• Sonuç bulunamadı

I. Kültür Değerlerinin Korunması

1. Tarihçe

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE KENTSEL GELİŞME VE KÜLTÜR DEĞERLERİNİN KORUNMASI ARASINDAKİ ETKİLEŞİM

Atatürk’ün 20.2.1931 tarihinde Konya gezisi sırasında Başbakan İsmet İnönü’ye çektiği telgraf, onun kültür değerlerine verdiği önemi ortaya koymaktadır (Önder, 1966: 66):

“Son inceleme gezimde çeşitli yerlerdeki müzeleri, eski sanat ve uygarlık eserlerini de gözden geçirdim:

1. İstanbul’dan başka Bursa, Antalya, Adana ve Konya’da mevcut müzeleri gördüm. Bunlarda şimdiye kadar bulunabilen bazı eserler saklanmakta ve kısmen de yabancı uzmanların yardımı ile tasnif edilmektedir. Ancak memleketimizin, hemen her tarafında eşsiz defineler halinde yatmakta olan önceki uygarlık eserlerinin ileride tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmi bir şekilde saklanması ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan abidelerin muhafazaları için müze müdürlüklerinde ve kazım işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin ihtiyaç vardır. Bunun için Milli Eğitim tarafından yurtdışına öğrenime gönderilecek öğrencilerin bir bölümünün buraya ayrılmasının uygun olacağı düşüncesindeyim.

2. Konya’da yüzyıllarca devam etmiş ihmaller nedeniyle büyük bir yıkım içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır önceki Türk uygarlığının gerçek şaheserleri değerli yapılar vardır. Bunlardan özellikle Karatay Medresesi, Alâeddin Cami, Sahip-Ata Medrese, Cami ve Türbesi, Sırçalı Mescid ve İnce Minare derhal ve acilen onarıma muhtaç bir durumdadır. Bu onarımın gecikmesi, bu abidelerin tamamen yok olmasına neden olacağından, öncelikle asker kullanımında bulunanların boşaltılmasının ve tümünün uzman kişilerin gözetiminde onarımının sağlanmasının buyrulmasını rica ederim”

Atatürk’ün 10. Yıl Söylevini de hatırlamakta yarar görülmektedir. Büyük ve zorlu bir Kurtuluş Savaşından çıkalı henüz on yıl olmuş, birçok maddi sorunu olan ve altyapısı eksik bir ülkede bunların hiçbiri öne çıkarılmamış, konuşmanın odak noktasını ulusal kültürün ve bilimin önemi ile güzel sanatlar sevgisi oluşturmuştur.

Bu yaklaşımlar dışında, Cumhuriyet dönemindeki yasal tarihçeye bakıldığında, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Teşkiline ve Vazifelerine Dair 5805 sayılı Yasanın 1951 yılında yürürlüğe girdiği görülmektedir.

Daha sonra tarihi yapıtlarla ilgili olarak 1960 yılında 7463 sayılı, 1973 yılında 1710 ve 1741 yasalar, son olarak 21.7.1983 tarihinde 2863 sayılı Yasa, TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.

1710 sayılı Eski Eserler Yasası ile anıtlar ve çevresi ile sit alanları eski eser olarak belirlenmiş ve koruma ilkeleri getirilmiştir. Tüzel ve özel kişilerin elinde bulunan arkeolojik nitelikteki anıtların kamulaştırma veya takas yoluyla devletin sahiplenmesi öngörülmüş, taşınmaz eski eser sahiplerinden bakım ve onarım yapmakta maddi olanağı olmayanların, sahip oldukları mülklerin kamulaştırılması, teknik ve parasal yardım verilmesi hükümleri düzenlenmiştir. Ancak bu yasanın öngördüğü koruma anlayışı, belki uygulayıcıların önemsememesi, belki de kurumsal alt yapının gerektiği gibi oluşturulamaması nedeniyle sağlanamamıştır.

1972 yılında, büyük kentlerin doğal ve kültürel değerlerinin korunması, yerleşme ve ulaşım konularında, planlama, uygulama ve yatırımlarla ilgili alınacak kararlar arasında eşgüdüm sağlamak üzere, Bakanlıklararası İmar ve Koordinasyon Kurulu oluşturulmuştur.

2863 sayılı Kültür ve Tarihsel Varlıkları Koruma Yasası, sit, kültür varlığı, tabiat varlığı, koruma gibi kavramlarını tanımlamış, korunması gerekli taşınmaz kültür ve doğal varlıklarını örneklendirerek listelemiş ve bunların devlet malı niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Yasada kültür varlığı, tarih öncesi ve tarihsel dönemlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan yer üstünde, yer ya da su altındaki taşınır ve taşınmaz olarak tanımlanmıştır. 1710 sayılı Yasa gibi bu yasanın düzenlemeleri de etkin bir şekilde uygulanamamış ve dolayısıyla beklenen olumlu sonuç ortaya çıkmamıştır.

2863 sayılı Yasa ile ilk defa sit alanlarında korumanın, koruma amaçlı imar planıyla sağlanması hususu düzenlenmiştir (m.17). Böylece koruma anlayışı

bütüncül ve kapsamlı bir içeriğe kavuşmuş, planlama korumanın bir aracı olarak algılanmıştır. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kaldırılarak yetkileri, yeni oluşturulan bölgesel düzeydeki koruma kurullarına devredilmiştir.

Ayrıca bakanlıkların üst düzey bürokratlarından oluşan Yüksek Kurul koruma ilkelerini belirlemek, bölgesel koruma kurulları arasında koordinasyonu sağlamak ve görüş bildirmekle görevlendirilmiştir.

Daha sonra 14.7.2004 tarih ve 5226 sayılı Yasa ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasasında önemli değişiklikler yapılmış ve korumaya yönelik politika oluşturma amacı yanında, yeni kavramlar da yazılı hukuka dahil edilmiştir. Bunları şu şekilde sıralamak olasıdır: Örenyeri, yapılanma haklarının devri, çevre düzenleme projesi, yönetim alanı, yönetim planı gibi.

Bunlardan yapılanma haklarının devri kavramına değinmekte yarar görülmektedir. 2863 sayılı Yasanın 17. maddesinde yapılan değişiklikle, yapılanma hakları kısıtlanmış taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına veya bunların koruma alanlarında bulunan ya da koruma amaçlı imar planlarıyla yapılanma hakları kısıtlanan taşınmazlara ait mülkiyet ve yapılanma haklarının kısıtlanmış bölümünü, imar planlarıyla yapılanmaya açık aktarım alanlarına aktarmaya belediye veya valilikler yetkili kılınmıştır. Bu düzenleme bir anlamda takas’ı ifade etmektedir.

Aktarım işleminde Sermaye Piyasası Kurulunca belgelenmiş olan “gayrimenkul değerleme şirketleri”nce yapılacak rayiç değer denkleştirmesi esas alınacaktır. Bu yeni düzenleme, yasada daha önce varolan ve “kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu sit alanlarındaki taşınmaz malların hazineye ait taşınmazlarla değiştirilmesini” öngören uygulamanın

(2863 sayılı yasaya 3386 sayılı Yasayla eklenen 15/f maddesi) belediye ve il özel idarelerine ait taşınmazlara da yaygınlaştırılmasına yöneliktir.

Tarihi kültürel ve doğal alanların korunmasına yönelik “Transferable Development Rights” (yapılanma haklarının devri) kavramını, ortaya çıktığı ABD’deki gibi ülkemizde de uygulamak kuşkusuz yarar sağlayacaktır. Ancak iyi sonuç alınması, bilimsel ve yönetim etkinliğine sahip uygulamayla sınırlı olacaktır.

Şunu da eklemek gerekir ki, taşınmaz sahipleri bakımından gerek koruma alanı gerekse aktarım alanlarında yaratılan “rantın” cazibesi, klasik planlama ve koruma kararıyla elde edilmek istenilen kısıtlayıcı korumacılık önlemlerine göre daha rasyonel ve etkili sonuç verecektir (Yamak, 2006: 73).

5226 sayılı Yasa ile getirilen değişiklikler kapsamında koruma amaçlı imar planının hazırlanma ve onay sürecinde yaşanan sorunların çözümüne de değinmek gerekir. Son aşamada koruma kurullarının planı onaylaması öngörülmüştür. Ayrıca büyükşehir belediyelerinde, il özel idarelerinde (Valilik) ve Kültür ve Turizm Bakanlığınca izin verilerek belediyelerde onarım bürolarının kurulmasına olanak tanınmıştır. Diğer önemli bir yenilik de, emlak vergisinin % 10’u oranındaki ek gelirin yönetimlerin restorasyon hizmetinde kullanılması hususu ve diğer bir kısım yeni finans yollarının düzenlenmesidir.

Kültür korumacılığını imar planlaması disiplininden ayırmak olası olmayıp, planlamanın yararı ve sürekliliği konusunda ise Türk toplumundaki egemen düşünce çok olumlu değildir. Şöyle ki kişiler kendi çıkarları uğruna ya planı gözardı etmekte

ya da onu kendi isteklerine uygun hale getirmektedirler. Kamu da buna aracılık etmekte ve göz yummaktadır.

Cumhuriyetin ilk yıllarına ait bir anlatım buna güzel bir örnektir: Ankara Belediyesinin Planlama Başdanışmanı olan Hermann Jansen, Atatürk’ü, arsa spekülasyonunun, kent planının uygulamasına yapacağı olumsuz etkiler hakkında uyarmış ve yönetimin, Ankara Kent Planını uygulayacak güce sahip olup olmadığını sormuştur. Atatürk bu soru karşısında hayretini gizleyememiş ve Jansen’e sert bir yanıt vererek bu gücünün olduğunu söylemiştir.

Daha sonraki yıllar göstermiştir ki, Jansen haklıydı ve kent planının uygulanmasında arsa spekülasyonu olumsuz rolünü oynayacaktı. Bu yüzdendir ki Atatürk’ün yakınında olan, bir dönem de Ankara İmar Yönetim Kurulu’nun başkanlığını yapmış bulunan yazar Fatih Rıfkı ATAY, “ Mustafa Kemal, kılık ve alfabe reformlarını başaracak ölçüde güçlü bir yönetim kurabilmiş, fakat bir kent planını uygulatacak güçlü yönetimi kuramamıştı. Çünkü bu uygarlık ve kültürün sorunudur diye kaleme almıştı (Keleş, 1993: 222).

Diğer taraftan, yakın geçmişe kadar toplumda kültür duyarlılığının olduğunu söylemek de güçtü. Safranbolu ilçesindeki ve İstanbul’daki bazı sokak ve tek yapı restorasyon çalışmaları bir tarafa bırakılacak olursa, tarihi yapılar kamu yöneticileri tarafından önemsenmemiş, yıkılmış ve yönetilenler de bunun peşinden gitmiştir.

Kültürel varlıkları sahiplenme, “kalkınma önünde engel” oluşturma” gibi algılanıp, suçlama nedeni yapılmıştır. Korumaya ilişkin yasalar da gerektiği gibi uygulanamamıştır. Bir istisna olarak Safranbolu kent dokusunda 1970 li yıllarda

başlatılan koruma çabaları, 1994 yılında Dünya kültür Mirası Listesine alınmasıyla başarısını kanıtlayan bir uygulama olarak kültür tarihine geçmiştir (http://whc.unesco.org/en/list). Amasya ve İzmir (Birgi beldesinde) Valiliklerinin 1990 lı yıllardaki çalışmalarını da iyi örnekler olarak belirtmeden geçmemek gerekir.

Küresel kapitalizmin sadece maddi unsurlarını öne çıkaran yaklaşımlar sonucu, otoyollara, bayındırlık hizmetlerine, konut ve ikinci konut yapımına öncelik verilmiş tarihi mirasın varlığı yâdsınmış, hatta İstanbul ve daha birçok kent örneğinde olduğu gibi zarar verilmiştir. Toplu konuta (ikinci konut dahil) ayrılan kamu kaynaklarının sadece yüzde beşi eski eserlerin onarımına ayrılsa idi, bugün daha onurlu kentlere sahip olunabilirdi. Kıyıların ve sahildeki tarihi kentlerin elden çıkmasına göz yumulmuş, hatta teşvik edilmiştir. Ne gariptir ki bunun adı da,

“kalkınma” olarak konulmuştur.