• Sonuç bulunamadı

Ülkemiz, terör konusunda söz söyleyebilecek kadar bu sorunla uğraşan dünya üzerindeki bir kaç devletten birisidir. Buna karşın ülkemizde terörün nedenleri ile ilgili konular defalarca yazılsa ve akademik ya da siyasal toplantılarda birçok kez dile getirilse de, bu konuda yeterince önlem alınabildiğini söylemek güçtür.

Türkiye’de toplumun bütün kesimlerini etkileyen iki ana terör fırtınasından sözedilebilir. Bunlardan ilki 1970’li yıllarda yoğunlaşan siyasal kutuplaşmaya dayalı terör hareketleridir.

1968 ve ardından gelen yıllar bütün dünyada öğrencilerin kıpırdanma, özgürlüklerin sınırlarını biraz daha genişletebilme çabasına sahne olmuştur. Bu yıllarda ülkemiz gençliğinde de benzer eğilimlere rastlanmıştır. Ancak bu hareketler, daha önce de belirttiğimiz gibi, bizde biraz daha kanlı ve şiddet içerikli eylemlere dönüşmüştür. Bunun nedenleri derinlemesine sorgulanmalıdır. Ancak bu eylemlerde bulunanların büyük bir çoğunluğu yakalanarak ceza almışlardır. Bu eylemlere karıştığı belirlenen üç sol eğilimli gence ölüm cezası verilmesi ve bu cezaların infazı ise uzun süre hafızalardan silinmemiştir.

1973 seçimleri öncesinde verilen sözlerin bir sonucu olarak, daha önce terör faaliyetlerinde bulunmuş çok sayıda kişi 1974 yılında çıkarılan bir afla cezaevlerinden çıkmıştır. Cezaevlerinde örgütsel eğitimlerini sürdüren bu kişiler, dışarıda “intikam hücreleri” adıyla yapılanmalarını geliştirerek, terör eylemlerine hazırlıklarını gerçekleştirmiştir790. Bu sürecin ardından afla birlikte cezaevinden çıkan çok sayıda

789 ERGİL, Uluslararası Terörizm, s.142. 790 ÖZGEN, s.36.

terörist, kendilerine katılan yeni eylemciler ve dışarıdan aldıkları destekle birlikte ülke düzenini bozma yolunda ciddi bir faaliyetin içerisine girmişlerdir791.

Bu terör fırtınasının en önemli nedenlerinden birisi demokrasi anlayışının bir türlü yerleştirilememesi ve buna ilişkin eğitim eksikliğidir. Bütün dünyada öğrenci hareketleri ekonomik nedene bağlı siyasal kutuplarda yürütülürken, ülkemizdeki kutuplaşmanın ekonomik boyutları çok gerilerde kalmıştır. Türk siyasal yaşamında görülen ilericilik-gericilik, solculuk-sağcılık, laiklik-antilaiklik ve muhafazakarlık- özgürlükçülük gibi temel bölünmeler, ekonomik temelden çok kültürel boyutludur792.

Bilindiği üzere ülkemizde ilköğretimin birinci aşamasından itibaren tarihi kişilikler ön plana çıkarılır, bunların kahramanlıkları anlatılarak çocuklar bu kişilere özendirilir. Böylece kutsallaştırılan kahramanlar gibi ölmek veya öldürmek bir kişilik özelliği olarak yerleştirilir. 1970’li yıllarda anarşinin ve 1980’li yıllardan itibaren bölücü terörün üyeleri de bu tür eğitimlerden geçmişlerdir. Bu şiddet yanlısı ve kavgaya hazır toplum bir türlü istenen düzeyde demokratikleşememiştir793.

12 Eylül askeri müdahalesi öncesinde 117’si öldürme olmak üzere toplam 184 eylemin faili olan Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) adlı örgütün lideri Şemsi Özkan, şiddet olaylarının temelinde, gençlerin savunabilecekleri ideolojinin özünün eğitimle verilmemiş olmasının yattığını itiraf etmektedir794.

Bu dönem gerçekleşen terör hareketinin ülkemizdeki etkileri önemlidir. 1970’lerde görülen terör, Türkiye’de halkın demokrasiye olan bağlarında ve NATO ile olan ilişkilerinde herhangi bir gevşemeye neden olmadığı gibi, tam aksi bir sonuç doğurmuştur795. Bu durum, askeri müdahalenin ardından yapılan ilk genel seçimlerde,

Batı ile ilişkilere önem veren, liberal düşünceyi ağırlıkla savunan sivil bir partinin iktidara gelmesi ile kanıtlanmıştır. Ancak, askerin gölge iktidarının sürdüğü bu yıllarda, 1980 öncesi şiddet görüntülerinin, çeşitli yasal miting ve yürüyüş görüntüleri ile

791 MANGO, s.31. 792 AKGÜN, s.104.

793 ÇAĞLA, Cengiz; “Türkiye’de Siyaset ve Ölüm Üstüne Bir Deneme”, Terör, Şiddet ve Toplum,

Yayına Hazırlayan: Firdevs Gümüşoğlu, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.43-49, s.48.

794 TÜRKDOĞAN, s.343. 795 HENZE, s.52.

televizyonda (özellikle, kasten) ardarda gösterilmesi kitlelerin politikadan ve düşünce özgürlüğünden soğuması sonucunu doğurmuştur796.

Bugün ülkemizin karşılaştığı terörün en önemli nedeni olarak 1980 askeri müdahalesi gösterilmektedir. Buna göre Güneydoğu’da terör, demokrasinin iyi gelişmesinden değil, 12 Eylül darbesinin ardından yaşanan dehşetten kaynaklanmıştır797.

Ülkemiz 1980 sonrasında ikinci önemli terör fırtınası ile karşı karşıya kalmıştır. Ülkenin doğu ve özellikle güneydoğusunda önce etnik temele dayalı ayrılıkçı terör hareketi başlamış, bu ayrılıkçı terör hareketi sürerken, içeriğinde yine etnik kimliğin ağır bastığı, ancak görünüşte dinsel eğilime sahip bir terör hareketi dönemi de yaşanmıştır.

Güneydoğu’da terörün temelinde toplumsal ve ekonomik sorunlar önemli yer tutmaktadır. Bölge ekonomik bakımdan geri kalmış, toplumsal bakımdan ise aşiret yapısı içerisinde devlet otoritesinin ikinci plana düşmüş olması dolayısıyla terör kendine uygun bir zemin bulmuştur798. Bir gerçeklik olarak varolan aşiret/ağalık düzeninin ve yoksulluğun doğurduğu baskı ile sürekliliği korunan düşük toleranslı siyasal kültür; işsiz ve yaşadıkları ortamdan hiç de memnun olmayan gençlerin, şiddetle başarı sağlanabileceği yolunda bir kanıya varmalarına yol açmış, bu da ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın, eylemleri için kolayca insan kaynağı sağlayabileceği bir ortam oluşturmuştur799. PKK, diğer ayrılıkçı şiddet hareketlerinde ve onlara verilen toplumsal desteklerde olduğu gibi, yoksulluk ve toplumsal, siyasal ve kültürel çıkmazlar nedeniyle insan kaynağını canlı tutmakta bir zorlukla karşılaşmamıştır800.

Buna karşın, yoksulluktan yakınan terör örgütünün eylemlerinin önemli bir bölümü bölgenin kalkınması ile ilgili olarak tahsis edilen araç ve makineleri hedef

796 ÇAĞLA, s.45.

797 CİNMEN, Ergin; “Terör Suçlarının Yargılanmasında Karşılaşılan Temel Sorunlar ve İfade

Özgürlüğü”, Hukuk Devletinde Terör ve Örgütlü Suçla Mücadele, Umut Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, ss.219-236, s.230.

798 YÜCAK, Cengiz; Cudi’den Azerbaycan’a Bir General, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul,

2004, s.65.

799 GÜRSES, s.86. 800 ŞİMŞEK, s.75.

almaktadır801. Terör örgütünün Güneydoğu’da ekonomik değer taşıyan kuruluşları, makineleri, tesisleri, sabote etmesi, bölgeye yöre halkının yaşam düzeyini yükseltici hizmetlerin götürülmesini önlemeye çalışması, örgütün yöre halkı üzerindeki ekonomi eksenli propagandalarını devamlı zinde tutmaya yönelik faaliyetlerindendir802.

Bunun yanında bölgede devlet otoritesinin eksikliği de terörün önemli nedenlerinden birisidir. Sorunun kaynağı olan bölgelerde, birçok ilçe ya kaymakamsız yönetilmiş ya da buralara kapasitesi düşük yöneticiler gönderilmiştir. Bu nedenle öncelikle sorunları kavrayıp çözmeye yeterli yöneticilerin ve diğer kamu görevlilerinin sayılarının bölge genelinde yaygınlaştırılması çok önemlidir803.

Yine devletin geç kaldığı bir uygulama kitle iletişim araçlarının teröre karşı “uygun kullanımı”nın sağlanmasıdır. Sağlık, eğitim, altyapı hizmetleri yanında, bölge halkına yönelik televizyon ve radyo yayınlarına başlanmakta geç kalınması terörü tetiklemiştir804.

Bölgede terörün sürmesinin en önemli nedenlerinden birisi de terör örgütünün varolan durumdan sağladığı rantın yüksekliğidir.

Bu rantın başını uyuşturucudan elde edilen gelirler çekmektedir. Türkiye’de örgütlerin uyuşturucudan elde ettikleri yıllık gelir 10 milyar dolar civarındadır805. Türkiye’den sevk edilen uyuşturucu trafiği terörle birlikte olağanüstü biçimde artmıştır806.

Bir diğer gelir ise bölgeden yaşanan göçlerden elde edilmektedir. Avrupa ve Kuzey Amerika’ya PKK aracılığıyla giren mülteci ve göçmenlerden alınan paylar ve

801 BEYAZ, s.65. 802 ÇEŞME, s.188.

803 ÖZCAN, Nihat Ali; “Bir Terör Örgütü Olarak PKK; İdeolojisi, Yöntemi, Yükselişi ve Çöküşü”,

Dünyada ve Türkiye’de Terör Konferansı (20-24 Mayıs 2002), TCMB Banknot Matbaası, Ankara, 2002, ss.107-118, s.116.

804 ÇORA, Kürt Sorununun Geleceği, s.108. 805 AKTAŞ, s.103.

toplanan haraçlar örgüte önemli bir gelir kaynağı oluşturmuştur807. Terörle mücadelede başarılı olunduğunda, bölgedeki göçte de belirgin bir azalma gözlenmektedir808.

Güneydoğu’da çatışma ortamından çıkar sağlayanlar sadece terör örgütü ile sınırlı değildir. Bölgede faili meçhul cinayetler artarken, güvenlik için oluşturulan özel timden, koruculardan, örgütten ayrılıp güvenlik güçleriyle işbirliğine gidenlerden bir bölümü, mevcut belirsizlik durumundan yararlanarak silah, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet, adam kaçırarak fidye isteme gibi birçok eyleme de karışmaktadırlar809.

Bir bakış açısına göre 1990’lı yılların ortalarında terör ve onunla mücadelenin bir aylık manzarası; binden fazla gözaltıyla, yüzden fazla tutuklamayla, 50’den fazla gözaltında ölümle, 400’den fazla asker, sivil ve teröristin can verdiği, yakılan ormanlarla, yıkılan köylerle dolu bir Güneydoğu’yu göstermektedir. Bu tablo terörün devam ettiği süreçte üç aşağı beş yukarı hep böyledir. O yıllarda ülkenin bu manzaradan habersiz çoğunluğu ise “yakarım Roma’yı da yakarım” şarkısıyla eğlenmektedir810.

Ülkemizde terör bu denli acı manzaraların yaşanmasına neden olurken, komşu ve müttefik devletlerden yeterli destek alınabilmiş midir? Bu sorunun yanıtı ne yazık ki olumsuzdur. Birçok komşu ve müttefik devletin, destek bir yana dursun, Türkiye’ye karşı terör örgütüne ellerinden gelen bütün yardımı esirgemedikleri söylenebilir.

Türkiye’nin komşuları ne yazık ki yıllarca bölücü terör yanında uluslararası terörü de destekleyen ülkelerdi811. Bunlardan Suriye uzun bir dönem PKK yanında, dünyanın çeşitli yerlerinde faaliyette bulunan çok sayıda örgütü topraklarında barındırmıştır812. Suriye’de Ortadoğu’nun bütün önemli örgütleri üstlenmiştir. Bu örgütler Suriye’nin değişik yerlerinde ve yine Suriye kontrolündeki Bekaa vadisinde yerleşmişlerdir. Bekaa’nın kağıt üzerinde Lübnan’a ait olmasının hiçbir anlamı yoktur. Kuzey Lübnan Suriye, Güney Lübnan ise İsrail kontrolündedir813.

807 ÇEŞME, s.168.

808 TÜRKYILMAZ, Ahmet-ÇAY, Abdülhaluk-AVŞAR, B.Zakir-AKSOY, Mustafa; Doğu ve Güneydoğu

Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göçeden Ailelerin Sorunları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s.73.

809 GÜRSES, s.102-103.

810 BİRDAL, Akın; “Alçaklar”, Emil Galip Sandalcı’ya Armağan, TİHV Yayınları, Ankara, 1995, ss.37-

43, s.41.

811 ALTUĞ, Terörün Anatomisi, s.101. 812 LIVINGSTONE-ARNOLD, s.19. 813 BAŞAR, s.15.

Suriye, uzun yıllar boyunca Türkiye ile doğrudan bir savaşa girmek yerine, terör örgütünü açıkça destekleyerek dolaylı bir savaş sürdürmüştür814. 1980’lerde PKK’lılar

ilk eğitimlerini Suriye güdümünde bulunan Filistin topraklarında almışlardır815.

Suriye’nin PKK terör örgütüne 12 Eylül müdahalesi öncesinde başlayan desteği, bu tarihten sonra yoğunlaşarak sürmüştür816.

Diğer bir komşumuz Yunanistan’da, Türkiye’ye karşı kurulmuş olan ve birçoğu Yunan gizli servisi tarafından da desteklenen yüzlerce örgüt bulunmaktadır. Yunanistan tarafından PKK’ya para, silah ve malzeme sağlayan çeşitli örgütler kurulmuş, bazı Yunan generalleri ve milletvekilleri Bekaa vadisindeki terör kamplarını ziyaret etmişlerdir817.

Birçok Avrupa Birliği üyesi ülkenin PKK’yı bir terör örgütü olarak ilan ve kabul etmekle birlikte, el altından destek vermeleri uluslararası ilişkilerdeki çıkar unsurunu göstermesi bakımından önemlidir818. Türkiye terörle mücadelesinde, uluslararası alanda çoğu kez haksız ithamlara maruz kalmış, bu da Türkiye’ye yönelik terörün artmasında önemli rol oynamıştır819. Genel anlamda dış dünyanın ülkemizin terörle mücadelesine karşı sürekli olumsuz, eleştirici bir tavır takınması, terör örgütlerine inandığı için değil, Türkiye’yi bir miktar daha yıpratabilme çabasından ileri gelmektedir820. Çıkarların diplomasideki geleneksel önceliği nedeniyle, dış politikalarında insan haklarına fazla yer veren ülkeler, belki de haklı olarak, hep kuşkuyla karşılanmıştır821.

Batılı bazı devletlerin ülkemizdeki huzuru bozmak için etnik çeşitliliği kullandığı bir gerçektir822. Bu konuda dost görünen birçok devletin ikiyüzlü tavrına bir örnek terör örgütünün para transferlerini çok rahat bir biçimde yapabilmesidir. Avrupa’nın herhangi bir bankasından bir başka ülkeye para aktarılırken, yetkililer hemen “paranın nereye ve kime gönderileceği” konusunda ciddi bir sorgulama yaparlar.

814 KUNDAKÇI, s.357. 815 MERCAN, s.15. 816 KUNDAKÇI, s.61. 817 BAŞAR, s.25.

818 ÖZCAN, Mehmet; “Avrupa Birliği-Türkiye İlişkilerinde Terörün Etkisi”, Türkiye’de Terörizm Dünü,

Bugünü, Gelişimi ve Alınması Gereken Tedbirler, Ankara 10-11 Mayıs 2000, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2003, ss.139-155, s.150.

819 BAŞAR, s.24. 820 ÖZGEN, s.70. 821 DAĞI, s.52.

Yıllarca bölücü örgütün Avrupa’dan gönderilen paralarla silah aldığı gerçeği karşısında, bu para akışının ilgili hükümetlerden habersiz yapıldığı düşünülemez823.

Almanya’nın Türkiye’de terörle mücadele sırasında insan haklarının korunması konusunda oldukça aktif bir yaklaşım sergilemesinin altında, uluslararası insan hakları örgütleri ve kamuoyunun baskıları yanında, Ortadoğu politikalarında etkin rol kapma çabasının da önemli olduğu vurgulanmaktadır824.

Batılı ülkelerin Türkiye’ye yönelik terör örgütlerine olan hoşgörüsü, ayrılıkçı terörle sınırlı değildir. Bu konuda çok sayıda olumsuz örnek bulunmaktadır. Birçok terör örgütü lideri ve üyesi Avrupa ülkelerinde yıllarca barınma olanağına sahip olmuştur. Ancak son dönemde en dikkat çekici örnek olarak Sabancı suikastı sonrasında yaşananlar, oldukça tepki çekmiştir. Sol eğilimli terör örgütü DHKP-C’nin 9 Ocak 1996 tarihinde gerçekleştirdiği Özdemir Sabancı’nın öldürülmesi eylemi, Alman terör örgütü Kızılordu Fraksiyonu’nun 1977’de tanınmış Alman sanayici Hans Martin Schleyer’e yönelik suikastıyla benzer bir olay olarak göze çarpmaktadır. Ancak, Schleyer’in katilleri Fransızların da yardımıyla yakalanıp cezalandırıldıkları halde, Türkiye’nin aynı duyarlılıkla karşılanmaması, hatta teröristlerin uzun yıllardır Belçika’da tam bir özgürlük içerisinde yaşamlarını ve faaliyetlerini sürdürmeleri dikkat çekicidir825.

Türkiye yıllarca terörle, buzdağının görünen yüzüyle, Don Kişot’un değirmenlerle savaştığı gibi mücadele etmiştir. Oysa terör kuklasını oynatanlar hedef alınıp, kirli elleri kurutulmadıkça, bu mücadelenin hiçbir anlamı yoktur826.

Bu konuda elbette ülkemizin hiç yanlışı olmamıştır denilemez. Terörle mücadele sürerken yapılan pek çok yanlış, Batı ile ilişkileri oldukça germiştir. Yapılan bazı yanlışlar, kamuoyunu etkileme olanağına sahip bir takım kişilerin, bütünüyle Türkiye’ye karşıt bir tutum almasını beraberinde getirmiştir. Bu süreçte örneğin Uluslararası Af Örgütü Türkiye Masası Şefi olan Jonathan Sugden, PKK yanlısı olduğu gerekçesiyle 1994 yılında Türkiye’ye girişinin yasaklandığını bildirmiştir827.

823 TACAR, Demokrasi ve Terör, 35. 824 DAĞI, s.125.

825 MANGO, s.39. 826 Mehmet Ali BAL, s.69. 827 BİRDAL, s.40.

Yine terörle mücadele sırasında, sıcak bölgede özellikle köy yakılması iddiaları ile ilgili olarak inceleme yapmak isteyen pek çok heyetin bu talepleri geri çevrilmiştir. Bu durum ihlallerin gizlendiği düşüncesinin ağırlık kazanmasına neden olmuştur828.

1994 yılında 8 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp, ardından tutuklanmaları üzerine, Avrupa Parlamentosu, Marc Galle’yi konuyu yerinde incelemek üzere görevlendirmiştir. Galle, Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, bazı bakanlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı yanında İnsan Hakları Derneği Başkanı ve diğer bazı sivil kişilerle görüştükten sonra hazırladığı raporu 15 Mart 1994 tarihinde Avrupa Parlamentosu Başkanlar Konferansı’na sunmuştur. Raporda; Anayasa’nın himayesindeki gizli totaliter yapının Türkiye’de etkinliğini sürdürdüğü, seçimle işbaşına gelenlerin bu nedenle ülkeyi demokratik ilkelere uygun bir biçimde yönetemedikleri ve dolayısıyla iktidarın gerçek sahipleri olmadıkları vurgulanmıştır. Bu raporun, Avrupa resmi kurumlarının ve kamuoyunun Türkiye’deki anayasal yapıyı ve terör eylemlerine olan müdahaleleri olağanüstü düzeyde olumsuz değerlendirmelerinden başka, terörle mücadeleden etkilenen kişilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtıkları davalarda Türkiye’nin tazminata mahkum edilmesinde önemli derecede etkili olduğu söylenebilir829.

1980 askeri müdahalesinin ardından ABD, insan hakları konusunda Türkiye’ye giderek yoğunlaşan, ancak hassas dengeleri gözetici mesajlar vermeye başlamıştır. Bu süreçte ara sıra Kongre’de, terörle mücadele sırasında yaşanan ihlaller gerekçe gösterilerek askeri ve ekonomik yardımların kesilmesi önerileri gündeme gelmiştir. Bu süreçte ABD, PKK terörü konusunda daha farklı bir yöntem uygulanması gerektiğini sürekli bildirmiştir. Bunun yanında DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılanmaya başlanmaları, Türkiye-ABD ilişkilerinde Güneydoğu’daki terörle mücadele sırasında yaşanan insan hakları sorununu ilk sıralara oturtmuştur830.

828 BİRDAL, s.42.

829 CANBOLAT, İbrahim S.; Yeni Dünya ve Türkiye, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2000, s.30-32. 830 DAĞI, s.114.

Terörün çirkin yüzü, el altından bazı politikaların yönlendirilmesi noktasında kendini göstermektedir. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin olumlu ilerlediği dönemlerde bazı önemli kişileri hedef alan terör eylemlerinin gerçekleştirilmesi, bazı çevrelerin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini engelleme çabası içerisine oldukları biçiminde yorumlanmıştır. Çünkü terör, her zaman Türkiye-AB ilişkilerinde belirleyici bir gündem maddesidir831.

Terör nedeniyle Türkiye’nin toptan Avrupa Birliği ya da tek tek bazı üye ülkelerle olan ilişkilerinde kriz ya da gereğinden çok dayanışma dönemlerine rastlanmıştır.

Bazı yazarlara göre Avrupa Birliği, üyelik karşılığında ülkemiz gerçekleriyle uyuşmayan, toplumsal dokuyu parçalayıcı, insanların biraz daha birbirine yabancılaşmasına zemin hazırlayacak ödünler istemektedir832. Avrupa Birliği’nin sürekli olarak terörle mücadele politikalarını sert söylemlerle eleştirmesi, Türkiye’nin zaman zaman insan haklarını düzeltme arzusunu bir yana atıp, “Avrupa’sız da olur” biçimindeki bir anlayışa girmesine neden olmuştur. Ancak gerçek olan, giderek temel hak ve özgürlükler konusunda çok ciddi aşamalar katedildiğidir833.

Türkiye’nin bugüne kadarki yanılgısı, uluslararası ilişkilerinde kesin doğrulara ve yanlışlara göre tavır almasıdır. Oysa uluslararası ilişkilerde soğukkanlılık temel kuraldır. Her ülke kendi çıkarlarına göre, çevresindeki konjonktüre göre hareket etmelidir834. Uluslararası alanda çıkarlar dönem içerisinde değişebilir. Devletin buna uygun plan ve uygulamalarda bulunması, çıkarlarını o günkü koşullara göre koruması ya da uygun zamanında elde etmesi gerekir835. Türkiye için önemli olan, yabancı güçler

ve onların uzantılarının olumsuz propagandalarını “önleyici ve durdurucu” nitelikte “demokratik ve hukuk kurallarına dayalı önlemleri” zamanında almak; kamuoyunu gerektiği ölçüde aydınlatmak ve tüm bu girişimleri apaçık gözler önüne serebilmektir836.

831 Mehmet ÖZCAN, Avrupa Birliği-Türkiye İlişkilerinde Terörün Etkisi, s.152. 832 Nurullah AYDIN, s.238.

833 DAĞI, s.132.

834 DAVUTOĞLU, s.177. 835 ÇINAR, s.95.

Ayrılıkçı terörün tırmanmasının önemli nedenlerinden birisi de, ülke içerisinde terörle mücadele konusunda görüş birliğinin bir türlü sağlanamamasıdır. Batılı birçok ülke özellikle psikolojik harekat yoluyla ülkelerindeki teröre ulusal bazda karşılık verirken, Türkiye bu konuda yeterince başarılı olamamıştır. Örneğin ABD’de yaygın bir suç ya da güvenlik tehdidinin varlığı durumunda, resmi makamlar dışında, sivil toplum örgütleri, medya ve avukatlar birlikte hareket etme geleneğine sahiptir837. PKK’ya karşı sürdürülen mücadelede en az başarı, psikolojik operasyonlarda gerçekleşmiştir. Ülkenin diğer yerlerinde devlet lehine gelişen psikolojik operasyonlar, terörün daha yoğun yaşandığı bölgede terör örgütü tarafından daha başarılı olarak yerine getirilmiştir838. Bölgenin sürekli biçimde sömürüldüğü, bölge halkının da diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip olamadıkları yönündeki propagandalar, terör örgütü dışındaki bazı odaklar tarafından da kötüniyetli bir biçimde sürekli olarak dile getirilmektedir. Özellikle dışarıdaki bazı düşmanlar tarafından en küçük bazı yaraların çözümü olanaksız bir kangren durumuna getirilmesi konusunda özel bir çaba harcanmakta ve bunda başarılı da olunmaktadır839. Bu arada terörle mücadele eden devlet güçlerini, bölge halkı adına yasal hak ve özgürlükleri savunur görünerek kınayan ya da küçük düşüren yayınlar, teröristlerin ekmeğine yağ sürmektedir840.

Diyarbakır’da toplum destekli polislik uygulamasını başlatan Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın, yanında beş polis memuru ile birlikte katledildiği saldırının ardından kent halkının neredeyse tamamının katıldığı terörü lanetleyen yürüyüş, halkın desteği alındığında terörle mücadelenin nasıl yürütülebileceğine iyi bir örnektir841.

Doğu’daki terörün ilk yıllarında, teröristlerin aileleri ile iletişime geçilerek, çocuklarını örgütten ayrılmak üzere ikna etmeleri için kendilerinden destek istenmiş, bu hareket bir ölçüde başarılı da olmuştur. Ancak teröristlerin bu yolla kaçışlarının yaygınlaşması üzerine, dağa ilk çıkışlarından başlayarak tüm terör örgütü üyelerinin aileleri ile olan bağlılıklarının koparılması, en önemli propaganda eğitimi düzeyine

837 HARTMANN, s.190. 838 ÇEŞME, s.98.

839 AKGÜNDÜZ, Ahmed; Güneydoğu Meselesi ve Çözüm Yolları, Osmanlı Araştırmaları Vakfı

Yayınları, İstanbul, 1994, s.17.

840 ÇEŞME, s.261.