• Sonuç bulunamadı

2.2. KELÂMÎ SÖYLEMĐ ORTAYA ÇIKARAN ETKENLER

2.2.2. Đlmî ve Psiko-Sosyal Etkenler

Đnsan psiko-sosyal yönlü bir varlıktır. Tüm yöneleriyle o toplumsal bir yapıda inşa olunan bir niteliktir. Tek başına insan olması sözkonusu olamaz. Yaşamış olduğu toplumsal yapıda şekillenen, psikolojisiyle dini olguları, yaşamı, âlemi değerlendirir ve yorumlar. Bu eksende ulaştığı sonuçlarla da yaşam sahasındaki teorik ve pratik duruşunu belirler. Bu bağlamda Đslâm dünyasında meydana gelen kaotik süreçlerin kendi dönemindeki insanlarının karekterini belirlemede çok etkili olduğunu belirtmek gerekir. Đlk dönemlerde meydana gelen elim hadiseler bazılarında tarafgirlik hissini derinleştirip onları safhalara bölerken, bazılarında naif ''orta yolcu'' diyebileceğimiz bir tutumu derinleştirmiştir. Her halükarda kaçınılmaz olarak her birey kendisini bu kaotik sarmalın içinde bulmuştur. Bu kısır döngü içerisindeki insan psikolojosi kendisini -farkında olarak ya da olmayarak- kurtarmanın reflekslerini vermiştir. Altyapı ve üstyapı içrerisinde neşvünema bulan insan karekteri böylesi toplumsal çalkantı dönemleriyle birlikte daha da gelgitler yaşamıştır. Bu gel-git süreçlerinde bir o yana bir bu yana savrulan toplumsal yapı içerisinde gergin, agresif, saldırgan, pasif, duygusal, çıkarcı, yaranmacı, iki yüzlü, kaypak insan tiplerinin yaygınlaştığını görürüz. Bununla birlikte her ne kadar zor süreçlerden geçilse de hakkın hatırını herşeyden yüksek tutan, değer eksenli bir duruşun sahibi insanların varlığını da müşahede edebilmekteyiz.

Tarihin ilk çağlarından beri insanlar iyi ve kötü günlerinde topluluklar ve toplumlar halinde yaşamışken, bu psiko-sosyal çalkantı içerisinde tek başınalığı tercih

edemezdi. Bundan dolayı da yalnızlık ve yok olma korkusu gibi yaşamsal kaygıları onları güç istencine ve güce sığınmaya götürmüştür. Tam da bu noktada Đslâm tarihinin ilk dönemlerinde ortaya çıkan siyasî, itikadî ve amelî mezhep ve düşünce yapılanmalarının bu psikolojik ve sosyolojik yapının içerisindeki birikmeler ve kümelenmeler olduğunu belirtmemiz gerekir. Her grub toplam bir psikoloji ve sosyolojiye tekabul etmekteydi. Tepkileri, söylemleri, akletme biçimleri ve duygulanımları bu toplam yapının yansımasıydı.

O dönemdeki Đslâm coğrafyasının toplumsal yapısına göz attığımızda insanların çoğunun bedevî bir yaşamı sürdürdüğünü görürüz. Şehir ve şehirlilik tıpkı günümüzde olduğu gibi kendi içinde paradoksal bir çizgide yaşamsallaşıyordu. Varolan şehirler büyüyüp ek şehirler inşa edildikçe her alanda toplumsal sirkülasyon artıyordu. Çölde yalın bir hayat yaşayan bir bedevinin gereksinimleri ile şehirdeki insanın gereksinimleri aynı değildi. Dolayısıyla bu gereksinimleri karşılayacak bilgi ve teknoloji şehirde kendisini daha da hissettiriyordu. Bedevinin günü birlik ve yalın yaşamını karşılamak için oluşturduğu yaşam düzeneği ile şehirli insanın yaşam düzeneği arasındaki fark kendisini her sahada gösteriyordu. Bedevî bir lokma, bir hırka anlayışıyla yaşamını idame ettirebilirken, şehirleşmeyle birlikte şekillenen insan karekteri doyumsuz ve daha çok sahip olmayı arzulayan bir anlayışın pençesine düşmüş gidiyordu.205

Bu altyapı üzerinden şekillenen insan psikolojisi ve sosyolojisinin meydana gelen olaylarda ve bu olaylar bağlamında gelişen tartışma ve saflaşmalarda ne derece etkin olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Cemel, Sıffîn ve Hakem olaylarına karışan herkesi kâfir olmakla suçlayan Hâricîlerin bedevî yapıları ve yapılarından neşet eden katı tutumları bu bağlamda ele alınabilir. Bu insanlar öyle insanlardı ki namaz kılmaktan alınları nasır bağlayacak kadar dinin ritüellerine bağlı insanlardı. Fakat anlayışlarının sertliği, yoksunluk ve yoksullukları, yaşadıkları iklimsel yapı gibi birçok etmen onları hariçte ayrı bir duruşa sevketmiştir. Hatta Đmam Ali (r. a) 'nin kendilerini tutumlarından vazgeçirmek üzere Abdullah b. Abbas'ı (r. a.) onlara yolladığında onları Kur’ân’dan âyetlerle ikna etmemesi hususunda uyarması206, onların Kur’ân’a taassupkâr, katı ve anlayıştan yoksun bir anlayışla sıkı sıkı bağlandığını

205 Hasan Đbrahim Hasan, a.g.e. c.1, s.56-58. Ayrıca bkz. Sönmez Kutlu, Mezhepler Tarihine Giriş, 1.

Bsk., Dem Yayınları, Đstanbul 2008, s.46.

göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Onların bu katı tutumu psiko-sosyal yapılarıyla ilgiliydi. Kuşkusuz psikoloji ve sosyolojik yapının etkisi sadece Hâricîler için değil, diğer tüm mezhep ve oluşumlar hatta bireysel içtihatta bulunan müçtehidler için de geçerlidir. Mu’tezile ve Mürcie mezhebi taraftarlarının daha çok şehirli yaşam etrafında kümelenmeleri onların düşünce ve yaşamsal duruşunun şekillenmesinde oldukça etkili olmuştur. Sermayenin, bilginin ve iktidarın biriktiği şehirli yaşam modelinde şekillenen bu insanlar belirttiğimiz üç temel köşeye göre kendilerini konumlandırmışlardır. Şehirler aynı zamanda hariçten gelen bilgi ve sermayenin değerlendirildiği merkezlerdi. Burda yaşayan insanlar ister istemez yabancı fikirlerle yeni din mensuplarıyla karşılaşmış onlarla münakaşa ve münzaralarda bulunmuşlardır. Bu fikirlerden etkilenerek kendilerinde de birtakım fikri değişimler olmuştur. Dolayısıyla birbirleriyle de bu anlamda mücadele etmişlerdir. Hatta çoğu kez birbirlerine karşı yürüttükleri mücadele dışarıya karşı verdikleri mücadeleden daha yoğunluklu bir seyir izlemiştir.207

Bilgi, sermaye ve iktidarı kontrol etmenin yolu ve yordamı demek olduğundan onda derinleşmek sermaye ve iktidar elitleri tarafından destekleniyordu. Yalnız ilmin iktidar ve sermaye ile uyumlu olması için ilim adamları saraya entegre edilmeye çalışılıyordu. Böylelikle iktidarlar halk nezdinde kendilerini, itibarları yüksek olan ilim insanlarıyla meşrulaştırıyorlardı. Đktidar elitleri, devletçi, iktidara yaranan ''saraylı molla tipleri''ni bir ''din adamı'' sınıfı mantığıyla, bilgi ve sermaye ayakları ile birlikte kullanıyorlardı. Doğrusu fikriyatı ne olursa olsun bu çembere alınamayan, rüşvete tenezzül etmeyen davalarına bağlı insanların varlığı da söz konusuydu. Böylesi bir yapıda söylemini oluşturan Đslâm düşünürleri söylemi ile eylemi arasında sıkışıp kalmıştır. Bunu yaparken insandaki korku damarı işletilmiş ve sonuçta da mihne olayları, sürgünler, işkenceler, otoriter ve totaliter yönetim anlayışların insanları şekillendirme çabası almış başını gitmiştir.

Bu süreçlerde ortaya çıkan ilim insanlarının yetişmiş oldukları ilim atmosferi onların düşünce yapısı üzerinde oldukça etkili olmuştur. Genel olarak çöllerin ıssız vahalarında kabileler halinde yaşayan veya site devletleri görünümündeki şehirlerde yaşarken dahi kabilevari hayat tarzını yaşayan şehirli bedevilerin tek bir ümmet olma süreci bu paradoksların en derin biçimde yaşandığı bir süreç olarak karşımıza

çıkmaktadır.208

Kelâm ilmi hicri ikinci asırda Arapçaya çevrilen Yunan felsefesi eserlerinin etkisi altında gelişmiş, felsefî ilmî düşünce hareketinin başlatıcısı olmuştur. Bununla birlikte daha önce de değinildiği üzere bu düşünce yapısının oluşmunda müslümanların öz dinamikleri de etkili olmuştur.209 Olan şey, müslümanların öz dinamikleri ile kadim felsefe unsurlarının buluşup sentezlenmesinden ibaretti. Bu düşünce ekolünün oluşmasında birçok neden olmakla birlikte, işin merkezinde insan unsurunun olduğunu belirtmek gerekir. ''Çünkü dini anlayan da yaşamaya çalışan da insandır. Her bireyin olguları ve olayları algılaması ve değerlendirmesi farklıdır. Anlama konusu din gibi soyut meseleleri içinde barındıran bir olgu olunca farklı algılamalar kaçınılmazdır. Đnsan akıl sahibi, kuşku duyan, anlamaya çalışan, düşünen, sorgulayan, yorumlayan, anlamlandıran, kutsallaştıran ve tecrübe eden bir varlıktır. Bireysel karekter farkılıkları ve insan tabiatındaki psikolojik eğilimler en genel anlamda, tepkisel/şiddet yanlısı, akılcı, gelenekçi, sezgici/tecrübeci, sertlik yanlısı ve uzlaşmacı tipolojiler, zihniyetler ya da karekterle olarak tanımlanabilir. ''210 Đnsanın düşünce ve söylem yapısını şekillendirme noktasında içinde yaşamış olduğu kültürel yapı etkin olmakla birlikte, insanın piskolojik dünyası ve doğal yapısına dercedilmiş akıl gibi faktörler de her türlü düşünce, söylem ve duruşun belirlenmesinde etkin olmaktadır. Kelâm ekolünün oluşmunda da bu faktörler etkin olmuştur. Dolayısıyla sadece söylemin oluştuğu koşullar söylemi belirtmemektedir. Đnsanın fıtratında dercedilmiş akıl gibi söylem kurucu dahilî unsurlar tarihin kaotik anlarında koşulların zorlamasıyla devreye girip insan zihnini bir sıçramaya tabii tutuyor desek yeridir. Alt yapı ve üzerinde filizlenen üst yapı geçirimli ve çapraşık bir şekilde karşılık olarak birbirini etkileyip şekillendirirken söylem açığa çıkmaktadır.

''O günün toplum hayatına bakıldığında Arapları, hazarî (yerleşik) ve bedevî (göçebe) olarak toplamak mümkündür. Yerleşme bölgelerinde oturan ilk grup oldukça istikrarlı bir hayat yaşıyor, ikinci grup ise çölde ve bâdiyede (açık kırlarda) hayvanlarına yedirecek ot aramak üzere devamlı göç halindeydi. Hayata hakim olan fakirlik birçok şâirin şiirine konu olmuştu. Bu bir tararaftan toplumda yağmacılık ve talanın yerleşmesine zemin hazırlamıştı.

208 Sönmez Kutlu, a.g.e. s.57. 209 Şerafettin Gölcük, a.g.e. s.17-22. 210 Sönmez Kutlu, a.g.e. s.43-44.

Kabile, cahileye devri insanının bütün hayatı demekti. Seçtikleri reislerine kayıtsız şartsız bağlanırlardı ki bu durum müstakil düşünce ve hareketlerini büyük ölçüde engelliyordu. Öç almak Arap toplumunda geçerli bir davranıştı. ''211

Kelâmcıların bir kanadı, edilgen değil etken bir söylemin sahibi olarak kendilerini tarihin nesnesi değil öznesi olarak görmüşler ve söylemlerini de varoluşsal ve devrimci diyebileceğimiz karakterde oluşturmuşlardır.

Müslümanlar arasında yaşanan ve duyguları, düşünceleri istikametten saptıran bu çekişmeler sonucunda, kelâm ilminin temel meselelerine zemin teşkil edecek bir takım akidevî konular tartışılmaya başlanmıştır. Bu yaşananlar duygu ve düşüncede karşılığını bulunca ister istemez bir takım konularda çelişkiler, tarafgirlikler, taassuplar oluşmuştur. Hz. Peygamberin (s.a.v.) şahsında sahabelere ve onların serdettikleri pratiklere karşı beslenen ve daha çok duygusal temelde seyreden bağlılık, bu yaşananlarla birlikte bir savrulma meydana getirmiştir.

Yaşanan acıları direkt ya da dolaylı olarak netleştirme adına siyasî, tasavvufî ya da aklî yapıda bir takım mezhep, fırka ve yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Aslında herkesin savunduğu düşünce bu olaylara olan yaklaşımını da belirliyordu. Buna bir de Đslâm aleminin dışından gelen saldırılarda eklenince her anlamda kaotik bir sürece girilmiştir. Đşte bu kaotik durumdaki bütün ekoller ve düşünce akımları insanların isteyerek ya da istemeyerek sığındığı psiko-sosyal-siyasal sığınaklar olmuşlardır. Đnsan psiko-sosyal bir varlık olması hesabıyle buralara sığınmak zorunda kalmıştır. Đnsanlar ağırlıklı olarak, bireysel tavır ve tutumlarla geçiştirelemeyecek kadar büyük olan bu sosyo-siyasal kaos sürecini bir yere mensubiyetle geçiştirmeyi tercih etmişlerdir.

Đlerde de değineceğimiz büyük günah işleyen kişinin durumu, kader meselesi, halku’l-Kur’ân meselesi vb konular bütün bu yaşananlarla ilgili olarak ortaya çıkmışlardır.212