• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: REKABET HUKUKUNUN AÇIKLAYICILARI OLARAK CHICAGO, HARVARD VE

2.2.1. Piyasa

Chicago Okulu (CO) öğretisi, piyasanın en önde gelen savunucusu olduğu gibi, piyasa mekanizmasının nasıl işlediğinin de en güçlü açıklayıcılarından birisidir. Okul üyeleri piyasanın rekabetçi olmayan yapısına karşı bir tutum sergilemiş ve bir endüstride genellikle üç olarak kabul edilen firma sayısının, rekabetten söz edilebilmesi için en az altı olması gerektiğine inanmışlardır. Mevcut piyasaların, bu halleriyle bile eksik rekabete, işlem ve bilgi maliyetine inanan “piyasacı olmayan” ekonomistlerin öngördüklerinden çok daha fazla rekabetçi olduğu fikrindedirler. Fakat CO’un piyasa ile ilgili ers e vurgusu, geleneksel yapısal rekabet nosyonundan oldukça fazladır. Chicagoculara göre piyasa neredeyse siyah bir sihirli kutudur. Piyasa faaliyetlerini tasarımlarken rekabetçi, kar araştıran bir davranış ta içerir. Piyasanın işleyişi, rekabetçi davranış üzerinde gerçekleşir. Buna göre bireyler, piyasa şartları değiştikçe kısıtlı avantajları çeşitli uyarlamalarla maksimize etme amacını izlerler (Rittaler ve Schmidth, 1998).

Piyasa ile ilgili Chicago bakış açısı herhangi bir alternatif sisteme göre, gücün daha fazla yayıldığı daha özgür bir bakış açısıdır. Hatta tam rekabetçi olmayan bir piyasa bile kötünün iyisi bir alternatiftir. Endüstriye girişlerde hükümet sınırlamalarının olmaması durumunda, piyasa kendiliğinden rekabete yönelecek veya rekabetçi sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Örneğin, potansiyel rakiplerin endüstriye giriş endişesi bile rekabetçi sonuçlar üretecektir. Üstelik piyasa rekabet hukukundan daha hızlı işlemektedir (Rittaler ve Schmidth, 1998). CO’na göre piyasalar genellikle sorunların daha ucuz ve daha özgür çözüm yollarını oluştururlar. Piyasalar basit bir şekilde kendi kendilerini ortaya çıkarırlar ve gizli saklı, anlaşılması zor ekonometrik tekniklere ihtiyaç kalmadan basit piyasa teorisi kullanılarak gözlemlenebilirler. Tüm Chicagocular, piyasa çözümlerinin üstünlüğü ve piyasanın noksansız işlediğini varsayan bir inanca sahiptirler. Bu iddia, CO’nun piyasa ile ilgili temel kuramıdır. Piyasa optimal çözümler üretir çünkü, optimal çözümler piyasa çözümlerine dayanarak tanımlanmıştır: piyasa kesin bir paradigma içerisinde işlemektedir (Rittaler ve Schmidth, 1998).

Yine piyasa, kendisine girdi sağlayan kaynakların dağılımına hizmet eder. Fiyat sistemi üretimi ve dağıtımı ve fiyat değişikliklerine gösterilen davranışsal tepkileri piyasanın açığa çıkardığı fiyatlar aracılığıyla kontrol eder. Piyasa bir anlamda belirleyici sonuçlar üretir ve merkezileşmiş karar verme, gücün hükümetin elinde toplanması gibi durumları anormalite olarak tanımlar ve bunlardan kaçınılması gerektiğine inanır (Bork, 1979).

CO’nun piyasa düzenlemeleri, herhangi bir yapısal kaygıdan bağımsız bir eğilim sergilemektedir. Piyasa optimalitesi bir a priori (sebeb-sonuçsal), operasyonel olmayan, test edilebilir, reddedilebilir fakat okul paradigmasında etkili olan bir önermedir. Acaba malvarlığı tekelleşme ya da gücün yoğunlaşması haklarını içerir mi – içermeli midir? Chicagocular bu ve benzeri sorularla çok az ilgilenmişlerdir. Asıl hesaba kattıkları konular piyasa ve rekabetçi davranışlar olmuştur (Samuels, 1993).

CO, piyasa lehinde bir varsayım –ki bu piyasa çözümleridir- üzerine kurulmuştur. Piyasa, bütün uygulama maksatları ekonomi ile eşitlenmiş bir düzendir. Chicagocular, hükümet politikasını ekonominin işlemesi ve ekonomik gelişmenin yapısı ve düzeyi açısından önemli bir faktör olarak kabul ederler (Wall, 1972 ). Okul üyeleri, piyasanın ve piyasa çözümlerinin, piyasacı olmayan temellerinin ve kanun ve ahlak kurallarının görünürdeki sınırlılıklarının farkındadırlar. Yine de piyasacı olmayan (hükümete ait) ekonomik örgütlere kıyasen piyasa örgütlerinin gücüne ve tesirine inanırlar. Piyasa (fiyat) teorisinin, asli ekonomik gerçekliği hem pozitif hem normatif alanda yeterince temsil ettiği inancındadırlar. Piyasadaki işletmelerin gücünün ve kişisel zenginliğin eleştirilerle fazlaca abartıldığını ifade ederler. Onlara göre özellikle hükümetteki alternatif güç yoğunluğu ile karşılaştırıldığında, piyasadaki böylesi bir gücün aslında oldukça dağılmış olduğu açıktır. Chicagocular, piyasa sistemi içindeki örgütlerin ve güçlerin bağımsız (bilinçli) bir denetimi gerektirmediği söylerler. Zira, ekonomik etkinliğin en üst düzeyini ve verimli ve optimal kaynak dağılımını piyasanın bizzat kendisinin yapacağı inancındadırlar (Samuels, 1993).

Rekabetçi piyasa “değerlere” karşı duyarsız değilse bile kördür. Bu nedenle, rekabetçi piyasa bir köle ekonomisine de serbest piyasaya olduğu kadar sadakatle hizmet edebilir. Ekonomik etkinlik ve tüketici tercihleri temel endişe olduğu sürece, otoriter bir rejimde rekabetçi piyasa en az demokratik bir rejimde olduğu kadar hatta belki daha da iyi işleyebilir (Mishan,1993). CO, serbest piyasa faaliyetlerinde doğrudan hükümet müdahalesinin olmaması gerektiğine inanmaktadır. Bu durumda sistem kendiliğinden, en azından herhangi bir alternatif ekonomik düzenlemeler altındaki kadar iyi işleyecektir. Dahası, rekabetçi dengenin dağıtıcı özellikleri daha az, fakat kar elde etme mücadelesinin dinamik sonuçları daha fazla dikkate alındığında, rekabetçi ekonomi iddiası Darwin’in doğal eleme benzetmesini ispatlayacaktır: etkin olmayan rekabetçi ekonomide uzun süre hayatta kalamaz (Mishan,1993; Henderson, 1993).

CO’un ekonomi anlayışı gönüllü işbirliği içerisindeki bireylerin ya da ailelerin birlikteliğinin söz konusu olduğu mükemmel bir piyasa tasarlamaktadır. Her bir birey, ekonomik tercihleri

noktasında alternatiflerin bulunduğu bir ortamda serbestçe işlemler yapar. Knight (1956), güç ilişkilerinin dâhil olduğu taraflar arasındaki “kişisel ortaklığı ve gerçek özerklik ile hareket etme kabiliyetinden yoksun kalacak şekilde etki altında olan bireyleri ideal piyasa şartlarının dışında tutmaktadır. Hatta rekabet deyimi bile piyasa tamamen mükemmel ise bir yanlış isimlendirmedir. “Piyasanın ideal karakterinin farkına varmak için sistem parayla çalışan makinelerle faaliyette bulunmalıdır” (Knigt, 1956: 268). Her birey amaçlarını gerçekleştirmek için kendi araçlarını kullanır, karşılıklı serbest irade uyuşması ilkesi altında diğer bireylerin kullandığı araçları daha etkin kullanma yeteneğiyle avantaj elde eder.

Tam rekabetçi piyasa yalnızca kaynakların etkin kullanımını sağlamaz ayrıca Knight’ın “yer değiştirici” adalet diye adlandırdığı eşit değerlerin ödünleşmesi anlamına gelen, ürünlerin dağılımındaki bir tür adaleti de gerçekleştirir. Böylece, her bir taraf koyduğu değere eşit bir kazanım sağlar. Fakat piyasa daha esaslı dağıtıcı adaleti garanti etmez. Bir kişinin ne koyarsa onu alacağı inancı, onun ekonomik kapasitesine- kişisel yetenekleri ve mal sahipliğine- bağlıdır. Bireyin elde edeceği kazanımlar, hukuka ve toplumsal kurumlara da bağlıdır (Samuels, 1993).

CO’nun “serbest piyasa açısından iyi olan her şey herkes için iyidir” tezini Buchanan (1974) daha ileri götürmüştür. Buchanan, organik, tanrılaştırılmış bir “piyasa” (Alfred Marshall tarafından arz ve talebin birleşme noktası olarak tanımlanan) kavramı kullanmıştır. Yazara göre, piyasaya dayanmak, içsel ahlaki yada dışsal politik düzenleme- regülasyon gereğini minimize eder. Bu sonuca düzenlemelerin- regülasyonların olmaması durumunda, bunların ihlalinin de minimize edilmiş olacağı gerçeğinden hareketle varılmaktadır. Chicagocular, regülasyonların sosyal maliyetlerine dikkati çekmekte ve regülasyonların yokluğu durumunda söz konusu olan sosyal maliyetlere ve düzenleyici sürecin etkili doğasına aldırmamayı uygun bulmaktadırlar (Buchanan, 1974).

Ancak, düzenleme olmazsa ihlal de olmaz mantığı açıkça sorgulanabilecek niteliktedir. Bu durumdan hareketle, bir toplumu salt “özgürlük ilkesi” üzerinde örgütlemenin olanaksız olduğu görülecektir. Bu noktada Knight’ın “mekanik” olarak adlandırdığı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Sosyal örgütlemede bu mekanikler tam rekabetçi piyasa tasarımının rehber olarak kullanılmasına pratik olarak uygun olmak zorundadır. Dolayısıyla eğer tekel gücü yaygınsa, Knight, sistemin bozularak kaos doğuracağına inanmaktadır. Genel olarak pek çok Chicago Okul üyesi gibi Knight’ta tekel sorununu şirket sistemine ilişkin eleştirilerini abartarak ele almaktadır. “ Ben hala Adam Smith’in oldukça haklı olduğuna inanıyorum; eğer

hükümetler ellerini tekellerin teşvikini engellemekten çekerlerse problemin büyük bir kısmı başının çaresine bakarak kendi kendine hallolacaktır” (Knight, 1960).

Chicago yaklaşımının üzerinde durduğu piyasa tekeli ve gelir dağılımı eşitsizliği gibi mikro ekonomik problemler en iyi Henry J. Simons tarafından ifade edilmiştir. Simons, liberal politika söylemindeki temel unsurların beş öneri ya da hedef terimi ile görece önem dereceleri dikkate alınarak tanımlanabileceğini ileri sürmektedir: özel tekelin tüm formlarının ortadan kaldırılması (kamunun sahipliğindeki doğal tekelleri ve birleşme kurallarındaki şiddetli reformları da kapsayacak şekilde), para reformu, eşitliği artıracak bir vergi reformu, gümrük reformu ve son olarak reklâm ve diğer satış faaliyetlerinde sınırlandırma (Simons, 1936). Piyasanın etrafında yer alan ekonomik örgütler, klasik iddia olan etkinlik üzerinde temellendirilmiştir. Piyasa, katılımcılarının rasyonel kar maksimizasyonu ve maliyet minimizasyonu ilkesini izlemesi sayesinde, karar verme sürecini ademi merkezileştirir ve katılımcıların faaliyetlerini etkin bir şekilde koordine eder (Knight, 1960).

Chicago yaklaşımı pazarı, esasında rekabetçi Pazar ve doğal tekel şeklinde iki kategoride sınıflandırmaktadır. Doğal tekel durumunda tekele, gönüllü bir şekilde hükümet müdahalesini genişletme taahhüdü altına girmeden razı olunmuştur. Fakat kamu hizmeti veren endüstrilerdeki firmalar arasında baskın bir özellik olabilen yüksek düzeydeki bir oligopolistik bağımsızlık olasılığı dikkate alınmamıştır.

Doğal tekel konusunda Stigler ve Demsetz, ölçek ekonomilerinin birim maliyetlerinin düşmesine neden olacağını ve böylece firmalar arası rekabetçi etkileşimlerin eninde sonunda tek bir tedarikçinin elinde toplanacağı tanımını kabul etmektedirler. Posner ise, sabit birim maliyetlerin düşürülmesini doğal tekelin sebebi olarak görmektedir fakat sonuç farklı değildir; piyasa hâkimiyetinin tek bir firmaya ait olması (Trebing, 1993).

Ekonomik ve siyasi güç arasındaki karşılıklı ilişkinin modern boyutu, “klasik” doğal tekelden ziyade, çok uluslu şirketlerle ilgili gelişmeler, ilişkili konglomare aykırı birleşmeler ve oligopolistik endişelerdir. Bu günkü modern yapılarda özel piyasa gücünün önemi ve sosyal rolü bir konu olarak karşımıza çıkar. Chicago Okul, tekelcilik karşısında tam rekabete ilişkin savaşını kazanmıştır. Stigler 1957’de “tam rekabet kavramı, geçmişteki her hangi bir zamandan daha genişçe teorik çalışmalarda kullanılmaya başlanmıştır. Kavramın hayatiyeti bu başarısı ile dile getirilmektedir” diyerek bu durumu vurgulamıştır.

Yukarıdaki bilgiler ışığında CO’un piyasa anlayışının tam rekabet piyasası olduğu açıkça gözükmektedir. Piyasada her zaman yeterli sayıda alıcı ve satıcı vardır, bilgi tamdır, herkes istediği bilgiye rahatça ulaşabilecektir. Piyasa, denge halindedir ve bu dengeden sapma söz konusu olmamaktadır. Eğer olursa bile bu geçici bir sapmadır, sürdürülebilir değildir ve bir süre sonra tekrar denge sağlanacaktır.