• Sonuç bulunamadı

TEKKE-TASAVVUF ŞİİRİNDE“GÜL” İMGESİ

BÖLÜM 2: CUMHURİYET DÖNEMİNE KADAR TÜRK ŞİİRİNDE

2.1. TEKKE-TASAVVUF ŞİİRİNDE“GÜL” İMGESİ

Tekke –Tasavvuf şiirinin temeli özellikle Anadolu’nun Moğol istilâsına uğradığı 12. yy. da Hacı Bektaş Velî, Yunus Emre gibi şahsiyetler tarafından sağlam bir zemine oturtulmuştur. Dînî tasavvufî düşünceyi yaymak için teşekkül etmiş bu edebiyat döneminde, şiirler Allah aşkı, Peygamber sevgisi etrafında şekillenir. Hoşgörüyü, ilâhi aşkı ve sevgiyi benimseyen

30 şairlerin çoğu, tarikatlara yetişmiş şeyh ve dervişlerden oluşur. Şiirlerinde hem hece hem de aruz ölçüsüne rastlananTekke-Tasavvuf Edebiyatı şairleri “gül” imgesini Allah aşkının ve Peygember sevgisinin bir ifâdesi olarak işlemişlerdir. Çalışmamızın bu bölümünde Tekke-Tasavvuf Edebiyatının en önemli isimlerinden Yunus Emre (1241?-1321?), Mevlânâ(1207-1273) , Pir Sultan Abdal (16. yy.), Nesîmî (1369?-?) ve Ümmi Sinan’ın (?-1551) “gül” şiirlerini sunacağız.

Tasavvuf Edebiyatının en önemli isimlerinden olan Yunus Emre’nin

(1241?-1321?) hayâtına dâir kaynaklarda fazla bir bilgi yoktur. Hattâ iki tane

Yunus kimliğinden söz edilmektedir. Hayatına dâir bu müphemiyet onu edebiyatımızdan yok etmemiş, aksine günümüze ulaşan şiirleriyle önemli konuma getirmiştir. Sâde bir dille kaleme aldığı şiirlerinde “gül”ü Allah aşkının ve Peygamber sevgisinin bir ifâdesi olarak kullanır:

“Yine sordum çiçeğe gül sizin neniz olur

Çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir”64 “Bülbül âşıktır güle âşıkın hâlin kim bile

Güle karşı hoş aşk ile söyle bülbülcüğüm söyle”65 “Bülbül de âşık olmuş kızıl gülün yüzüne

Gördüm erenler yüzün hezâr-destan oldum ben” 66

“Varam o dosta kul olam Hem açılıban gül olam Hem ötüben bülbül olam Durağım gülistan ola”67 “Bir bahçeye girmek gerek Hoş teferrüç kılmak gerek 64 A.e., s. 34. 65 A.e., s. 34. 66 A.e., s. 34.

31 Bir gülü koklamak gerek

Hergiz ol gül solmaz ola” 68 “Bülbül oluban öterim Dost bahçesinde biterim Gül alırım, gül satarım Bağ-u bağban olmaz bana”69

“İki cihan dopdolu bağ-u bostan olursa Senin kokundan yahşi gül-ü reyhân bitmeye”70 “Bülbül dahi âşık güle, nazar Hak'tan olur kula Bir keleci gelmez dile gönüllerde yanmayınca”71 “Dostun yüzü gül bana, âşıkım bülbül ona Kayıkmazam dört yana, çün buldum aşk erini”72 “Dost bahçesinin gülüyem

Ben gülümün bülbülüyem Dört kapının kilidiyem Açabilirsen gel beri”73

“YUNUS er nazarında taze güller açılmış Gerçek er bülbül ise nazarda ötmek gerek” 74

“Girem denize gark olam Ne elif, ne mim, dal olam 68 A.e., s. 85. 69 A.e., s. 92. 70 A.e., s. 99. 71 A.e., s. 105. 72 A.e., s. 150. 73 A.e., s. 179. 74 A.e., s. 199.

32 Dost bağında bülbül olam

Güllerin derem yürüyem” 75 “Bülbül olayım öteyim Dost bahçesinde yatayım Gül oluban açılayım Ayrık dahi solmayayım”76 “Gül Muhammed teridir O gül ile ezelî

Bülbül de onun yâridir Cihana bile geldim” 77 “Benim dilim kuş dilidir Benim ilim dost ilidir

Ben bülbülüm, dost gülümdür Bilin gülüm solmaz benim”

75 A.e., s. 240. 76 A.e., s. 253. 77 A.e., s. 259.

33 “Cennet bağının gülleri

Kokar Allah deyu deyu”78

Yunus Emre’nin Eserleri: Divan, Risâletü’n-Nushiyye.

Türk Edebiyatında Yunus’un yanında en büyük şahsiyetlerden olan

Mevlâna (1207-1273) yaşadığı dönemde ve sonrasında tüm dünyaya mânevî

bir ışık kaynağı olmuştur. Onun evrensel insan sevgisi ve hoş görüsü Yunus’un “Yaradılanı severiz Yaradan’dan ötürü” dizesiyle yakından ilişkilidir. Mevlânâ’nın “Mesnevî” adlı eseri sadece belli bir dönemde ya da sadece belli bir kesim tarafından değil tüm dünya tarafından bilinen bir eserdir. “Gül” ü Mesnevî’de ve diğer eserlerinde tasavvufî bağlamda ele alan Mevlâna’nın Batı şiirindeki -Alman bir şair olan- âşığı Friedrich Rückert’in, Mevlânâ’dan ilham alarak yazdığı ve “gül” imgesini çokça kullandığı şiirleri mevcuttur. Prof. Dr. Hasan Akay ve Prof. Dr. İlyas Öztürk’ün ortaklaşa hazırladığı “Mevlânâ’nın Dayanılmaz Davetine Katılmak” adlı eserden aldığımız şu dizeler, Mevlânâ şiirindeki “gül” imgesinin bir izdüşümü olarak Batı şiirindeki saltanatını gösterir.

“Sen gülsün, kalpleri titretirsin, Bülbüllerden selâmı böyle alırsın.”79

Rückert, Mevlânâ’ya bir atıf olarak kaleme aldığı dizelerinde Mevlânâ için “Şark’ın Gülü” hitâbını kullanır:

“Şark’ın Gülü deniyor Celâleddin’e,

Benim şiirimse yansıtıyor onun bir sûretini. Sabah seninle uyandım, ey Mevlânâ

Gözlerimin yaş yerine gök şarabıyla dolduğunu gördüm.

78

Hasan Akay, Şiiri Yeniden Okumak/ Bir Yapıçözümleme Girişimi, İstanbul, Akademik Kitaplar, 2009, s. 40.

79İlyas Öztürk, Hasan Akay, “Celaleddin Gazelleri Rückert 1s”Mevlânâ’nın Dayanılmaz Davetine Katılmak, İstanbul, 3F Yayınevi, 2007, s. 113.

34 Ey Mevlânâ Celâleddin! Senin ağzın öğretti bana bu

Kelimeyi,”80

Rückert’in Divân-ı Kebir’den Almancaya yaptığı çevirinin Türkçesinde “gül”, insanın kendinden yâni bir anlamda nefsinden kurtuluş yolu olarak, Allah’a götüren sâlih emeller bağlamında kullanılmıştır:

Kendimi keskin diken görünce, gül kapısını aradım, Kendimi zehir gibi acı görünce, bal küpünü aradım. Kendimi zehir küpü gibi görünce, panzehiri aradım, Kendimi şarap tortusu görünce, şaraphaneyi aradım .”81

Mevlânâ’nın Batı şiirindeki âşıklarından birisi de “Hammer’ dir. Hammer de Mevlânâ’nın “Divân-ı Kebir” adlı eserinden Almancaya çeviriler yapmıştır. Bu çevirinin Türkçesi’nde “gül” yine nefsâni arzulardan bir kurtuluş yolu olarak iyinin ve güzelin sembolüdür:

“Kendimi gül dikeni görünce, gül goncasını aradım, Kendimi ekşi görünce, kandil şekeriyle karıştım. Kendimi zehir çanağı görünce, panzehiri aradım,

Kendimi şarap tortusu görünce, kâseme ölümsüzlük kaynağını döktüm.”82

Rückert’in Mevlânâ’dan ilham alarak kaleme aldığı aşağıdaki gazellerinde de “gül” İlâhi sevgilinin ve İlâhî aşkın yeryüzündeki ihtişâmının tezâhürü olarak kullanılır:

“Ben ilkbaharın alnını süsleyen gülüm

Sonbaharın üzümlerini tatlandıran asma çubuğuyum Üzüm suyu güneşin gücüyle yakar ve köpürür 80 A.e., s. 22. 81 A.e., s. 69. 82 A.e., s. 67.

35 Sinem de ya sonbahar ya da bahar olur

Gel, ey sevgilimin eli, olgun gül goncalarını devşir Salkımları topla, merhem yapraklarını parlat Övgüler olsun yapraklarından çıkan gülsuyuna, Salkımlardan sıkılan taze şaraba.

Acılar kısa sürdü, her tarafta hava bizi rahatlattı. Salkımların kanından dünya ağacı ayaklandı. Gökyüzünün gül kokusundan

Ferahladı gönüller…”83

“Ey gök gülü, seni çağırmak isteyerek etrafında Goncalar nasıl hasret çekiyor bak, gel uzaklaşma! Dinle gül! Nasıl feryat ederek gecelerde her bülbül

Ruhumdan seslenerek çağırıyor, uzaklaşma, gel uzaklaşma Karşı konulmaz, dayanılmaz davet ey sevgili!

Celâleddin’in şiiridir, uzaklaşma, gel uzaklaşma!”84

Mevlânâ’nın Eserleri: Mesnevî, Divân-ı Kebîr, Fîh-i Mâfih, Mektûbât,

Mecâlis-i Seb’a, Rubâiler.

16. yy. da yaşamış Bektâşî tarikatına bağlı bir şair olan Pir Sultan

Abdal(?-1551?) sâde ve açık bir dille kaleme aldığı şiirlerinde, “gül”ü hem

geleneksel “gül-bülbül” ilişkisini âşık-mâşuk ilişkisiyle bağlantılı olarak hem de Hz. Peygamber ve Hz. Ali dolayısıyla tasavvuf ile ilişkili olarak şiirlerinde söz konusu eder. Onun “gül” imgesini kullandığı şiirlerinin birkaç parçasından söz edelim:

“Her seher vaktında güller dikelim Dikip diktiğimiz yerde bitelim Biz gönül terazisin hak bilelim”85 83 A.e., s. 117. 84 A.e., s. 33. 85

36 “Böyle öter bu yerin bülbülleri

Ma'na verir hakikatin dilleri Taze açmış dost bağının gülleri Derelim gaziler İmam aşkına”86 “Mümin olan neresinden bellidir Hakk’ı söyler nefesinden bellidir Erenlerin demi gonca güllüdür Tomurcuk güllerin dersem yâ Ali” 87 “Sabah seherinde niyaza geldim Dağlar yâ Muhammed Ali çağırır Bülbülün figânı bağrımı deldi Güller yâ Muhammed Ali çağırır”88 “Açıldı bahçenin gülü

Öter içinde bülbülü Dost elinden dolu dolu Sarhoş oldu, içti gönül”89 “Bahçemizde güller biter Dalında bülbüller öter Engel gelir bir hal katar Olan iyler gerilenir”90

Pir Sultan Abdal’ın Eserleri: Ölümünden sonra şiirleri, Cahit Öztelli ve

Öner Yağcı tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca Haydar Kaya yaşamı, sanatı ve yapıtları hakkında çalışma yapmıştır.

86 A.e., s. 80. 87 A.e., s. 86. 88 A.e., s. 112. 89 A.e., s. 277.

37 Tekke Tasavvuf edebiyatı deyince akla gelen bir diğer önemli isim de

Nesîmî’dir. (1369?-?). Her ne kadar Divan şairleri içinde anılsa da tasavvufa

yakınlığı dolayısıyla onu burada anacağız. “Gül olanın aslı güldür Peygamber’in nesli güldür Girdim şâhın bahçesine Cümlesi aşı güldür gül Asmasında gül dalları Kovanında gül balları Ağacında gül hâlleri Selvi çınarı güldür gül Açıl gel ey gonca gülüm Ağlatma şeyda bülbülüm Şu inleyen garip dilim Âh u efkârı güldür gül Gülden terazi yaparlar Gülü gül ile tartarlar Gül alırlar gül satarlar Çarşı pazarı güldür gül Gel ha gel ey gül Nesîmî Geldi yine gül mevsimi Bu feryat bülbül sesi mi

Sesi feryâdı güldür gül.”91(Nesîmî) “Gül alırlar, gül satarlar

91

Hasan Akay, Doğrandıkça Artan Ekmek/Şiir İncelemeleri, İstanbul, Akademik Kitaplar, 2009, s. 23.

38 Gülden terazi tıtarlar

Gülü gül ile tartarlar Çarşı pazarı güldür gül… Toprağı güldür, taşı gül Kurusu güldür, yaşı gül, Has bahçenin içinde Servi çınarı güldür gül… Gülden değirmen döndürür. Anın ile gül öğütür,

Akarsuyu; döner çarkı Bendi, pınarı güldür gül… Ak gül ile kırmızı gül Çift yetişmiş bir bahçede Bakışırlar hâr’a karşı Hâr’ı ezhârı güldür gül… Gülden kurulmuş bir çadır, İçinde nimeti hazır

Kapıcısı İlyas Hızır Nânı, şarabı güldür gül… Ümmi Sinan, gel, vasf eyle Gül ile Bülbül devrini, Yine bu garip bülbülün

Âh u figânı güldür gül…”92(Ümmi Sinan)

92

39 “Gül” ün tasavvufî bağlamda orijinal kullanımlarından birisi de Tekke şairi Ümmi Sinan’nın gül imgesini görkemli bir şekilde kullandığı “İlâhi” tarzında yazılan şiir metnidir. Ümmi Sinan, hiç kuşkusuz, ölümsüz gül- metni’nin bütün imkânlarını kullanmak için aşkla tutuşanlar içinde, en yalın çabayı göstermiş ve dalından bir gülü usulca koparır gibi sadelikle, kolaylıkla, samimiyetle ve saf gözlerle olağanüstü güzellikte bir gül metni çekip çıkarmıştır rûhundan, Türkçe’nin zaferlerinden biri hâlinde.”93

Ümmi Sinan’ın ölümsüz “gül” metninin Nesîmi’nin bestesi hâlâ okunmakta olan muazzam gül metni ile benzerliği âşikârdır. Her iki şair de ölümsüz birer “gül” metni vücûda getirmekle tasavvufî şiire muştu bırakmışlardır. Aynı tarzda kaleme alınan bu iki metinde “gül”, zamanı ve mekânı kapsama altına alarak ‘kesret’ten ‘vahdet’ ortaya çıkarmıştır. Her iki şair de bütün kâinâtı, varlığı hatta yokluğu bile tek bir “gül” ün şahsında sembolleştirmişlerdir. Hz. Peygamber’in bir hadisinde aktarılan “kırmızı gülün Allah’ın ihtişâmının bir tezâhürü olması” hasebiyle “gül” “vahdet” kavramını çağrıştırır. Adını anmadan geçemeyeceğimiz bir diğer isim de ilim, tasavvuf ve edebiyat sahalarında önemli bir hüviyete sahip olan Aziz Mahmut Hüdâyi Hazretleridir. Onun bir dörtlüğünde “gül” ile “bülbül” ilişkisi,‘kesret’ten ‘vahdet’e bir yolculuk olarak tasavvufî bir açılımla karşımıza çıkar. “Gül” burada ‘kesret’ âlemine âit olan geçici dünya nesnelerindendir:

“Gülün rengine aldanma uçagör Bu kesret murg-zârından geçegör Varıp vahdet şarabından içegör Yürü bülbül yürü dost illerine”94

(Aziz Mahmut Hüdâyi)

93

A.e. s. 23.

40