziksel form düzeyi. Đşte bu hususlardan dolayı kelâmcılar ve özellikle Mu’tezile kendilerini, beyân özelliği taşıyan söylemin fiilen üretilmesi şartlarını belirleme işine vakfetmişlerdi. ''185