• Sonuç bulunamadı

Kentsel Gelişme ve Kentsel Dönüşüm İlişkisi

izinin azaltıldığı, yerel kaynaklara dayalı yerel ekonominin oluşturulduğu, küresel pazara yönelik büyük ölçekli üretim yerine yerel ihtiyaçların biyolojik bölgelerden karşılandığı, küçük ölçekli üretim sistemlerinin desteklendiği bir kenti tanımlamaktadır.

Son olarak adil paylaşımlı kent modeli ise; yeniden tasarlanan ve kendi kendine yeten kent modellerinin pek çok özelliğini taşımaktadır. Bu model, küresel ve yerel açılımları sağlayarak yakın çevre ile alışverişe imkân vermekte ve gelişimi taşıma kapasitesine ve eşitlik ilkesine bağlı olarak desteklemektedir.

“Lichfield’a göre, kentsel dönüşüm, kentsel bozulma süreçlerini daha iyi anlama ihtiyacından doğan ve gerçekleştirilecek dönüşümde elde edilecek sonuçların üzerinde bir uzlaşmadır. Donnison’a göre ise kentsel dönüşüm, kentsel çöküntü alanlarında yoğunlaşan sorunları eşgüdümlü bir biçimde çözümlemek için ortaya konulan yeni yol ve yöntemlerdir. Roberts kentsel dönüşümü, kapsamlı ve bütünleşik bir vizyon ve eylem olarak, bir alanın ekonomik, fiziksel, toplumsal ve çevresel koşullarının sürekli iyileştirilmesi olarak tanımlamaktadır. Bir başka deyişle, yitirilen bir ekonomik etkinliğin yeniden geliştirilmesi ve canlandırılması, işlemeyen bir toplumsal işlevin işler hale getirilmesi; toplumsal dışlanma olan alanlarda, toplumsal bütünleşmenin sağlanması; çevresel kalitenin veya ekolojik dengenin kaybolduğu alanlarda, bu dengenin tekrar sağlanmasıdır. Bu nedenle, kentsel dönüşüm, yeni kentsel alanların planlanması ve geliştirilmesinden çok, varolan kentsel alanların planlanması ve yönetimi ile ilgilidir” (Akkar, 2006: 29–38).

Batı ülkelerinde bir süredir okutulmakta olan Kentsel Siyaset dersi kapsamında, “kentlerin yenilenmesi ve planlı gelişimine ilişkin siyasal sorunlar”a da yer verilmektedir. Buna karşılık az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, yönetsel ve mali özerkliğe sahip olmayan yerel yönetimlerin varlığı karşısında, Kentsel Siyaset konularının siyasallaştığı görülmektedir. Örneğin; hızlı, dengesiz ve sağlıksız kentleşme ile kentsel dönüşüm çabalarının sonucu olarak ortaya çıkan rant paylaşımı sorunları bunlardan bazılarıdır (Keleş, 2006b, 109–110).

Kuşkusuz kent sorunlarını bir “mekân örgütlemesi” sorunu olarak algılamak yanıltıcı olacaktır. Sorunların belli bir mekânsal düzlemde yer alması nedeniyle, mekâna yani yerele ilişkin özellikleri ve boyutları olmakla birlikte bunları karakterize eden temel öge, yerellik değildir. Burada ortaya çıkan yöntembilimsel soru, kent sorunlarının ne ölçüde yerellikle, ne ölçüde toplum yapısının işlevi ile ilgili oldukları hususudur. Her iki değişkenin de sonuç üzerinde belli düzeyde etkileri olduğu bilinmekle birlikte, kentlerde olup biten her şeyi, toplumsal ilişkiler ağını ören sınıflar diyalektiğinin belirlediği iddiaları da mevcuttur (Keleş, 2006b: 112–

113).

Nitekim kentsel dönüşüm çabalarında, bu kentsel çelişkiler ve sınıfsal farklılıkların rolü yadsınamamaktadır. Burada devletin ya da yerel yönetimin tercihi önemli olacaktır. Yerel ve özeksel yönetimin, kentsel değişim uygulamalarını gerçekleştirirken, toplumsal geleceği ve yararı, sınıf çatışmalarının üzerinde tutması doğru olanıdır. Aksi takdirde, yönetim vereceği kararlarda sorun üreteceği gibi, adil ve objektif olmaktan uzak bir tutum içine girmiş olacaktır.

Bunun yanı sıra, her türlü kentsel dönüşüm girişiminin, dönüştürülmeye konu alanları damgalayan, bir çöküntü alanı saptaması üzerinde kurulduğunu ve bunun için hem fiziki doku, hem ekonomik durum, hem de sosyal, kültürel ve ahlaki bir çöküntüye gönderme yapıldığını iddia eden yazarlar da vardır. Bu damgalama giderek güvenliğe yapılan vurguyu kalınlaştırmaktadır. Bu düşünceye göre, neoliberal devletlerin yapısal dönüşümü çerçevesinde ulus-devletin yeniden bölüşüm ve sosyal boyutunun zayıflaması sonucunda, devletin asayiş işlevi öne çıkmaktadır.

Gittikçe gerileyen devletin “geleneksel” görevlerinin yerine, “yeni” devletin başlıca varlık nedeni haline gelmiş güvenlik işlevinden hareketle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamaları aslında devletin sosyal sorumluluğunun iflasıdır ( Perouse, 2007: 1).

Kentsel dönüşüme yönelik bu tür yaklaşımlar, uygulamaya konu olacak kent bölgesinin mekânsal özelliklerinin ve mimari yapılarının tümden ortadan kaldırılarak yeniden inşası düşüncesine dayandığı görüşündeyiz. Tarihi alanda mevcut binaları restore ederek bunların yeniden kullanıcıların hizmetine sunulması şeklindeki kentsel

dönüşüm uygulamaları ise, güvenlik amaçlı da olsa sosyal devlet ilkesine uygunluk gösterecektir.

Kentler de tıpkı canlı varlıklar gibi doğan, büyüyen, yapıları değişen toplumsal birimlerdir. Kentlerin eskiyen bölümleri, zaman içinde yenileme gereksinimi duymaktadırlar. Bu yenileme kendiliğinden olabildiği gibi, planlı bir biçimde de yapılabilmektedir. Doğal olarak kendiliğinden yenilemenin maliyeti yüksek çıkacaktır. Kentsel yenileme zorunluluğu, kentteki yapıların fiziksel ve toplumsal özelliği nedeniyle ortaya çıkabileceği gibi, belli bir semtin ya da kent-bölgenin değerini tümden yitirmesi sonucunda da sözkonusu olabilecektir (Keleş, 2006a: 437–438).

Yapı sahipleri henüz eskimemiş ve kullanılır durumda olan binalarını rant sağlama amacıyla kent yönetiminin de bilinçsiz yaklaşımıyla yıkarak yerine daha yoğunluklu yapılaşmaya gidebilmekle, böylece yeşil alanlar daralmakta, kent yüksekliği artmakta,, insan ve araç trafiğine boğulmuş kent parçaları oluşmaktadır.

Bu da kuşkusuz olumsuz anlamda kent yenilenmesini tanımlamaktadır.

Gelişmiş ülkelerde kentsel yenileme, başlıca üç amacın gerçekleşmesinde bir araç olarak gündeme gelmektedir (Keleş, 2006a: 438–439): Bunlar, yoksulluk yuvalarının (slum) temizlenmesi, diğer kent kesimleri ile arasındaki ekonomik canlılık ayrımını gidermek üzere kent özeğindeki yenileme ve kent özeğinde yerel yönetim kaynaklarının artırılmasıdır.

Kentsel dönüşümün kent yenileme dışındaki diğer türlerini ise şu şekilde açıklamak mümkündür: Kentsel Yeniden Canlandırma, yapıların özgün işlevlerini yitirdikleri, yapı olarak iyi durumda olmalarına karşın, değerlerinin azaldığı durumlarda uygulanmaktadır. Kentsel Koruma, genellikle işlevlerini yerine getiren binaların, tarihi, mimari ve kültürel değere sahip bölgelerde ve onlarla birlikte korunmasını sağlamak için, mevcut yapıların ortadan kaldırılarak kazanılan kent toprağının yeni kullanımlara ayrılmasını içermektedir. Kentsel Yeniden Geliştirme ise, sınırları belli alanlarda, gerek yapıların gerekse bölgelerin bir bütün olarak, yitirmiş oldukları ekonomik, fiziksel ve toplumsal değerlerini başka biçim ve boyutla kazanımlarına yönelik uğraş olarak tanımlanabilecektir.

Son yıllarda batı ülkelerinde plancılar, kent özeklerini daha yoğun olarak kullanma amacına yönelmişlerdir. Bu türlü yaklaşımlara, Kentsel Yeniden Doğuş (urban renaissance) veya Kentsel Yeniden Canlanma (urban regeneration) adı verilmektedir. Bunların yanında Kentsel Soylulaştırma (gentrification) kentin çökmüş semtlerindeki evlerin, özellikle orta gelirli profesyonellerce alınıp yenilenmesi, böylece mülklerin değeri artarken düşük gelirli kişilerce yerlerinden edilmesi anlamına gelmektedir. Kentsel Dönüşüm ise (urban transformation) kendiliğinden bir süreç olmayıp, toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal amaçlarla kent bölümlerinin kullanım biçimine dışarıdan karışma sonucunda ortaya çıkmaktadır.

Dönüşüm eylemine konu alanlar arasında, gecekondu bölgeleri, doğal yıkım riski taşıyan bölgeler, kent özeğindeki çöküntü alanları, ekonomik ömrünü

tamamlamış bölümler ve tarihi kent dokuları sayılabilir. Kentsel alanların daha iyi kullanımlı kent bölümlerine dönüştürülmesini sağlamak üzere, belediye, konut idaresi gibi kamu kurumları ile özel kesimin ortak yapılanmaya gitmesi olanaklıdır ve sürecin etkinliğinde yarar sağlayacaktır. Hatta sivil toplum kuruluşlarının da katkısı alınabilecektir.

Diğer taraftan kentsel dönüşüm süreci, dinamik ve sistematik niteliğe sahip dört alt evreden meydana gelmektedir (Gürler, 2002: 226–227):

a. Kentsel Durgunluk: Dışsal politik-ekonomik krizlerin ve sosyal hareketlerin kentsel alan üzerindeki olumsuz yansıması evresidir. Kent-içi tarihi alanlar yıpranma sürecine terkedilerek kentin kültürel ve çevre kalitesinde düşüş ve özgün nüfus yapısında azalma söz konusu olmaktadır.

b. Kentsel Çöküş: Politik-ekonomik faktörlerin ve sosyal hareketlerin, kentsel alanlarda olumsuz etki yapmayla sonuçlandığı ve kent-içi tarihi alanların arazi değerlerinde rant-boşluğu oluşumuna neden olduğu evredir.

c. Kentsel Yeniden Gelişim: İçsel politik-ekonomik ve toplumsal faktörlerin kentsel alanlarda olumlu tepkiyle sonuçlanması evresi olup, kent-içi tarihi mekânlar yeniden yapılanma ve yükselme süreci yaşamaktadırlar.

d. Kentsel Değişim: Politik-ekonomik güçlenmenin ve sosyal hareketlerin kentsel alan üzerinde olumlu yansımasıdır. Kent-içi tarihi alanların seçkinleştirme (gentrifikasyon) ve sosyal ayıklama (filtreleşme) süreçlerine dahil olmasını

sağlamakta ve kültürel değerlerin kazanımı yönünde belli bir düzelme ortaya çıkarmaktadır.

Kentsel dönüşüm süreci, kentsel alanın yeniden üretimine, bu bağlamda kent kimliğinin ortaya çıkışına ve yeniden sahiplenilmesine yol açacak kentsel yeniden canlanma ya da kentsel yenileşme uygulamasına ulaştığında, kendinden beklenileni sağlamış olacaktır.

İngiltere’deki kentsel yenileme uygulamasının ilk kapsamlı irdelenmesini yapan Gibson ve Langstaff şunları dile getirmişlerdir (Kocabaş, 2006: 3): “… kentsel yenileme deyimi Amerika kökenlidir. Orada ve pek çok ülkede, eski kent ve kasabaların, merkezi iş alanları da dahil olmak üzere iyileştirilmesini ya da yeniden yapılaştırılmasını ifade etmektedir. Uygulamada ise, kentsel yenileme, tanımlandığı biçimde genellikle mevcut düşük gelirli nüfusun yerinden edilmesi, daha kârlı ofis, ticari ve lüks konut yapılaşmaları veya ulaşım alt yapısının sağlanması anlamlarına gelmektedir.”

1950’li ve 1960’lı yıllarda kentsel yenileme, emlak piyasasının talepleri doğrultusunda gerçekleştiği için ABD’ deki uygulamalar olumsuz sonuçlar doğurmuştur. İngiltere’deki ise, hem kentin yarışabilirliğini desteklemesi hem de sosyal dışlanmayı azaltma hedefine sahip olması açısından daha başarılı olmuştur.

Burada, mahalle yenileme programlarının uygulanması aracılığı ile gönencin en yoksul kesimlerce de paylaşılması öngörülmüştü.

1960’lı yıllarda planlama yazınına giren “Weimar & Hoyt Klasifikasyonu”

kuramsal çerçevesinde ise, kent dokusunda yürütülecek sağlıklaştırma çalışmaları üçlü stratejide olacaktır: Koruma, İyileştirme ve Yenileme.

Bunlardan Koruma; kentin eski dokusunda işlevsel ya da mekânsal bir değişime izin vermemekte, kesin bir koruma öngörmektedir. İyileştirme ise, eksikleri gidermeyi kapsamaktadır. Son strateji olarak Kentsel Yenileme ile, kentsel dokuda sağlıklaştırma amaçlı, kapsamlı-kökten müdahalelerle büyük ölçüde yıkımlar ve yeniden yapılanmalar meydana getirilmektedir. Avrupa’nın kültür kentlerinde yürütülen bu çalışmalar sonrasında karşılaşılan kentsel kimlik kaybı ve neredeyse tekdüze hale gelen kent imgesi sorunsalı ise, Kentsel Yenileşme’nin düşünsel temelini oluşturmaktadır.

Kentsel Yenileme yerine uygulaması başlatılan Kentsel Yenileşme, kentli insanın kent mekânı ile birlikte ele alınmasını, kentin kültürel değerlerinin ve kentsel yaşamın geçmişteki ölçü ve oranlarıyla yeniden canlandırılmasını öngörmektedir.

Yeniden canlandırma, yeniden yaşam kazandırma ya da yeniden yaşanabilir kılma amacıyla yürütülen bu çalışmalar, kentin yerleşik değerlerini ve iç dengelerini bozmadan yapılabilecek bir çağdaşlaşma olarak nitelendirilecektir (Bilsel Polat, Yılmaz, 2006: 54-55).

Doğal olarak dinamik bir yapıya sahip olan kentlerde, dönüşüm süreçleri farklı zaman dilimlerinde farklı şekillerde gelişmekte ve birçok ülkede bu dönüşümlere koşut olarak farklı zamanlarda farklı müdahale biçimleri ortaya

çıkmaktadır. Tüm bu müdahalelerin temelinde de, kentlerde ortaya çıkan bozulmanın giderilmesi yatmaktadır (Uzun, 2006: 49–52).

Kentler fiziksel, toplumsal, çevresel, ekonomik ve ideolojik faktörlerin etkisinde değişim gösterdikleri gibi, kendileri de birçok değişim ve dönüşüme neden olabilmektedirler. Kentsel mekândaki değişim ve dönüşümler, kimi zaman mekân ve yaşam kalitesini artırıcı yönde olurken; kimi zaman ise, mekânın ekonomik, toplumsal, çevresel ve fiziksel çökme ve bozulması olarak kendini göstermektedir.

Kentsel dönüşüm, belirli bir zaman aralığında sürekli gerçekleşen bir olgu olmasına karşın kent planlama yazınında, kentsel alanlardaki ekonomik, kültürel, fiziksel ve çevresel çökme ve bozulmaya karşı verilen bir yanıt olarak görülmektedir (Akkar, 2006: 29-38).

1990’lı yıllardan itibaren kentsel dönüşümde kullanılan en yaygın müdahale biçimi, ‘kentsel yenileşme’ ya da “kentsel canlandırma” dır. Bu dönemin önde gelen özelliklerinden biri, çok-aktörlü ve çok-sektörlü işbirliklerine bağlı kentsel dönüşüm süreçlerinin varlığıdır. Kentsel dönüşüm projelerinde, yerel yönetimler de gittikçe etkin olmaktadırlar. Bu dönemin kentsel politikaları, rekabetçi, işbirlikçi ve girişimci yaklaşımlara açık yerel yönetimleri desteklemiştir. Bu yıllarda ayrıca kentsel dönüşüm alanında yeni kurumsallaşmalar oluşturularak, bölgesel ölçekte yeni örgütlenmeler geliştirilmiştir. İngiltere’de kentsel çöküntü alanlarının canlandırılmasında, farklı toplumsal kesimlerle ortaklıkların kurulmasına öncülük eden, finansal kaynak sağlayan ve bölgesel ölçekte çalışan “kentsel canlandırma ajansları” buna örnektir (Akkar, 2006: 32).

Bu projeler aynı zamanda, kentlere ulusal ve uluslararası yatırımların yönlenmesini hedeflemektedir. Bazı kentsel canlandırma projeleri ise kültürel etkinliklerin öncülüğünde kentsel dönüşümü sağlamayı amaçlamaktadır. Glasgow, Dublin, Rotterdam gibi Avrupa’nın kültür başkentleri olan kentler, kent merkez ve çeperlerindeki, eski liman ve sanayi alanlarındaki çöküntü alanlarının canlandırmasını bu tür projelerle sağlamışlardır. Edinburgh ve Utrecht ise, tarihi ve kültürel miraslarını koruma odaklı projeleriyle ön plana çıkmıştır. Barcelona, Atina, Porto, Orlando, New Orleans, Pekin gibi kentler ise spor, sanat ve kültür etkinlikleri sayesinde, kentsel gelişmelerini hızlandırmışlardır (Akkar, 2006: 34).

Sanayinin gerilemesi ile birlikte tahrip edilen alanların yeniden geliştirilmesi sürecindeki yaklaşımlar, toplumsal ve ekonomik odaklı olup, başta istihdam olmak üzere yitirilen değerlerin yeniden yaratılmasına yöneliktir. Bu alanlarda yaşayanların fiziksel, toplumsal, ekonomik anlamda kentle bütünleşmesi amaçlanmaktadır. Sanayi sonrası geliştirilen yaklaşımlardan bir diğeri ise, sanayileşme süreci ile kentin dışında yeni yaşam alanları bulan kentlilik bilincine sahip nüfusun, kente dönüşünü sağlamaktır (Kılıç, 2006: 13).

Kentsel dönüşüm projelerinin başarılı olmasında ön plana çıkan ortak özelliklerden birincisi, bu projelerin stratejik planlama yaklaşımı ile geliştirilmiş olmasıdır. Esnek bir planlama anlayışına bağlı olarak geliştirilen bu projelerin dönüşüm politikaları, zaman içinde değişen ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullara göre tekrar gözden geçirilmektedir. Projelerin ikinci özelliği, işbirlikçi ve katılımlı planlama yaklaşımıyla, özel ve kamu sektörü, gönüllü

kuruluşlar ile toplumun farklı kesimlerinin ortaklıkları ve uzlaşmalarına dayanmasıdır. Bunun için kentsel dönüşüm projelerinde iş adamları ve esnaf forumu, mahalle veya bölge sakinleri forumu, kentsel tasarım paneli gibi çeşitli aktörlerin katılımına yönelik platformlar oluşturulmaktadır (Akkar, 2006: 34).

Sonuç olarak, 19. yüzyıldan bugüne kadar, kentlerdeki toplumsal, fiziksel, ekonomik ve çevresel bozulmaya çözüm bulmak amacıyla uygulanan kentsel dönüşüm politikalarında, önemli bir çeşitlilik ve zenginlik bulunmaktadır.

Avrupa kurumlarının konuya yaklaşımı ise olumlu bir seyir izlemektedir.

Avrupa Konseyince, 1982 yılında “Kentsel Yenileşme Kampanyası” başlatılarak, üye ülkelerin kentlerinde yerleşik kentsel kültür değerlerinin korunup geliştirilmesi ve halkın, yaşadığı kentsel çevrenin iyileştirilmesine bilinçli katılımı hedeflenmiştir.

Kampanya ile “kentsel yenileme” (urban renewal) ve “kentsel yeniden doğuş” (urban renaissance) gibi farklı bakış açıları getirilmiştir. Bu kampanya boyunca sorunlu kentsel çevrelerin yaşamaktan zevk alınan mekânlara dönüştürülmesi, yıpranarak özgün niteliklerini yitiren tarihi çevrelerin yeniden kullanılabilir duruma getirilmesi, tümüyle yıkılıp yenilenmek yerine kültür değerlerine dayalı kentleşmenin kazanımı, amaçlanmıştır (Bilsel, Polat, Yılmaz, 2006: 54-55).

1986 yılına gelindiğinde, Avrupa Konseyi görüşünü şu şekilde dile getirmiştir: “ Tarihi binalara ilişkin koruma stratejisi ve kararları, sadece tarihi devamlılık duygusunu sürekli kılmaya yardımcı olmayacak, aynı zamanda kentsel

çevrede kalitenin geliştirilip korunması ve kentlerin/kasabaların daha çekici hale getirilmesi yolu ile ekonomik yenileştirmeyi de teşvik edecektir”

Avrupa Birliği (AB) ise, 1998 yılında konuya ilişkin şu görüşü vurgulamıştır:

“Komisyon ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel, ulaşım ve güvenlik boyutlarını bütünleştirerek, Yapısal Fonlar kapsamında yoksul kentsel alanların yenileştirilmesi için alan-tabanlı yaklaşımı savunmaktadır.”

AB nezdinde, mimarları temsil etmek üzere 1990 yılında kurulan Avrupa Mimarlar Konseyi (Architeks’ Council of Europe) tarafından 1995 yılında yayınlanan Beyaz Kitap “Avrupa’nın Yapılı Çevresi İçin Öneriler”, önemli saptamalarda bulunmakta ve yaklaşımlar getirmektedir: “Kentlerimizi ve kasabalarımızı ziyaret eden milyonlarca insan, binlerce yıllık bir tarihin ve daha iyisi hiçbir zaman başarılamamış olan bir kültürel emeğin canlı tanıklarıdır. İster gösterişli, isten mütevazı ölçeklerde olsun, dünyanın en iyi mimarlık ürünlerinin ve kentsel tasarımlarının çoğu burada ve atalarımızın, bizimkilere kıyasla çok daha sınırlı olan ekonomik ve teknik olanakları ile yaşam sorunlarını nasıl çözdüklerini göstermektedir. Bu, günlük hayatımızı zevkli kılan bir mirastır. Elde kalan çok az sayıdaki bozulmamış yörelerimiz, yeterince denetlenmeyen inşaatlarda sürekli olarak tahrip edilmektedir.” (Avrupa Mimarlar Konseyi, 2002: 1). Beyaz Kitap ayrıca, sürdürülebilir kentler konusunda kültürel değerlerin önemine değinerek, mimarlık bağlamındaki öngörüleri sıralamaktadır.

AB Avrupa Mekânsal Gelişim Perspektifi ve ilgili direktiflerde, sürdürülebilir kentsel geliştirme ve yenileştirme için gösterilen hedefler şunlardır: Kasaba ve kentlerdeki ekonomik refah ve istihdam olanaklarının artırılması, kentsel alanlarda eşitlik ve sosyal katılımın özendirilmesi, kentsel çevrenin korunması ve iyileştirilmesi ve iyi yönetişime ve yerelin güçlendirilmesine katkıda bulunulmasıdır (Kocabaş, 2006: 9–110).

AB uygulamalarında, kentsel yenileme çabalarının yönetişim ağırlıklı olması yani toplum-tabanlı yaklaşımın benimsenmesi zorunlu görülmektedir. Bu bağlamda uygulamaya konulan mahalle yenileştirme süreci, koşulların en düşük nitelikte olduğu mahallelere kamu kaynaklarının aktarılarak düzeyin yükseltilmesini ve kentin geri kalan alanları ile arasındaki açığın azaltılmasını hedeflemektedir. Gerçekten birçok AB kentinde 1990’lı yıllardan itibaren, mahalle yenileştirme çalışmaları tarihi bölgelerde de uygulanmış, ve bunun sonucunda, tarihi binaların ve tarihi yerleşim alanlarının korunması çalışmaları kamu kaynaklarından daha fazla pay alır duruma gelmiştir.

Örneğin; Belçika’da Namur kentinde daha önceleri Brasseur sokağında yapılan örnekten hareketle, Ilon mahallesi de kent yönetimi tarafından “yenileme”

kapsamına alınarak 2007 yılında kaynak ayrılmış ve. bu amaçla Kent Belediyesi Konut İdaresine (Régie forcière) yetki verilmiştir. Ilon mahallesinde daha önceki yıllarda Toplumsal Eylem Merkezi (Centre Public d’Action Sociale-CPAS) tarafından hizmet binası yapılmak üzere satın alınıp yıkılmak istenilen eski evler bu suretle korunmuş, hatta 1994 yılında tanımlanan öncelikli koruma alanı içinde yer

aldığı için, klasik yenileştirmelere tahsis edilen % 75 oranı yerine, % 90 yardım alabilmiştir. Buna olanak tanımak üzere CPAS sahip olduğu evleri belediye yönetimine devretmiş ve böylece mahallenin çekim merkezi olmasının yolunu açmıştır (Le Soir, 2007).