• Sonuç bulunamadı

Hobbes’un Politik Felsefesinde Olan-Olması Gereken Tartışması

2. BÖLÜM: OLAN OLMASI GEREKEN AYRIMINDA İKTİDAR VE DEĞER

2.1. Machiavelli'nin Politik Kavrayışında Değer Sorunu: "Olan"-"Olması Gereken"

2.2.1. Hobbes’un Politik Felsefesinde Olan-Olması Gereken Tartışması

“İnsan sadece doğal bir beden değil, aynı zamanda şehre ait, yani güya siyasal parçayı oluşturan bir bedene sahiptir.”

(Hobbes, De Homine, s.1.)

Hobbes pek çok konuda yeni bir akımı başlatan bir filozof olarak tanınır: Liberal felsefenin atası, modern devlet tartışmalarının başlatıcısı, otokrasi kültürünü modern haline getiren etkili bir düşünür ve sıklıkla rastlanılan ifade ile bir

Hobbes’un bir liberal olarak anılmasına dair görüşler tartışma konusu olmuştur. Judith Shaklar, liberalizmin

temelde düşüncenin belirli dini ve felsefi sistemlere dayanmak zorunda olmadığını ileri sürer. Hobbes’un hoşgörü anlayışının yalnızca “liberalizmin sarmal soyu ile tanımlanabileceğini” söylerken, Alan Ryan Hobbes’u bir liberal olarak tanımlamanın anormal olacağını dile getirmiştir. Ryan Hobbes’un hoşgörüyü bir fayda unsuru olarak gördüğünü ifade eder. Bu tartışma, çalışmamız açısından merkezi bir tartışma değildir. Buna rağmen söz konusu görüşler için bkz. Hoşgörülü Leviathan-Hobbes ve Liberalizm Paradoksu(21), s.133–37.

**Bu yepyeni siyasi öğreti, modern öncesi doğal hukuk öğretilerinden farklı olması bağlamında ele alınır.

Strauss'un oldukça doğru bir şekilde tanımladığı gibi, modern öncesi öğretiler, insanın ödevlerine yani insan ediminin olması gerekenini ifade eden düşünceleri içermektedir. Haklar bu öğretilerde, ödevlerden çıkarılmaktadır. 17. ve 18 yüzyıllarda ise ilgi ödevlerden haklara doğru kaymıştır. Hobbes’un siyasi öğretisinin klasik felsefe karşısındaki önemi yine Leo Strauss’un katkı sunduğu Hobbes’un Siyasal Felsefesi: Temeli ve Kökeni adlı çalışmadada Elsa M. Sinclair tarafından şöyle özetlenir: “Bir yandan Hobbes ve diğer yandan Platon ve Aristoteles tarafından kurulan bütün gelenek arasındaki karşıtlık ve bunun sonucu olarak aynı zamanda Hobbes’un siyasal felsefesinin yeni bir çığır açan önemini en iyi şu soruyla araştırabiliriz: Klasik siyaset felsefesi hakkında modern siyaset felsefesinin hususiyeti ne içindir? Modern düşünce bireyin haklarıyla başlarken ve devletin, gelişimin durumlarını güvene almak için var olduğunu ifade ederken, Yunan düşüncesi Devletin önceliğiyle başlar. Devletin hakkı hâlbuki kanundur: Sokrates tinini özgür olarak nitelendirdiği gibi, o kendini kanunun kölesi olarak gördü.”, Hobbes’un Siyasal Felsefesi: Temeli ve Kökeni, Elsa M. Sinclair, Chicago Universty Press, Chicago, 952, s.155.

116

mutlakiyetçi.∗Ancak belki de en uygun tanımlama Hobbes'un modern doğal hukuk

öğretisinin kurucusu ve klasik sözcüsü olduğudur. Her ne kadar siyaset felsefesinde gelenekten sıyrılıp öne çıkan isim Machiavelli de olsa, Hobbes esaslı bir kopuşu temsil eder. Hatta bu kopuş Hobbes’un öylesine ün salmasını sağlar ki, onun en önemli yapıtı Leviathan’ını, “siyasi teoride tüm varisleri aşan bir başyapıt”, hatta “İngiliz siyasi teorisinin tek başyapıtı” olarak kabul edilir. Quentin Skinner, Hobbes’un Siyasi Düşüncesinin İdeolojik İçeriği adlı çalışmasında Hobbes’un siyasi teorideki büyük ününün, hem geleneğe karşı güçlü başkaldırısından hem de zamanının ruhunu çok iyi kavramasından kaynaklandığını ifade eder. Hobbes, geleneksel kabullerden uzak bir siyasi öğreti inşa etmeyi büyük bir ustalıkla başarmıştır. Skinner'a göre kendi çağdaşlarının geçici siyasi tartışmalarından farklı olarak, “Leviathan’ın öğretisi İngiliz düşüncesinde yer alan en büyük siyasi yapıt olma özelliğini taşımaktadır.” (Skinner, 1966: s. 286). Gelenekten kopuş açısından düşünüldüğünde Machiavelli bir ilktir. Ancak Hobbes gerçekten de modern siyaset felsefesi için hak ve hukuk kavramlarına güçlü bir dünyevi anlam yüklemekle bir öncü olarak görülebilir. O yalnızca siyaset ve ahlâkın bölünmesini değil, ahlâk ve toplum felsefesi arasındaki incelikli ilişkiyi resmetmesi açısından da yenilikçidir. Ahlâk Hobbes’ta “insanların tutkularından kaynaklanan sonuçların bilgisi” olarak tanımlanır. Richard Tuck’un ifadesiyle “toplum felsefesi de ahlâkın çok uzaktan akrabasıdır”, çünkü bilimlerin diğer tarafına yani yapay olan bölümüne aittir. Tuck De Corpore’den insan bilgisinin haritasını tasarlayan ve felsefeyi temel iki bölüme ayıran Hobbes’un şu düşüncelerini aktarır:

“Biri doğanın işi ki doğal temel olarak adlandırılır, diğeri insanların uyum ve istekleri tarafından yapılır ve ulus/millet olarak adlandırılır. Bunlardan da doğal ve kamu/sivil olarak adlandırılan felsefenin iki bölümü doğar. Ancak modern bir ulusun özelliklerinin bilgisi için öncelikle insanların yaradılışlarını, eğilimlerini ve mizaçlarını bilmek gerekir; kamu/sivil felsefe tekrar genel olarak iki kısma ayrılır ki bunlardan insanların yaradılış ve mizaçlarıyla ilgili olana ahlâkbilim, kamu görevlerinin malumatı ile ilgilenen diğerine ise siyaset ya da

Hobbes’un mutlakiyetçi olduğunu ifade eden çalışmalar için bkz. Alan Ryan, Hobbes’un Siyasal Felsefesi,

s.210, Q, Mutlak Demokrasi ve Vazgeçilmez Haklar, s.739. Otokrasi kültürü ile ilgili başlatıcı rolü konusunda bkz. Sheldın Wolin, Liberalizmin öncüsü oluşu için Hoşgörülü Leviathan, s.131.

117

basitçe toplum felsefesi denir.” (Tuck, 1961: s. 178).

Tuck, Hobbes’un bu görüşlerini, onun ahlâk bilime ve siyasete ayrılan toplum felsefesinin “Aristotelesçi bir nosyonu tasdik etmeye en çok yaklaştığı nokta olarak görür. De Corpore’den hareketle toplum felsefesinin insanların psikolojileri ile siyasal çatışmaları hakkındaki ortak deneyimlerinin çıkarımlarına dayandırılabileceğini söyler. (ch.6, 6) Özetle Hobbes’un felsefesi yer yer gelenekten bir kopuşu, yer yer de eski olanın içinden çıkan yeni bir öğretiyi barındırır. Kaldı ki felsefede bu tarz dönüm noktalarının, her anlamıyla bir dönüşümü içinde barındırdığını iddia etmek güçtür. Düşüncesindeki yenilikle öne çıkan filozof, düşüncesinin kimi yerlerinden, felsefenin tarihsel mirasının izlerini köklü bir biçimde taşır. Bu anlamda Hobbes’ta ne sorununu sahiplenip yöntemine karşı çıktığı Machiavelli'den ne de asla benimsemediği Aristoteles'in insan ve toplum kavrayışından arınmış bir siyaset felsefesi anlayışı aramak nafile bir çaba olacaktır. Hobbes'un hatalı bulduğu ve eleştirdiği kendinden önceki gelenekle ne ölçüde uzlaştığına yer yer dikkat çekilecektir.

Türkçe'ye Yurttaşlık Felsefesinin Temelleri adıyla çevrilen ünlü kitabı Elementa Philosophica De Cive'de Hobbes, sivil toplumun dışında insanın durumunu betimler. Tıpkı Leviathan'da olduğu gibi, insanın "uygar" durumu karşısında, ilksel bir başlangıç noktası olarak varsayımsal bir doğa durumu betimlemesidir bu. Hobbes karşı çıktığı felsefi mirası burada reddeder ve bu reddedişin kökenini şöyle açıklar:

"Toplumsal ilişkiler üzerine kalem oynatan geçmişteki yazarların çoğunluğu, insanın toplum için uygun doğmuş bir hayvan olduğunu, ya varsayarlar ya da ispatlamaya çalışırlar - Yunanca ifadesiyle zoon politikon. Bu temel üzerinden bir sivil öğreti inşa ederler; sanki barışın korunması ve tüm insan ırkının yönetilmesi için insanların bu yazarlar üzerinde fazla düşünmeden yasa dedikleri belli sözleşmelere ve koşullara rıza göstermelerinden fazlasına gerek yokmuşcasına. Bu aksiyon çok yaygın bir şekilde kabul görse de yanlıştır; bu hata insan doğası hakkındaki gerçeküstü bir görüşten kaynaklanmaktadır." (Hobbes, 2000: s. 22).

118

Hobbes'un toplumların başlangıcına yönelttiği itirazı temellendirdiği bu görüşleri esas olarak Aristoteles'e yöneliktir. Çünkü mitik öğelerle bezenmiş bir biçimde Antik Yunan'ın düşünsel ikliminde doğal durum tasvirini andıran bir Altınçağ'dan söz edildiğini iddia etmek güç değildir. Yine Ortaçağ'ın teolojik yazılarından ilk günahla sonlanan bir cennet yaşantıdan söz edilir. Ancak tüm bu örnekler insanın toplumsallığını inkâr etmez. Ancak insanın doğası gereği toplumsal, dolayısıyla da politik bir canlı oluşu Aristoteles'in politik felsefesinin anahtar sözcükleridir. Hobbes'un esas hedefinin Aristoteles olması bu nedenledir. Hobbes toplumların ilkel bir barış durumu içerisinde yaşadıklarına itiraz etmeden önce ilk olarak onların toplum için uygun doğdukları argümanına itiraz eder. Bu görüşün kökeni insan doğası hakkındaki yanıltıcı görüşlerdir. Ona göre insanların birbirlerinin varlığına ihtiyaç duymasının -ki ihtiyaç Aristoteles'te toplumun birleştirici ilkesidir- ve bu insanlarla biraraya gelmekten hoşlanmalarının nedeni, sanıldığı gibi doğa gereği başka türlü olamayacağı fikri değildir. Hobbes toplumun kaynağına dair bu açıklamanın ikincil olarak kabul edilebileceğini düşünür. Hobbes'un Machiavelli'den devraldığı olumsuz insan doğası fikri, değerli olanın çıkar ya da yarar olarak tanımlandığı bir düşünceyi içinde barındırır. Zira Hobbes'a göre insan diğer insanlara karşı doğal bir sevgi besleyen yani onları dostları olarak seven bir canlı olsaydı, herkesin herkesi insan olduğu için eşit derecede sevmemesi veya arkadaşlığı diğerlerinden daha değerli yani yararlı olanı tercih etmeleri için bir nedene sahip olmazdı. Hobbes bunun sonucunda doğa gereği insanın başka kişilerin arkadaşlığını değil, onlardan gelecek şan ve yararın peşinde koştuğunu söyler. Bunun esas, arkadaşlığın ise ikincil olduğunu düşünür. Aslında bu düşünce hatırlanacağı gibi, değerli olanı yararlı olan üzerinden açıklayan Platon'un, çok önce örneklerle altını çizdiği bir düşüncedir. Hobbes’un klasik geleneğe yönelik esas itirazı Aristoteles’in kimi politik görüşlerine dairdir. Bu örnek üzerinden görülebileceği gibi pek çok açıdan Platon ve yer yer de Aristoteles ile olan benzerliği dikkat çekicidir. Toplum Hobbes'taki anlamıyla olmasa da rızayı gerekli kılan iradi bir düzenlemedir. Hobbes'un bu görüşleriyle Platon'dan ayrıldığı nokta ise her toplumda amaçlanan şeyin, istencin bir nesnesi yani tüm üyelerine kendisi için iyi olarak gözüken şeyin mutluluk verici olduğu düşüncesi değildir. Bir en yüksek iyi fikrinin yokluğudur ki bu görüş onun gelenekten esas kopuşunu temsil eden dönüşüm olarak tanımlanabilir.

119

Hobbes'a göre de iyi görünen şey mutluluk vericidir veya beden ya da zihin üzerinde etki yapar. Zihinsel bütün zevkler her durumda gurur ile diğerleri tensel kısım ile ilintilidir ve tümü çıkar adı altında toplanabilir. Tüm toplum Hobbes'a göre, bundan dolayı ya çıkarın ya da gururun peşinden koşulması için vardır. Özetle Hobbes'a göre toplum insanın başkalarına değil, kendi benliğine yönelik duyduğu sevginin bir ürünüdür. Yine de Hobbes'a göre büyük ve köklü hiçbir toplum gurur üzerine inşa edilemez. Bunun nedeni gururun bir kıyaslamayı ve üstünlüğü içermesinden ötürü, herkes buna sahipse -onur gibi- gururun da hiçbir anlamı olmamasıdır. Bir insan başkalarına dayanmadan yapabilecekleri oranında değerlidir. Hobbes tüm bu nedenlerle büyük ve köklü toplumların kökenine sevgiyi değil, kendini koruma arzusunun ve hatta eşitlik fikrinin zeminine yerleştirdiği korkuyu koyar. İnsanın toplum için uygun doğduğu argümanını reddederek bir sivil öğretinin hemen başında okuyucunun önüne bir engel çıkarmanın "tuhaf bir aptallık" gibi görülmesinin mümkün olduğunu daha başlarken söyler. Ancak tüm bu görüşlerini önemli kılan şu başlangıç noktası bu uygunsuzluğun nedenini anlaşılır kılar: Sivil toplumlar yalnızca insanların biraraya toplanması şeklinde tanımlanamaz. Onlar oluşumları için sağlam bir inanca ve sözleşmeye ihtiyaç duyan “ittifaklar”dır. Bu yüzden Hobbes'un politik görüşlerinde çocuklar bilgisizliklerinden, eğitimsizler ise toplumun iyiliklerine yönelik bilgisizliklerinden doğan umursamazlıklarından ötürü topluma katılamazlar. Dolayısıyla tüm insanların birer bebek olarak dünyaya gelmeleri ve bir kısmının da eğitim eksikliği nedeniyle hayatları boyunca öyle kalmaları yüzünden, toplum için uygun olmadıkları Hobbes için aşikârdır. Yine de çocuklar ve eğitimsizler de insan doğasına sahip olduklarından, insan topluma doğa yoluyla değil, eğitim yoluyla uygundur diye düşünür. Anlama yetisini kullanma becerisiyle yurttaşlığın temelini açıklayan; kadınların, çocukların ve kölelerin topluma katılımlarını sorgulayan Aristoteles'in görüşleriyle karşılaştırıldığında Hobbes'un bu görüşleri anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Rızanın temini açısından eğitimi zorunlu bir süreç olarak gören Platon'la ise benzerlik taşıdığı dahi söylenebilir. Hatta Philip Soper Yasanın Ahlâki Değeri adlı çalışmasında, devletin gereklerine uyma konusundaki titizliği bağlamında Hobbes’un “Sokrates’in modern sözcüsü olarak görülebileceği”ni söyler. Kanuna uymaya yüklenen ahlâki anlam ve devlete karşı görevin mutlaklığı konusunda Hobbes, Sokrates’in Kriton’undaki görüşü benimser: “Kriton’daki görüşleri benimseyen ve modern bağımsız devlet modelini geliştirmeden son derece

120

etkili olan siyasi kuramcılar vardır ve Hobbes bunun en iyi örneğidir.” (Soper, 1985:s. 65). Bu gibi benzerlikler üzerinden Hobbes'un düşüncesinin özgünlüğünü anlayabilmek için, Platon ve Aristoteles ile yer yer benzerlik gösteren görüşlerinde esas ayrılığın ne olduğu araştırılmalıdır. MacIntyre, Hobbes'un reddettiği Aristoteles'in geç dönem, dejenere olmuş skolastisizmin Aristoteles'i olduğunu düşünür. (MacIntyre, 2001: s. 147). Ancak Hobbes'un itirazının Aristoteles'in düşüncesinin köşe taşlarından birine yönelik oluşu gözönüne alındığında bu yorum çok da doğru değildir. Hobbes'un Siyasal Felsefesi adlı çalışmasında Alan Ryan, kendi amacını Hobbes'un merkezi problem ya da problemler olarak neyi gördüğünü araştırmakla sınırlar. Ryan Hobbes'un tüm külliyatındaki en önemli ibarenin, doğal yaşamın "yalnız, pis, yabani ve kısa"lığına yönelik görüşler olduğunu ifade eder. Hobbes'un en önemli düşüncesi ise Aristoteles'in insanın doğal toplumsallığına yönelik itirazı olduğunu düşünür. Devletlerin genel kabul ve anlaşma ile varoluşu, genel kabullerin insanlar tarafından meydana getirildiği, dolayısıyla devletlerin açık bir biçimde yapay yani doğal olmayışı Hobbes düşüncesinin ana öğeleridir. Ryan, Aristoteles ile Hobbes düşüncesini, her ne kadar yaşadıkları dönemler gözetilmeksizin de yapılmış olsa, farklılaştıran ayrımı şöyle özetler:

"Aristoteles iyiliğe ve yaşama karşı, toplum içerisinde bir çeşit doğal ilginin varolduğunu düşünmüştür. Hobbes ise en iyi ihtimalle summum malum ya da ölüme karşı ortak bir tiksintinin varolduğu ve nazik bir yönetim içerisine doğru sosyalleştirilerek toplum için uygun hale geldiğimiz görüşündedir. Neredeyse eşit derecede önemli olan şey, insanoğlunun doğal eşitliği üzerindeki ısrardır. Aristoteles'e göre sosyal düzen, bireylerin 'daha iyi' olanlarının, 'daha az iyi' olanından açıkça ayırdedildiği doğal bir hiyerarşiyi yansıtabilir ve yansıtır: Aristokratların alt tabakada olanlardan, erkeklerin kadınlardan, yetişkinleri çocuklardan, özgür insanları kölelerden ve Yunanlıları 'barbarlar'dan ayırır. İşte Hobbes bu dünya görüşünü reddetmiştir. Bu görüş yalnızca yanlış değildir, siyasal barışın iki koşulunu da ihlal eder." (Ryan, 1996: s. 217).

Hobbes'un görüşlerinin Aristoteles'e yönelik olan kısmını anlamlı kılan, burada özetlenen eşitlik vurgusudur. Ancak Hobbes'a atfedilen bu değer, Aristoteles'in

121

görüşlerini gözden düşürecek değildir. Şüphesiz ki bir filozofu anlamanın en iyi yolu, onu çağı ve koşullarıyla birlikte düşünmektir.