• Sonuç bulunamadı

Olumsuz İnsan Doğası Kavrayışı Üzerinden ‘Politik Değer’in Tanımı

2. BÖLÜM: OLAN OLMASI GEREKEN AYRIMINDA İKTİDAR VE DEĞER

2.1. Machiavelli'nin Politik Kavrayışında Değer Sorunu: "Olan"-"Olması Gereken"

2.1.3. Olumsuz İnsan Doğası Kavrayışı Üzerinden ‘Politik Değer’in Tanımı

ürettiğini gösterir. Batı felsefesi bunun olumlu ya da olumsuz görüşlerle donatılmış örnekleriyle doludur. Siyaset felsefesinde ahlâkı ayrı bir tartışmanın konusu haline getiren Machiavelli’nin insan anlayışı, politik açıdan olumsuz bir içerikle dolu olan bir “doğa” anlayışı üzerinde şekillenmiştir. Siyaset Üzerine Konuşmalar’da insanoğlunun kıskanç bir doğaya sahip oluşu nedeniyle yeni kurumlar ve rejimler yaratmanın zorluğundan söz eden Machiavelli, bu zorluğun aşılmasının mümkün olduğundan söz eder. Ama bu hiç de kolay değildir. (Machiavelli, 2000: s. 21). İnsan doğasını, sözü edilen politik başarılar için eğitmek, Machiavelli’ye göre bilinmeyen denizleri ve ülkeleri keşfetmek kadar zordur. Çünkü kim olursa olsun insanlar, diğer insanları övmek yerine yermeye daha çok meyillidir. Devletlerin ve yönetimlerin ortaya çıkışını, insan doğasının olumsuzluğu üzerinden açıklayan Machiavelli, bu görüşleriyle sözleşmeci geleneğe öncülük etmiştir. Roma’nın devlet düzeni ve onu siyasi mükemmelliğine götüren olayları araştıran Machiavelli; diktatörlük, aristokrasi ve demokrasiden oluşan üç rejim şekli tanımlar: Devlet kurmak isteyen herkes bu amaca hizmet edebilme derecelerine göre bu üç rejim biçiminden birinde karar kılmalıdır. İyi olarak tanımladığı bu rejim şekillerinin bozulmuş hallerini, kötü

90

olanları da ekleyerek tıpkı Aristoteles’te olduğu gibi bir yönetim anlayışı ortaya koyar. Yani otokrasi kolaylıkla tiranlığa, aristokrasi oligarşiye, demokrasi anarşiye dönüşür. Machiavelli ve Siyasal Gelişim Sorunu adlı çalışmada Aristoteles ve Machiavelli arasındaki farklı bir benzerliğe daha dikkat çekilmektedir. Buna göre “siyasal amacın başarılı bir şekilde yürütülebilmesi için, kendisinden çok önce yaşayan Aristoteles gibi, Machiavelli de bir toplumun temelindeki siyasal kültürüyle siyasi düzeni veya anayasası arasında yaratılacak, belirli bir uyum seviyesi olması gerektiğine inanıyordu.” (Tsurutani, 1968: s. 323). Sözü edilen çalışmada, Aristoteles’in Politika’sından ve Machiavelli’nin Söylevler’inden örneklerle bu iddia pekiştirilir. Aristoteles’in iyi bir yöneticinin niteliklerini sıralarken söylediği şu sözler ve Machiavelli’nin Prens için getirdiği bir öneri karşılaştırılır:

“‘İyi bir kanun adamı ve gerçek bir devlet adamı… Sadece mutlak olarak en iyiye değil, aynı zamanda mevcut koşullara ilişkin olarak neyin en iyi olduğuna dair de tetikte olmalıdır’ ve ‘önerilecek yasal sistem tipi, insanoğlunun kolaylıkla ayak uydurabileceği ve mevcut sistemi rahatlıkla kendisine uyarlayabilecek bir sistem tipidir’. Machiavelli ise şunu önermiştir: ‘Bir devletin yönetimini yenilemeyi isteyen veya buna çabalayan ve bu yeniliği kabul ettirip, kendi arzularını herkesin memnuniyeti doğrultusunda kalıcılaştırabilecek bir hale getirmeyi arzulayan birisi, eski yönetim şekillerini en azından muhafaza etmelidir’∗.” (Tsurutani, 1968: s. 323).

Aynı yerde, Machiavelli’nin eğitim ve kanun arasında gördüğü döngüsel ve bütünleyici ilişki ile Aristoteles’in ahlâki erdem, eğitim ve hukuk egemenliği üzerine ortaya koyduğu görüşler arasında da neredeyse kusursuz bir benzerlik olduğu iddia edilmektedir. Yine de Machiavelli ve Aristoteles arasında yönetim biçimleri ve iktidarın istikrarı konusundaki tüm benzerliklere rağmen yönetim biçiminin istikrarı Machiavelli’de bozulmaya mahkûmdur. İnsan doğasının istenmeyen özellikleri nedeniyledir ki devlet kuran kişi bu üç yönetim biçiminden birini ancak çok kısa bir süre için yürürlüğe koyabilir. Machiavelli’ye göre dünya üzerinde bu rejimlerden birini kendi zıttına dönüştürmekten alıkoyacak hiçbir araç/yol yoktur.

91

Machiavelli’nin daha önemli olan görüşleri, bu görüşleri üzerinden erdemle ahlâksızlık arasında gördüğü büyük bir benzerliğin olduğunu ifade eden düşünceleridir: Seçilen türün bozularak kendi zıttına dönüşmesi, dünya üzerinde hiçbir yolla engellenemez. Doğal durum anlayışı bu düşünceler üzerinden açıklanır:

"İnsanlar arasındaki bu farklılaşmış yönetim biçimleri tesadüf eseri ortaya çıkar. Dünyanın başlangıcında henüz sayıları çok azken insanlar hayvanlar gibi dağınık bir halde yaşıyorlardı. Derken sayıları arttığında bir araya toplandılar ve kendini daha iyi savunabilmek için içlerinde en güçlü ve cesur olanını ortaya (ön plana) çıkarmaya başladılar; onu kendilerine yönetici yaptılar ve onun söylediklerine riayet ettiler. Buradan "zararlı" ve "kötü" olanın bilgisinin "şerefli" ve "iyi" olduğu bilgisi ortaya çıktı; çünkü insanın kendisine iyilik edene haksızlık etmesinin nefret uyandırdığı ve merhametin iyilikbilirlere saygı duyulması sonucunu doğurduğu görüldü. İnsanlar kendilerine de benzer haksızlıkların yapılabileceğini öğrendi ve kötülüklerden sakınmak için kanunlar yapılmasına ve bu kanunları ihlâl edenlerin cezalandırılmasına karar verdiler; adalet kavramı da buradan ortaya çıktı." (Machiavelli, 2000: s. 30).

Machiavelli’nin, Aristoteles'in yasaların gerekliliğini açıkladığı "herkesin kötülük yapmaya gücünün yetmemesinden dolayı" yasalara ihtiyaç olduğunu ifade eden görüşleri yinelediği görülmektedir. Bu düşüncenin kökeninde, insan doğasının kötülüğü nedeniyle yasaların yapılmasının zorunlu olduğu düşüncesi yatmaktadır. Kaldı ki Machiavelli, oldukça açık bir ifadeyle, medeni hayat hakkında tartışan, bir devlet kuran ve yasa yapan herkesin, öncelikle tüm insanların kötü oldukları ve ellerine geçirdikleri ilk fırsatta kötülük yapacakları varsayımından hareket etmesi gerektiğini söyler. Yani adalet fikrinin kökeninde insan doğasının kötü olduğu düşüncesi yatar. Burada bir karşı düşünceye yer verilebilir. Ross King, Machiavelli: İktidar Filozofu adlı yapıtında Machiavelli'nin insan doğasına ilişkin olumsuz görüşlerinin kendi içinde çelişkili olduğunu söyler. Bu iddia Hükümdar ve Söylevler türünde incelemelerin ana fikriyle taban tabana zıttır. Ross, şöyle devam eder:

92

"Her iki eserde de liderlere siyasette uymaları gereken birtakım ilkeler önerilir; yöntemlerini ve fikirlerini değiştirerek nasıl başarıya ulaşacakları gösterilir. Gelgelelim Machiavelli, kimsenin böyle radikal bir değişim geçiremeyeceğini savunur: Her insan kendi doğasının emir kuludur. Şayet bir hükümdar kendi doğasını ve dolayısıyla davranış biçimini değiştiremiyorsa, politik kararlarında seçim şansı yoksa, onlara akıl ve tavsiye vermek için dil dökmenin ne lüzumu vardır? Machiavelli yazılarında bir yandan insanların eylemlerinde özgür olduğunu ve tarih biliminin onlara en doğru politikayı göstereceğini varsayarken, diğer yandan insanın kendi doğasına uymaktan başka bir çaresi olmadığını ve iş çığrından çıktığında yenilmeye mahkûm olduğunu söyleyerek, bu özgürlüğü külliyen reddeder." (King, 2011: s. 135).

Ancak bu iddia, Machiavelli'nin hiçbir yöneticinin gücünün yönetim biçimini ilelebet muhafaza etmeye yetmeyeceği ifade eden görüşleri hatırlandığında kolaylıkla reddedilebilir. Kaldı ki yasaya olan ihtiyaç Machiavelli'de son derece tutarlı bir biçimde tanımlanmıştır. Machiavelli insan doğasının nasıl yönetileceği değil, bu olumsuz doğa ile yönetimin ve gücün nasıl devamlı kılınacağına yönelik bir tartışma yapmıştır. Yasanın ortaya çıkışını anlatırken Machiavelli kötülük üzerine yazar. Herhangi bir kötülük bir süre için gizli kalsa bile er geç ortaya çıkacaktır: "Çünkü tüm hakikatlerin babası olduğu söylenen zaman, kötülüğün üzerindeki örtüyü er geç açar." (Machiavelli, 2000: s. 36). Yasalara gereksinim, böylece yasanın olmadığı yerde

çatışmanın başladığı an ortaya çıkar. Açlık ve yoksulluğun insanları çalışkan, yasaların ise iyi yaptığını söyleyen ünlü sözün anlamını bu söz üzerinden açıklar. İnsanların birbiriyle iyi geçindiği, hayatın normal düzeninin devam ettiği yerde yasalara gerek yoktur. Yasalara ihtiyaç bu düzenin sona erdiği yerde başlar. Ancak Machiavelli'nin görüşlerinde yasanın frenleyici gücünün olmadığı zamanlardan söz ettiğine rastlanmaz. Bu görüşleriyle Machiavelli, onun en büyük başarısını siyasal sorunu daha önce hiç olmadığı gibi tanımlamakla kutlayan Seküler Reformasyon ve Machiavelli’nin Etkisi adlı çalışmaya şöyle konu edilmektedir: “Machiavelli, hukuku insanların dışında değerlendirip, onları ‘karmaşa ve düzensizlikten’ kurtarmak adına iyi ve yararlı sonuçlara bağlamak için tasarılar geliştirdi. Bu yüzden o açlığın ve yoksulluğun insanları çalışkan, yasaların ise iyi kıldığını söyledi.” (Maddox, 2002: s.

93

547). Devam eden görüşlerinde Machiavelli yasalarla dizginlenmeyen herkesin, zincirlerinden kurtulmuş bir halk yığınının yaptığı hataların aynısını yapacağını söyler. Yasalar karşısında, hükümdar, halk ile aynı tutku ve ihtiraslara, başka bir ifadeyle "doğa"ya sahip olarak tanımlanır. Başka bir anlatımla, halk yığınlarının karakterinin bir hükümdarın karakterinden daha kötü olduğu söylenemez. Her ikisi de kanunlardan çekinmeden, mümkün olduğunda aynı ölçüde suç işlerler. Kanunlar ve insanlar arasındaki ilişki şudur:

"Bundan dolayı, halkların hüküm sürerken istikrarsız, değişken ve nankör olduklarını söyleyen genel kanaate karşı çıkıyorum. Ben daha ziyade, bu tür hataların tek tek hükümdarlarda olduğu gibi ortaya çıktığını iddia ediyorum. Bu yüzden halkları ve hükümdarları aynı şekilde tenkit etmek ya da suçlamak en doğrusudur; hükümdarlar bu tenkidin dışında bırakılırsa hata edilmiş olur. Çünkü bizzat kendisi hüküm süren ve iyi bir anayasası olan bir halk, bir diktatör kadar istikrarlı, sağduyulu ve iyilikbilir olacaktır, hatta bu konularda, despot, bilge bir kişi olarak tanınsa dahi, onu geçecektir. Diğer yandan kanunlara tabi olmayan bir diktatör, kesinlikle halktan daha nankör, ikiyüzlü ve aptal olacaktır. Ama davranış tarzlarının farklı olması, mizaçlarının farklı olmasından değildir, çünkü mizaç her yerde aynıdır (ama iyi özellikler herhangi bir yerde ağır basıyorsa, bu kesinlikle halkta oluyordur). Davranış tarzlarının farklılığı, daha ziyade halk ve hükümdarın gölgesinde yaşadıkları kanunlara duyulan saygının derecesine bağlıdır." (Machiavelli, 2000: s. 30).

Machiavelli görüşlerini daha da ileri taşır. Halkın bir diktatörden daha akıllı ve istikrarlı olduğunu ve daha doğru muhakeme yeteneğine sahip olduğunu iddia eder. Halkın sesi ona göre "hak"kın sesi ile kıyaslanabilir, kamuoyu gelecekte olacaklar konusunda yanılmaz bir şekilde kehanette bulunur. Nesnelerin doğru değerlendirilmesinde, halkın hakikati kavrayamadığı nadiren görülür. Ancak daha önce belirtildiği gibi, tutku ve çıkarları söz konusu olduğunda insanlar yanılırlar. Tıpkı insan biçimli Yunan Tanrılarının, insanların iyilik ve kötülüklerinin yetkin hallerini taşıması gibi, diktatör de Machiavelli'nin görüşlerinde tutkular konusunda, insanlar karşısında aynı şekilde resmedilir. Bu düşüncelerin içeriği şöyle

94

özetlenebilir: Diktatörlüklerin de cumhuriyetlerin de uzun ömürlü olmaları, kendilerine kanunları esas almalarına bağlıdır. Her istediğini yapabilen halk bilge değildir ama her istediğini yapabilen bir devlet başkanı olsa olsa delidir. Machiavelli kanunlara tabi bir diktatörle, kanunlarla zapt edilen bir halk kıyaslandığı, ikincisinin daha iyi özelliklere sahip olduğunu söyler. Kanunların olmadığı ortamda ise halkın hataları, diktatörünkinden daha küçük ve daha kolay düzeltilebilecek niteliktedir. Bunun nedeni asi bir halkın, doğru zihniyetteki bir adamın hitabıyla doğru yola gelebilecek olması; diktatör için ise hançerden başka bir çare olmamasıdır. Halk ve diktatör arasındaki farkı Machiavelli olan ile olması gereken arasındaki ayrıma benzetir:

"Bir halk zincirini kırsa bile yaptığı aptallıklardan korkmaya gerek yoktur; insan zaten mevcut kötülükten korkmaz. Aksine gelecekte bundan doğabilecek musibetten korkar; çünkü karşıtlıktan genellikle tiran ortaya çıkar. Buna karşın bir diktatörde tersi söz konusudur: İnsan hali hazırdaki kötülükten korkar ve umutla geleceği bekler, çünkü diktatörün dinsiz imansız tutumunun gelecekte özgürlüğe yol açacağına kendini inandırır. Böylelikle her ikisinin arasındaki, hali hazırda olan ve olması gereken fark kadar büyük olan farkı görebiliriz." (Machiavelli, 2000: s.

202).

Machiavelli'nin siyaset felsefesinde olan ve olması gereken arasındaki ayrım, aşılması mümkün olmayan bir ayrımdır. İnsanı bir halk bileşeni, bir uyruk yani devletle ve hükümdarla ilişkisi ile ele alan Machiavelli; onu olması gereken bir varlık olarak inceleyen ahlâk alanıyla ilgilenmez. İnsanın gelecekteki durumuyla değil, şimdiki mevcut haliyle, durumuyla ilgilenir. Olumlu özelliklerin insanda bulunması bir zorunluluk değildir. Ancak burada onun ünlü "hile" üzerine görüşleriyle ilgili küçük bir ayrıntı vardır. Yine de insanın, hele bu insan bir hükümdarsa tüm bu niteliklere sahipmiş gibi davranması gerekmektedir. Merhametli, vefalı, insancıl ve doğru bir insan olarak gözükmek, fakat gerektiği zaman tümüyle aksine davranabilecek kadar ruhsal hazırlık içinde olmak, zorunlu görülen davranış normudur. Hükümdarların insan ve hayvan yaradılışını kendinde toplaması bu öncül üzerinden açıklanabilir. Bu şekilde davranması öğütlenen hükümdarı iktidarda

95

tutmanın bir diğer yolu olarak Machiavelli, onun yurttaşlarını her zaman ve her durumda kendisine muhtaç bırakması gerektiğini belirtir. Yurttaşların sürekli bağlılığını sağlayacak tek yol budur. Çünkü Machiavelli'ye göre insan doğası gereği itaatsizdir. Hükümdar'da insan doğasının tüm kötü özellikleri aralıklarla yapıt boyunca sıralanır. Muhtaç bırakma zorunluluğu ve yine iyi bir insan olmaktansa korkulan bir insan olma gerekliliği, insan doğasının olumsuzluğuna dayanan görüşler üzerinden açıklanır:

"Çünkü insanlar genellikle nankör, değişken, ikiyüzlü, tehlikeden kaçan, çıkarlarında hasis yaradılıştadırlar. Kendilerine iyilik yaptıkça sizinle olurlar. Onlara ihtiyacınız olmadığı zaman, yukarıda söylediğim gibi, kanlarını, mallarını, canlarını, çocuklarını size adarlar. Fakat tehlike baş gösterince herkes ortadan kaybolur. Sadece onların sözlerine dayanan hükümdar, başka önlemler almadığı için yok olup gider. Çünkü onların dostluğu para gücü ile kazanılmış, gönül yüceliği ile değil. Bu dostluklar hak edilir ama kullanılamaz; bir ihtiyaç halince bunlara dayanılamaz. İnsanlar, sevilen kişilerin şiddetinden çok korkulan kişilerin şiddetinden çekinirler. Çünkü insanlar yaradılıştan kötü oldukları için bir çıkar karşısında sevgi bağları yok olur. Oysa korku ile bağlanmış insanlar ceza tehdidi altında oldukları için bu bağlar hiçbir zaman onların yakasını bırakmaz." (Machiavelli, 2008: s. 101).

Yaradılışı gereği kötü olan insan, Machiavelli'nin Hükümdar’ının bir başka yerinde, sakin zamanlarda fırtınalı günleri düşünmeyecek (Machiavelli, 2008: s. 144).,

babalarının kaybını unutacak kadar unutkan, mallarının kaybını unutmayacak kadar kindar (Machiavelli, 2008: s. 101) bir doğaya sahip olarak resmedilir. İnsanın bu

olumsuz nitelikleri, Machiavelli'nin görüşlerinde topluma olan etkileri göz önünde bulundurularak söz konusu edilir. Başka bir anlatımla, insanın ne ise o olduğu başka bir sebepten değil, onun olumsuz yönleri için alınacak önlemler nedeniyle önemlidir. Örneğin Machiavelli, insanın art niyetli bir doğaya sahip olmasıyla değil, sahip olduğu bu doğa nedeniyle bir halkın törelerinin yozlaşmasına yol açıyor olması ve buna dair alınacak önlemlerle ilgilenir. Siyaset Üzerine Konuşmalar adlı yapıtında Hükümdar'da sıraladığı olumsuz niteliklere yenilerini ekler. Sabırsızlığı nedeniyle

96

insan tutkularının tatminini, uzun süre erteleyemeyecek kadar acelecidir.

(Machiavelli, 2000: s. 383). Bu özelliklerin belki de toplumu en fazla ilgilendireni,

insanın kendini ilgilendiren meselelerde -en çok da her şeyden çok arzulayıp iple çektiklerinde- yanılgıya düşmesidir. Machiavelli, insanın bu olumsuz özelliklerinin etkilerini azaltacak önlemleri, politik öneriler olarak sunar. İnsan doğasının, Machiavelli'nin politik kavrayışındaki önemi yalnızca budur. Burada küçük bir vurgu yapmak gereklidir. Machiavelli’nin Prens ve en hatırı sayılır kitabı olan Titus Livius’un On Kitabı Üzerine Söylevler adlı yapıtlarında ortaya koyduğu görüşlerin farklılık gösterdiğine yönelik tartışmalar yapılmıştır. Bunlardan bir tanesi, Machiavelli’nin Söylevler’de yönetim şekli olarak cumhuriyeti methederken, Hükümdar’da hükümdara otokratik gücünü nasıl elinde tutabileceği konusunda öğütler verdiğini ifade eder. Sözü edilen durumun bir paradoks olduğunu söyleyen Machiavelli’nin Paradoksu: Prens’i Hapsetmek mi, Eğitmek mi? adlı çalışma bu tartışmalara bir örnektir. John Langton ve Mary G. Deitz, bu paradoksun nedenini sorgular ve buna dair tartışmalara yer verir. Bu tartışmalar içerisinde Mary Dietz’in Hükümdar’da izlenen politik tavır ile Söylevler’deki değerleri bağdaştırma çabalarını, inandırıcı olmadıkları gerekçesiyle reddettiği∗ ve Machiavelli’nin bir

yöneticiyi hükmünü yok edecek eylemlere hapsedip aldatma arayışında olduğunu ifade ettiği görüşleri yer alır. Çalışmada yer verilen ikinci tartışma John Langton’un bu görüşün tam tersi olan, Machiavelli’nin, otokratik bir devletin cumhuriyetçi bir sisteme evrilebilmesi yönünde Prense bir devleti nasıl yönetebileceğini gösterdiğini ifade ettiği görüşlerdir. Bu konuda genel kabul gören görüşler ise şöyle özetlenmiştir:

“Titus Livius’un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler’de Machiavelli, tarihsel olaylara dayanıp; en istikrarlı, sağlam ve insancı devletlerin sosyal eşitlik, siyasi özgürlük, hukuk egemenliği, halk seçimleri ve bir kuvvetler ayrılığı sistemini bünyesinde barındıran karma hükümet üzerine kurulduğunu öne sürerek, cumhuriyetçi hükümetin ideallerini savunur. Buna karşılık en bilindik kitabı Prens’te Machiavelli, otokratik gücü kazanmak ve elde tutabilmek için detaylı ‘Machiavellist’ bir plan tasarlar ve böylece, siyasal değerlerinin idrakının etkisini azaltan uygulamalı

Mary Dietz’in sözü edilen görüşleri için Trapping the Prince: Machiavelli and Politics of Deception adlı

97

politikaları teşvik eden bir role bürünür… Siyasi teori araştırmacıları ve öğrencileri, bu paradoksa birçok çeşitli çözüm sundular. Açıkça görülüyor ki, en egemen kanı, Machiavelli’nin Prens kitabında aslında, mutlak hükümdara yozlaşmış ve güçsüz bir devleti yeniden biçimlendirmek için elindeki gücü nasıl kullanacağını ve böylece tutarlı bir cumhuriyetin doğuşunun temelini atmayı öğrenme amacında olduğudur. Başka bir deyişle baskın izaha göre Machiavelli, Prens’te teşvik ettiği mutlakçılığı, Söylevler’de desteklediği cumhuriyetçilik biçiminin başlangıcı için gerekli bir ön koşul olarak değerlendirmektedir.” (Dietz, 1980: s. 1277).

Machiavelli ya da başka herhangi bir filozofun eserleri arasında görülen bu tarz görüş farklılıklarını bir tür çelişki olarak değerlendirmek yerine, yazar aksini belirtmedikçe niyet okumaya kalkışmamak daha yerinde bir yaklaşım olacaktır. Kaldı ki Machiavelli’nin tüm yapıtlarında süreklilik arz eden bazı temel kabul noktaları sabit bir şekilde bulunmaktadır. Güç vurgusu bunlardan şüphesiz en önemli olanıdır. Güç Machiavelli’de politikanın ana temasıdır. Neo-Machiavelizm ve Ahlâki Nihilizm adlı çalışmada Siegfried Marck, Machiavelli’de güç kavramsallaştırması şöyle özetlemektedir:

“Devlet hayat verilmiş her varlık gibi varlığını sürdürmekle ilgisi olan doğal bir küre değildir sadece; fakat o en büyük işlevinde bile, yani kanunun beden bulmasında, devlet güce ihtiyaç duymaktadır çünkü güçsüz bir hukuk kendi içinde çelişkidir. Pozitif bir biçimde bütünleyici eleman olarak güç yasa kavramsallaştırmasına aittir. Devlet bu güç faktöründen hiçbir zaman ayrılamayacağı için politikanın maddesini temsil eder. Baskı ile benzer değildir ama baskı gücün kanıtlanması için sonsuz bir araçtır.” (Marck, 1941: s.194).

Burada baskı ile şiddeti zorunlu bir araç olarak tartışmak yerine Machiavelli’nin ikna konusundaki görüşlerine öncelikli düşünceleri gözüyle bakmak, Machiavelli’nin kendisi ile günümüz totaliter toplumlarına temel olan radikal düşünce formları arasındaki ayrımda bir tercihte bulunmaktır. Güç tartışmasının anlamı Machiavelli’de

98

bu çerçevede incelenecektir. Onun görüşlerine geri dönülecek olursa, güç vurgusunun politik öneminin, yine insan doğası üzerinden açıklandığı görülür. Gücü sadece imha etmek için kullananlar değil, inşa etmek için kullananlar övülesidir. Yani sanıldığı gibi Machiavelli’nin görüşlerinde gücün politik anlamı yıkıcı değil yapıcıdır. Bir yöneticinin istenir vasıfları arasında, elinde bulundurduğu mutlak gücü, bir başkasına miras bırakmayacak kadar akıllı olması sayılır. Bunun açıklaması, Platon’un bilge kişinin yönetimi ele alma zorunluluğundan söz ettiği görüşlerine benzer bir düşünce ile ortaya konur: “İnsanlar iyilikten ziyade kötülüğe eğilimli olduklarından, bu adamın iyi yönde kullandığı gücü halefi kendi ihtiras dolu amaçları doğrultusunda kötüye kullanabilir.” (Machiavelli, 2000: s. 60). Görüldüğü gibi gücün elde tutulması, yine insan doğasının sebep olacağı kötü bir ihtimali önlemek içindir. Savaşlara ve olası ayaklanmalara karşı alınacak önlemler, Machiavelli’de daima