• Sonuç bulunamadı

Toplumsal Kurtuluş ve Rızanın Üretiminde Değerlerin Rolü

2. BÖLÜM: OLAN OLMASI GEREKEN AYRIMINDA İKTİDAR VE DEĞER

2.1. Machiavelli'nin Politik Kavrayışında Değer Sorunu: "Olan"-"Olması Gereken"

2.1.1. Toplumsal Kurtuluş ve Rızanın Üretiminde Değerlerin Rolü

Machiavelli’nin “kurtuluş” fikrine yakından bakıldığında, toplumun menfaatinin doğru analiz edilmesi gerektiği yönünde görüş ürettiği, kişisel ve toplumsal çıkarın karıştırılmaması gerektiğini telkin ettiği görülür. Machiavelli, toplum menfaatinin yanıltıcı görüntüsüyle gözleri kamaşıp kör olan halkın bilmeden felaketine koşacağını ifade eder. Toplum, itimat ettiği biri ona neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatmazsa sayısız tehlike ve kötülüklerle karşı karşıyadır. Burada dikkat edilmesi gereken iki noktanın aydınlatılması, çalışmanın devamlılığı açısından önemlidir: Birincisi, toplumsal menfaat açısından doğru ve yanlışın tayin edilmesi konusunda fikrine güvenilen bir kesimden söz ediliyor olması, ikincisi ise rızanın kazanılmasının önemi. Başka bir ifade ile doğru ve yanlışı diğerlerinden daha iyi bilen bu kesim aracılığıyla, rızanın üretimidir. Bu iki nokta Siyaset Üzerine Konuşmalar adlı yapıt üzerinden anlaşılabilecektir:

“Veii şehrinin fethedilmesinden sonra Roma halkında halkın yarısında Veii’ye göç etmesinin Roma’nın iyiliğine olacağı düşüncesi yayıldı. Böyle düşünmelerinin sebebi Veii’nin arazi bakımından zenginliği, şehirde çok sayıda ev olması ve Roma’ya yakınlığıydı. Böylelikle Roma halkının yarısı zenginleşebilirdi ve bu yapılırken devlet işleri de aksamazdı. Çünkü Veii Roma’ya çok yakındı. Bu plan, senatoya ve daha sağduyulu Romalılara öylesine zararlı göründü ki, sakınmadan böyle bir karara rıza göstermektense ölmeyi yeğleyeceklerini açıkça ilan ettiler. Mesele tartışmaya açıldığında halk senatoya karşı öylesine öfkelendi ki, eğer senato birkaç yaşlı ve hürmet gören yurttaşın arkasına sığınmasaydı, iç savaşlara ve kan dökülmesine kadar varacaktı. Senatonun sığındığı yurttaşlara duyulan derin saygı daha fazla tecavüzün vuku bulmasını önledi.” (Machiavelli, 2000: s. 183).

Machiavelli’nin savaş halinde hileyi bir erdem olarak sunuşu hatırlandığında, rızanın üretilmesi için ideolojik bir söylemin gerekliliğine yapılan vurgu bir başka anlam kazanır. Bu, hilenin yalnızca düşmana karşı değil yurttaşlara karşı da bir araç olarak kullanılabilecek bir yöntem olduğudur. Bu düşünceye örnek olarak Askerlik

86

Sanatı’ndaki şu sözler hatırlanabilir:

“Eğer askerlerinizi cenk için tahrik etmek istiyorsanız, düşmanın onlar hakkında kustuğu aşağılayıcı lafları tekrar ederek galeyana getirmek, düşman kampından gizli istihbarat alabildiğinize ve ordunun bir bölümünün size satılmış olduğuna adamlarını ikna etmek gerekir, düşmanınkinin menzilinde bir yere kamp kurmalı, sık sık çatışmalar çıkartmalısınız; her gün karşılaşılan şeyler artık eskisi gibi korkutucu olmaktan çıkar; sonunda çok öfkelenmiş gibi yapın ve bu amaç için daha önce hazırlamış olduğunuz bir söylevle gevşekliklerini yüzlerine vurun; kendi kendilerinden utanmaları için onları inandırın ki madem ki arkanızdan gelmek istemiyorlar, düşmana karşı tek başına gideceksiniz.” (Machiavelli, 2003: s. 194).

Machiavelli’ye göre başarı, ancak herkesin sözü edilen şekilde ikna edilmesi ile mümkündür. Bunun içindir ki Machiavelli büyük komutanların aynı zamanda iyi birer konuşmacı olmaları gerektiğini düşünür. Bütün orduya seslenmesini bilen komutanın –ki bu Machiavelli’ye göre kaybolmuş bir hünerdir- büyük başarılar elde etmesi zordur. Söylevin önemi bu bağlamda şöyle vurgulanır:

“Bir şeyi az sayıda insana kabul veya reddettirmek çok kolaydır; zira, sözün yetmediği yerde buyurganlık ve zor kullanabilirsin, ama güç olan çok sayıda insanın kafasından ister herkesin iyiliğine ister senin görüşlerine aykırı olsun hatalı bir görüşü çıkartmaktır; bu da herkesin ikna olması için ancak herkesin uyup anlayacağı bir söylevle sağlanır.” (Machiavelli, 2003: s. 195).

Özetle söylev, yurttaşı istenir duruma getirmek için bir nevi hile yapmaktır. İstenir durum koşulların dayattığı bir tür kurtuluş durumudur. Savaş Sanatı’nın önsözünde Neal Wood, Machiavelli’de neye genel bir insan kurtuluşu teorisi denebileceğinin net olduğunu belirtir. Kurtuluş nasıl tanımlanırsa tanımlansın Machiavelli’de gördüğümüz dünyevi bir kurtuluştur. Wood, bununla birlikte “kurtuluş” sözünün Machiavelli’nin görüşleriyle ilgili olarak oldukça dikkatli kullanılması yönünde bir

87

uyarıda bulunur. Bunun nedeni, Machiavelli’nin kökten karamsar insan ve insan ilişkileri görüşünün, akıllıca organize edilmiş ve düzenlenmiş toplulukta sürekli/geçici barış ve refah elde etme imkânını zihinde canlandırmasını engellemesidir. Dolayısıyla hiçbir sivil toplum, ne kadar iyi yapılanmış olursa olsun sonsuza kadar sürmeyecektir. Dünyevi kurtuluşun içeriğini ise Wood şöyle özetler:

“Olsa olsa, kaçınılmaz bozulma ve halkın sonu ortaya çıkmadan önce, insanların umabileceği tek şey daha genel, üzüntülerin en kötüsünden uzak, uzun ve rahat bir yurttaşlık hayatıdır. Erken gerilemeden kaçınılabilir ve politik problemlere yaklaşımımız mantıklı olursa, birlik ve dinçlik sürdürülebilir. Fakat tarih ve yerleşmiş adetlerin değişimi durdurulamaz; değişim en sonunda daima amacına ulaşacaktır. Kaçınılmaz çöküşün ertelenmesi, o zaman, Machiavelli’nin bize sunduğu kurtuluşun tek umududur.” (Machiavelli, 2003: s. 51).

Görüldüğü gibi nihai çöküşü ertelemek bu düşünce çizgisi içinde olanaklı değildir. Ancak bu sonun ertelenmesinde önemli bir uğrak olarak askerlik, kendi değerlerine sahip bir disiplin olarak öne çıkmaktadır. Machiavelli politik ve askeri sanatların birliğine dikkat çeken bir filozof olarak farkını, başarılı bir devlet adamının filozof ya da bilge kişi olmasını değil, kabiliyetli bir general olmasını şart koşarak ortaya koyar. Ona göre talih meselesi, bu kabiliyet karşısında ikincildir. Hükümdar adlı başyapıtında, sıradan bir insanı hükümdar yapanın ya yetenek ya da talih olduğunu söyler. Bununla birlikte “talihe daha az yer bırakan hükümdarın tutunma imkânı daha çoktur.” (Machiavelli, 2008: s. 38). Yapıtının bir başka yerinde hükümdarları yerlerinde tutan iki şeyin, irade ve talih olduğunu yazar. (Machiavelli, 2008: s. 38). Ona göre bu ikisinin ortak özelliği değişken ve süreklilikten yoksun oluşlarıdır. Yetenekli olmayan biri, talihin kendisine sunduğu olanakları değerlendirmeyi de başaramaz. Askeri yeteneğin kişiye yüklediği değerler Machiavelli’nin hükümdarının özellikleridir. Bu özellikler sayesindedir ki kişi, iktidar olmasına ek olarak “saygın” ve “değerli” bir kimse olur. Machiavelli daha önce de kişinin toprak kazanması ile onur ve şan kazanması arasındaki farka dikkat çekmişti. Hükümdar’da Machiavelli bir kez daha bu ayrıma değinir:

88

“Bir adamın yaptığı işlere ve yeteneklerine bakacak biri, talihe bağlanacak hiçbir şey göremez ya da çok az şey görür. Yukarıda söylediğimiz gibi herhangi biri herhangi birinin yardımı ile değil, bin türlü güçlük ve tehlike ile askerlik hayatında kazandığı yer sayesinde hükümdar olmuş ve sonra da güçlü ve tehlikeli önlemlerle yerini korumuştur. Yurttaşları öldürmek, dostlara ihanet etmek, imansız, merhametsiz ve dinsiz olmak “değer”li olmakla nitelendirilemez. Bu yollar insanı iktidara getirebilir ama onur kazandırmaz.” (Machiavelli, 2008: s. 56).

Machiavelli’ye göre insanlık dışı davranışlarıyla, sayısız cinayetleriyle biri büyük komutanlardan biri haline gelse bile “üstün” bir insan sayılamaz. Bu gibi nitelikler sıradan insan için önemsenmese de yöneticiler için çok önemlidir. Ancak Machiavelli olan-olması gereken ayrımını, yönetenden beklenecek erdemlere değin genişleterek tartışır. Hükümdar’ın On Beşinci Bölümünde bu ayrımı çok açık bir şekilde ortaya koyar. Onun için her koşulda önemi olan “olan”dır, “yaşanan”dır: “Yaşananla yaşanması gereken arasında o kadar fark var ki, yaptığını yapması gereken için bir kenara bırakan kişi varlığını korumaktan çok yok olmayı öğrenmiş olur.” (Machiavelli, 2008: s. 93). Machiavelli’nin bu düşüncesinin doğal sonucu, varlığını sürdürmek isteyen bir hükümdarın koşulların gereklerine göre iyi olmak gibi, olmamayı da öğrenmesinin gerekli olduğu şeklindeki düşüncedir. Hükümdarlar konusundaki hayal ürünü düşünceleri bir yana bırakıp gerçekler üzerinde durmak gerektiğini belirten Machiavelli, yöneticilerin daha çok göz önünde bulunmalarından ötürü, onların iyi ya da kötü nitelikleriyle anıldıklarından söz eder. Buna göre ahlâki değerler ve bunların karşıtları –cömertlik, açgözlülük, gaddarlık, merhamet, korkaklık, yüreklilik gibi hep iyi ya da kötü olarak kişilerde bulunmazlar. Machiavelli yine gerçeklik düzleminden hareket eder, ancak bunu “olan”a, “olan durum”a katlanmaya yarayan bir olumluluk atfederek yapar:

“Bu saydığım niteliklerden iyi olanlarının bir hükümdarda bulunmasının övgüye değer olduğunu herkes kabul eder: bunu biliyorum. Ancak bunların tümünün bir arada bulunması, bunların tümüne uyulması insanın doğasına uygun olmadığından, hükümdarın, en azından, kendisini

89

yerinden edecek derecedeki kusurlardan kaçınmasını bilmesi gerekir. Diğer kusurlara gelince, hükümdar bunlardan kaçınabiliyorsa kaçınsın, kaçınamıyorsa fazla tasalanmasın. Hatta devletin rahat bir biçimde korunmasına yarayan bazı kusurlara sahip olmaktan da yüksünmesin. Çünkü her yönü ile iyice bakılırsa bazı nitelikler meziyet gibi gözükür fakat yıkım getirir; bazı nitelikler de kusur gibi gözükür fakat güvenlik ve esenlik sağlar.” (Machiavelli, 2008: s. 94).

Machiavelli insanın hemen her zaman doğruyu bulmaya yetenekli olmadığını düşünür. Dolayısıyla kurtuluş doğrunun bulunmasına, yöntem ise rızanın teminine ilişkin görüşleri içerir. Şimdiye kadar özetlenenler ışığında Machiavelli’nin insan doğasını olumsuz olarak tanımladığı söylenebilir. Olumsuz bir insan doğası kavrayışı üzerinden “değerli” olanın nasıl tanımlandığı yakından incelenmelidir.

2.1.3. Olumsuz İnsan Doğası Kavrayışı Üzerinden ‘Politik Değer’in Tanımı