• Sonuç bulunamadı

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

2. Tarih ve Tarihyazımı

İncelemeye konu olan diğer önemli konu her iki dönemin de tarih kavrayışı ile tarihyazımı faaliyetleridir. Millet algısını ve milliyetçi karakteri yorumlayabilmek, tarihe yönelik bakışla tamamlanabileceği için bu konu belirleyici bir nitelik taşımaktadır. Odaklanılan iki dönemin de tarih anlayışını analiz edebilmek, bu dönemlerde gerçekleştirilen belirli faaliyetler ve üretilen söylemleri ele almakla mümkündür. Kurucu tarih anlatısının dayanaklarını tayin etmesi nedeniyle, Türk Tarih Kongresi, Cumhuriyetin ilk yıllarına ilişkin tarih anlayışını anlama çabasında bize yardımcı olacaktır. AK Parti dönemi ise, hem çerçevelenen bu anlayışa yönelik itiraz, hem de yeni bir tarih yorumu üretme çabasını içermektedir. Bu anlamda, bu bölümün teması, söz konusu tarih olduğu zaman dile getirilen „kimden geldik‟ sorusu ve

„genesis‟ ile „nereye gidiyoruz‟ sorusunu içeren yön ve paradigma meselesidir.

Cumhuriyetin, kurucu ideallerini temellendirmesi anlamında belki de en başta gelebilecek ve yurttaşları ortak bir idealin çerçevesinde toplamak için araçsallaştırabileceği unsur tarihtir. Bu çalışmanın ilgili kısmında da ele alındığı gibi, milliyetçilik, bir toplumun bireylerini ortak bir ideal uğrunda seferber etmek gayesini güder. Bunun için birbirlerinden haberi olmayan ama aynı kaderi paylaştıklarını bildikleri bir yurttaşlar topluluğu inşa eder, bir tür „hayali cemaat‟ yaratır. Tarih, bu topluluğu oluşturan bireylerin ortak bir tarihsel güzergâhtan geçtiğini ve köklerinin, ortaya çıktıları süreçlerin aynı olduğunu varsayacak şekilde araçsallaştırılır. Bu

20 Doğan, Yasin. “AK Parti’nin 8 yılı ve paradigma değişikliği”, Yeni Şafak, 14 Ağustos 2009.

62

çerçevede, çağdaşı olan ulus devletler gibi genç cumhuriyetin hamlelerinden birisi de bu sayılan unsurlarla ilgili yeni kökler ve ortaklıklar bulmak, bu konuda yeni teoriler geliştirmek ve bunları kurumsallaştırmak olmuştur. Dönemin önde gelen tarihçileri, teorisyenleri ve bürokratlarını bir araya getiren, zaman zaman hararetli tartışmalara tanıklık etmiş ve 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında düzenlenmiş Türk Tarih Kongresi ve bununla ilişkili diğer olaylar, sonuçları itibariyle eğitimden siyasete dek pek çok alanda içerikleri ve söylemleri etkilemiştir. Bu gelişmeler ulus-devletin inşası, ulusal kimlik ve kurucu değerlerin üretimi ve nihayet tarihyazımı bağlamında önem arz etmektedir ve „genesis‟ hakkında üretilen tezlerin dayanak noktasını teşkil eder.

Yunus Nadi, “Büyük bir içtima: Tarih kongresi” başlıklı bir yazısında şimdiki durumun ve geleceğin tarihe dayandığını hatırlatmış ve Cumhuriyet Türkiyesinin de yalnızca “Türk milletinin benliğine” dayandığını ifade etmiştir. Bu düşünceden hareketle Cumhuriyet Türkiyesini ve bugünkü milleti de geçmiş asırların ecdadının yarattığına inanmaktadır. Bu inanç da, bilimsel olarak desteklenmektedir. Hem bugünün milletlerini anlamak, hem de geçmişte saklı bulunanı araştırmanın zaruretini ise şöyle açıklamaktadır Nadi:

“(…)Bilhassa Türk‟lüğün geçmiş hayatta mesafe ve zaman itibarile işgal ettiği mevkii ve mevkileri iyi araştırmakta ilme hizmetle beraber onun hal ve istikbale ait veçhe ve imkanlarını tayine zafer bulmak gibi emsalsiz derecede büyük milli menfaatlerimiz vardır. Mes‟ele bu noktadan mütalea edilince tarihin gerek umumi, ve beynelmilel, gerek hususi ve milli şekilleri içtimai hayatın birinci derecede mühim bir ilmini teşkil etmek lazım geleceği kendiliğinden anlaşılır.”21

Bugünkü milletlerin kökenlerine, “ilk insanlarına” çıkma imkanı Nadi‟nin mümkün olup olmadığını sorduğu bir sorudur. Bunu mümkün kılabilmek için bir metot önerisinde de bulunan yazar, “aşağıdan yukarı tahlil” ve “yukarıdan aşağı terkip” usulü ile tarihin en iyi biçimde böyle araştırılacağına ve öğretileceğine kanaat getirmektedir.

Tarih araştırmalarının ve öğretiminin yalan yanlış bir sürü hikâyeyi ürettiği takdirde bir hayal kırıklığı yaratabileceğini hatırlatan Nadi‟ye göre yine de ancak insanların tarihi bünyelerini bilmek suretiyle olayların gerçek anlamları, bireye ve topluma zevk ve fayda verecek gerçek bilgi olarak öğrenilmiş ve öğretilmiş olunabilir. Yazara göre Türk Tarih Kongresi, Türklüğün tahrif edilmiş ve ötelenmiş yorumlarını bertaraf ederek, köklerini Altay yaylalarına dek keşfetmiş, aynı zamanda “medeni ve müterakki” Avrupa medeniyetinin Asya‟dan türediği kanıtlarıyla beraber ortaya koyulmaya başlanmıştır.

21 (Abalıoğlu), Yunus Nadi. “Büyük bir içtima: Tarih kongresi”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 1932

63

Asya ve Avrupa hakkındaki görüşlerinde ise Nadi, yazısının girişinde Mustafa Kemal‟in, milli tarih bilincini yeniden uyandırma çabasının mimarı ve öğreticisi olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir:

“Gazi zafer yolunda, inkılap yolunda olduğu gibi irfan yolunda da milletin rehberliğini yapıyor, ve şahsında bütün manasile başbuğluğun, en yüksek ifadesinde başkumandanlığın en mükemmel timsalini veriyor (…) Vatanını halâsa ve zafere götüren Gazi milletini müstait ve müstahik olduğu inılapları icra ve ikmale sevketti.

Şimdi de sanki bu büyük işlerin esbabı mucibesini izah eder gibi ebediyete namzet olan tarihimizin ezeli esrarını keşif ve ifade eylemektedir. Yeni Türkiye için belki en kuvvetli olan kültür membaı olan tarih tetkiklerini gene onun nafiz nazar ve idrakine, gene onun rehberliğine borçlu bulunuyoruz (…) Şimdi tarihi tetkik vadisinde açtığı şahrah ile de bize insanlığın ve insanlık içinde Türk‟lüğün hüviyet ve istikametlerini taharride milli kültürün en sağlam mesnetlerini bize gene o veriyor. Millet bu yüksek rehberliğin nurlu irfanında belki biraz unutulmuş, belki biraz kaybedilmiş kendi benliğinin ezeli ve ebedi hayatiyeti ile karşı karşıya gelmektedir, ve gittikçe bu yolda hergün daha ziyade kuvvetlenecek ve yükselecektir.”22

Çeşitli sahalarda yürütülen modernleşme adımları gibi, ulusal bilinç hedefine ve ortak değerlerin üretimine ilişkin hamlelerin de Mustafa Kemal‟den bağımsız şekilde ele alınamayacağına dair durumu Nadi bu sözlerle pekiştirmiştir. Basının milliyetçi atmosfere sağladığı katkıyı ve bilhassa gazetenin ilk sayfasından okura seslenen, unvanı

„başmuharrir‟ olan bir tür kanaat önderi olarak köşeyazarının, bu örnekte Nadi‟nin konumunu, dönemin bir numaralı kişisi ile olan düşünsel paralelliğinden de ele almak mümkündür. Nadi‟nin yazılarında aktardığı Avrupa ve Asya yorumları bir anlamda bir tür medeniyet kavrayışı geliştirilmeye çalışıldığını ortaya koyar. Cumhuriyetin, medeniyet sahasında yüzünü kendisine çevirdiği Avrupa, yani bu “medeni ve müterakki” topluluk, Sümerlerin, hatta Altay yaylarında medeniyet eserleri ortaya koyanların bulunduğu yerlerde husule gelmiştir ve buralar kendilerine önlem almak için Çin Seddi‟ni yaptırmaya mecbur bırakacak kadar “bahadır, cenkçi, asker ve kumandan bir unsur”un, yani Türklerin yurdudur. Diğer yandan, gazetenin Tarih Kongresi zarfındaki manşetlerinden birisinde de Kongrenin ilk neticelerini ve değişmekte olan ırk ve tarih kavrayışının yeni yorumlarını sunan bir habere yer verilmiştir. “Tarih kongresinde ikinci gün” başlığıyla yer alan haberde ön plana çıkarılan husus dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey‟in verdiği konferans ve bu konferansta Orta Asya‟nın kuraklığı bahsinde Zeki Velidi Togan ile girdiği münakaşa hakkındadır.

22 (Abalıoğlu), Yunus Nadi, “Tarih kongresi: Asya – Avrupa”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 1932

64

Konferansından satırbaşlarının aktarıldığı Reşit Galip, Nadi‟nin başyazısında da değindiği meseleye, yani Türk‟lerin Orta Asya kökenlerine değinmiş, ayrıca “Brakisefal camiasının Alpen zümresine mensup” bir ırk olduğunu etraflıca açıklamış ve Türk ırkının Moğol‟lar ve Sarı derililer arasına sokulmasının bilimsel açıdan bir “ayıp”

olduğunu ifade etmiştir.

Nadi gibi, bilimsel metot vurgusunu ve yeni tarih anlayışını ortaya çıkaran araştırmaların ancak bu suretle üretilmiş olabileceğini Falih Rıfkı Atay‟da da görmek mümkündür. Atay, ilim olmadığı zaman tarihin Türkler aleyhine tahrif edilmiş olduğunu savunmaktadır. Hatta bu öyle bir davadır ki, “ilimden gelen her şeyi kabul edenler ile ilimden gelmeyen her şeyi reddedenlerin davasıdır”.23 Yazara göre Türk fikir ve ilim alemi tarihin ilmi tetkikine katılmaya başlamış ve tarih eğitiminde yeni bir devir açılmıştır. “Darülfunun” başlıklı başka bir yazısında ise Atay, Darülfünunun Türk inkılabına yeterince hizmet etmediğinden yakınarak, aslında bu kurumların milli olduğunu ifade etmiştir. Tarih ve dil alanında son derece hareketli günlerin yaşandığı, bu vesileyle yalnızca tarihçilerin ve edebiyatçıların değil, aynı zamanda Darülfunun müderrislerinin de katılım gösterdiği bir dönemde Atay‟ın üniversitelere ilişkin taşıdığı bu kaygıyı son derece keskin bir üslupla dile getirmesi dikkat çekicidir. Darülfünunda Türk inkılabı için yazılacak en iyi esere verilmek üzere dönemin parasıyla 5000 liralık bir ödülü hatırlatan Atay, bu mükafatın senelerden beri durmakta olduğunu hatırlatarak, fikir hayatının pek durgun olduğu hükmüne varmaktadır. Yazar, söz konusu müesseselerin vaziyetine ilişkin gözlemlerini başka ülkelerdeki emsalleri ile karşılaştırarak aslında üniversitelerin nasıl bir yer olması gerektiğini ve müderrislerin neler yapması lazım geldiğini inkılaplar ve millilik perspektifinden şu cümlelerle ifade etmektedir:

“Fakat Darülfunun dahi, Türk inkılabına dair on senedenberi henüz bir tek sayfa telif etmemiştir. Darülfünunun memleketin maddî manevî müesseselerinin hepsine dokunan, yepyeni maddî, manevî bir nizam yaratan Türk inkılabına karşı bu vaziyeti acaba nasıl tahlil olunabilir? Biz ne biytaraflığı, ne de kifayetsizliği kabul ederiz.

Darülfünun yalnız ilim müessesesi bile olsa, müstesna inkılap zamanlarında ilim müesseseliğinden fedakârlık ederek inkılaba hizmet etmekle, inkılabı kafalarda ve ruhlarda yerleştirmek vaziyfesini en başa almakla mükelleftir. Kaldı, ki Darülfünunlar, millidirler. Alman, Fransız ve Amerikan Darülfünunlarında okuyup gelen Türklerin zihniyetleri arasındaki derin fark nereden geliyor? Paris Darülfünunu Fransız‟dır;

23 (Atay) Falih Rıfkı, a. g. e.

65

Berlin Darülfünunu Alman‟dır; Kembriç veya Oksford Darülfünunu İngiliz‟dir. Türk Darülfünunu bütün medreseli tarafını, osmanlı tarafını, hattâ şehirli tarafını atarak, düpedüz, apaşikâr bir Türk inkılap ocağı olacaktı. (…) Biz bir hadiseyi kaydediyoruz.

Bu hâdise; Türk inkılabının canlı, heyecanlı ve büyük hamleleri esnasında Darülfünunun nâmevcut veya nim mevcut olmasıdır. (…) İnkılaplar iymanlı, titiz, ve yüzde yüz müesseselerdir: Onlar ne kayitsizliği, ne alakasızlığı ne de biytaraflığı kabul ederler. Vaziyfesi olan müesseseler için inkılap zamanlarına tesadüf etmek ne kadar şerefli ise o kadar mesuliyetli ve güç bir talidir. İnkılap kendi nizamını çabuk ve esaslı kurmak ister ve eli altında ne kadar müessese varsa hepsinin bu kuruluş davasında kendisiyle elbirliğini hiç müsamahasız talep eder.”24

Nadi‟nin ve Atay‟ın dil ve tarih alanındaki kurumsallaşma faaliyetleri hakkında kaleme aldığı ve „genesis‟ çerçevesini pekiştirdiği bu yazılar, bu başlığın girişinde de belirtildiği üzere, milli ve ortak bir kültür inşasının gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca söz konusu faaliyetlerin daha da görünür hale gelmesini mümkün kılmış ve en önemlisi dönemin milliyetçilik perspektifini pekiştirmiş, „milli olan‟ adına çizilen çerçeveyi kalın çizgilerle belirlemiştir.

Bu başlığın girişinde de belirtildiği gibi, kuruluş yıllarına ilişkin tarih ve tarihyazımı anlayışını AK Parti döneminde karşıladığını düşündüğümüz husus „Yeni Türkiye‟ söylemidir. Partinin, yönetime geldikten sonra yürüttüğü icraatlar, siyasi anlayış ve diğer pek çok hususta öncüllerinden “farkını” ortaya koyması iddiası açısından sıklıkla başvurduğu bu sözcük, aynı zamanda yeni bir tarih kurgusu, milliyetçilik düşüncesi ve tarihyazımı anlayışına da denk düşmektedir. Her ne kadar bu sözcüğün varlığı ve ortaya çıkışı AK Parti‟nin mevcudiyeti ile koşut değilse de, gerek siyasetçiler, gerekse entelektüellerin bu dönemin ruhunu ifade etmeye çalışırken söz konusu sözcüğü etkin bir biçimde kullandıklarını gözlemlemek mümkündür. Bu çalışma açısından da, “Yeni Türkiye” sözcüğünü kullanılırken yaslanıldığı düşünülen temel iddialar şunlardır:

- Türkiye‟nin tarihi boyunca gerçekleştirmeyi düşündüğü ama “geri bırakıldığı”

tüm yatırım, proje ve icraatları bu dönemde gerçekleştirdiği,

- Türkiye‟nin 90 yıl önce, büyük ve köklü tarihi ile kesilen bağlarını yeniden onarmaya başlamış ve Malazgirt‟ten Fetih‟e, Kut‟ül Amare‟den Kurtuluş Savaşı‟na büyük destanlar yazmış bir tarihi birikimin son temsilcisi olduğu,

24 (Atay) Falih Rıfkı, “Darülfünun.”, Hakimiyet-i Milliye, 21 Temmuz 1932

66

- Türkiye‟de milliyetçiliğin, „kafatasçılık, slogan atmak değil; belli değerler etrafında buluşmak, bir gelecek vizyonu etrafında kenetlenmek, insanlığın tamamının huzur ve barışı adına tek yürek haline gelmek‟25 olduğu,

- Türkiye‟nin Somali‟den Bosna‟ya, Gana‟dan Irak‟a bütün dünyaya elini uzatan ve bölgesindeki politik gelişmelere seyirci değil aktör olarak katılan bir ülke halini aldığı.

AK Parti‟nin, “Yeni Türkiye” kavramını 2010‟dan sonra kullanmaya başladığını belirten Tanıl Bora‟ya göre bu söylemin bir hattı güç ve özgüven iddiasını, statükoyu sona erdirme ve yenilikçilik isteğiyle süslemektedir. Bunu, “politik hasımlarını eskiliğin, bilmezliğin, anlamazlığın çukuruna gömen bir tahakküm dili” ile yerine getirmektedir. Yeni Türkiye‟nin “karşısına aldığı” Eski Türkiye‟nin de, kendi altın çağında Yeni Türkiye olduğunu belirten Bora‟ya göre günümüzün Yeni Türkiye‟si de

“ikinci Yeni Türkiye”dir ve Yeni-Yeni Türkiye olarak dönemselleştirdiği bu söylem,

“Yeni‟nin Kadim‟i diriltme enerjisi” olmasının yanında, dile getirdiği Yenicilik‟in, yenilikçilik söylemindeki statüko karşıtlığının, bir “status quo ante” (daha önceki statüko) savunusuna dönüşmesidir (Bora, 2018, s. 11-15). Bu statüko, Eski‟nin olanakları içerisinden ve Eski‟yi ihya etmeye çalışan türden bir özelliğe sahiptir

„Genesis‟i ele aldığı ve „nereye gidiyoruz‟ sorusuna ilişkin paradigma değişikliğini içerdiğini ifade ettiğimiz Yeni Türkiye kavramı ve bu kavramın kurumsallaştırılma girişimleri iki olayın yarattığı yankılar çerçevesinde ele alınmıştır.

Bunlardan ilki 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce dönemin başbakanı Erdoğan tarafından 11 Temmuz 2014‟te açıklanan “Cumhurbaşkanlığı Vizyon Belgesi”dir.26 Ele aldığımız bu kavrama yönelik vurgunun güçlendiği ve “Yeni Türkiye Vizyonu” olarak başlıklandırılan bu beyanda söz konusu belge “77 milyonu kucaklayan bir başvuru kaynağı” olarak ele alınmış, “2023 Hedefi”ne yönelik olarak “demokrasi, normalleşme, refah ve öncülük” vurguları ön plana çıkarılmıştır. Yeni Türkiye kavramının köşeyazarları aracılığıyla ele alınacağı ikinci gelişme ise, 2015 Genel Seçimleri‟nden önce, 15 Nisan 2015‟te dönemin AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan “Yeni Türkiye Sözleşmesi 2023”tür.27 Açıklanan bu belgede Yeni Türkiye,

25 “Sloganlar attırmak milliyetçilik değildir”, Recep Tayyip Erdoğan’ın Adana’da temel atma töreni konuşması, https://www.aa.com.tr/tr/politika/sloganlar-attirmak-milliyetcilik-degildir/213492 (Erişim tarihi 26 Temmuz 2018).

26 https://www.cnnturk.com/fotogaleri/turkiye/iste-erdoganin-vizyon-belgesi?page=2 (Erişim tarihi: 26 Temmuz 2018).

27 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/iste-yeni-turkiye-sozlesmesi-2023un-ekonomi-maddeleri-28742630

67

Davutoğlu tarafından “kapsayıcı bir yenilenmenin ve süreklilik içinde yeniden inşa sürecinin eseri” olarak tarif edilmiş, “insan onuru” vurgusunda bulunularak ortak tarihdaşlık ve geçmişe atıfta bulunulmuştur. Ayrıca “Selçuklu ve Osmanlı düzenleri, yüz yıllık Cumhuriyet kazanımları ve son 12 yıllık toparlanma dönemine” referansta bulunarak “yükselen güç olma” vaadi dile getirilmiş, “millet iradesine dayanan devletin tarihi akışın edilgen takipçisi değil, öncüsü olacağı” beyan edilmiştir.

Bu bağlamda ilk olarak Erdoğan tarafından açıklanan “Yeni Türkiye Yolunda”

başlığı ile açıklanan “Vizyon Belgesi”nin yankıları ele alınacaktır. Dile getirilen hedeflerin ve yapılan vurguların yazarlar nezdinde yansımasını, genel hatlarıyla, “Eski-Yeni Türkiye” karşılaştırması, AK Parti ve Erdoğan‟ın [o döneme dek] 12 yılda gerçekleştirdiği „reformlar‟ ve sıklıkla dile getirilen „zihniyet değişikliği‟ temaları üzerinden genellemek mümkündür.

“Vizyon Belgesi”ni ele alan yazarlar arasında bulunan Yasin Doğan, bu beyanı, Cumhurbaşkanlığı seçimleri kapsamında değerlendirmektedir. Adayların dayandığı bir gelecek tasavvuru ve siyaset vizyonunun varlığına işaret eden Doğan, bunu, “adayların dayandığı siyaset partilerinin bir siyaset vizyonuna sahipliği” üzerinden okumaktadır.

Yazara göre ise “AK Parti‟nin 2023 vizyonu ete kemiğe bürünmüş durumdadır” ve Erdoğan‟ın “yeni Türkiye” olarak nitelendirdiği proje “hem toplumda umut oluşturmaktadır, hem de bu anlayışın toplumda bir karşılığı bulunmaktadır.”28 Bu çerçevede HDP‟yi de “demokratik özerklik” projesi ile bir siyaset tasavvuruna haiz olarak gören Doğan‟a göre diğer bir aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu‟nun „Tarafsız ve kucaklayıcı Cumhurbaşkanı olacağım‟ sözünün ötesinde nasıl bir Türkiye tasavvur ettiği bilinmemektedir. Yazar açısından bunun sebebi ise “destek gördüğü partilerin böyle bir vizyona ve tasavvura sahip olmamasıdır”. Erdoğan‟ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasının ardından kaleme aldığı yazıda ise Doğan, halkın doğrudan Cumhurbaşkanı seçmesini “Yeni Türkiye‟nin inşasında önemli bir kilometre taşı”

olarak saymaktadır. Bu kavramın anlamını ve “Yeni Türkiye”nin içeriğine ait bazı unsurları ise yazar şu cümlelerle açıklamaktadır:

“Halkın doğrudan Cumhurbaşkanını seçmesinin „Yeni Türkiye‟nin inşasında önemli bir kilometre taşı olduğunu söylüyoruz. Yeni Türkiye metaforunda Erdoğan‟ın yükleneceği misyon büyük önem taşıyor. “Erdoğan Köşke çıksın bir şeye karışmasın”

yaklaşımında olanlar, bu tasavvuru ve ideali kavrayamamış olurlar. Gerek halk seçtiği (Erişim tarihi: 26 Temmuz 2018).

28 Doğan, Yasin. “Kim, ne ifade ediyor?”, Yeni Şafak, 6 Ağustos 2014.

68

için gerek Erdoğan gibi güçlü bir lider yüklendiği için bu makam ister istemez “etkili”

bir makam olacaktır.

AK Parti‟nin geleceği hakkında söz söyleyenlerin „Yeni Türkiye‟ idealini ve

„Yeni Türkiye‟de belirlenen misyon ve rolleri gözardı etmesi büyük bir yanılgı olur. AK Parti‟nin başına geçecek isim elbette ki halkın ve partinin kabulüne mazhar olabilecek bir kişi olacaktır. Ama daha önemli olan „Yeni Türkiye‟de belirlenen rolleri yadsımaması ve Cumhurbaşkanı-Başbakan uyumunu üst düzeyde tutması olacaktır.”29 Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak‟ın, “Yeni Türkiye”yi, bu başlığın ilk satırlarında sıralanan veçheleri açısından en geniş çerçevede ele alan yazar olduğunu söylemek mümkündür. Yazar, açıklandıktan birkaç gün sonra “Vizyon” belgesine değinerek, “Yeni Türkiye”nin belli başlı ve olası özelliklerini tarif etmeye çalışan bir yazı kaleme almıştır. Yazısının ilk bölümünde AK Parti ve özellikle Erdoğan‟ın merkezinde olduğu bir “Yeni Türkiye” tarifi ve ideali dile getiren Dilipak, yazının geri kalan bölümünde de “çatı adayı” İhsanoğlu‟nu eleştirmekte ve onun rolünü “Erdoğan‟ın siyasi çalışmaları için, antrenman yapmak için kullanacağı bir kum torbası” olarak nitelendirmektedir. Açıklanan belge ile Erdoğan‟ın “devlet” tanımını tartışmaya açtığını dile getiren yazar, “cumhur”, “halk” ve “çoğunluk” kavramlarını tanımlamaya çalışarak, Erdoğan‟ın hem demokrasiye, hem de cumhuriyete gönderme yapmasını “kendisinin Cumhur‟un başı olacağı” vaadi üzerinden okumaktadır. Belge kapsamında konulan hedeflere de değinen Dilipak, “3. hedef” olan “şehirleşme”yi ön plana çıkarmakta ve bu çerçevede hedeflenenleri ve gerekli olarak gördüklerini şu şekilde ifade etmektedir:

“3. hedef şehirleşme! Taşralı, kenar, altyapısı olmayan, ulaşım sorunları yaşayan bir Türkiye değil, örnek alınacak, maddi ve manevi değerleri ile, kökü mazide olan bir ati disiplini ile, farklı dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat sahiplerinin, farklılıklarına rağmen, barış içinde bir arada yaşadıkları bir hukuk toplumu oluşturma, köyleri ve şehirleri, yeni, öncü ve örnek alınacak yeni bir medeniyetin Medine‟si haline getirmek…

Bu vizyon insanları gecekondulardan kurtarıp, beton bloklara taşıyan, TOKİ evlerinden daha ileri bir vizyon.. TOKİ‟nin bu anlamda 2023 vizyonu, Mimar Sinan vizyonu olacak demek bu.. TOKİ‟ye bu anlamda bir Farabi, bir İbni Haldun dokunuşu yapmak anlamına geliyor..”30

Bu vizyon insanları gecekondulardan kurtarıp, beton bloklara taşıyan, TOKİ evlerinden daha ileri bir vizyon.. TOKİ‟nin bu anlamda 2023 vizyonu, Mimar Sinan vizyonu olacak demek bu.. TOKİ‟ye bu anlamda bir Farabi, bir İbni Haldun dokunuşu yapmak anlamına geliyor..”30

Benzer Belgeler