deneYSeL ArAşTırmALAr
ınterleukin 10 592 C/A polimorfizmi ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişkinin araştırılması
Müslim Gül1, Serdal Arslan2, Nil Özbilüm2, Özge Korkmaz4, Hasan Başcil3, Öcal Berkan4
1Numune Hastanesi, Sivas
2Cumhuriyet Üniversitesi Genetik ve Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı, Sivas
3Malatya Devlet Hastanesi, Malatya
4Cumhuriyet Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Sivas
Giriş ve Amaç: Koroner arter hastalığı (KAH), mononükleer
lenfosit-lerin intima tabakasına infiltrasyonu, damar düz kas hücrelenfosit-lerinin çoğal-ması ve ekstrasellüler matriks birikimi ile karakterize edilen damar duvarındaki hasara cevapla gelişen kronik enflamatuar bir hastalıktır. Bu süreç sonucunda bir dizi inflamatuar olay tetiklenerek, ortamda diğer iltihap hücrelerinin ve sitokinlerin birikimine yol açar. Bu sitokin-lerden biri olan, İnterlökin-10 (IL-10) enflamasyonun başlangıcındaki olayların kontrolünde önemli rol oynar.
Yöntem: Çalışma için aynı bölgede yaşayan rastgele seçilmiş sağlıklı
kişilerden oluşan 110 bireylik kontrol grubuyla, KAH teşhisi konmuş 110 bireylik hasta grubu çalışıldı. Bu bireylerin kanlarından fenol-klo-roform yöntemiyle DNA izolasyonu yapıldı. Bu çalışmada PZR-RFLP metodu kullanılarak IL-10 -592 C/A genotipleri belirlenmiştir.
Bulgular: Koroner arter hastalarında IL-10 -592 C/A
polimorfizmin-de AA genotipinin CC genotipiyle karşılaştırılması sonucu hasta ve kontrol arasında istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edilmiştir (p=0.048, OR=2.46). Bununla birlikte sigara içen bireylerde ve diyabet hastalarında AA genotipinin CC genotipiyle karşılaştırılması sonucu hasta ve kontrol arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir (sigara için p=0.014; diyabet için p=0.033). Sigara içen birey-lerde CC genotipine sahip bireyler AA genotipine sahip bireylere göre 5 kat; diyabet hastalarında ise 5.47 kat daha fazla risk taşıdığı tespit edilmiştir (sigara için OR=5.00; diyabet için OR=5.47).
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma ile bir Türk popülasyonunda koroner
arter hastalığı ile IL-10 -592 C/A polimorfizmi arasındaki ilişki araştı-rılmıştır ve CC genotipine sahip bireylerin AA genotipine sahip birey-lere göre bu hastalığa yakalanma riskinin 2.46 kat olduğu bulunmuştur. IL-10 -592 CC genotipinin koroner arter hastalığına yatkınlıkta önemli bir role sahip olduğu düşünülmektedir.
[S-189]
diyabetik yarada hiperbarik oksijen ve trombositten zengin plazma tedavi yöntemlerinin etkinliği: deneysel çalışma
Gündüz Yümün1, Ulviye Yalçınkaya2, Cüneyt Kahraman3,
Nail Kahraman5, Aydın Akçılar4, Engin Akgül5, Ahmet Hakan Vural5
1Namık Kemal Ünüveritesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Tekirdağ
2Uludağ Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Bursa
3Dumlupınar Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kütahya
4Dumlupınar Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Kütahya
5Bursa Yüksek Ihtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Ve Damar Cerrahisi Kliniği, Bursa
Giriş ve Amaç: Diyabetik ayak yaraları tedaviye dirençli ve yüksek
ampütasyon oranı gösteren bir komplikasyondur. Farklı çalışmalarda hiperbarik oksijen ve trombositten zengin plazmanın diyabetik yaralar-da fayyaralar-daları gösterilmiştir. Bu çalışmayaralar-da diyabet oluşturulan ratlaryaralar-da her iki yöntemi de kullanarak diyabetik yara üzerine bu yöntemlerin etkilerini araştırdık.
Yöntem: 32 tane dişi Wistar albino rat 4 gruba ayrılarak çalışma
da diyabetik kontrol, HBO, PRP ve HBO+PRP grupları oluşturuldu. Diyabet streptozotocin ile kimyasal olarak oluşturuldu. Bir hafta son-rası kan şekerleri 200 mg/dl den fazla olanlar çalışmaya dahil edildi. Sıçanların sağ ön ayağına 5 mm punç ile tam kat ülser oluşturuldu. Tedavilerden 1 hafta sonra yara dokusu ve çevresi histopatolojik ince-leme için çıkartıldı.
Yara iyileşmesini değerlendirmede yara yüzeyi/ülser varlığı ya da yok-luğu, epidermal kalınlık, dermal kollajen liflerin durumu ve dermal kan damarlarının proliferasyon durumu dikkate alındı
Bulgular: kontrol grubunda 5, HBO grubunda 2 ve HBO+PRP
gru-bunda 1 aktif ülser vardı. HBO grugru-bunda aktif ülser yoktu. Epidermal kalınlık PRP ve HBO+PRP gruplarında daha fazla olduğu görüldü. Kollajen lifler ve neovaskülarizasyon PRP ve HBO gruplarında benzer, HBO grubunda ise bunlardan daha fazla olduğu görüldü.
Tartışma ve Sonuç: Hiperbarik oksijen trombositten zengin plazma
diyabetik yarada ülser iyileşmesinde kontrol grubuna göre daha başarılı oldu. İki tedavinin beraber kullanımı en çok yeni damar gelişiminde etkili bulundu.
[S-190]
deneysel olarak iskemi-reperfüzyon modeli oluşturulmuş sıçanlarda kefirin böbrek ve akciğer fonksiyonlarına etkileri
Ali Ümit Yener1, Hilal Şehitoğlu2, Muhammed Turgut Alper Özkan1, Sedat Özcan1, Tolga Kurt1, Ahmet Ekin1, Ömer Çokkalender1,
Mustafa Deniz3, Mustafa Saçar1
1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Çanakkale
2Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, Çanakkale
3Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Çanakkale
Giriş ve Amaç: Antioksidan özelliği ön plana çıkmamış olan kefirin
iskemi-reperfüzyon hasarında etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Ağırlıkları 250-350 gr arasında olan 24 adet erkek Sprague–
Dawley rat seçildi.Ratlar her grupta sekizer rat olacak şekilde üç gruba ayrıldı.Ratlar toplam 60 gün boyunca beslendi. Ratların hepsi ilk 30 gün boyunca aynı dietle beslendi. İkinci otuz günde bir grubun dietine gavaj yöntemiyle 1 ml/100 gr olacak şekilde kefir eklendi.
1. Kontrol grubunda laparotomi ve infrarenal abdominal aort (İAA) diseksiyonu yapıldı ancak oklüzyon uygulanmadı. (Sham grubu) 2. Aortik iskemi reperfüzyon (A/R) grubunda abdominal aorta (AA)
diseksiyonu yapıldı, AA’ya kros-klemp konularak 180 dakikalık iskemi ve kros-klemp kaldırılarak 60 dakika reperfüzyon gerçek-leştirildi (kontrol grubu).
3. A/R + kefir grubunda ise AA’ya kros-klemp konularak 180 daki-kalık iskemi ve kros-klemp kaldırılarak 60 dakika reperfüzyon uygulandı (operasyon grubu).
Rat akciğer ve böbrek örneklerinde biyokimyasal yöntemlerle malon-dialdehit (MDA) düzeyleri, süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz (GSH) aktiviteleri ölçüldü. Ek olarak akciğer dokularında histopatolojik inceleme yapıldı.
Bulgular: MDA seviyeleri, I/R gruplarında intakt gruplara göre daha
yüksek bulundu (p<0.05). Ayrıca, I/R gruplarında akciğer ve böbrek SOD, CAT ve GSH aktivitelerinin (p<0.05) azalmış olduğu saptanmış-tır. K+ I/R grupları, I/R grupları ile karşılaştırıldı, akciğer ve böbrek dokularında MDA seviyelerinde önemli bir azalma (p<0.05) görüldü. K + I/R grubu böbrek dokularında, CAT, SOD ve GSH aktiviteleri I/R gruplarından anlamlı olarak yüksek saptandı (p<0.05), akciğer dokula-rında anlamlı fark yoktu (p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: Kefirin iskemi reperfüzyon hasarının zararlı
etki-lerinden koruyuculuğu mevcuttur.
[S-191]
Thrombin inhibitor dabigatran protects the renal tissue against oxidant damage induced by peripheral ıschemia reperfusion
Süleyman Yazıcı1, Ertan Sağbaş1, Oğuz Karahan2, Orkut Güçlü2, Ahmet Çalışkan2, Celal Yavuz2, Orhan Tezcan2, Sinan Demirtaş2, Binali Mavitaş2
1Department of Cardiovascular Surgery, Medical School of Bilim University, Florence Nigihtingale, Hospital, İstanbul, Turkey
2Department of Cardiovascular Surgery, Medical School of Dicle University, Diyarbakır, Turkey
Introduction-Objective: The susceptibility of tissue to ischemia
reperfusion injury (IRI) is a major obstacle to tissue regeneration and cellular survival. Anticoagulants are widely using agents in prophylaxis and treatment strategies of thrombotic ischemic vascular disorders. We investigated the possible renoprotective effect of Dabigatran etexilate, new oral anticoagulant, in an experimental peripheral ischemia reperfusion model.
Method: Twenty-five rats were randomly divided into five equal
groups. Control group (n=5) was setting to obtaining basal values of oxidant and antioxidant biomarkers. Sham group (n=5) was created to obtaining renal prolidase and malondialdehyde (MDA) levels after peripheral ischemia (for six hours)-reperfusion (for 1/2 hour). Oral 75 mg/kg Dabigatran etexilate (DE) was administrated to group I, intraperitoneal 250 U/kg Enoxoparine Sodium was administrated to group II and intraperitoneal 250 U/kg Bemiparine Sodium was administrated to group III for one week before peripheral ischemia (for six hours)-reperfusion (for 1/2 hour) created. Thereafter renal prolidase and MDA levels studied in all groups.
Results: Renal prolidase levels were significantly increased in sham
group when compared with control group [2643.2±1320.8 U/g vs. 231.4±119.6 U/g, p=0.000]. Despite partial decrement observed in Groups II (1866.2±1648.3 U/g) and III (1389.2±448.7 U/g), the most obvious decrement was obtained in group I (949.2±214.6 U/g) [p<0.05]. MDA levels were significantly lower in (p<0.05) in groups I-II-III (114.3±38.6 - 153.2±21.6 - 145,4±13.7 μmol/L) when compared with sham group (255.6±48.9 μmol/L).
Conclusion: Anticoagulants might have protect the end-organs both
thrombosis and oxidant exposure. Dabigatran etexilate seems to be contributes antioxidant balance and protects renal tissue against reperfusion injury.
[S-192]
kardiyomiyosit ve mezenkimal kök hücre ko-kültürü aracılı hücre füzyonu ve hücresel değişimin fonksiyonel değerlendirilmesi
Aynur Karadağ1, Günseli Çubukçuoğlu Deniz2, Mohammadreza
Dastouri3, Serkan Durdu4, Mehmet Uğur5, Hilal Özdağ3, Alp Can6,
Asuman Sunguroğlu1, Ahmet Rüçhan Akar4
1Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Ankara
2Ankara Üniversitesi, Kök Hücre Enstitüsü, Ankara
3Ankara Üniversitesi, Biyoteknoloji Enstitüsü, Ankara
4Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
5Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ankara
6Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Ankara
Giriş ve Amaç: Yetişkin kardiyomiyositlerin çoğalma kapasitesi
sınır-lıdır ve olası bir hasar sonucu ileri kalp yetmezliğine yol açabilmekte-dir. Kardiyovasküler rejenerasyon odaklı hücresel tedavi araştırmaları, kök hücre yardımıyla gerçekleştirilen, anjiogenezis veya kardiyomi-yogenezis, sistolik ve diastolik kardiyak fonksiyonların iyileştiril-mesi ve/veya yeni, fonksiyonel miyokard dokusunun oluşturulmasını hedeflemektedir. Mezenkimal kök hücrelerle kardiyomiyosit füzyonu, kardiyak rejenerasyon mekanizmalarından biri olarak öngörülmektedir. Ancak bu mekanizmanın sonuçları tam olarak aydınlatılamamıştır. Çalışmada, Füzyon mekanizmasının, insan kardiyak onarımdaki rolü-nün açıklanması ve mezenkimal kök hücrelerin yeniden programlama özellikleri mikrodizin yöntemiyle araştırılmıştır.
Yöntem: MKH/KM füzyonu polietilenglikol kullanılarak
indüklen-miştir. Füzyon sonrası oluşan hibrit hücrelerin immünohistokimyasal,
elektrofizyolojik özellikleri araştırılmıştır. Daha sonra iMKH, iKM ve hibrit hücrelerdeki gen ekspresyon değişikler mikrodizin yöntemi kullanılarak analiz edilmiştir. Hibrit hücrelerde, MKH pozitif yüzey belirteçleri olan CD90, CD73, CD29’da ve kardiyak belirteçler (alfa sarkomerik aktin, kardiyak troponin, laminin) araştırılmıştır.
Bulgular: Hibrit hücrelerde MKH ve KM belirteçlerinin pozitif olduğu
görülmüştür. Böylelikle hibrit hücrelerde ko-kültüre giren her iki hücre kaynağının da özelliğini koruduğu gösterilmiştir. Elektrofizyolojik çalışmalarda, patch-klamp tekniği ile kalsiyum kanalları araştırılmış ve hibrit hücreler ile insan AC16 kardiyomiyositleri arasında ATP ve kafeine yanıt açısından bir fark olmadığı görülmüştür. Mikrodizin sonuçlarına göre, MKH-Hibrit karşılaştırılmasında 1494 genin, AC16-Hibrit karşılaştrılmasında ise 139 genin en az 4 kat farklı ifadelendiği görülmüştür.
Tartışma ve Sonuç: Kemokin sinyal yolağı, ekstra selüler
matriks-reseptör etkileşim yolağı, fokal adezyon, TGF-beta ve nod-like matriks-reseptör sinyal yolağı gibi KM farklılaşmasında öne çıkan yolaklar olması sebebiyle MKH’lerin kardiyomiyosit yönünde farklılaştığı söylenebilir. Bu çalışmada MKH/KM kokültür sonrası elde edilen hibrid hücrelerin her iki hücre kaynağına da immünohistokimyasal ve elektrofizyolojik olarak benzerlikler gösterdiği ortaya konmuştur. Füzyon kardiyovas-küler rejenerasyon önemli bir terapötik mekanizma olarak çevirimsel tıpta kullanılabilir.
[S-193]
uyarılmış pluripotent kök hücrelerinden anjiyogenez ve revaskülarizasyonda rol oynayan endotelyal öncül ve düz kas hücrelerin in-vitro koşullarda üretilmesi
Mohammadreza Dastouri1, Aynur Karadağ2, Deniz Balcı1,
Günseli Çubukçuoğlu Deniz1, Serkan Durdu3, Alp Can4,
Ahmet Rüçhan Akar3
1Ankara Üniversitesi, Biyoteknoloji Enstitüsü, Ankara
2Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Ankara
3Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
4Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Ankara
Giriş ve Amaç: Endotelyal öncül hücreler (EÖH), kemik iliğinden
köken alıp, kana geçen ve yüksek derecede farklılaşma potansiyeline sahip olan kök hücrelerden oluşmaktadır. Bu hücreler enfarktüs gibi kalp ve damar hastalıkları sonrasında harekete geçerek, zarar gören
damarlarının onarımını sağlarlar. Bu çalışmada, in-vitro koşullarda
Yamanaka ve ark. (2006) tarafından üretilen uyarılmış pluripotent kök hücrelerden (uPKH), anjiyogenezde rol oynayan EÖH’lerin ve düz kas hücrelerinin maksimum verimle elde edilmesi amaçlanmıştır. Daha sonra elde edilen bu hücrelerin in-vitro koşullarda anjiyogenez etkisi
araştırılmıştır.
Yöntem: İlk aşamada belirli koşullarda uPKH’lerin mezoderm
hüc-relere farklılaşması 7 gün süresince takip edilmiştir. İkinci aşamada MACS sistemi ile izole edilen hücreler kollajen tip IV kaplı petrilerde VEGF165 içeren farklılaşma besi yerine alınmıştır. Diğer taraftan
birinci aşamada elde edilen hücreler, PDGF içeren farklılaşma orta-mında kültüre edilmiştir. Araştırmanın her aşamasında elde edilen hücreler MACS sistemi ile izole edilmiş ve elde edilen farklı hücrelerin karakterizasyonu için gen ve protein ifade seviyeleri, qR-PCR, immü-nositokimyasal ve elektron mikroskop yöntemleri ile araştırılmıştır.
Bulgular: Elde edilen verilere göre farklılaşmanın 5. gününde Flk1+
hücrelerin en yüksek seviyeye ulaştığı tespit edilmiştir. İzole edilen Flk1+ hücrelerinin, VEGF165 içeren besi yerinde kültüre edildiğinde, 2. günde CD31, AC 133 ve V-kaderin pozitif hücrelere farklılaştığı gözlenirken, PDGF içeren besi yeri kullanıldığında, SMA ve kalponin pozitif hücrelere farklılaştığı görülmüştür. Son aşamada ise elde edilen bu iki tip hücrenin özel bir ortamda anjiyogenez etkisi takip edilmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda uPKH’lerin
farklılaş-ması ile EÖH ve DKH hücreleri başarıyla üretilmiştir. Elde edilen bu
iki tip hücrenin, anjiyogenesiz (damar oluşturma) potansiyelleri in-vitro
koşullarda gösterilmiştir.
periferik ArTer HASTALıkLArı Ve
CerrAHiSi/perküTAn GirişimLer
periferik Arter Hastalıkları - 7 [S-194]
Can maturationand patency problems in radiocephalic fistula be prevented?
Celalettin Karatepe1, Mesut Kösem2, Adem Sezen3, Hilal Kuşcu Karatepe4, Onur Göksel5
1Mustafa Kemal Universitesi, Antakya, Hatay
2Acıbadem İnternational Hastanesi, İstanbul
3İstanbul Bilim Universitesi, İstanbul
4Korkut Ata Universitesi, Osmaniye
5İstanbul Universitesi, İstanbul
Introduction-Objective: RCFs are AVFs that are easy to create and
use, have fewer complications, protect the proximal vessels and provide the ideal blood flow for hemodialysis. Despite these advantages, RCFs have lower maturation rate and medium patency rate. The aim of this study is to demonstrate that the maturation and patency rates of RCFs can be increased with preoperative physical examination (PE) and ultrasonographic (USG) evaluation and with the techniques aiming to increase the peroperative AVF flow.
Method: Between June 2005 and February 2011, with the help of PE
and USG evaluation, a total of 309 patients were found to meet the operation criteria, and they underwent RCF operation. The 95.79% (n=296) of these RCFs were performed for hemodialysis. Of the patients, 69.57% (n=215) was male and 30.42% (n=94) was female. The mean age of the patients was 54.35±16.06.
Results: The mean follow-up period was 52 months (ranging from 3
to 92 months). The mean hemodialysis period was 33 days (ranging from 22 to 63 days). The primary failure rate was 20.4% (n=13). One, two, three-year primary patency rates were 90.1%, 84.9% and 80.6%, respectively. However, 1, 2, 3-year secondary patency rates were 92.0%, 87.7% and 83.1%.
Conclusion: If performed at the right localization on the right patient
determined with preoperative PE and USG evaluation and with the techniques aiming to increase the peroperative AVF flow, high maturation and patency rates can be achieved in RCFs
[S-195]
Midterm results following percutaneous rotational thrombectomy for acute occlusions of arteriovenous access grafts
Onur S Goksel1, Celalettin Karatepe2, Bayer Çınar3, Akif Önalan1, Halim Işsever1, Celalettin Daglı4
1İstanbul University Faculty of Medicine
2Mustafa Kemal University, Faculty of Medicine
3Medical Park Hospital
4Antakya Government Hospital
Introduction-Objective: Patent vascular access is critical for patients
on regular hemodialysis. Percutaneous mechanical thrombectomy has recently gained clinical popularity as a potential alternative to surgical thrombectomy or pharmacological thrombolysis.
Method: We reviewed our preliminary results from 30 rotational
thrombectomies performed in a total of 22 patients in the setting of acute dialysis-access graft occlusion of the upper extremity.
Results: Among the 30 cases of acute occlusion of the AV graft,
immediate success with angiographic flow restoration was observed in all patients except for 2 patients (both females, 6%) with de novo occlusion where re-occlusion occurred within 12 hours despite apparent immediate angiographic patency. The mean duration between the initial presentation with acute AV graft occlusion and the thrombectomy procedure was 27.4±12.4 hours. The mean duration of graft patency was 10.45±0.6 months. 75% of the AV grafts were patent at the end of 10th months of follow-ups. Female gender, diabetes mellitus, diagnosis to intervention interval were reviewed for mid-term graft failure and the presence of diabetes mellitus yielded significance (p<0.05).
Conclusion: Percutaneous techniques carry more important roles in the
treatment of failed or failing AV fistulae and grafts. Ongoing analysis of outcomes of both percutaneous and surgical interventions is necessary to continue to identify optimum treatment algorithms.
[S-196]
preoperatif nötrofil/lenfosit oranının erken dönem arteriovenöz fistül başarısındaki prognostik önemi
Mustafa Cüneyt Çiçek1, Ömer Faruk Çiçek2
1Nevşehir Devlet Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Nevşehir
2Dr. Sami Ulus Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Ankara
Giriş ve Amaç: Kronik böbrek hastaları hemodializ için, en az
komp-likasyonla en uzun süre açık kalabilen kalıcı arteriyovenöz fistüllere (AVF) gereksinim duyarlar. Pek çok çalışmada AVF’lerin erken dönem cerrahi revizyon gerektiren başarızıslığında inflamasyonun önemi vur-gulanmaktadır. Bu çalışmada, inflamasyonun önemli göstergelerinden olan nötrofil/lenfosit oranının AVF’nin erken dönem başarısındaki önemini araştırdık.
Yöntem: Çalışmaya, Nevşehir Devlet Hastanesi Kalp ve Damar ve
Cerrahisi bölümünde Mart 2013-Şubat 2014 tarihleri arasında arteriyo-venöz fistül operasyonu uygulanan ve erken dönem (ilk 48 saat) AVF
başarısı retrospektif olarak incelenen 80 hasta dahil edildi. Hastaların başvuru esnasında alınan rutin hemogram sonuçlarına göre inflamas-yonun önemli bir göstergesi olan nötrofil lenfosit oranı hesaplandı. Erken dönem AVF başarısı ile nötrofil/lenfosit oranı arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular: Postoperatif erken dönemde aynı cerrahi teknik kullanılarak
yapılan operasyon ile 75 (%93.7) hastaya açılan AVF başarılıyken 5 (%6.3) hastada AVF çalışmadı. AVF başarısız olan gruptaki hastalarda hastaneye başvuru sırasındaki nötrofil/lenfosit oranı AVF başarılı gruba göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (sırasıyla, NLR: 11.3±5.6 ve 7.8±3.8, p=0.02).
Tartışma ve Sonuç: AVF açılacak hastaların perioperatif dönemdeki
inflamasyonun düzeyi ile AVF’ün başarısı arasında bir ilişki vardır ve bu ilişki tedavi ve prognoz tayininde yol gösterici olabilir.
[S-197]
Acil müdahale edilen psödoanevrizmalar
İyad Fansa, Mehmet Acıpayam, Cem Lale
Mustafa Kemal Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Hatay
Giriş ve Amaç: Psödoanevrizmalar ateşli silah yaralanmaları (ASY),
künt travma, enfeksiyon, vaskülit, cerrahi veya invaziv girişimler, intravasküler uyuşturucu madde (UM) kullanımına bağlı olarak mey-dana gelebilen patolojilerdir. Psödoanevrizmalar sepsis, kanama, distal emboli gibi komplikasyonlara bağlı olarak ekstremite kaybı veya ölüme sebep olmaları nedeniyle cerrahlar için ciddi problem oluştururlar. Biz burda acil olarak müdahale ettiğimiz psödoanevrizmaları sunmak istedik.
Yöntem: Ocak 2007 ile Haziran 2014 yılları arasında psödoanevrizma
ön tanısıyla hastanemize başvuran ve acil ameliyata alınan 7 erkek has-tanın yaş ortalaması 23 (5 yaş-30 yaş arası). 6 olgu ateşli silah yaralan-ması sonrası, 1 olgu UM enjeksiyonu sonrası, ortaya çıkan ağrılı şişlik ve veya serohemorajik akıntı nedeniyle bize başvurmuş. ASY bağlı hastaların hepsine müdahale öyküsü var. Hastanın birinde sağ brakiyal arter yaralanması nedeniye safen ven interpoziyonu işlemi, diğerlerinde kanama kontrolü yapıldıktan sonra ciltaltı ve cilt kapatılmış.
Bulgular: Hastaların dördünde femoral arter (FA) yaralanması, 2’sinde
karotis arter yaralanması, 1’inde brakiyal arter yaranması vardı. Hastaların çoğunda enfeksiyon bulguları vardı, tamamı GAA ameliyata alındı; hastalarda kanama kontrolü sağlandıktan sonra hematom boşal-tıması, anevrizma kesesi rezeksiyonu ve enfekte materyalin debridmanı yapıldıktan sonra; boyun yaralanması olan iki hastada eksternal karotis ve internal karotis arterdeki yaralanma primer sütürle onarıldı. Alt ekstremite yaralanması olan dört hastanın üçünde FA’deki hasarlı bölge rezeke edilip çıkartıldıktan sonra yeterli serbestleşme yapılarak uç-uca anastamoz yapıldı. Üst ekstremite yaralanması olan hastanın Brakiyal artere konan enfekte greft çıkarıldı yeterli debridaman yapılarak yerine revers safen greft inetrpozisyonu yenilendi.
UM bağımlısı hastada Ana FA ayrılma yerinden parçalanmış olduğun-dan, otojen safen greft interpoziyonuyla arteryel devamlılık sağlandı.