• Sonuç bulunamadı

torakoabdominal aort anevrizmalarında Chimney, sandviç ve periskop greft teknikleri ile

Belgede DOKTOR SÖZLÜ BİLDİRİLER (sayfa 47-57)

endovasküler tedavi

Murat Canyiğit1, Emrah Uğuz2, Mete Hıdıroğlu2, Aslıhan Küçüker2, Assanaly Mustafayev3, Hüseyin Bayram2, Hüseyin Çetin1, Erol Şener2

1Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Ankara

2Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp Damar Cerrahisi Kliniği, Ankara

3Ahmet Yesevi Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kazakistan

Giriş ve Amaç: Tip V torakoabdominal aort anevrizmalarında (TAAA)

renoviseral dolaşımı korumak için paralel greft teknikleri kullanarak gerçekleştirdiğimiz endovasküler aortik tamir işlemlerinin orta dönem sonuçlarını sunmayı amaçladık

Yöntem: Tip V TAAA olan 4 hasta (3 erkek, ortalama yaş 66,5)

Chimney, periskop ve sandviç paralel greft teknikleri kullanılarak tedavi edildi. Chimney ve sandwich greftler aksiller arter yoluyla yerleştirilirken, periskop greftler ve aortik stent greftler femoral arter yoluyla yerleştirildi. Paralel greft olarak tüm hastalarda Viabahn® kaplı stentler kullanıldı.

Bulgular: Tüm aortik stent greftler ve paralel greftler %100 prosedürel

başarı ile implante edildi. Bir vakada sınırlı hepatik arter diseksiyonu

Viabahn® kaplı stent kullanılarak anında giderildi. Aortik anevrizmalar

11 torasik endogreft ve bir 2 bacaklı stent greft kullanılarak dolaşımdan ayrıldı. Sekiz renal ve 8’de viseral artere olmak üzere toplam 16 paralel greft, 26 adet Viabahn® kaplı stent kullanılarak oluşturuldu. Sadece bir hastada geçici renal disfonksiyon gelişti. Hastalarda ortalama takip süresi 8,7 aydı (3-18 ay) ve bu süreçte bir hastada postoperatif birinci ayda subdural hematom gelişti, diğer üç hasta sorunsuz olarak izlendi. Takip süresince mortalite izlenmedi. BT anjiyografi kontrollerinde tüm paralel endogreftler patentti, anevrizma keselerinde büyüme yoktu. Son iki hastada erken dönem kontrollerinde minimal tip I ve II endoleak izlendi.

Tartışma ve Sonuç: Paralel greft teknikleri tip V TAAA

tedavi-sinde cerrahiye ve diğer endovasküler greft seçeneklerine önemli birer alternatiftir. Bu teknikler etkin, güvenli ve uygulanabi-lir olup düşük morbidite ve mortaliteyle gerçekleştirilebiuygulanabi-lirler. Kullanılan bu tekniklerin orta dönem sonuçları umut verici olup bu konuda uzun dönem sonuçlara yönelik çalışmaların yapılması gereklidir.

[S-152]

Anaconda experiment in endovascular stent therapy of abdominal aortic aneurysms: early results of a single center

Mustafa Bilge Erdoğan1, Hakan Zor2, Onur Erdoğmuş3,

Özerdem Özçalışkan1, Hakkı Kazaz1

1Department of Cardiovascular Surgery, Medical Park Gaziantep Hospital, Gaziantep, Turkey

2Department of Cardiovascular Surgery, Gazi University, Ankara, Turkey

3Department of Cardiology, Medical Park Gaziantep Hospital, Gaziantep, Turkey

Introduction-Objective: We investigated the efficacy, perioperative,

postoperative and early stage outcomes of Anaconda type endovascular stent-grafts in patients who had intervention in our clinic with the diagnosis of abdominal aortic aneurysm.

Method: During the years of 2010 and 2014, 23 patients (19 male, 4 female) had endovascular stent-graft procedure with the diagnosis of infrarenal abdominal aortic aneurysm. The mean age was 76.1 (67-82). All patients had Anaconda endovascular stent graft procedure.

Results: The intervention was

performed to all patients in angiology laboratory under the sterilization and technical conditions of a surgery room. Aortoiliac stenting was done for all patients. The mean procedural time was 70.5 (55-97) minutes. No patient required open surgery. Graft placement was successful in all patients. None of the patients died during the procedure. One patient died in early stage due to congestive heart failure and pulmonary edema. None of the patients had graft infection or aneurysmal rupture.

Conclusion: In selected patients with abdominal aortic aneurysm,

early stage mortality and morbidity of stent graft procedure are low. Procedure is technically easy to apply with high success rates. Good preoperative preparation, technically well equipped catheter laboratory and an experienced surgical team are sufficient for that.

[S-153]

Carbon dioxide as a contrast in digital subtraction angiography during endovascular aortic repair

Oğuz Yılmaz1, Hasan Ardal1, Mehmet Susam1, Harun Arbatlı1,

Fürüzan Numan2, Bingür Sönmez1

1Şişli Memorial Hospital, Cardiovascular Surgery Department, Istanbul, Turkey

2Şişli Memorial Hospital, Radiology Department, Istanbul, Turkey

Introduction-Objective: Although iodine contrast medium is

considered gold standard in endovascular revascularization (EVAR) procedures, nephrotoxicity and hypersensitivity limit its indiscriminate

use. Carbon dioxide (CO2) contrast angiography may be used in such

contraindicated cases. We started using CO2 in combination with iodine

contrast to minimize such risks during EVAR in patients with chronic renal failure. We evaluated the preliminary data regarding the renal function of these patients.

Method: In the last six months, CO2 was used as a contrast in 7 patients. Five of these were EVAR patients involving the abdominal aorta, and the other two were peripheral arterial procedures. The details of the patients are listed in the table, together with the creatinine levels before and after the procedure.

Carbon dioxide

was administered

via a closed circuit manually. In only one case with hypertension, manual injection was not possible and a pump was necessary. Special CO2 mode of the fluoroscope was used for imaging.

Results: In all patients

it was interesting to see a lower creatinine level in the first postoperative day, and generally no increase in the postoperative creatinine levels was observed. Due to the limited number of cases, no scientific conclusion can be reached with this data at this moment, but the preliminary results look promising.

Conclusion: In EVAR patients, CO2 angiography may help decrease the total amount of Iodine contrast used, and may prevent contrast induced nephropathy.Subdiaphragmatic imaging should be preferred due to reported neurotoxicity above the diaphragm. Special considerations about positioning may also be critical for better imaging.

[S-154]

Relationship between the two surgical access of aortoiliac occlusive disease and recovery of ED

Yusuf Kalko1, Levent Verim2, Özerdem Özçalışkan1, Gökçe Şirin1,

Barbaros Kınoğlu1

1Department of Cardiovascular Surgery, Bahcelievler School of Medicine, Kemerburgaz University Medical Park, Istanbul, Turkey.

2Department of Urology, Haydarpasa Numune Research and Training Hospital, Istanbul, Turkey

Introduction-Objective: Aortoiliac occlusive disease (AIOD) can

occur anywhere from the distal abdominal aorta to the common femoral arteries. Patients with AIOD may be asymptomatic or may have intermittent claudication or critical limb ischemia. ED in the young males may be the first symptom of aortoiliac disease.

Method: The aims of this study were to determine the outcome of ED

in patients who underwent aortoiliac surgery and evaluate the effect of revascularization upon erectile function (EF) by using the international index of EF questionnaire and color duplex Doppler ultrasonography. A total of 60 patients under 65-year-old age eligible for elective repair of Q2 AIOD s were included in this study. The patients were randomly divided into two equal groups. The first group (group A) patients were operated by minimally invasive retroperitoneal approach (RPA) and the second group (group B) patients were operated by transperitoneal approach (TPA) to the aorta.

Results: The quality of sexual function scale was evaluated preoperatively

and at 6 months postoperatively. Surgical revascularization when appropriate, symptomatic AIOD and ED are often improved.

Conclusion: As a result of our study, RPA to the aorta is superior to

TPA because of recovering with the higher systolic velocity values of penile Doppler in ED cases.

[S-155]

Abdominal aort anevrizmaları patolojilerindeki endovasküler uygulaması erken dönem sonuçlarımız

Ali Kemal Arslan, Ferhat Borulu, Mine Demirbaş, Ufuk Sayar, Muhammet Onur Hanedan, Tanıl Özer, Ceyhun Coşkun,

Mehmet Ali Yürük, İlker Mataracı

Ahi Evren Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Devlet Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahi Kliniği, Trabzon

Giriş ve Amaç: Endovasküler girişimler abdominal aort

anevrizmala-rının elektif veya acil tedavisinde açık cerrahiye göre mortalite ve mor-biditeyi azaltan daha konforlu bir yöntemdir. Uygun hastalarda uygu-ladığımız bu girişimlerin erken dönem sonuçlarını paylaşmak istedik.

Yöntem: Hastanemizde 2009 Haziran-2014 Ağustos arasında

endo-vasküler girişim uygulanan 93 hasta retrospektif olarak incelendi. 85’i erkek 8’i kadındı. Yaş ortalaması 74,8 olup en genç hasta 50 yaşında en yaşlı olan ise 86 yaşındaydı.

Bulgular: Hastaların çoğunda (66 hasta) spinal+epidural anestezi

uygulandı. 10 hastaya epidural, 4 hastaya genel anestezi, 13 hastaya lokal anestezi uygulandı.Hastalara ihtiyaç halinde sedasyon yapıldı. Komplikasyon gelişmeyen hastalar operasyon sonrası 1. günde servise devredildi. Postop dönemde bir hastada serebrovasküler olay (talamik infarkt) gelişti. 4 hasta ybü takiplerinde exitus oldu. Bir hastamızda stentin işlem sırasında yukarı kayması sonucu acil olarak açık cerra-hiye alındı ve ABİ baypas operasyonu yapıldı. Bir hastamızda femoral bölgede kanama ve hematom gelişti vakum tedavisi uygulandı. Bir hastanın sağ iliyak stentinde leak oluştu. Balon ve yeni stent uygula-ması ile sorun giderildi.Bir başka hastamızda sağ iliyak uzatmada 2. ayda kırılma ve o bölgede rüptür oluştu, yeni bir girişimle uzatma stent yerleştirildi. 2 hastada 1. ayda tip 2 leak görüldü. Kontrollerde leak’ın kaybolduğu görüldü. Rüptür olan bir hastada işlem sonrası batında ger-ginlik devam etmesi üzerine açık cerrahiye alındı. Stent çıkarıldı, ABİ baypas yapıldı ancak hasta YBÜ’nde exitus oldu

Tartışma ve Sonuç: Endovasküler uygulamalar, kolay

uygulanabilir,mortaliteyi morbiditeyi azaltan uygulamalardır. Kalp-Damar cerrahisi asistan eğitim sürecinde daha fazla yer almalıdır.

Uygun anatomisi olan ister elektif ister acil vakalarda mutlaka ciddi bir alternatif olarak değerlendirmek gerekmektedir.

Venöz Ve LenfATik SiSTem HASTALıkLArı

Ve CerrAHiSi/endoVenöz GirişimLer

ödüllü damar Bildiri oturumu [S-156]

Safen greft’te meydana gelen hücresel hasarı önlemede perivasküler siyanoakrilat (Glubran 2) uygulaması: Deneysel model

Nail Kahraman1, Gündüz Yümün2, Kadir Kaan Özsin1, Arif Gücü1,

Mehmet Tuğrul Göncü1, Emre Kaymakçı1, Ahmet Hakan Vural1

1Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi, Bursa

2Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi, Tekirdağ

Giriş ve Amaç: Koroner arter hastalığında koroner baypas

cerrahisin-de yeterli arteriyel greft olmadığı için safen ven en yaygın kullanılan grefttir. Ancak geç dönemde greft yetersizliği sık olması greft koruyucu araştırmaları gündeme getirmektedir. Bu çalışmanın amacı sentetik yapıştırıcı siyanoakrilat (Glubran 2 ) uygulamasının safen vende hücre-sel hasarı önlemede etkisinin araştırılmasıdır.

Yöntem: Bu çalışmada koroner baypas uygulanan ve safen ven grefti

artan 20 gönüllü hasta dahil edildi. Kardiyopulmoner bypas sistemi safen greftlere uyarlanarak 120 mmHg basınçta 45 dakika arteriyel sistem taklit edildi. Safenin birine siyanoakrilat (Glubran 2 ) desteği yapıldı. Sonrasında greftlerin histopatolojik incelenmeye alındı.

Bulgular: Siyanoakrilat (Glubran 2 ) kullanılan grupta ileri derecede

damar hasarı gözlenmezken kontrol grubunda basınca bağlı çok sayıda örnekte orta ve ciddi hasar tespit edildi (p=0,003).

Tartışma ve Sonuç: Siyanoakrilat (Glubran 2) uygulanması ile ilk

dönem damarda hücresel hasarlanmayı önlemede başarılı görüldü. Ancak uzun dönemde ve canlıda damara karşı etkilerini gösteren bir çalışma yoktur. Bu konuda ileri araştırmalar gerekmektedir.

[S-157]

ımpact of Cd 34 (+) pluripotent mesenchymal stem cell therapy in patients with chronic critical limb ischemia

Yaşar Birkan1, Koray Ak1, Esin Tülü1, Alper Kararmaz2, Sinan Arsan1

1Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul

2Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul

Introduction-Objective: In this study, we searched the impact of bone

marrow derived stem cell therapy in patients with chronic critical limb ischemia (cCLI) which were not suitable for revascularization.

Method: Fifteen patients were prospectively included into the

study (between 32 to 70 years old and male/female: 13/2). All patients severe had severe resting ischemic leg pain and ulcer. All patients had also perfusion MRI of the ischemic limb. Bone marrow aspiration (240 ml) was performed from iliac crest and centrifuged for collection of CD34 (+) mesenchymal pluripotent stem cells. Intramuscular injection of CD34 (+) stem cell to ischemic limb was performed under local anesthesia. At the end of follow up, efficacy of stem cell therapy was assessed by both perfusion MRI scanning and clinical outcome.

Results: All patients except 1 completed follow up and the mean follow

up was 14±10.8 months. Clinically 5 patients (out of 14) had undergone limb amputation and salvage of ischemic extremity was achieved in the rest (9 of the 14 patients, 64%). Patients with limb salvage have significant improvements in resting pain and quality of life at the end of follow up. Perfusion MRI revealead improvement in the blood supply of the extremity that has done stem cell therapy.

Conclusion: Bone marrow derived CD 34 (+) stem therapy for cCLI

seems to be a promising therapy in cCLI patients who are not suitable to conventional therapies.

[S-158]

Serum SCUBE-1 levels can predict endothelial dysfunction in healthy young adults

Oğuz Karahan1, Orkut Güçlü1, Sinan Demirtaş1, Orhan Tezcan1, Süleyman Yazıcı2, Celal Yavuz1, Ahmet Çalışkan1, Binali Mavitaş1

1Department of Cardiovascular Surgery, Medical School of Dicle University, Diyarbakır, Turkey

2Department of Cardiovascular Surgery, Medical School of Bilim University, Florence Nigihtingale, Hospital, Istanbul, Turkey

Introduction-Objective: Flow mediated dilatation (FMD) is

noninvasive evaluation method of the progression of atherosclerosis. Noninvasive ultrasonographic tests (eg. carotid intima media thickness and FMD) have some handicaps such as expertise on ultrasonography, subjectivity etc. Therefore, the objective laboratory markers that can be indicated endothelial dysfunction clearly are investigating. The aim of this study was to investigate whether the SCUBE1 (signal-peptide-CUB-EGF-domain-containing-protein-1) a novel cell surface glycoprotein that found in platelet and endothelial cells, have predictive value in the course of atherogenesis as FMD.

Method: One-hundred and twenty healthy adults aged 20 to 35 years

were enrolled in the study. Participants were classified as having normal and abnormal FMD response. SCUBE-1 levels were determined from the venous blood samples, simultaneously with measurement of Brachial FMD values. Conventional cardiovascular risk factors and demographic variables noted.

Results: In an univariate analysis; advanced age, low density lipid

levels, systolic and diastolic blood pressures, SCUBE1 were correlated with abnormal FMD response. The association between SCUBE-1 and FMD determined significant in a multivariable logistic regression analysis with forward stepwise method adjusted for other conventional parameters, [OR= 0.150, 95% CI= 0.146-3.582, p=0.001]. The optimal cut-off level of SCUBE-1 for detecting abnormal FMD (also predicting endothelial dysfunction) response was determined as >16.7 ng/mL, with 100 % sensitivity and 75.4 % specificity (AUC: 0.774, 95% CI 0.711-0.854).

Conclusion: According to previous studies, the function of SCUBE1 in

the atherosclerotic plaque is unclear. However, monitoring of SCUBE-1 levels seems to be sensitive as non-invasive subjective ultrasongraphic methods to predict the course of atherogenesis.

[S-159]

Antegrad serebral perfüzyon ve hipotermik sirkülatuar arrest tekniğiyle aort cerrahisi yapılan hastalarda visceral iskemi: klinik sonuçlar ve oksidatif-nitrozatif stress ürünleri üzerine prospektif bir çalışma

Emre Kubat1, Ayşen Aksöyek2, Utku Ünal2, Ahmet Sarıtaş2,

Başak Soran2, Anıl Özen2, Aytaç Çalışkan2, Erman Süreyya Kiriş2,

Emine Demirel Yılmaz3

1Karabük Üniversitesi, Eğitim ve Araştırma hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Karabük

2Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Ankara

3Ankara Üniversitesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Ankara

Giriş ve Amaç: Asendan-arcus aorta cerrahisinde antegrad serebral

perfüzyon (ACP) sırasında ılımlı (28 °C) hipotermik sirkulatuar arrest (HCA) iyi klinik sonuçlarla uygulanmaktadır. HCA sırasında distal organ perfüzyonu ve vücutta oluşan biyokimyasal değişiklikler üzerine fazla araştırma yapılmamıştır.

Yöntem: Asendan-arkus aorta anevrizması nedeniyle opere edilen 36

ardışık hasta (ACP+HCA) ile konvansiyonel kardiyopulmoner baypas

ile ameliyat edilen koroner baypas ve kapak ameliyatlısı 36 hastada (kontrol grubu) klinik sonuçlar (hastane ve yoğun bakım yatış süreleri, komplikasyonlar), postoperatif 6. saat ve 3. gün AST, ALT, LDH, GGT, ALP, kreatinin, total-direkt bilirübin, beyaz küre, platelet değerleri, ACP ve cross clamp süresi sonunda alınan vena cava inferior ve arte-riyel kanlarındaki laktat, nitrik oksit (NO), asimetrik dimetil arginin (ADMA), hidrojen sülfid (H2S), total antioksidan kapasite (TAC) değerleri karşılaştırılmışlardır.

Bulgular: ACP+HCA grubunda postoperatif 6. saat beyaz küre

(11656,7±3552 vs 9961,1±2493), arteriyel laktat (3,5±1,1 vs 2,9±3,4), venöz laktat (3,9±1,5 vs 2,2±0,8) ve arteriyel H2S (43,27±16,77 vs 31,14±10,64) düzeyleri kontrol grubuna göre daha yüksek, venöz ADMA değeri ise (1,30±0,42 vs 1,62±0,35) düşük bulunmuştur (p<0.05). Her 2 gruptan, koroner arter hastalığı olan hastalar çıkarılıp tekrar karşılaştırıldığında, ACP+HC grubunda arteriyel ve venöz laktat seviyelerindeki yüksekliğin devam ettiği (sırasıyla 3,53±1,12 vs 1,99±0,79 ve 3,87±1,44 vs 1,99±0,78 p<0,05) diğer farkların ortadan kalktığı gözlenmiştir

Tartışma ve Sonuç: ACP ve ılımlı HCA sırasında KAH olsun veya

olmasın dolaşım arrestine bağlı 15. dakikada laktat düzeyinin bu tekniğin uygulanmadığı konvansiyonel açık kalp cerrahisi yapılan hastalara göre arttığı gösterilmiştir. Ancak klinik sonuçlarda bir fark gözlenmemiştir. ACP+HCA grubunda inflamatuar yanıtta artış olarak yorumlanabilecek beyaz küre yüksekliği inflamatuar yönden daha fazla sayıda hastayı içeren çalışmalar planlanabilir. Ilımlı HCA süresinin kısa sürmesi beklenen hastalarda tekniğin güvenle uygulanabileceği söylenebilir

[S-160]

Spinal kord iskemi/reperfüzyon hasarına montelukastın etkisi

Kemal Korkmaz1, Hikmet Selçuk Gedik1, Ali Baran Budak1,

Ali Ümit Yener1, Serhat Bahadır Genç1, Ertuğrul Kaya2, Havva Erdem3, Handan Ankaralı4, Kerim Çağlı1

1Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Ankara

2Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı, Düzce

3Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Düzce

4Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı, Düzce

Giriş ve Amaç: Bu çalışma, deneysel bir modelde, seçici tersinir bir

CysLT1 reseptör antagonisti olan montelukastın, spinal kord I/R hasarı üzerindeki rolünü incelemek için tasarlandı.

Yöntem: Yirmi bir erkek Sprague-Dawley faresi, rasgele üç gruba

(her grupta n=7) ayrıldı; G1 (aort oklüzyonu ve montelukast uygu-laması yok), G2 (45 dakika aort oklüzyonu; montelukast uyguuygu-laması yok) ve G3 (45 dk aort oklüzyonu, 10 mg/kg montelukast uygulaması).

Bulgular: Reperfüzyonun 48. saatindeki Motor Defisit Indeksi

(MID) skorlaması kullanılarak yapılan nörolojik değerlendir-meden sonra, lomber spinal kordlar, histopatolojik değerlen-dirme ve HSP70, interlökin-6 ve miyeloperoksidaz (MPO) için immünhistokimyasal boyama amacıyla çıkartıldı. G1 grubundaki tüm sıçanların nörolojik durumu normaldi ve MDI skorları 0\’dı (p<0.05). G3\’ün MDI skoru, G2 grubuna göre anlamlı derecede düşük bulundu (2.8 vs 5.5; p<0.05). G1\’de vakuoler konjesyon, diğer gruplara göre anlamlı derecede düşük bulundu (p=0.0001). Interlökin-6 reseptörü düzeyi, G3 grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük bulundu (p=0.013). HSP70 ve MPO boyanma derecesi açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Postiskemik organlarda lökotrienlerin artan üretimi, I/R hasarında önemli bir rol oynamaktadır.

Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmanın bulguları, montelukastın motor

iyi-leşmeyi geliştirdiğini ve spinal kordun I/R hasarında IL-6 düzeylerini azalttığını göstermiştir.

ÇoCuk kALp Ve dAmAr CerrAHiSi/erişkin

konjeniTAL kALp HASTALıkLArı

konjenital Bildiri oturumu - 2 [S-161]

ross-konno procedure for the treatment of complex congenital left ventricular outflow tract obstruction - long-term results of 27 patients

Can Yerebakan1, Klaus Valeske1, Hatem Elmontaser1, Heiner Latus2, Matthias Mueller3, Josef Thul2, Dietmar Schranz2, Hakan Akıntürk1

1Department of Pediatric Cardiac Surgery, Pediatric Heart Center Giessen, Giessen, Germany

2Department of Pediatric Cardiology, Pediatric Heart Center Giessen, Giessen, Germany

3Department of Pediatric Anesthesiology, Pediatric Heart Center Giessen, Giessen, Germany

Introduction-Objective: Left ventricular outflow tract obstruction in

infants and children is mostly a complex lesion. The treatment often requires multilevel operative and interventional procedures, including the Ross-Konno procedure especially in case of aortic valvar and subvalvar obstruction.

Method: Between 2001 and 2013, we performed the Ross-Konno

procedure on 27 patients (11 females, 16 males; median age: 57 months-range: 1-245 months). All patients had been treated surgically and/or interventionally previously. Additional procedures were aortic arch reconstruction (n=4) and mitral valve reconstruction or replacement (n= 4). The left ventricular outflow tract was relieved by myectomy and no septal patch was used in any case.

Results: Median follow-up is 59 months (range: 6-115). ECMO therapy

was performed in 7 patients, one patient suffered from a transient hemiparesis. Autograft reoperation as a reconstruction was necessary in only one patient with bicuspid aortic valve 8 years after the Ross-Konno procedure. Two patients developed a more than physiologic or mild autograft insufficiency, although in 7 patients an enlargement of the aortic root (z-score >4) could be detected. There was no operative mortality, one child died 4 years after the operation of unknown reason.

Belgede DOKTOR SÖZLÜ BİLDİRİLER (sayfa 47-57)