• Sonuç bulunamadı

6 TARTIŞMA

6.2 Tedavi Sürecinin Değerlendirilmesi

yapılmış bir çalışma, amfetamin-metamfetamin grubunun son iki yılda en sık kullanılan madde grubu olduğunu ortaya koymuştur(179).

2018 yılında kliniğimiz bağımlılık polikliniğini denetimli serbestlik hasta grubu ile yapılan çalışmada olguların %82,9’unun primer kullandığı madde esrardır. Çalışmamızda ise primer olarak esrar kullanımı nedeniyle tedavi görenlerin oranı %23,5 bulunmuştur. Bu bulgu, halen esrar kullanıcılarının esrar kullanımlarını bir sorun ya da hastalık olarak görmediği ve tedavi başvurularının düşük olduğuyla ilgili literatür bilgimizle uyumludur(177,180).

Örneklemimizin %90’ı sigara kullanmakta olup AMKB olgularda sigara yaygınlığı ile ilgili literatür verileriyle uyumludur(122,176).

2018 TUBİM verilerine göre yatarak tedavi gören hastaların ilk madde kullandıkları yaşların ortalaması 21,17’dir. Örneklemimizin alkol/maddeye ilk başladıkları yaşın ortalaması 19,03(±5,72)’tür. 15-25 yaş aralığının genel olarak en çok bildirilen alkol-maddeye başlama yaş aralığı olması ve yatarak tedavi edilen kullanıcıların ayaktan tedavi görenlere göre daha erken yaşta başlamış oldukları ile ilgili literatür verileri gözden geçirildiğinde, çalışmamızın yaş ortalamasının uyumlu olduğu anlaşılmaktadır(122,150,153,156,157,163,174).

6.2 Tedavi Sürecinin Değerlendirilmesi

Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılmış bir çalışmada bağımlı olguların tedaviye 1 aylık devam oranı %50 olarak tespit edilmiştir(181). Yatarak tedavi programlarının, ayaktan tedavi programlarına kıyasla daha yüksek tedavide kalma oranlarına sahip olduğu belirtilmektedir(182). Yatarak tedavi gören AMKB olgularının drop-out oranlarını inceleyen bir sistematik gözden geçirmeye göre bu olguların %17-57’si tedavilerini başarıyla sonlandıramamaktadır(183).

Çalışmamızda, örneklemimize dahil ettiğimiz olguların 2’si yatış tedavisine gelmemiş, 8’i taburcu olmak isteyerek tedavisini yarım bırakmış, 5’i ise servis kurallarına uymaması nedeniyle haliyle taburcu edilmiştir. Sonuç olarak literatür verileriyle uyumlu olarak örneklemin %37,5’inin tedavisini devam ettirmediği saptanmıştır.

Tedavi sürecinin başarısını belirleyebilecek özellikler açısından örneklemimiz incelendiğinde; cinsiyet, yaş, medeni durum, meslek, alkol veya maddeye başlama yaşı, kullanılan maddenin türü, maddenin kullanım sıklığı, ek psikiyatrik hastalık tanısının olması gibi değişkenler açısından tedavi sonuçları anlamlı şekilde farklılık göstermemiştir. Yalnızca eğitim durumu ve bağımlılık şiddeti açısından anlamlı farklılık bulunmuştur.

52 Eğitim durumu açısından bakıldığında; üniversite mezunlarının %90’ının, lise mezunlarının %64,7’sinin, ilkokul mezunlarının ise yalnızca %38,5’inin tedavisini tamamlayabildiği saptanmış, eğitim süresi arttıkça tedavi sonuçlarının iyileştiği sonucuna varılmıştır. Tedaviyi terk oranlarının eğitim seviyesi düştükçe yükselmesi literatür ile uyumlu bir bulgudur(184–186). Daha düşük eğitim seviyesindeki bireylerin tedavi sürecindeki değerlendirmeleri tamamlamakta daha fazla güçlük çektikleri ve terapi esnasında kendilerini ifade etmekte daha çok zorlandıkları düşünülmektedir(187).

Bağımlılık şiddeti açısından bakıldığında; örneklemimizin bağımlılık şiddeti orta ve yüksek düzeyde bulunan olgulardan oluştuğu görülmektedir. Tedaviyi terk oranlarının bağımlılık şiddeti yüksek olan olgularda istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu sonuç açısından literatür incelendiğinde, bağımlılık şiddetinin artmasının tedaviyi erken bırakma ile ilişkili olduğunu(74) bildirerek çalışmamızı destekleyen araştırmaların yanında, bağımlılık şiddetinin artmasının tedaviyi devam ettirmede önemli rolü olduğunu bildirerek tersi yönde sonuçlar bildiren çalışmalar da (188) mevcuttur. Örneklemimizin yatan hastalardan oluşuyor olması nedeniyle genel olarak bağımlılık şiddeti yüksek olan kişilerin ağırlıklı bulunduğu bir grup olduğu, grubun yeterince homojen dağılmaması sebebiyle de bulunan bu sonucun genellenmesinin yanlış olabileceği düşünülmektedir.

Tedaviyi erken terk nedenlerini inceleyen çalışmalarda ayrıca; erkek cinsiyet, çocuğunun olmaması, birincil tercih edilen maddenin alkol olması, yaşın küçük olması, depresyon ve anksiyete gibi birincil eksen tanıların ve kişilik bozukluklarının eşlik etmesi, işsizlik, ailesel sorunlar gibi değişkenler tedaviyi erken terk etme nedeni olarak gösterilmektedir(184–186,189). Özellikle en güçlü belirleyicinin yaşın küçük olması olduğu vurgulanmaktadır(183). Örneklemimizde ailesel sorunlar ve ikinci eksen tanılar değerlendirilmemiştir. Cinsiyet, çocuk sahibi olma, alkol veya madde kullanma, yaş, psikiyatrik eş tanı varlığı, meslek sahibi olma gibi değişkenler, literatürden farklı olarak, tedaviyi terk açısından anlamlı bulunmamıştır. Örneklem büyüklüğümüzün diğer çalışmalara kıyasla küçük oluşu ve izlem süremizin kısa oluşu nedeniyle bu ilişkiler gösterilememiş olabilir. Katılımcıların taburculuk sonrası izlemlerinin sürmemesi nedeniyle tedavi sürecindeki olası nüksler değerlendirilememiştir.

Tedavide kalma; motivasyon düzeyi, hekim özellikleri, tedavi programının içeriği, tedaviye erişim olanağı gibi başka pek çok faktörden etkilenir(33). Düşük motivasyon ve hazır olma düzeyinin alkol ve madde bağımlılığı tedavisini daha erken terk etme ile ilişkili olduğu gösterilmiştir(78–81). Değişim için motivasyon düzeyinin tedavide kalmayı öngördüğü(82), tedavinin başında motivasyonel uygulamalar kullanılarak kişinin

53 motivasyonunun, dolayısıyla tedavide kalma oranının artmasının sağlanabileceği düşünülmektedir(33). Buradan yola çıkarak çalışmamızda yatarak tedavi görecek AMKB olgularının yarısına yatışlarından 1-7 gün önce motivasyonel uygulamalardan karar dengesi çalışması yapılmış, tedavide kalma üzerine etkisi uzunlamasına izlenmiştir. Tedavi öncesinde karar dengesi çalışması yapılan grup ile yapılmayan grup arasında tedavide kalma açısından istatistiksel anlamda bir farklılık saptanmamıştır ancak tedaviye hiç gelmeyen 2 olgunun 2’sinin de kontrol grubunda olmasının ve müdahale grubunun %75’inin kontrol grubunun ise %50’sinin tedavisini tamamlamış olmasının klinik açıdan anlamlı bir bulgu olabileceği düşünülmüştür. Örneklemimizin küçük oluşu ve izlem süremizin kısa oluşu nedeniyle istatistiksel anlamlılığın yakalanamamış olabileceği, daha geniş örneklemle yapılacak daha uzun izlem çalışmalarının gerektiği düşünülmektedir.

Çalışmamıza benzer şekilde, madde kullanım bozukluğu tanılı yatan hasta örneklemiyle yapılmış bir başka çalışmada, örneklem rastgele şekilde standart tedavi alacak olanlar ve standart tedaviye ek olarak motivasyonel görüşme yöntemi uygulanacak olanlar şeklinde iki gruba ayrılmıştır. Bu çalışmada motivasyonel görüşme uygulaması yatışın erken döneminde bir kereliğine 15 dakika süreyle ve taburculuk öncesi yine bir kereliğine 1 saat olacak şekilde uygulanmıştır. İzlemde olguların ilk psikiyatri poliklinik randevularına katılıp katılmadıkları incelenmiş ve motivasyonel görüşme uygulanan grubun anlamlı şekilde tedaviye katılımının arttığı saptanmıştır(190). Çalışmamızda olguları yatış süreçleri boyunca izlemiş olmamız, taburculuk sonrası durumlarını değerlendirememiş olmamız bir eksiklik olsa da tedaviyi sürdürme/tedaviden ayrılma değişkenlerinin objektif olarak değerlendirilebilen değişkenler olmasının önemli olduğu düşünülmüştür.

Daha önce psikiyatri bölümünde yatarak tedavi gören alkol veya madde kötüye kullanımı da olan olgularla yapılmış bir başka çalışmada olguların bir kısmına 30-60 dakika süreyle motivasyonel görüşme yöntemi uygulanmış, diğer kısmına ise herhangi bir yöntem uygulanmamıştır. Olguların alkol-madde kullanımları ile ilgili tedavi önerilerine uyumları incelenmiş ve iki grup arasında belirgin bir fark bulunamamıştır(191). Bu çalışmada, alkol- madde kullanmayı bırakmayı isteyen olguların alınmamış olmasının bir kısıtlılık yarattığı, bu durumun motivasyonel görüşme yönteminin etkinliğini azaltmış olabileceği, motivasyonel görüşme uygulamalarının genellikle eyleme geçmek için içsel motivasyonu olan kişiler için planlanmış, değişime istekli olmayan kişiler için uygun olmayabileceği tartışılmıştır(192). Motivasyonel görüşme yöntemlerinin değişime hazırlık öncesi aşamada uygun olmadığına yönelik literatür gözden geçirilerek(193) çalışmamıza yalnızca kendi isteği ile gelen, tedaviyle ilgili motivasyonu olduğu saptanan olgular alınmıştır. Alım kriterlerinin bu şekilde

54 planlanması sayesinde, önceki çalışmalarda belirtilen kısıtlılıkların önüne geçildiği, müdahalenin uygulanması uygun olan popülasyona uygulandığı ve böylece gerçek etkinliğinin değerlendirilebildiği düşünülmektedir.

Benzer Belgeler