• Sonuç bulunamadı

Platon’da “Biriktiren İnsan”a Yönelik Tartışma: Temel Bir İlke Olarak

1. BÖLÜM: AHLAK VE POLİTİK DEĞER BİRLİKTELİĞİ VE MADDİ DEĞER

1.3. Platon’da “Biriktiren İnsan”a Yönelik Tartışma: Temel Bir İlke Olarak

İnsanı zenginlik ve maddi değer peşinden koşmaya yönelten şeyin tenin istekleri uğruna ruhun köleleştirilmesi olarak nitelendiren Platon, daha önce belirtildiği gibi bu tutumu kişiyi erdemden uzaklaştıran bir kötülük olarak betimlemiştir. İnsanı hem iyi bir yurttaş hem de ahlâklı biri kılacak temel nitelikler, daima maddi çıkar ve zenginlik hırsının arz ettiği tehlikelere yönelik önlemler olarak sunulur. Aristoteles’ten önce Platon oldukça sınırlı şekilde paradan ve maddi kazançtan söz eder. Zenginlik daima erdemli davranışlar ve çok kez maddi değeri küçümseyici bir tavır üzerinden tanımlanır. Ölçülü olmak kaydıyla para kazanmak, yaşamın devamı açısından gerektiği ölçüde kabul edilir, fazlası aşağılanır. Yasalar’ın Beşinci

40

Kitabı'nda para ve mal sahibi olmanın aşırısının kentlerde ve kişilerde düşmanlık ve ayaklanmaya götüreceğini bildirir. Kadın ve çocuk ortaklığı konusundaki görüşlerinin temelinde, onlara bir gelecek hazırlama adı altında birikim duygusunu körükleyeceği yönündeki argüman yatar. Yasalar’da bir kez daha hiç kimsenin çocukları yüzünden onları ardında olabildiğince zengin bırakmak için para canlısı olmaması telkin edilir. Çünkü bu ne çocuklar için ne de kent için iyi değildir. Biriktirme duygusu hemen her zaman gelecekle ilgilidir. Geleceğe ilişkin olarak insanların çocuklarına bırakacakları miras adı altındaki varlık Platon’a göre şöyle olmalıdır: “Nitekim gençler için çevrelerine dalkavuk toplamayacak, ama zorunlu gereksinimlerden de yoksun bırakmayacak bir varlık, en uygunu ve en iyisidir; çünkü uyumlu ve elverişli olduğundan, tümüyle sıkıntısız bir yaşam sürmemizi sağlar. Öte yandan çocuklara altından çok ar duygusu bırakmak gerekir.”(729a) (Platon, 2012: s. 189). Görüldüğü gibi yaşamın devamı için yeterli miktarda –ki bu kadar varlıktan yoksun olmak insanı zorunlu olarak köleliğe götürür- maddi zenginlik gereklidir. Ölçülü olmak kaydıyla para sahibi olmak Platon’da özgür olmanın bir aracı olması nedeniyle zorunludur. Ahlâkı ilgilendiren bir konu olmasının ötesinde Platon’da, aynı zamanda tıpkı hazlar ve acıların politik alanın sınırlarına çekilmesi gibi, para ile ilgili meseleler de yasa koyucunun sorumluluğuna verilmiştir. Yasalar’da açık bir biçimde hiç kimsenin kişisel olarak altın ya da gümüş para sahibi olamayacağı (742b), günlük alışverişlerde yalnızca içerde geçerli olup, başkaları arasında değeri olmayan madeni paraya sahip olunması gerektiğinden bahsedilir. Askeri seferler gibi dış işler için ise, ortak para kullananlar, dışarıdan getirdikleri parayı da değeri kadar yerli parayla değiştirip devlete bırakmalıdır. Kişisel zenginliğin sınırlarından, yabancıların pazar yerinde değiş tokuşu ne şekilde yapacağına kadar(850a), para konusunda kurallar kati şekilde belirlenmiştir ve tüm önlemler kişisel zenginliği önlemek içindir. Çünkü Platon’a göre, hem zengin olup hem de erdemli olmak mümkün değildir.(742e) Varlığıyla da yokluğuyla da ahlâkı ilgilendiren maddi zenginlik ya da en kestirme adıyla para ya da mal sahibi olmak, politik alana şöyle bir ilke ile giriş yapar: Dokunulmaza dokunmamak.

Yasalar’ın On Birinci Kitabı’nda insanlar arasındaki karşılıklı anlaşmalar konusunda görüşlerini ortaya koyan Platon, çiğnenmesi kişi onuruna zarar veren ilkelerden bahseder. Dokunulmaza dokunmamayı salık veren ilke şöyle basit bir

41

kuralı açıklayan düşüncelerin peşinden gelir. Platon basit bir kural koymayı önerir: “Hiç kimse benden izin almadıkça, elden geldiğince benim malıma dokunamaz, en küçük parçasını dahi yerinden kımıldatamaz; aklım başımda ise, ben de başkalarının malına karşı aynı şekilde davranmalıyım.” Bu konuda ilk örnek olarak kendi ataları arasında bulunmayan birinin kendisi ve ailesi için sakladığı gömüyü ele alır. Böyle bir şey bulmak için ne Tanrılara yalvaracağını ne de bulursa yerinden çıkaracağını; toprakta saklı olan gömüyü almasını bir biçimde salık verecek sözde bilicilere de danışmayacağını bildirir. Platon şu sözlerle devam eder: “Servet kazanmak için bunu alsam, almamakla saygınlık bakımından ruh erdemi ve adaletinden sağlayacağım yarar kadar kazançlı çıkmazdım; buna dokunmamakla, ruhumdaki adaleti zenginliğe tercih ederek servet yerine varlığımın daha değerli parçası için daha üstün bir kazanç elde etmiş olurdum. ‘Dokunulmaza dokunmamak’ ilkesi pek çok duruma uyabilir bunlardan biri de budur.” (913b) (Platon, 2012: s. 421).

Görüldüğü gibi Platon maddi zenginliği, ruhun zenginliğinin gerisinde bir yerlerde, ahlâkı güvence altında tutacak ilkelerin yardımıyla korumaya çalışmaktadır. Bu da maddi olanın tümüyle göz ardı edilmediğini, her türlü tehlikeye rağmen ondan vazgeçilmediğini gösteren bir düşünce olarak savunulabilir. Platon sahtekârlıktan bahsetmesinin peşi sıra ticaretten bahsederek de maddi olanın ahlâkla olan ilişkisinin nasıl bir ince mesele olduğunu göstermeye çalışır. Perakende ticaret konusunda tümüyle öğütlerinden oluşan görüşlerini sıralar. Paranın bir değer ölçüsü olarak iş görüşü ilk kez erdemle nasıl bir ilgisi olduğu açısından ele alınır. Platon devam eder:

“Her devlette perakende ticaret doğal olarak zarar verme amacıyla değil, tam tersi bir amaçla yapılmaktadır. Nitekim oranlı ve eşit olmayan türlü türlü malı oranlı ve eşit kılan insanın nasıl olur da iyiliği dokunmaz? Burada paranın güçlü bir etkisi olduğunu, toptancı tüccarın da bunun için iş yaptığını söylememiz gerekiyor. Ücretli işçilerin, hancıların ve kimi aşağılık kimi saygın öteki iş sahiplerinin işlevi de budur: yani her türlü gereksinimi karşılamak ve mallar arasında eşitliği sağlamak. O halde bu işin güzel ve saygın görünmemesinin nedeni nedir? Neden kötü gözle bakılıyor? Ticaretin tümünü değilse bile, bazı kollarını yasayla düzeltmek için bu nedenleri görelim. Bana öyle geliyor ki, bu kolay bir iş değil, az

42

bir erdem de gerektirmiyor.” (918b-c) (Platon, 2012: s. 427–428).

Platon bu sorunun cevabı olarak, insanların pek azının, birtakım gereksinimler ve arzular karşısında ölçülü kalmayı başarabildiğini, çok para kazanma fırsatı çıktığında kendini tutabildiğini, ölçülü kazancı çok kazanca tercih edebildiğini söyler. Yani birikim hırsı adaleti zedeler, ölçüyü bozar. Bu da ticaretin karalanmasına neden olmuştur. Başka bir ifade ile ahlâkın garantisi, biriktirme arzusunun köreltilmesidir demek yanlış olmayacaktır. Ancak yinelemek gerekir ki ölçülü olmak kaydıyla- ki bu yaşamak için yeteri kadarını edinmektir- kazanmak Platon’n savunduğu bir görüştür. Ölçü ile ilgisi açısından kazanç, bir başka yerde daha konu edilmektedir. Kazanç üzerine düşüncelerin ortaya konulduğu Hipparkos diyaloğu, maddi değer anlayışının ölçü fikri ile ilgisini özetlemek için yeterli zemini sunmaktadır.

Platon, Hipparkhos'ta kazanç düşkünlüğünün ne olduğunu, kazanç düşkünü denilen kişilerin kimler olduğunu sorar. Araştırmasının sonunda bir şeyi değerli görmenin, onu kazançlı görmek anlamına geldiğini ifade eder. Ona göre hiç kimse değersiz saydığı bir şeyden kazanç bekliyor olamaz, ancak değerini bilmedikleri bir şeyi değerli sayabilir. Maddi değer kavrayışına dair ipuçları onun Dost ile Sokrates arasında kazanç üzerine geçen şu diyalog kesitinde bulunabilir:

"Sokrates- Peki şimdi şunu sorayım sana: Yarım altın verip iki kat ağırlığında gümüş alırsan bu bir kazanç mı olur bir kayıp mı?

Dost- Kayıp tabi Sokrates! Harcadığım şey elde ettiğimden on iki kat daha değerlidir.

Sokrates- Yine de elde ettiğin daha değerli ama. İki kat, yarımdan daha çok değil midir?

Dost- Değerce değildir: Biri altın, biri gümüş.

Sokrates- Demek ki kazanca bir başka özelliği, değeri katmamız gerekiyor. Gümüş çok da olsa altın değerinde değildir, altın az da olsa daha değerlidir diyorsun.

Dost- Diyorum tabii, öyledir.

Sokrates- Öyleyse, değer, alınan şeyin azlığına, çokluğuna bakmadan kazanç getirir ve kazançta değersizin yeri yoktur.

43

Dost- Evet.

Sokrates- Peki, sence değer, elde edilmeye değer bir şey değil midir? Dost- Öyledir tabii.

Sokrates- Elde edilmeye değer şey yararlı mıdır, yararsız mı? Dost- Yararlıdır.

Sokrates- Yararlı olan şey, iyi bir şey değil midir? Dost- İyi bir şeydir.

Sokrates- Öyleyse, ey değerliler değerlisi dost, kazanç getiren bir şeyin iyi bir şey olduğunda üçüncü ya da dördüncü kezdir anlamış bulunuyoruz." (Platon, 1999: s. 287).

Burada "iyi"nin yeni bir tanımıyla karşılaşılmaktadır: “İyi” kazanç getiren şeydir aynı zamanda. İyinin fayda sağlayan şey olduğunu söylemekle aynı anlamdadır bu. Değerli olan burada maddi olan üzerinden tanımlanmaktadır. Ölçü kavrayışına, "iki kat"ın, ölçü anlamında "yarım"dan çok daha değerli olduğunu söylemenin üzerine yükselen bir ek düşünce üretir: Değerin niteliksel boyutu. Altın ve gümüş nicelikçe ne durumda olurlarsa olsunlar nitelikçe kıyaslanamadıklarından, değer bakımından kıyaslanamazdırlar. Değişim değeri- kullanım değerinin "soyut emek" kavrayışına dayanan modern ayrımının çok uzağında bir değer tanımı ile karşılaştığımız Platon'un bu düşünceleri, bize Marx'ın kendisini övgüyle andığı Aristoteles'in düşünce çizgisine uzanmanın olanaklı olduğu perspektifi sağlamaktadır.