• Sonuç bulunamadı

1.2. KELÂMÎ SÖYLEM

2.1.1. Kelâm Öncesi Söylem

2.1.1.1. Kelâmî Söylemin Doğuşu

Aslında kelâmî söylem yapısının izini sürdüğümüzde birçok niteliksel yönü itibariyle Đslâm öncesi kültüre kadar dayandırabiliriz. Đslâmdan önce Arapların yüzyıllara dayanan bir yaşam tarzı vardı. Bu yaşam tarzının onların kültürel etkinliklerinde, kişiliklerinde, sosyal ilişkilerinde görüngüleri vardı. Bu görüngülerin hepsi Hz. Peygamberin (s.a.v.) daveti esnasında ve daha sonraki dönemlerde büyük değişiklikler yaşamasına rağmen yine de değişik tonlarda yaşam sahasında varlığını sürdürmüştür. Topyekün bu psiko-sosyal yapının kültürel izdüşümlerini elimizdeki kaynaklardan takip edebiliyoruz. Câhiliyye dönemi kültürel etkinliklerine göz attığımızda bu dönemdeki Arap akıl yapısı ve reflekslerinin Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemide dahil olmak üzere sonraki dönemlerde de belirgin olarak kendini açığa çıkardığını belirtebiliriz. Câhiliyye döneminde Ukâz panayırı gibi birçok kültürel etkinliklerin sergilendiği ortamlarda cedelleşmelerin, nutukların, şiirlerin övgü ve yerme aracı olarak kullanılması gibi hususlar çok sonraları oluşacak olan ve konumuzun etrafında döndüğü kelâm ehli ve diğer düşünce ekollerinin söylemlerini düşüncülerinde kendisini görünür kılmıştır. Kelâmcı kendi söylemini delillendirme çabası içerisinde, birçok argümanı kullanırken,

cahiliyedeki bu etkinlikler de varolan câhiliyye toplumsal söyleminin göstergeleriydi.165

Öncelikle câhiliyye döneminin bilincimizdeki tablosuna dair görüşlerimize gelince: Arap yarımadasında yaşayan Araplar belli bir kültüre ve bu kültüre mensup kendilerine özgü bir akıl yapısına sahiptiler. Bu, Arapların bu bölgede bilfiil yaşadıkları gibi kuşku götürmez bir gerçekliktir. Ancak bugün cahiliye dönemi ile ilgili olarak elimizde bulunan tablonun özgün bir kültürel zaman ve akıl yapısı özelliği ile gerçektende yarımada Araplarının Đslâmdan önce yaşadıkları düşünsel ve kültürel vakıayı orjinale tam olarak uygun bir şekilde yansıtıp yansıtmadığı hususu araştırılması ve sorgulanması gereken bir husustur.166 ''Arapların genel durumları itibariyle Đslâmdan sonraki dönemde câhiliyyeden oldukça farklılaştıkları hususunda kimsenin kuşkusu yoktur. Câhiliyye dönemiyle ilgili diğer tablo ise yukarda ana hatlarını aktardığımız tablodan oldukça farklı ve zihinlerimizde daima varolan bir tablodur. Bu tablonun omurgasını, dinamik bir düşünce hayatı oluşturmaktadır. Bu tabloda düşünsel ve kültürel faaliyetlerin sergilendiği panayırlar, diyalektik, münazara ve tartışma oturumlarıyla karşılaşmaktayız. Bu mekanlara Şeyh Muhammed Abdurrâzık'ın ''dinî diyalektik'' olarak adlandırdığı bir zihinsel faaliyet ortaya çıkmaktadır. Câhiliyye döneminde değişik mekanlarda yapılan bu münazara ve sohbetler gerçekten de kelâm ilminin Arap-Đslâm kültüründe tesis edilmesinden önceki bir tür ''kelâm''ı oluşturmaktaydı. Dahası bütün müslümanların da ittifak ettikleri üzere, çok yüce anlamları, ''aklî'' delilleri ve büyüleyici beyanî üslüpları ihtiva eden Kur’ân, bu dönemin insanına hitap ediyordu ve eğer âyetlere muhatap olan insanlar da bu delilleri ve tasvirleri anlayacak kapasite olmasaydı bu âyetler onlara gönderilmezdi. Herşeyden önemlisi, incelendiğinde gözden kaçırma imkanı olmadığı üzere Araplar yeteri derecede gelişmiş birer kültüre sahip olmasaydı Kur’ân’la mücadeleye girişemez, onun kahinlerin secili sözleri ve şiirdeki tılsım gibi '' etkileyen bir büyü''den başka bir şey olmadığı şeklindeki, Kur’ân-ı Kerim’inde kaydettiği diğer itirazlarda bulunmazlardı.''167

Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken kelâm ilminin varlığından bahsedilemez. Esasen bu dönemde Đslâmî ilimlerin hiçbiri ortaya çıkmış değildi. Tefsir, fıkıh, kelâm gibi

165 Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap-Đslâm Aklının Oluşumu, Đbrahim Akbaba (Çev.), 3. Bsk., Kitabevi,

Đstanbul 2001, s.63-64.

166 Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap-Đslâm Aklının Oluşumu, s.64. 167 Muhammed Âbîd el-Câbirî, Arap-Đslâm Aklının Oluşumu, s.64-65.

disiplinler temel ilkelerini Kur’ân’dan almalarına rağmen bu dönemde bir disiplin olarak mevcut değillerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) hayattayken vahiy nazil olmaya devam etmekte Hz. Peygamber (s.a.v.) de ashabına dine ilişkin açıklamalarda bulunmaktaydı. Sahabe içinden çıkamadığı itikâdî ve amelî konuları Hz. Peygambere (s.a.v.) sorarak öğreniyordu. Kur’ân-ı Kerim akla ve aklî düşünceye davet etmekle birlikte Hz. Peygambere (s.a.v.) de mutlak itaati istiyordu. Bundan dolayı bu dönemde hem Kur’ân-ı Kerim’de belirtilen emir, yasak ve hükümlere hem de Hz. Peygamberin (s.a.v.) açıklamalarına mutlak bir itaat mevcuttur. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken hiçbir itikadi problemin gündeme gelmediği ya da bu konularda hiç konuşulmadığı söylenemez. Zira Kur’ân’ın içerdiği Allah’ın varlığı, birliği; peygamberlere iman; kıyamet ve tekrar diriliş gibi konular bu dönemde en çok üzerinde durulan konular olmuştur. Bu konular daha sonra kelâm ilmininde temel konularını teşkil etmiştir.

Đslâmın ilk muhatapları delil ve istidlal ilmini bilmeleri neticesinde ve salt aklî delillerden hareketle iman etmemişlerdir. Bu, onların imanlarının aklî gerekçelerden yoksun olduğu anlamına gelmemekle birlikte inanma tarzlarının nasıllığı konusunda bir tespiti ifade etmektedir. Zira iman fenomeninin mutlaka aklî delillerle kurulması gerektiğini söylemek gerçekçi değildir. Sözlü bildirimin gerçekleştiği ilk zamanlarda sahabe hitabın nasıl anlaşılacağını doğrudan sözü iletenden öğrenme şansına sahipti. Ancak sonraki nesiller için yazılı bildirimle karşı karşıya kalma durumu hasıl olmuş, ve artık sözün elçiliğini yapana doğrudan sorma imkanı olmadığı için ilk zamanlardaki nasslara dayalı öncelik, yerini anlayanın daha çok devreye girdiği bir döneme bırakmıştır.168

Kelâm ilminin uğraştığı konu içerikleri göz önüne alındığında Hz. Peygamberin (s.a.v.) de bu içerikteki konular ekseninde sorulara muhatap olduğunu ve bunlara cevap verdiğini gözlemlemekteyiz. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.) mutlak manada dini meselelerde tartışmayı hoş karşılamamıştır. Ashabına Allah’ın zatı hakkında değil de yaratıkları hakkında düşünmeyi telkin etmesi bunun en açık göstergelerinden birisidir. Fakat bu durum sahabenin itikâdî ve amelî meselelerde tıkanma yaşadığında soru sormasına mani olmamıştır. Sahabiler bir çok meselede sorular sormuşlar, yer yer çekinceli bir tutuma girdiklerinde ise Allah Resûlu (s.a.v.) onları soru sorma ve düşünme

konusunda teşvik edip cesaretlendirmiştir. Bu aslında bir peygamberî metodoloji, ve güncel dille belirtecek olursak pedagojik bir yöntemin sonucu ortaya çıkan yaklaşım biçimiydi. Bu, Kur’ân-ı Kerim’deki '' (Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle

güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.''169 ilahî mesajının kendisi

tarafından pratize edilmesiydi.

Doğrusu kelâmi türdeki meseleler ekseninde sadece kendi ashabına cevap olmamış, aynı zamanda bu konularla ilgili olarak diğer din mensuplarının sorularına da muhatap olmuştur. Örneğin Necran Hristiyanları ile Hz. Đsa’nın (a. s.) mahiyeti konusunda yürüttüğü tartışmalar ile Yahudilerle ruhun neliği hakkında yürüttüğü tartışmalar bunlara örnek olarak verilebilir. Yukarıda değinmiş olduğumuz Allah’ın zatı hakkında değil de yaratıkları hakkında düşünülmesi konusu sonraki dönemlerde çok fazla ölçü alınmayıp tartışma ve düşünme sınırları oldukça genişletilmiştir.

Aslında Hz. Peygamber (s.a.v.) bu telkiniyle sınırlı bir yapının sonsuz bir varlığı idrak edemiyeceğini belirtmiştir. Bu durum Kur’ân’da insan biçimci anlatımların oluşuyla çatışmamaktadır. Kur’ân metâfizik varlık boyutundan bahsederken fizikî alemde yaşayan insanın anlayışına uygun misallerle ulvî hakikatleri zihinlere yanaştırmayı hedeflemiştir. Bu metod Hz. Peygamber (s.a.v.) tarfından da bizzat uygulanmıştır. Bu ve benzeri tarihi gerçekler Hz. Peygamberin (s.a.v.) başkaları ile tartışırken aklî tefekküre başvurduğunu, ashabını buna teşvik ettiğini ve sahabenin Hz. Peygamberle (s.a.v.) olan diyaloglarında geçtiği üzere inançla ilgili akıllarına gelen soruları sormaktan alıkoymadığını anlamaktayız. Bu gerçekler daha sonra kelâm ilmi ve ehl-i hadis gibi düşünce ekollerinin varoluşsal meşruiyetlerine dayanak olmuştur.170

Allah hakkında konuşmak rasyonel bilgiyi bir bakıma irrasyonel alanda aramak demektir. Böyle bir bilgi anlayışı yoktur. Đlk zamanlardaki selefi salihinin yaklaşım tarzı da bunu göstermektedir. Allah ile nasıl konuşulacağını (konuşulabilineceğini), nelerin denilebilineceğini, denilenlerin nasıl anlaşılabilineceğini en iyi Hz. Peygamberden (s.a.v.) pekâlâ öğrenmek mümkündü. Đnsanların Hz. Peygamberin (s.a.v.) yolunu öğrenmeleri ise sahabeler (r.anhum) aracılığı ile olmaktadır. Onlar Allah ile ilgili konularda araştırma, tefsir, te'vil de bulunmamış, bu konularada dalmaya

169 Nahl: 16/125.

çağırmamışlardır.171

Ancak sonradan dâhilî ve haricî bir takım nedenlerle ahlâkî olan bu tavır yerini epistemik bilinçlenme evresine bırakmış, dinin rengi felsefileşmiştir.172 Dini farklı şekilde okumalar geçekleşmiştir. Dilin bir sorun olarak ortaya çıkmasında ve dilsel çalışmaların gün yüzü görmesinde dini metinlerin öneminin büyük olduğu anlaşılmaktadır.173

Sonuç olarak; kelâm müstakil bir ilmi disiplin olmadan önce bir kabiliyet olarak Kur’ân’ın nazil olduğu sosyolojik yapıda mündemiçti diyebiliriz. Kuşkusuz özelde Arap toplumunun Đslâm öncesi sosyo-kültürel yapısının, ilerde oluşacak bu ilmin zeminini bir derece oluşturduğu söylenebilir. Fakat bu ilme başka kültürel yapılardan gelmiş ama Arap kültürüyle de ilişkilenmiş insanların da önemli derecede katkıda bulunması bu ilmin tarihsel öncüllerinin lokalize edilemeyeceğini bize göstermektedir. Yani kelâm ilmini sadece Arap aklı ve kültürünün üzerinden gelişen bir disiplin olarak göremeyiz. Kökleri tarihin derinliklerinden gelen farklı kültürdeki insanların kendi medeniyet havzalarından almış oldukları psiko-sosyal, sosyo kültürel birikimin de önemli derecede bu yapının oluşumunda etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu ilmin salt dışardan gelen dinî, felsefî akımların taarruzu ile ortaya çıktığını söylemek ise yeterli ve bütünlüklü bir açıklama yapmamızı engellemektedir. Çünkü insanın enfüsi boyutundan kaynaklanan ve fıtratında dercedilmiş olan sorgulama, eleştirme, tartışma, çözümleme gibi melekelerin kelâm ilminin uğraştığı sorun alanlarıyla ilişki içerisinde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla insanın burhân açlığını gidermeye yönelik olarak ortaya çıkan kelâm ilminin insan benliğinde bir karşılığı vardır kanaatindeyiz. Salt yapay siyasi ve toplumsal nedenler bu ilmi oluşturmuş değildir.

Belirttiğimiz enfüsî ve âfâkî yapı arasında karşılıklı olarak belirleme ve belirlenmeler söz konusu olmuştur. Fakat biri diğerinin kıymetini düşürmez. Bu bağlamda insan aklının analitik yönünün gelişmesi, sorgulama gücünün artması gibi kendi içinden gelişen nedenlerle nisbeten âfâkta gelişen nedenler bir arada sentezci bir yaklaşımla ele alınırsa bu ilmin etrafında döndüğü anlam dünyasını daha sağlıklı analiz

171 GazzâlI,Đlcâmü'l-AvamanĐlmi’l-Kelâm,Mecmûatü’r-Resâili’l-ĐmamGazzâlî,Dâru’l-

Kütübi’l-Đlmiyye, Beyrut 1986, s.92-93.

172 Kamil Güneş, a.g.e. s. 445. 173 Đsa Kayaalp, a.g.e. s. 58-59.

edebileceğimiz kanaatindeyiz. Kelâm ehlinin söylem yapısını ancak bu şekilde (bütünlüklü bir bakış açısıyla) sağlıklı bir zemine oturtup anlayabiliriz.