• Sonuç bulunamadı

1.5. İklim Değişikliği Sorununa Yönelik Uluslararası Çözüm Arayışları

1.5.2. Kyoto Taraflar Protokolü

Kyoto Protokolü, Kyoto’da 3. Taraflar Konferansı’nda 1997 yılında şekillenmiş fakat 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Yürürlüğe geç girmesinin sebebi ise 1990 yılında toplam CO2 emisyonlarının minimum %55’ine neden olan içerisinde gelişmiş ve sanayileşmiş

ülkelerin de yer aldığı minimum 55 ülkenin imza atma şartının sağlanamamasıdır (UNFCCC, 1998:18). Kyoto Protokolü 1997’de imzalanmış 2005’de yürürlüğe girmiştir.

Kyoto Protokolü, UNFCCC’ye ait bir çerçeve niteliği taşımaktadır. Bu bağlamda protokol, sera gazı emisyonu miktarının azaltılmasını ülkelerin yükümlülük derecesine göre düzenleyen ve “uluslararası bağlayıcılığı” olma niteliğine sahip bir metin özelliği taşımaktadır. Söz konusu yükümlülüklerin gerçekleştirilmemesi durumunda yaptırım gücüne sahip olan Kyoto Protokolü, piyasa ekonomisine benzer bir yapıya sahip olup, kendine has esneklik mekanizmaları ile ülkeleri sorumluluk üstlenmeleri hususunda bilgilendiren bir anlaşmadır (Kıvılcım, 2013: 41). Kyoto Protokolü, özellikle sanayileşmiş ülkelerde gerçekleşen sera gazı emisyonlarının azaltılması için spesifik bir plan ortaya koymakta ve söz konusu emisyon oranının düşürülmesinin 2008-2012 döneminde gerçekleşmesine yönelik bir hedef belirlemektedir (UNFCCC, 1998: 2).

Kyoto Protokolünde belirlenen temel başlıklar ise genel olarak aşağıdaki gibi sıralanabilir (UNFCCC, 2008):

 Atmosferdeki sera gazı emisyonu miktarının %5’e indirilmesi,

 Endüstri, motorlu taşıtlar ve ısınma sektöründe meydana gelen sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik mevzuatların tekrar düzenlenmesi,

 Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji ile daha uzun yol alma, daha az enerjiye ihtiyaç duyan teknoloji sistemlerinin sanayiye entegre edilmesi, ulaşım sektöründe ve çöp depolamada çevreciliğin temel ilke olması,

 Atmosfere salınan metan ve CO2 emisyonlarının azaltılması amacıyla

alternatif enerji kaynaklarına odaklanılması,

 Demir-çelik, çimento ve kireç fabrikaları gibi yüksek miktarda enerjiye ihtiyaç duyan şirketlerde atık işlemlerinin tekrar gözden geçirilmesi,

 Termik santrallerde görece daha az miktarda emisyon salımı yapan sistemlerin ve teknolojilerin devreye sokulması,

 Güneş enerjisinin önünün açılması, nükleer enerjinin sıfır sera gazı emisyonu salımı yaptığı için ön plana çıkması,

 Fazla yakıt tüketen ve fazla sera gazı emisyonu salımı yapandan daha fazla vergi alınmasıdır.

Kyoto Protokolü'nün tarafları olan sanayileşmiş ülkeler için sera gazı emisyonu hedefleri, 2008-2012 taahhüt dönemi süresince izin verilen emisyon düzeyleri veya “tahsis edilen miktarlar” olarak belirlenmiştir (UNFCCC, 1998: 12). Bu miktarlar ton cinsinden ifade edilmektedir (CO2 eşdeğeri emisyonlar). Protokole göre, sanayileşmiş

ülkeler her şeyden önce iklim değişikliği çözümüne yönelik yerel eylemlerde bulunmalıdırlar. Ancak Protokol bu ülkelere üç yenilikçi piyasa temelli mekanizma yoluyla emisyon azaltma taahhütlerini yerine getirme konusunda belirli bir esneklik sağlamaktadır.

UNFCCC (2011) tarafından yayımlanan raporda söz konusu esneklik mekanizmaları hakkında bilgiler verilmiştir. Kyoto Protokolünde yer alan üç farklı esneklik mekanizması: emisyon ticareti, temiz kalkınma mekanizması ve ortak uygulamada (JI) karbon piyasası olarak bilinmektedir. Bu mekanizmalarla üretilen karbon piyasası, dünya çapında emisyonları azaltmada önemli bir araç kabul edilmektedir. 2006 yılında karbon piyasasının değeri 30 milyar $ olup, bu değer artmaya devam etmiştir (UNFCCC, 2012: 3).

UNFCCC (1998) tarafından yayımlanan Kyoto Protokolüne göre CDM ve JI karbon piyasasını besleyen iki proje tabanlı mekanizmadır. JI, sanayileşmiş ülkelerin diğer gelişmiş ülkelerle (genellikle geçiş ekonomileri olan ülkeler) ortak uygulama projeleri yürütmelerine olanak sağlarken; CDM ise gelişmekte olan ülkelerdeki emisyonları azaltan sürdürülebilir kalkınma projelerine yatırım yapmayı içermektedir Protokol uyarınca, ülkelerin gerçek emisyonları izlenmeli ve yürütülen ticaret işlemlerinde kesin kayıtlar tutulmalıdır. Taraflar, mekanizmalar altındaki işlemleri izlemek ve kaydetmek için ulusal bir kayıt tutmalıdırlar. Sekretarya, işlemlerin Protokol kurallarına uygun olduğunu doğrulamak için bağımsız bir işlem kaydını tutmakta ve uygunluğu sağlamak için uzman inceleme ekipleri kurmuştur.

İklim değişikliği ile mücadelede en önemli enstrümanlardan birisi de iklim değişikliğine adaptasyondur. Çünkü değişen iklim sistemiyle birlikte bölgelerde tarım, hayvancılık ve yeme alışkanlıkları gibi konularda da değişimler görülmektedir. Bu olguya iklim değişikliğine adaptasyon denilmektedir (Parry vd., 2005: 1). UNFCCC (2003) tarafından yayımlanan raporda yer alan bilgilere göre Kyoto Protokolü, ülkelerin iklim değişikliğinin kaçınılmaz etkilerine uyum sağlamalarına yardımcı olmak ve iklim değişikliği etkilerine karşı direncin artırılmasına yardımcı olabilecek tekniklerin geliştirilmesini kolaylaştırmak için tasarlanmıştır. Adaptasyon Fonu, Kyoto Protokolü Tarafları arasında yer alan gelişmekte olan ülkelerdeki somut uyum projelerini ve programlarını finansal olarak desteklemek amacıyla kurulmuştur ve bu fon, temiz kalkınma mekanizması ile proje faaliyetlerinden elde edilen gelirle finanse edilmekte ve diğer kaynaklardan fon almaktadır (UNFCCC, 2018:1).

Kyoto Protokolü, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında zorunlu hedefler ihtiva etmesi nedeniyle uluslararası tek yasal belge özelliğine sahiptir. Kyoto Protokolü çerçevesinde gelişmiş ülkeler ülkelerin belli düzeylerde sera gazı emisyonu azaltım

hedeflerini (emisyonların 1990 seviyelerine indirilmesi) içermektedir (Kıvılcım, 2013: 41). Bu hedeflerin gerçekleşmesi halinde gelecek nesillere sürdürülebilir bir yerküre mirası bırakma planının kolaylaşacağı öngörülmektedir.

Tablo 6’da sözleşmeye göre farklı yükümlülükler yüklenmiş üç farklı ülke grubu hakkında bilgilere yer verilmiştir.

Tablo 6: UNFCCC ve Kyoto Protokolü Kapsamında Ülke Grupları

“EK-I (Gelişmiş/Sanayileşmiş Ülkeler): (AB, 1990 tarihli OECD üyeleri, AB dışında kalan Rusya ve Ukrayna): Sera gazı emisyonu salımlarını sınırlandırmak, sera gazı yutaklarını muhafaza etmek ve geliştirmekle beraber geliştirdikleri ulusal iklim politikalarını UNFCCC Sekreteryasına bildirmekle yükümlüdürler (Tarihsel Sorumluluk). Bu ülkeler; Almanya, ABD, AB, Avustralya, Avusturya, Belarus, Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Japonya, Letonya, Lihtenştayn, Litvanya, Lüksemburg, Kanada, Macaristan, Monako, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Ukrayna, Yunanistan ve Yeni Zelanda’dır.

EK-II (Gelişmiş/Zengin Ülkeler): EK-I grubunun yükümlülüklerine ilaveten, gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliği ve çevresel sorunlarla mücadele konularında teknoloji transferi ve finansal destek sağlamakla yükümlü olan OECD ülkelerini ve AB’yi kapsamaktadır (Mali Destek Sorumluluğu). Bu ülkeler; Almanya, ABD, AB, Avustralya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Japonya, Lüksemburg, Kanada, Norveç, Portekiz, Yeni Zelanda ve Yunanistan’dır.

EK-I Dışı (Ekler Dışı) Ülkeler: Bu kategoride, EK-I ve EK-II kapsamı dışında kalan tüm ülkeler bulunmaktadır. Bu ülkeler, başta Meksika ve Güney Kore gibi OECD ülkeleri olmak üzere Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Malta, Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve Singapur gibi gelişmekte olan ülkelerin yer aldığı toplamda 150 ülkedir.

KYOTO PROTOKOLÜ KAPSAMINDA ÜLKE GRUPLARI:

EK-B: Kyoto Protokolü’nün ilk yükümlülük döneminde (2008-2012) 1990 yılı baz alınarak yüzdesel olarak hesaplanan sera gazı emisyonlarını azaltma ya da sınırlama yükümlülüğü bulunan ülkelerdir. Türkiye ve Belarus dışındaki UNFCCC EK-I Ülkeleri, bu kapsamda yer almaktadır.”

Kyoto Protokolünün imzaya açılması ve yürürlüğe girmesi ile ilgili farklı bir süreç yaşanmıştır. 1997’de şekillenen Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girebilmesi için yeterli imzanın toplanamamasından dolayı sözleşme ancak 2005 yılında yürürlüğe girebilmiştir. Kyoto Protokolünün yürürlüğe girebilmesi ve yasal olarak bağlayıcı olabilmesi için, UNFCCC’ye taraf olan en az 5 ülke tarafından onaylanmış olması ve onaylayan 55 ülkenin, 1990 yılı toplam CO2 emisyonu salımlarının en az %55’ini karşılayan

sanayileşmiş ülkelerden oluşması gerekmektedir (UNFCCC, 1998:18). Söz konusu dönemde ABD başkanı George W. Bush, ABD’nin ekonomik açıdan olumsuz etkileneceğini savunarak (ki Kyoto Protokolü bir önceki Başkan Bill Clinton tarafından kuvvetli bir şekilde desteklenmektedir), 2001 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf olmayacağını açıklamıştır. Türkeş (2006) bu durumu çalışmasında açıklamıştır. Buna göre, ABD, EK I ülkeleri 1990 yılı toplam CO2 emisyonu salımı içerisinde %36,1 gibi

büyük bir paya sahip olması ve Bush yönetiminin olumsuz tavrı nedeniyle Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girmesini zorlaştırmış ve geciktirmiştir. Söz konusu gecikmenin başka bir nedeni de 1990 yılı emisyon salınımlarının yaklaşık %17,4’üne neden olan Rusya’nın uzun bir süre sözleşmeye taraf olmaya yanaşmamasıdır. Ancak, uluslararası toplum, ABD’nin tüm engelleme girişimleri ve sözleşme maddelerini lehine çevirmeye çalışmasına rağmen, sözleşmenin ABD taraf olmasa da yürürlüğe girmesi için büyük bir emek ve iş birliği ortaya koymuştur. 1990 yılı emisyon salımının %17,4’üne sahip Rusya, AB’nin de baskısı neticesinde 2005 yılında 140. ülke olarak sözleşmeye taraf olmuştur. Böylece, ABD (%36,1) olmamasına rağmen; EK-I ülkelerinin 1990 yılı toplam salımlarının %61,6 oranına ulaşılmıştır. Dolayısıyla, ABD ve Avustralya’nın küresel iklim sisteminin korunmasına yönelik olumsuz yaklaşımlarına rağmen, uzun bir gecikme sonrasında 16 Şubat 2005 tarihinde Kyoto Protokolü yürürlüğe girmiştir.

Kyoto Protokolü gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı açılardan ele alınmakta ve her ülke kendi çıkarlarını korumaya ve arttırmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, gelişmiş

ülkelerin Kyoto Protokolü’ne karşı çıktığı görüşlerden birisi de; gelişmekte olan ülkelere emisyon düşürme hedefinin koyulmamasıdır. Ancak gelişmekte olan ülkeler, iklim değişikliği sorunundaki en büyük sorumluluğun gelişmiş ülkelerin atmosfere saldığı sera gazı emisyonları olduğunu ileri sürmektedirler ve bu yüzden söz konusu maliyetlerin de gelişmiş ülkeler tarafından yüklenilmesi gerektiğini iddia etmektedirler (Kakaç, 2005: 2). Bu nedenlerden dolayı gelişmekte olan ülkelere Kyoto Protokolü’nde herhangi bir sera gazı emisyonu azaltma hükmü bulunmamaktadır. Belirtilen görüşler çerçevesinde bir yandan Kyoto Protokolü’nün yürütülmesi için uğraşılırken bir yandan da Kyoto Protokolü sonrası süreç oluşturulmaya çalışılmıştır (Şahin, 2016: 9).

Kyoto Protokolü sera gazı konsantrasyonlarını dengeleyecek, gerçek bir küresel emisyon azaltma rejimi için önemli bir ilk adım olarak görülmektedir.

Kyoto Protokolü’nün iklim değişikliği ile mücadelede yapmış olduğu katkı ve 2008- 2012 uygulama dönemi sonrasında yerini alacak bir uluslararası iklim değişikliği anlaşmasının içeriği, önemli tartışmalara neden olmuştur. Bu tartışmaların başlangıç noktası, Kyoto Protokolü’nün güçlü ve zayıf yanlarının farklı kıstaslara göre ortaya konulmasıdır (Doğan ve Tüzer, 2011: 175). Güçlü yönler iklim değişikliğine yönelik ülkelerin uluslararası bir anlaşmaya yanaşması, gelişmiş ülkelerin sorumluluk almayı kabul ederek gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere finansal yardım ve teknoloji transferi noktasında destek olmayı taahhüt etmeleridir. Olumsuz yönleri ise emisyonların azaltılması noktasında belirlenen hedeflerin tutturulamamasıdır. 2007’de Bali şehrinde düzenlenen 13. Taraflar Toplantısı’na (COP 13) kadar gerçekleştirilen müzakereler, arzulanan seviyeye gelememiş, ülkelerin ulusal önceliklerinin ön plana çıkması ve ekonomik yapıları sebebiyle yükümlülüklerin gerçekleşmediği bir durum ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda 2007 yılında COP13 müzakere sürecinin daha etkin hale getirilmesi ve

ülkeler arasındaki farklılığın azaltılmasına yönelik iki süreçli bir müzakere sistemi dönemine geçilmiştir (Kıvılcım, 2013: 42).