• Sonuç bulunamadı

MEHMED ÂKİF ERSOY’DA( 1873-1936)“GÜL” İMGESİ

BÖLÜM 3: CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİNDE “GÜL”

3.1. ÖNCEKİ DÖNEMDEN GELEN VE MODERN TÜRK ŞİİRİNDE KURUCU

3.1.1. MEHMED ÂKİF ERSOY’DA( 1873-1936)“GÜL” İMGESİ

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinin öncü şahsiyetlerinden olan Mehmed Âkif, milletin çilesini çekmiş, toplumun derdiyle dertlenmiş, sanatını topluma fedâ etmiş bir sîmâdır. Onun yazdıklarına ve dostlarının anlattıklarına göre, her yönüyle çağına ışık tutan, dönemini temsil eden bir şahsiyettir.

Mehmed Âkif, bir “gül” şâiri değildir; ancak “Safahât” adlı eserinde “gül”ü nâdir de olsa kullanmıştır. Bu anlamda en dikkate değer metinlerden birisi olarak onun “Bülbül” şiiri karşımıza çıkar. Âkif’in “Bülbül” ile manzum “Hasbihâl” inde “Gülşen” (gül bahçesi) kullanılmıştır.

Bülbül’den

“Eşin var, âşiyânın var, baharın var ki beklerdin; Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? O zümrüd tahta kondun, bir semavî saltanat kurdun; Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.

133 Bugün bir yemyeşil vâdî, yarın bir kıpkızıl gülşen,

Gezersin, hânümânın şen, için şen, kâinatın şen.”270

Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgali üzerine kaleme alınan “Bülbül” şiirinde Âkif, tabiat âleminden kendine ruh ikizi olarak “Bülbül”ü seçmiştir; çünkü onun “Bülbül”ü âriftir. Âdetâ Akif gibi terennüm eder. “Kıpkızıl Gülşen” ifâdesi, hem olumlu hem de olumsuz anlamda söylenmiş olabilir. Olumlu anlamda bakarsak; “bülbül” bugün yeşil bir vâdîdeyse yarında “gül bahçsesi”nde olacaktır. Âkif, bu yüzden feryâdın “Bülbül”ün payına değil, kendi payına düştüğünü söyler.

Olumsuz anlamda bakarsak; Türk milleti iman gücüyle hareket etmediği sürece bugün yemyeşil olan yurdumuz yarın kanla sulanmış “kıpkızıl gül bahçesi”ne dönecektir. “Kıpkızıl” sıfatı, olumsuz bir çağrışım yaratmaktadır. Bu sıfat, kırmızı renkten çok “gül”ü “kan” ve “ateş” imajlarıyla yakın kılmaktadır.

“Hâlâ gidiyorsun, Allah Allah! Pervâzına yok mudur tenâhî? Ey tâir-i gülşen-i İlâhî!

Her gül dibi medfen-i hayâlin, Her gonca kitâbe-i kemâlin”271

“Merhum İbrâhim Bey”de şair, “Bülbül” yerine “tâir”(uçan, kuş) kullanmıştır. Bu kuş, gül bahçesinin İlâhî kuşudur. Bu kuşun hayâlleri gül dibine gömülmüştür. Yâni, “gül dibi”, kuşun mezarı olmuştur. Gülün açılmamış hâli olan “gonca” ise bu İlâhî güzellik bahçesinin kuşunun olgunluk kitâbesidir. Bir başka açıdan bakarsak; “Bülbül” kuş olduysa, artık gülün de yaşamasının anlamı kalmayacaktır. “Bülbül”deki terennüm lisânını duyamayan “gül”, herhangi bir kuşun şakımasından lezzet almaz ve o da

270Mehmed Âkif Ersoy, Safahât, Ankara, Akçağ Yayınları, 2008, s. 485. 271“Merhum İbrâhim Bey”, a.e., s. 93.

134 “Bülbül” ile beraber dibine gömülür. Bu mezara “kitâbe” olarak da farklı bir sûrette “gonca” yetişir.

“Konduğu her gusn-i ter minberidir bülbülün,272 Zemzeme addettiğin hutbesi, faslu’l-hitâb. Reng-i hakikat nedir, fark eden ebsâr için,

Goncada matvî duran her varak ümmü’l-kitâb.”273

Şair,“Gül, Bülbül” başlığı altında ele aldığı bir dörtlüğünde “gonca”daki her yaprağı Kurân-ı Kerîm’e benzetmiştir. “Gonca” tasavvufî anlamda “vahdet”i sembolize eder. “Gonca”daki bu İlâhî güzelliği gören, onun yapraklarında âdetâ Kurân’ı (hakîkati) okur. Bu, gören gözün işidir. Yâni, Cenâb-ı Hakk’ın tabiattaki tecellîlerinden biri olan “gül” ve “bülbül” İlâhi nazarlar için tasavvufî bağlamda çok şey ifâde etmektedir. “Gonca”nın bu imajına karşılık, “Bülbül” de minbere çıkmış hutbe okuyan bir âlim sûretinde görünür.

“Güneş mağrib-güzîn olmuş semâ esmer, ufuk gülgûn;274 Zaman durgun, zemin muğber, cihan dembeste, can mahzûn; Gariblik rû-nümâ yer yer, sükûnet dembedem efzûn…”275

Âkif, “Ezanlar” da gözlem tekniğini kullanarak birtakım tabiat varlıklarını ve rûhun durumunu tasvir etmiştir. Güneşin gurup vaktinde şafak kararmış, ufuk da gül renkli olmuştur. Ufuğun gül renkli olması ve akşam vakti tablosu Hâşimâne söylemin bir tezâhürüdür. Şiir, Eski şiirdeki Leff ü Neşr sanatının modern şiirdeki kullanımlarına en güzel örneği teşkil etmektedir. Uslûp bilimi açısından adlandırılırsa buna “paralelizm” denir.

272

Kelimeler: Gusn-i ter: Taze ağaç dalı; Zemzeme: Nağme, hoş ses; Minber: Camide

hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü; Faslu’l-hitâb: Hitap mevsimi; Reng-i hakikat: Hakikatin rengi; Ebsâr: Dikkat sahibi gözler, görücüler; Matvî: Bükülü, dürülmüş, kıvrılmış şey.

273

“Gül, Bülbül”, a.e., s. 160.

274

Kelimeler: Mağrib-güzîn: Batmayı, akşam vaktini seçmiş; Semâ: gökyüzü; Gülgûn: Gül

renkli; Muğber: Tozlu, gücenmiş; Dembeste: Sesi, soluğu kesilmiş, durmuş; Mahzûn:. Hüzne uğramış; Rû-nümâ: Yüz gösteren, meydana çıkan; Sükûnet: Sessizlik; Dembedem: Arasıra, bazen.

135 “Güneş”, “semâ” ve “ufuk”; “zaman”, “zemin”, “cihan”, “can”; “gariplik”, “sükûnet” kavramları altalta artarak ilerler.

“Kasr-ı Gülşen’sin evet, lâkin gönüller şen değil! Durduğum, mâzîne hürmet, yoksa neşvemden değil. Var mı loş sinende cânandan kalan nûr izleri? Ey yeşil yurt, istenen senden odur, sînen değil…” 276

“Kasr-ı Gülşen”, “gül bahçesinin köşkü” demektir. Şair, yurdu gül bahçesinden bir köşke benzetmiştir; fakat şairde bir serzeniş vardır: Burada vatan istilâ altındayken elden gelenin bir noktadan sonra yetersiz kalması, altın kafese koyulan bir kuşun ille de vatanım diye haykırışı söz konusudur. Âkif’in haykırışı, vatan içinde yurtsuz kalma, karşı karşı dururken yüzüne hasret kalma sebebiyledir. “Cânan” mânevî ve millî değerlerdir; yoksa arâzi değil.

“_Sanki dövsem ne yaparsın? Hocayız biz, döveriz… Gül biter aşk ile vurduk mu…

_İnandım, câiz…

_Pek cılız çıktı bu “câiz”, demek îmanın yok? _Dayak “âmentü” ye girdiyse, benim karnım tok, Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında!

_Hele! _Öyle olsaydı, şu karşındaki yalçın kelle, Fark olunmazdı Kızıllık’taki güllüklerden!”277

Şairin “Âsım” adlı manzum hikâyesinede “Gül”, “Hocanın vurduğu yerde gül biter” atasözüne telmih yapılarak ironik bağlamda ele alınmıştır.

“Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm

276

,“Kasr-ı Gülşen”, a.e., s. 145.

277

136 Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu.

Gül devrini görseydim onun bülbül olurdum Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?”278

Âkif, vatanın işgal altında olduğu bir dönemde yaşamış ve bu cennet vatanın sonbaharına denk gelmiştir. Şairin bahsettiği “Gül Devri” Osmanlı’nın Yükselme Devridir. “Bülbül”, “Gül” vaktinde “Bülbül” olur, yoksa herhangi bir kuştan farkı kalmaz. Âkif’i de baykuşa döndüren “Gül” ün yokluğudur. “Gül”, Osmanlı Devleti’nin en ihtişamlı devrinin ya da Asr-ı Saâded çağının sembolü olarak kullanılmıştır. Âkif’in bu dörtlüğündeki psikoloji İzzet Molla’nın “ Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin /Bülbül hamûş, havz tehî, gülsitân harâb”beyitindeki psikolojiyle aynılık arzeder. İsyân niyetiyle değil de sâdece “gül devri”ne duyduğu hasret sancısı ile söylediği “Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?” dizesi bilinçli bir kabullenişin sorgulamasıdır.

Mehmed Âki Ersoy’un Şiir Kitapları: Safâhât, Süleymaniye Kürsüsünde,

Hakk’ın Sesleri, Fâtih Kürsüsünde, Hâtırâlar, Âsım, Gölgeler.