• Sonuç bulunamadı

Danıştay Kararları Açısından

I. Kültür Değerlerinin Korunması

5. Yargı Denetimi

5.2. Danıştay Kararları Açısından

Yüksek yönetsel yargıyı temsil eden Danıştay’ın da kültürel değerlerin korunmasına yönelik çeşitli kararları bulunmaktadır. Bu konuyla görevli Danıştay 6.

Dairesinin 28.2.1990 tarih ve 2248 Esas, 246 Karar sayılı kararıyla, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasasının 57. maddesinde yer alan “Kamu kurumu ve kuruluşları (valilik ve belediyeler dahil) ile gerçek ve tüzel kişilerin koruma kurulları kararlarına uymak zorunda oldukları” kuralı gereğince, imar mevzuatı uyarınca yıkım kararı verme yetkisi belediye ve valiliklere ait olmakla birlikte kurul kararlarının bağlayıcı niteliği nedeniyle, ilgili idarenin takdir yetkisinin bulunmadığı, belirtilmiştir.

Danıştay 6. Dairesinin 20.3.1991 tarih ve 361 Esas, 480 karar sayılı kararıyla ise, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından onaylanmış kentsel sit alanlarında bulunan tescilli parsellere bitişik parsellerdeki yeni yapılanmalar için, koruma kurulundan izin alınması ayrıca onaylı projelerin uygulandığının aynı kurulca belirlenmesi ve daha sonra ilgili belediyece iskan izni verilmesi gerektiği, vurgulanmıştır.

Danıştay 6. Dairesinin 8.5.1991 tarih ve 1440 Esas, 1031 Karar sayılı kararıyla, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun hertürlü taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yakın çevresinde büfe, satış yerleri, benzin istasyonları, otopark vb. gibi tesislerin, geçici ve sökülebilir türden olsa bile, izinsiz yapılamayacağına ilişkin görüşü onaylanmıştır. Kararda, “taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları konusunda varılmak istenen hedef, onların hertürlü olumsuz

etkilenmelerden arındırılıp, şimdiki ve gelecek kuşakların istifadelerine bu olgunun gerektirdiği bilimsel ve çağdaş koşullarla sunabilmektir. Bu bakış açısından hareketle, alınmış önlemlerin ve sağlamak istenen düzenlemelerin hukuka aykırılığından söz etmek mümkün değildir” denilmektedir.

Danıştay 6. Dairesinin 14.12.1992 tarih ve 3178 Esas ve 4895 karar sayılı kararı ise, bir belediyenin tarihi yapıya olan ilgisizliğini açık olarak göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu kararda, anıtsal tescilli taşınmaz bitişiğinde bulunan belediye hizmet binasına izinsiz olarak yapılan 3. kata ilişkin projenin, gerek Kuşadası III. derece kentsel sit alanı yapılaşma koşullarına aykırı olduğu, gerekse eski eser bitişiğinde ezici bir kütle oluşturularak genel görünümüyle kötü emsal teşkil ettiği gerekçesiyle, yıktırılması gerektiği vurgulanmıştır.

Altıncı Dairenin 27.12.1993 tarih ve 1245 Esas, 5891 sayılı kararıyla ise, idare mahkemelerinde iptal davasına konu edilen koruma kurulu kararlarının, yargılama sonuçlanmadan ilgili kurulca yeniden ele alınıp görülmesinin doğru olmadığı, bunun idari yargı kararı sonuçlanıncaya kadar bekletilmesi istenmiştir.

Yüksek yargı, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları hakkında, yeni bir kurul kararı alınması suretiyle mahkeme kararlarının etkisiz hale gelebileceği endişesini, açıkça ortaya koymuştur. Nitekim aynı Dairenin, 24.11.1998 tarih ve 4439 Esas, 5786 karar sayılı kararı da benzer hükmü içermektedir.

Danıştay 6. Dairesinin 27.1.2000 tarih ve 6773 Esas ve 444 karar sayılı kararı ise, bir başka güzel korumacılık anlayışını yansıtmaktadır. Şöyleki; idare mahkemesi, dava konusu tescilli yapının “sivil mimarlık örneği niteliği taşımakla birlikte, mali

inhidam (yıkılacak) durumda olması, taşınmazın bulunduğu sokağın kültürel kimliğini yansıtan dokusunun tamamen ortadan kalkması ve yol kotundan belirgin şekilde aşağıda kalması nedeniyle çevresindeki yapılarla tarihi doku oluşturamayacağı” gerekçesiyle kültür varlığı olarak tescilinin iptaline karar vermiştir. Kültür Bakanlığı, idare mahkemesinin bu kararını temyiz etmiş ve Danıştay tarafından yukarıda belirtilen kararla idare mahkemesinin kararı bozulmuştur. 6. Daire, kararını şu şekilde bağlamıştır:

“Dosyadaki bilirkişi raporunda, geleneksel Türk konutlarının genel özelliklerini taşıyan yapının inşa edildiği dönemin zevk anlayışını yansıtan bir sivil mimarlık örneği olduğu, bu nedenle korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak kabul edilebileceği, eski eser tesciline ilişkin koruma envanterinde de yapının yöresel mimari özelliklere sahip malzemesi ve konumu ile korunması gerekli sivil yapı özelliklerini gösterdiği belirtilmiştir. Bu durumda, yapının sokak dokusunun bütünlüğü içinde korunması gerekli eski eser niteliğinde olmadığı, kendi başına korunması gerekli sivil mimarlık örneği olduğu anlaşıldığından, idare mahkemesi kararında doğruluk görülmemiştir. Öte yandan, yapının yıkılacak durumda olmasının eski eser tescil kaydının kaldırılmasını gerektirmediği açıktır”

Yukarıda örneklerde görüldüğü üzere, yargı farklı karar verebilmekte, farklı koruma anlayışı gösterebilmektedir. Ancak her şeye karşın, üst yargının bilinçli kültür anlayışını benimsemiş olması, korumacılık anlayışının egemen kılınmasında önemli bir güvencedir.

Keza Danıştay 6. Dairesinin bir başka kararıyla da, tescilli bir taşınmazın kiracısı olan davacının, binanın sahibi tarafından hazırlatılan ve koruma kurulunca da düzeltilerek uygun bulunan restorasyon projesinin iptalini isteme konusunda geçerli bir çıkarının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, idare mahkemesince davanın incelenmesi, hukuka uygun bulunmamıştır. Danıştay “kiracının, eski eseri korumaktan çok aleyhine açılmış olan tahliye davası sonucu tahliyesini önlemek ve kiracılık ilişkisini devam ettirmek amacıyla davayı açtığı, meşru bir menfaatinin bulunmadığı” belirtilerek idare mahkemesi kararını bozmuştur (28.12.2004 tarih, 2750 Esas, 7115 Karar sayılı karar).

Ancak ters yönde kararların da varlığı bilinmektedir. Şöyleki; Danıştay 6.

Dairesinin 15.3.2005 tarih ve 1556 Esas, 1541 Karar sayılı kararında, dava konusu taşınmazların bulunduğu Bodrum Karaburgaz’daki alanın, 2000 yılında sit alanı ilan edilmiş olmasına karşın idarenin, daha önce alınmış ruhsata dayalı inşaatı iki yıl sonra durdurması ve aradan geçen sürede yapımı sürdürülen inşaatın ruhsat ve eklerine aykırı olduğu yolunda bir saptamada bulunmamış olması karşısında, tamamlanmış bölümlerin korunmasının gerekip gerekmediğinin kazanılmış hak oluşturup oluşturmayacağının tartışılması istenmiştir. Bu nedenle tescilli binanın yıkımına ilişkin Muğla İdare Mahkemesinin kararı bozulmuştur.

Buna karşılık Danıştay, Tunç Çağı dönemine kadar uzanan Konya Karahöyük’deki höyükün üzerine aynı adla bir kasabanın kurulmuş olması nedeniyle yapılan ve yapılacak kültürel varlık yıkımının önüne geçmek üzere bu alanda Arkeolojik Sit ilanını iptal eden idare mahkemesi kararını bozmuştur. Kararda

Danıştay 6. Dairesi, höyüklerin iskana açılmasının tarihi ve kültürel değerlerin yeterince korunamaması sonucunu doğuracağı, önceden iskana açılmış olmasının, bu yerlerin arkeolojik sit alanı olma özelliğini kaybetmelerine yol açmayacağını açık bir şekilde ortaya koymuştur. (27.5.2005 tarih, Esas No: 6185, Karar No: 3132)

Bir başka kararında ise (22.11.2005 tarih ve 8151 Esas, 5673 Karar sayılı) Danıştay 6. Dairesi, fiilen yıkılarak ortadan kaldırılmış olsa bile, Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Envanterindeki kayıtlar ve fotoğraflardaki özellikleri nedeniyle tescil işleminin devam etmesi gerektiği, aksi bir yorumun, bu nitelikteki yapıların yıkılarak eski eser kapsamından korunmasını olanaksız kılacağını belirtmektedir.

Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun 14.11.2002 tarih ve Esas no:

2002/2, Karar No: 2002/5 sayılı kararında, “koruma kurullarının koruma amaçlı imar planları ile ilgili kararlarının, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu kararlar olduğu, yasada öngörülen, kurulca uygun görülme, yerel idarelerce onaylanma hususunun ise, imar planlarının imar mevzuatı gereği yürürlüğe girme aşamasını belirleyen bir düzenleme olup, kurul kararlarının kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem niteliğini ve bağlayıcı olma özelliğini ortadan kaldırmadığı açıktır”

denilmektedir.

Danıştay Altıncı Dairesinin 25.10.1983 tarih, Esas: 1981/740, Karar:

1983/3285 sayılı kararında ise, birinci derecede korunması gerekli eski eser olan yapının bitişiğindeki, aynı ada 3 parsel sayılı taşınmaza verilen beş katlı inşaat izninin yasal olduğu belirtilmiştir. Gerekçe olarak, “onanan koruma planına göre eski eser olan yapının koruma sahasının gerek cephesinden gerekse yanlarından geçen

imar yolları olduğu, cephesinden geçen beş metre genişliğindeki imar yolunun koruma sınırı teşkil ettiği, bu sınırın dışında kalan 3 sayılı parselin onaylı imar planında beş katlı ticari alanda kaldığı anlaşıldığı” belirtilmiştir. Bu kararda görüldüğü üzere, idari yargı bazen salt hukuk açısından yargılama yapmakta, yasa koyucunun ya da uygulayıcıların (yerel yönetim ya da koruma kurulu) görmezden geldiği bütüncül korumayı kendisi de dikkate almamaktadır.

Ancak İstanbul’daki Amcazade Hüseyin Paşa yalısının sadece Divanhanesinin korunması, kalan kısımlar üzerindeki tescil işleminin kaldırılmasına yönelik Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu kararının idare mahkemesi tarafından onaylanması üzerine konu temyiz edilmiş ve Danıştay 6. Dairesi yerinde bir kararla bunu düzeltmiştir (6. Daire 9.4.1990 tarih, Esas: 1989/2365, Karar:

1990/620 sayılı karar).

Söz konusu kararın gerekçesi “koruma dersi” niteliğindedir:

“Uyuşmazlığa konu olan yalının 1699 yılında yapıldığı, Osmanlı Türk Mimarisinin özelliklerini taşıdığı, bu yalının divanhane binası, harem, hamam, 19. yüzyıl sonlarında yapılan hamam ilavesi binası, setler, eski boğaz yolu kalıntıları, rıhtım, bahçe bölümleri ve ağaçlarıyla birlikte bir bütün teşkil ettiği ve tüm parsele yayılmış durumda bulunduğu anlaşılmaktadır. Tüm bu öğeleri ile bir kültür varlığı oluşturan bu yalının bazı bölümlerinin harap hale gelmesinin yalının bu özelliği ve bütünlüğünü bozmayacağı, tamamlayıcı unsurlarının çevreden soyutlanamayacağı, çevresi, konumu, bulunduğu yer, önemli tarihi olaylara tanıklık etmiş bulunması özellikleri göz önünde bulundurularak; böylesine bir bütünlük arz eden yalının sadece divanhanesinin sağında ve solunda kısıtlı bir alanın koruma alanı olarak belirlenmesinde isabet görülmemiştir”

Boğaziçi’nde Anadoluhisarı ile Kanlıca arasındaki bu yalı, Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmış olup, Karlofça Anlaşmasının bazı görüşmelerine tanıklık etmiştir. Boğazın her iki ucunu gören bu eşsiz yapıyı bile ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerin, üst yargı organının kararıyla başarısız kalması, sevindiricidir. Üzücü olan ise, o aşamaya kadar ki sorumluların olumsuz

tutumlardır: Bilirkişi raporu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararı, idare mahkemesi kararı.

Diğer taraftan Danıştay 6. Dairesinin 3.12.2002 tarih ve Esas: 2001/6023, Karar: 2002/5756 sayılı kararında, tescilli eski eser niteliğindeki yapının bakımsız ve harabe duruma gelmiş olmasının, üzerindeki tescilin kaldırılması için gerekçe olamayacağı, belirtilmektedir. Kuşkusuz yargının bu tür olumlu yaklaşımı, birçok tarihi yapının ortadan kaldırılmasını önlemiştir.

Danıştay 6. Dairesinin 9.11.2004 tarih ve Esas: 2004/1372, Karar: 2004/5476 sayılı kararı da, önemli bir içeriğe sahiptir. Şöyle ki; Yalıköy Belediye Başkanlığı tescilli bir taşınmazın, sonradan koruma kurulundan izin almaksızın yapılan onarımlarla bu niteliğini kaybettiğini belirterek, koruma kararının kaldırılması yönünde idare mahkemesine dava açmış ve kazanmıştır. Ancak, Bakanlık tarafından temyiz edilmesi üzerine, idare mahkemesi kararı Danıştay 6. Dairesince bozulmuştur. Gerekçede şu cümle yer almaktadır: “Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiş herhangi bir yapı, dışardan yapılan onarım ve müdahalelerle bu niteliğini yitirmeyeceği gibi, yapılan onarım ve müdahalenin niteliği ve boyutları ne olursa olsun sanat değeri, mimari, tarihi, estetik, mahalli değerlerini barındıran arşiv kayıtları, fotoğraf, röleve ve restitüsyon projeleri vb.

yardımıyla, bu yapının her zaman orijinal haline dönüştürülmesi teknik olarak olanaklıdır”

Yasa koyucunun, çevre, imar, tarihi ve kültürel değerlerin korunması gibi konularda hak arama yetkinliğini geniş tutması büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu

tutum Türk İmar Hukukunun gelişimine, dolayısıyla kentleşme ve korumacılık alanındaki olumluluğa örnek oluşturan birçok idari yargı davasının açılmasına olanak tanımıştır. Başka bir anlatımla, meslek kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin ve sosyal tarafların, kent ve kültür bilinci ölçüsünde, kentsel ve kültürel değerleri sahiplenmelerinde etkin rol oynamıştır (Mengi, Keleş, 2003: 280).