• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: REKABET HUKUKUNUN AÇIKLAYICILARI OLARAK CHICAGO, HARVARD VE

2.7.4. Anti-Tröst Anlayışı

AO’a göre Laissez-faire kapitalizmin altında yatan varsayıma göre yalnızca herhangi bir kimseye ya da mal varlığına saldırı eylemleri yasadışı olmalıdır. Anti tröst hukuku açıkça bu ilkeyi ihlal etmektedir çünkü hiç kimsenin bu tür zararlar oluşturduğunun ispatlanamayacağı işletme uygulamalarını yasaklamaktadır ( Block, 1994). AO anti tröst yaklaşımı, anti tröst politikaların rekabetçi sürece ve toplumun hayat standardına zarar verdiği anlayışına dayanmaktadır (Thornton,1999).

AO’un anti tröst teorisyenlerinden olan Armentano (1989)’ya göre etkin firmaların daha az etkin firmalardan fazla kar elde etmesi ve bu firmalardan daha hızlı büyümesi umulmaktadır. Eğer piyasadaki yoğunlaşma bu şekilde üstün bir ekonomik performansın doğal bir sonucu ise, anti tröst düzenlemelerin özellikle de birleşme devralmaları kısıtlayıcı politikaların rolü anlamsızdır.

Birçok klasik birleşme devralma davasında, suçlanan davalı firma fiyatlarını düşürmüş, çıktılarını artırmış, hızlı teknolojik değişiklikleri uygulamaya koymuş ve genellikle etkin ve rekabetçi bir süreçle uyumlu davranışlar sergilemiştir. Aslında bu tamamen rekabetçi davranışın acelecilikle anti tröst bir eylem haline getirilmesidir. Rekabet bir denge koşulu değil bir süreç olduğu için anti tröst yasalar mevcut piyasa yapısını korumak rekabetçi davranışları engellenmesinin korunması için işleyen bir yasal dernek gibi faaliyet göstermelidir (Baumol ve Ordover, 1985).

Armentano’ya (2000, internet sayfası) göre regülasyon asla “meşru” olamaz. Anti tröst hukukun her uygulaması, özel mülkiyet haklarının bir ihlalidir. Bir özel mülkiyet hakları

rejimi altında, başkalarının haklarını ihlal etmediği sürece, yalnız ve yalnızca mülkiyet hakkı sahibi mülkiyetini nasıl kullanacağını seçmek hakkına sahiptir. Mülkiyetin bu barışçıl kullanımı meşruiyeti temsil etmektedir. Bir birleşme devralma söz konusu olduğunda, birleşmenin bir anlam ifade etmeyeceğine karar verme meşru hakkı yalnızca hissedar ve sahiplere aittir. Eğer, bunlar gönüllü olarak böyle bir birleşme kararı aldılarsa, anti tröst otoritelerin bu konudaki müdahalesi tüm hissedarların mülkiyet haklarının ihlalidir ve meşru değildir. Bu meşruiyetsizlik yalnızca birleşme ve devralmalar için değil tüm anti tröst müdahaleler için aynıdır.

Anti tröst hukukun zavallı, dilsiz tüketicilerin koruyucusu olduğunu alaycı bir şekilde dile getiren Armentano (2000), anti tröst hukuku ilk oluşturulduğunda amacının tüketiciyi korumak olmadığını tarihi delillerle ortaya koymaya çalışmaktadır. Anti tröst hukukun amacı kotalar ve gümrükler gibi kısıtlamalarla etkin rekabeti kısıtlayan işletme ve tarımsal çıkarların korunması idi. Fakat anti tröst çalışmalardan ortaya çıkan objektif sonuç bu kanunların asla tüketicileri tekel gücünden korumak için kullanılmadığıdır. Tersine, hükümetler ve özel davacılar tarafından, etkin olmayan rakipleri korurken başarılı şirketlere saldırmak ve ortadan kaldırmak için kullanılmaktadır. İşletme tarihindeki tüm klasik anti tröst davalarda suçlanan firmaların çıktılarını artıran, hızlı inovasyon yapan ve fiyatlarını düşüren firmalar olması Armentano’ya göre bir tesadüf değildir. Anti tröst asla tüketici tarafında olmamıştır.

AO tarafından, rekabet hukukunun hükümetlerce konulan keyfi kurallarının etkileri ve “suç” ortaya çıktıktan sonraki bulguların pek çok olduğu; işletmelerin girişimlerinin engellendiği ve işletmecilerin korku dolu ve resmi kurumların keyfi kurallarına boyun eğer hale geldiği, bunun yanında işletmelerin tüketicilere etkin hizmet sunmasının engellendiği ileri sürülmektedir. İşletmeler, daima gelirlerini ve kârlarını maksimize edecek faaliyetleri ve uygulamaya koyma ve tüketicilere en iyiyi sunma eğiliminde olduklarından hükümetin işletme uygulamalarıyla ilgili herhangi bir tacizi yalnızca etkin işletmelerin engellenmesi ve etkinsizliğin ödüllendirilmesi anlamına gelecektir (Rothbard,1977).

Tekele ilişkin haklılaştırılamaz, kaotik kriterler sadece birinden diğerine yer değiştirmektedir: firma büyüklüğü, ikameye yakınlık, çok yüksek ya da çok düşük fiyat, rakiple birleşme veya devralma gibi rekabeti önemli derecede azaltma. vs. bütün bu kriterler anlamsızdır. Örneğin rekabetin önemli derecede azaltılması ölçütü, zımnen rekabetin bir tür nicelik olduğunu varsaymaktadır. Fakat rekabet bir nicelik değil, piyasada güç kullanmaksızın bireylerin ve firmaların malları sağladığı bir süreçtir. “Rekabeti “korumak, belli sayıda firmanın endüstride

veya piyasada var olmasını keyfi olarak dikte etmek anlamına gelmez. Rekabet, güç kullanımı ile kısıtlanmamış kişilerin rekabet etmek ya da etmemekte serbest olması anlamına gelmektedir (Armentano, 2000).

AO’a göre, Rekabet Hukukunun temeli olan Sherman Act “ticaretin kısıtlanmasında” hileli anlaşmaya vurgu yapmıştır. Fakat burada kavramsal olarak aralarında hiçbir farklılık olmayan bir kartel, bir birleşme devralma ve bir işbirliği biçimiyle ilgili kendiliğinden ers e bir rekabet karşıtlığı söz konusu değildir; sayılan tüm bu işbirliği türleri bir firmanın tüketicilerine daha etkin hizmet sunması için gönüllü olarak varlıkların bir araya toplanmasını içermektedir. Eğer hileli anlaşmanın durdurulması, kartelin devletçe engellenmesi rekabetin devamlılığı için zorunlu ise tüm işbirliğinin ortadan kaldırılması gereklidir ve tekel karşıtları tüm işbirliği ve ortalıkların tamamen yasaklanmasını savunmalıdırlar. Yalnızca bireylerin sahip olduğu firmalar hoş görülmelidir gibi bir sonuca varılacaktır ki bu da imkânsız ve anlamsızdır. Fakat eğer “kısıtlama” tanımı diğerlerinin ticaretinin kısıtlanması olarak alınırsa, serbest piyasada ticaretin herhangi bir kısıtlanması söz konusu olmayacaktır ve ticareti kısıtlayabilen yalnızca hükümet ya da şiddet kullanan diğer bazı kurumlar olacaktır ve bu türden bir kısıtlamanın bilinçli bir formu rekabet hukuku yasamasının kendisi olacaktır. (Rothbard,1977).

AO’un hukuk-ekonomi arasındaki bağlantıya ilişkin yaklaşımını inceleyen Crespi (1994), AO yaklaşımının, geleneksel yaklaşımda olduğu gibi çoğunun gerçekçi olmayan varsayımlar üzerine kurulu olmayan ve gözden kaçırılan çok sayıda önemli noktayı (vukuf) birleştiren kapsamlı ve tutarlı alternatif bir çerçeve sunduğunu dile getirmektedir. AO, diğer iktisat okullarının öne sürdüğü belirsiz ve karmaşıklık eğilimi gösteren, yasal sistemin işleyişiyle ilgili süreçler ve kısıtlılıklar üzerine dikkati çekmiştir (Crespi,1998). AO, hukuk-ekonomi ilişkisi bağlamında oldukça kapsamlı bir algılayış ortaya koyarken, analizleri gerçek dünyaya ilişkin konulara odaklı olmuş aynı zamanda da köklerini ekonomik ve hukuki ilkelerden alarak teorik bir boyut kazanmıştır. Bu yaklaşım, AO temsilcilerinin hukuk-ekonomi arasındaki ilişkinin tamamını görmelerini ve hukuk ve ekonomi biliminin temel ilkelerini formüle etmelerini sağlamıştır: sosyal faaliyetlerin hukuku. Diğer düşünce okullarının hiç birisinin AO’un bu konudaki başarısını yakalayamadığını ileri süren Sima ise (2004), bazı okulların gerçek ekonomik dünyanın işleyişi ve hukuk-ekonomi arasındaki karşılıklı etkileşime dair ilginç case study (saha) çalışması yaptıklarını fakat bu çalışmaların altında yatan teori eksikliği nedeniyle genelleştirilemediğini ileri sürmüştür.

İleriye bakarak optimal bir sonuç hesaplamaya çalışmak yerine AO yaklaşımı yargıçları geriye bakmak ve sosyal normlar, özel mülkiyet mantığı ve taraflar arasındaki sözleşmeye dayalı ilişkilerdeki çatışmayı çözme yolları bulmaları konusunda uyarmaktadır. Kişilere, değerlere ve tercihlere saygı hukuk-ekonomi biliminin temel formu olmalıdır (Mises,1962). Pek çok alanda ortaya koyduğu gibi anti tröst yaklaşımda da bireysel özgürlüğü temel alan bir tutum sergileyen AO, bireylerin tercihlerine saygı duyulması gereğini ifade etmiştir. Fayda ve maliyetlerin öznel olduğu bir ekonomik dünyada, firma davranışlarının rekabeti bozup bozmadığını belirlemek zordur. Anti tröst yasaların rekabet karşıtı kabul ettiği firma davranışlarının aslında tamamen rekabetçi davranışlar oluğu teziyle yola çıkan AO, anti tröst yasaların siyasiliğine vurgu yapmıştır.

2.7.5.Giriş Engelleri

AO, en önemli ve uzun süreli giriş engellerinin hükümet tarafından yaratıldığı iddiasındadır. Aslında, hükümetin oluşturduğu engellerle girişin önlenmediği, sadece piyasaya girmek isteyen potansiyel firmaların, bunu zor hatta imkânsız olduğu yanılsamasına kapılmalarının söz konusu olduğu belirtilmektedir. Yine de bu koşullar kaynakların yanlış dağılımı anlamına gelmez. Endüstrideki mevcut kaynak dağılımının tüketicileri tatmin etmesi dolayısıyla potansiyel firmalar girişi zor bulabilirler. Yerleşik firmalar kaynakları tüketicilerin istekleriyle uyum içerisinde kullanmaktadırlar. Bunun sonucu olarak ta tüketiciler, yerleşik firmaların ürünlerini, hizmetlerini ve pazarlama mekanizmalarını tercih ederler. Böyle bir endüstriye giriş, potansiyel firmaların daha iyi ürünler, üstün pazarlama teknikleri veya daha düşük fiyat önerme yollarını keşfettiklerinde gerçekleşecektir (Armentano, 1982).

Yasal olmayan giriş engelleri noktasında da eleştiriler getiren AO, özellikle ürün farklılaştırma ve ölçek ekonomilerine odaklanmıştır. Geleneksel iktisat teorinse göre ürün farklılaştırma, rekabetçi girişi daha maliyetli yaptığı için rekabeti kısıtlamaktadır. En bilinen geleneksel örnek, belli başlı otomobil şirketlerinin her yıl modellerini değiştirerek bu endüstrideki rekabet maliyetini artırmalarıdır. Rekabet bir kez kısıtlandığında da bu şirketler rutin bir şekilde, tüketici refahında gerçek bir azalmaya katkı yapacak şekilde yüksek maliyetleri yüksek fiyatlara dönüştürmektedirler.

Bu görüşe göre ölçek ekonomileri de rekabeti kısıtlamaktadır. Belli bir büyüklüğe erişen firmalar daha düşük birim maliyeti gerçekleştirmektedirler çünkü daha fazla hacim, bu

firmalara hem mevcut küçük rakiplerini hem de potansiyel küçük rakiplerini piyasadan dışlama gücü vermektedir. Böylece, rekabetin azalması ve kaynakların yanlış dağılımının etkin olmayan firmaların etkin olanlarla rekabet edememesinden kaynaklandığı göz ardı edilmiştir (Armentano,1978).

Geleneksel iktisat teorisyenlerinin konuyu tamamen tersinden ele aldığını ileri süren Armentano’ya (1978) göre, fiyatları yükselten ürün farklılaştırma, yalnızca eğer tüketiciler bu farklılaştırmayı tercih ederler ve daha yüksek fiyat ödemeyi isterlerse bir giriş engeli olarak görülebilecektir. Eğer tüketiciler böylesi bir farklılaştırmayı tercih etmezse ürün farklılaştırmanın girişi engeli olarak sonuç doğurması söz konusu olmayacaktır. Aslında, ürün farklılaştırma rekabete ve piyasaya girişe açık bir davetiye niteliğindedir (Armentano, 1978). Benzeri bir iddia ölçek ekonomileri bağlamında da mümkündür. Tüketiciler, küçük firmaların yüksek maliyetli, dolayısıyla yüksek fiyatlı ürünlerini seçerek “rekabeti” artırabilirler. Aksini iddia etmek, tam rekabet yandaşı ekonomistlerin tüketici perspektifinden bakamayan vizyonlarından kaynaklanmaktadır (Armentano, 1978).

AO’na göre bu alanda gözlemlenen bir diğer tutarsızlık, yanlış rekabet teorilerinin ortaya çıkması olasılığıdır. Eğer ürün farklılaştırma, örneğin rakip sayısını azaltarak rekabeti kısıtlıyorsa, o zaman firmanın ürün farklılaştırması sınırlandırılarak daha çok rekabete ulaşılabilecektir. Şayet etkin üretim teknikleri ya da ölçek ekonomileri rekabeti kısıtlıyorsa, etkin firmaların kural gereği maliyetleri ya da fiyatları artırmasıyla rekabet de artacaktır. Bütün bunlardan sonra, giriş engelleri teorisi ciddiye alındığı takdirde, tüketici refahı adına rasyonel kamu politikası olarak ileri sürülen süreçlerin tüketiciler açısından zararlı sonuçlar doğurması çok olasıdır. AO, bu ağır eleştirilerine daha üzücü olanın bu tür iddiaların bazı rekabet hukuku döngülerinde ve mahkemelerde ciddiye alınması ve böylesi teorik bir saçmalığı yansıtan yasal kararların varlığına dikkat çekerek devam etmektedir (Armentano, 1978).