• Sonuç bulunamadı

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN TARİHSEL GELİŞİMİ

C- Temel Hak ve Özgürlükler ve Güvenlik

III- TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Hak ve özgürlük olguları, hem dinlerin ve hem de felsefenin yüzyıllarca üzerinde durduğu ve çözmeye çalıştığı konulardandır110. İnsanlığın tarihsel gelişimi

sürecinde, önceleri doğa ve doğuştan gelme gibi açılardan değerlendirilen insan hakları kavramı, üzerinde uzlaşılan ve imza konulan hukuksal metinlerle, doğal yapı dışında çok daha sağlam temellere oturtulmuştur111.

Bu anlayışa ulaşılması çok da kolay olmamıştır. Tarihte ulaşılabilen ilk yazılı kaynaklara sahip uygarlık olan Sümerler’de ve onlardan etkilenen diğer Ortadoğu kültürlerinde hak ve özgürlük kavramlarının belirli bir düzen çerçevesinde ele alındığı, çağımızla karşılaştırılamasa da, insan hakları ve özgürlükleri konusunda önemli kuralların kabul edildiği bilinmektedir112. Aynı topraklarda gelişen İbrani toplumunda tek tanrılı inanç temeline bağlı dinsel kaynaklar hukuk alanında önemli gelişmeye neden olmuştur. Ancak kutsal kitap Tevrat’ın içeriği değiştirildikten sonra, haklardan yalnızca İbranilerin yararlanabileceği anlayışı yerleşmiş, bütün insanların bir takım temel haklara sahip olabilecekleri kuralı kabul edilmemiştir113.

İlkçağlarda insan hakları ve özgürlükler konusunda bilinen en ileri düşünceler Uzakdoğu’da ortaya çıkmıştır. Çin uygarlığında daha MÖ VI. yüzyılda, özgürlüklerin gereksiz yere kısıtlanmaması gerektiği, toplumun ve dolayısıyla devletin ancak bu biçimde zenginleşebileceği savunulmaktaydı114.

MÖ 3000 yıllarında ortaya çıkan Eski Mısır uygarlığındaki hak ve özgürlük kavramı, ileride doğacak Yunan ve Roma uygarlıklarından çok daha liberal ve rahat biçimde ele alınmış ve uygulanmıştır115. Bilinenin aksine Eski Yunan ve Roma’da insan

hakları düşünsel temellere dayanmıyordu. Uygulamada da, kişi hak ve özgürlükleri gerçekleşmediği gibi, halkın büyük bölümü baskı ve zulüm altında yaşıyordu116. Eski

Yunan ve Roma’da Socrates gibi felsefi görüşleri hala günümüze ışık tutan birçok

110 FIĞLALI, Ethem Ruhi; “İslami Anlayışta İnsani Değerler”, Tarih Boyunca Türklerde İnsani Değerler

ve İnsan Hakları, 1.Kitap, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, 1992, ss. 257-279, s.266.

111 ÇEÇEN, s.11.

112 MUMCU-KÜZECİ, s.26-27.

113 ATAR, Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve Hukuk, s.25. 114 MUMCU-KÜZECİ, s.29.

115 MUMCU-KÜZECİ, s.27.

düşünür ya da erken dönem Hrıstiyanlığın dinsel temalarını savunanlar, bu zulümden yaşamlarını yitirerek veya başka yerlere sürülerek paylarını almışlardır117.

Bu dönemde giderek yayılan Hrıstiyanlık insanı devlet karşısında bir hiç olmaktan çıkararak, ona değerli bir varlık statüsü tanımak istemiştir118. Hristiyanların giderek özellikle Roma İmparatorluğu içerisinde çoğaldıkları ve devlet içerisinde tek etkin güç durumuna geldikleri, ancak aynı dönemde dinin temel ilkelerini de terkettikleri görülmektedir119.

Bu süreçte ortaya çıkan İslam dini ve bu dinin ilkelerine göre belirlenen hukuk sistemi, kendisinden önceki uygarlıkların hiçbirinde tam olarak bulunmayan insan haklarını çok geniş ve ayrıntılı bir biçimde kabul etmiş, bunun yanında hukuk sisteminin bir parçası olarak güvence altına almıştır120.

Bir kere İslam dini VII. yüzyıla kadar insanlığın hiçbir yerde görmediği bir eşitlik ilkesi getirmiştir121. İslam hukukunda Müslümanların oluşturduğu ümmet yanında, Müslüman olmayanların (zımmiler) da vatandaş olma hakkı bulunmaktadır122. İslam dininin, insan hakları konusunu o döneme kadarki anlayışın çok üzerinde bir yorumla ele aldığı söylenebilir. İslam’da aslolan haklardan çok ödevlerdir. Ancak İslam’ın toplumsal ve siyasal ilkelerinin, insanın iyiliği ve onuruyla güçlü bir ilişkisi bulunmaktadır123.

İslam dini, temel hak ve özgürlükleri, insan haklarının ayrılmaz bir parçası olan adalet kavramı ile karşılamıştır124. İslam dini kurallarının kişiye sağladığı en önemli hak, kişisel güvenlik hakkıdır. İslam ülkelerinde yaşayan bütün bireylerin can ve mal dokunulmazlığı, oldukça ağır ceza tehditleriyle sağlanmaya çalışılmıştır125.

İslam’ın özgürlük anlayışının aşırı özgürlükçü ya da toplumcu sistemlerden birinin içine konulması olanağı yoktur126. İslam Hukuku’nda temel hak ve özgürlükler

117 MILL, s.39-43.

118 ATAR, Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve Hukuk, s.33. 119 MUMCU-KÜZECİ, s.39.

120 ATAR, Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve Hukuk, s.41. 121 MUMCU-KÜZECİ, s.42. 122 KARAMAN, s.293. 123 DONNELLY, s.60. 124 GÖZLÜGÖL, s.44. 125 KAPANİ, s.123. 126 KARAMAN, s.300.

kişiye bağlı, devredilemez ve vazgeçilemez niteliktedir. Burada sınırsız özgürlük sözkonusu olmamakla birlikte; aslolan özgürlüktür, sınırlamalar istisnadır. Açıkça yasaklanmamış her davranış serbest görülmektedir127.

Bazı yazarlara göre mutlak ve otoriter bir anlayışa sahip olan İslam dininde özgürlük, hiçbir zaman Batı’daki siyasal anlamına kavuşamamıştır. Yine insan hakları da, ancak Tanrı tarafından bağışlanan imtiyaz olarak görülmüştür128.

Bu düşünceye diğer bazı yazarlarca karşı çıkılmıştır. Buna göre Müslüman çoğunluğa sahip olan devletler, başka kültürlerin olumlu yönlerini reddetmeye ve kendilerine ait (kültürel) gelenekçi radikal yorumları yüceltmeye başladıkları dönemlerden itibaren toplumlarını geriletmişlerdir. Bunun karşısında, İslam dininin hızla yayılmasının nedenini kılıca bağlayan düşünce de bütünüyle önyargılara dayanmaktadır. İslam dinine göre bireyin siyasal iktidara katılma hakkı vardır. Kişi yalnızca O’nu Yaratan’ın kuludur, bu nedenle yüce Yaratıcı’nın koyduğu kurallar çerçevesinde herkes eşit ve özgürdür. İnsanların düşüncelerinden dolayı hiçbir sorumluluğu yoktur129.

Feodalitenin egemen olduğu Ortaçağ Avrupası'nda insan hakları ayaklar altına alınmış, dinin aslına aykırı biçimde, Hrıstiyanlığın getirdiği ve temeli olan bütün ilkeler hiçe sayılmıştır130. Adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi ilkeler, Yeniçağ’da yaşanan düşünce değişimleriyle birlikte yoğun bir tartışma zemini bulmuştur. Ancak Avrupa’nın siyasal karışıklıkları, bu ilkelerin devlet bazında uygulanmasını geciktirmiştir131.

Bu dönemde temel hak ve özgürlüklerin özellikle doğal hukuk anlayışı ile önemli bir aşama katettiği görülmektedir. Doğal hukuk anlayışı, insanların doğa halindeyken haklarının varolduğu görüşüne dayanır132. Buna göre insan haklarının

kaynağı, insanlığın yaratılıştan gelen doğasıdır133. Bu süreçte ortaya atılan ve doğal

hukuk yaklaşımını geliştiren bireyci görüş ise, her hakkın ve her türlü hukukun

127 ATAR, Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve Hukuk, s.43. 128 KAPANİ, s.121.

129 KIŞLALI, s.54.

130 ATAR, Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve Hukuk, s.34. 131 MUMCU-KÜZECİ, s.59.

132 ATAR, Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve Hukuk, s.49-50. 133 DONNELLY, s.27.

kaynağının insan olması dolayısıyla, bu hakların insandan ayrılamayacağı anlayışına dayanır134.

Aynı dönemde devletlerin giderek demokratikleşme sürecine girdikleri gözlenmektedir. Demokrasiye geçme aşamasında bulunan ülkelerin Anayasalarında genellikle özgürlükleri güvence altına almaya yönelik önlemlerin geniş biçimde yer aldığı görülmüştür135. Ancak bu çabaya karşın, I. Dünya Savaşı başladığında, ülke yönetimleri ilk olarak söz ve yazı özgürlüklerini kısıtlamış, savaş koşulları arasında bu kısıtlamalar herhangi bir tepki de görmemiştir136.

I. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra kurulan Milletler Cemiyeti, kuruluş amaçlarını gerçekleştirememiş, bunun yanında insan haklarının korunmasına ilişkin uluslararası bir düzenleme de sağlayamamıştır137.

Temel hak ve özgürlükler konusundaki asıl önemli gelişme II. Dünya Savaşı’nın ertesine rastlar. II. Dünya Savaşı’nın doğurduğu acı sonuçlar karşısında, insanın insan olarak değerini ve insanların eşitliğini reddeden görüşlerin yeniden ortaya çıkmaması için insan haklarına saygılı bir düzenin kurulmasının gerekliliği anlaşıldığından, öncelikle Birleşmiş Milletler kurularak temel hak ve özgürlükler güvence altına alınmaya çalışılmıştır138.

Bunun ardından hem Birleşmiş Milletler kapsamında imzalanan ve hem de Avrupa devletlerinin kendi aralarında düzenledikleri sözleşmeler yoluyla insan hak ve özgürlükleri konusunda çok önemli aşamalar katedilmiştir139.

Bu konuda kabul edilen ilk yazılı belge Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’dir. Burada temel hak ve özgürlükler sırasıyla sayılarak, alınması gereken önlemler belirlenmiştir. Ancak bildiride yer alan koruma sistemi uluslararası alanda eyleme dönüşememiştir140.

134 ATAR, Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve Hukuk, s.51. 135 ERDOĞAN, Anayasal Demokrasi, s.37.

136 SANDER, s.357.

137 ATAR, Türkiye’nin Katıldığı Milletlerarası Andlaşmaların Hukuk Sistemimize Etkileri, s.257. 138 A.Şeref GÖZÜBÜYÜK, Anayasa Hukuku, s.255.

139 MUMCU-KÜZECİ, s.96.

Buna karşın bildirgede yer alan bazı ilkelerin ilerleyen zaman içerisinde birçok ülkede iç hukuk kuralı olarak benimsendiği görülmektedir141.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ise 4 Kasım 1950’de imzalanmış ve 3 Eylül 1953’te yürürlüğe girmiştir142. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bunu uygulayacak organların oluşturulmasının ardından, 22 Kasım 1969’da “Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi” ve 26 Haziran 1981 tarihinde “İnsan ve Halkların Haklarına İlişkin Afrika Anlaşması” imzalanmıştır. Böylece insan haklarının her bölgede korunacağı dünya çapında bir sisteme geçilmiştir143.

IV-TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN ULUSLARARASI KORUMA