• Sonuç bulunamadı

1. TAKIM VE TAKIMA İLİŞKİN KAVRAMLAR

1.3. TAKIM DAYANIŞMASI

1.3.3. Takım Dayanışmasının Kuramsal Temelleri

Takım dayanışmasının oluşmasının kuramsal temelleri sosyal kimlik ve sosyal mübadele teorilerine dayanır (Kozlowski ve Chao, 2012, s. 346). Bu bölümde, takım içinde dayanışmanın oluşum süreci, sosyal kimlik ve sosyal mübadele kuramları bakış açısıyla anlatılmıştır. Sosyal mübadele kuramına göre takım içinde etkileşim halinde olan bireyler arasında zamanla karşılıklı bağımlılıklar gelişir. Sosyal kimlik kuramına göre takım içinde etkileşimde bulunan bireyler birbirlerine benzeyen yönlerini ortaya çıkararak bir üst kimlik oluştururlar. Bu kimliğin belirgin hale gelmesiyle takım dayanışması oluşur.

1.3.3.1. Sosyal Kimlik Kuramı

Turner ve diğer. (1994), sosyal kimliklerin, bireylerin kendilerini belirli bir grup içinde paylaşılan benzerliklere dayanarak sınıflandırması sonucunda oluştuğunu belirtir (Kozlowski ve Chao, 2012, s. 346). Henri Taifel (1963), insan etkileşiminin bir uçta sadece bireylerarası ve diğer uçta sadece gruplararası olmak üzere bir spektrum üzerinde değiştiğini vurgular. Sadece bireylerarası bir etkileşim, insanların sosyal sınıf farkındalığı olmadan ilişki kurmasını kapsar. Sadece gruplararası etkileşim ise, bireylerin kendilerine özgü, şahsi özellikleri bastırılmış ve tamamen

gruplarının temsilcileri olarak ilişki kurmasını kapsar. Bu spektrumda, bireylerarası etkileşimden gruplarası etkileşime doğru yöneldikçe bireylerin kendilerine ve birbirlerine bakış açısı değişir. Birey, algısal olarak bulunduğu grup ile benzerliklerini geliştirirken, diğer gruplar ile ayrılıklarını ön plana çıkarır. Tajfel (1963), bireyin “biz ve onlar” ayrımı yapmasının diğer bireylere bakış açısını değiştirdiğini ve farklı düzeyde bir benlik kavramı geliştirdiğini vurgular. Bireyin geliştirdiği benlik kavramı, bulunduğu sosyal sınıfa dayalı öz imge ve grup üyeliğinin neden olduğu duygusal ve değerlendirici sonuçlardan kaynaklanan sosyal kimliği içerir. Taifel ve Turner, bireylerin kendi gruplarını başka gruplara tercih etmelerinin temel nedeninin bireyin olumlu ve güvenli bir benlik kavramına ulaşma arzusu olduğunu iddia eder. Bireylerin olumlu bir benlik kavramına ulaşma motivasyonu olduğu düşünülürse, kendi gruplarını iyi gruplar olarak görmeleri kaçınılmazdır. Festinger’in sosyal karşılaştırma konusundaki görüşlerine göre, birey kendi grubunu diğer gruplar ile karşılaştırarak değerlendirir. Olumlu bir sosyal kimlik arayışında olan grup üyeleri, kendi gruplarının diğer gruplara göre olumlu fark yaratacak veya olumlu farklılıklarını koruyacak şekilde düşünür ve davranır (Hornsey, 2008, ss. 206-207).

Kozlowski ve Chao (2012), takım dayanışmasının ortak takım kimliğinden ortaya çıktığını ifade eder. Tajfel (1972; 1978) ve Tajfel ve Turner’ın (1979) belirttiği gibi, sosyal kimlik teorisine göre, bireyler kendilerini sadece kişisel özellikleri değil, aynı zamanda üye oldukları sosyal gruplar ile de tanımlar. Hogg & Terry’e göre (2000), insanlar, sosyal kimliklerini, olumlu bir farklılık arayan gruplar arası karşılaştırmalara dayanarak yaratırlar ve bu şekilde ihtiyaç duydukları benlik saygısına ulaşırlar. Ashforth ve Mael (1989), takım kimliğinin örgüt temelli kimlikten daha kesin ve proksimal olduğunu ileri sürmüşlerdir, çünkü örgüt kimliği karmaşık bir organizasyonda çoklu kimliklerin bir birleşimi olabilir (Kim, 2014, s. 80).

Hogg ve Terry’e (2000) göre, bireyin olumlu değerlendirmeye sahip bir grup veya takım ile tanınması, bireyin kendine verdiği değeri ve benlik saygısını artırır. Bir grup veya takım ile birlikte tanınmak, bireyin yalnız başına ulaşamayacağı

sonuçlara, kaynakları, işgücünü ve bilgiyi paylaşarak ulaşmasını sağlar. Ayrıca, dayanışma içindeki takımlar, takım üyelerine sosyal destek sağladıkları gibi, takım üyelerini rakip takımlardan korur. Yeni takımlar için, sosyal kimlik takım üyeleri arasındaki bir çok sosyal mübadeleden ortaya çıkar (Kozlowski ve Chao, 2012, s. 346).

1.3.3.2. Sosyal Mübadele Kuramı

Sosyal mübadele teorisi, işyeri davranışlarının anlaşılması için en etkili paradigmalardan biridir (Cropanzano ve Mitchell, 2005, s. 874). Homans (1961)’e göre sosyal gruplarda ortaya çıkan her türlü olgu bireylerin birbiriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Homans (1961) sosyal mübadeleyi, en az iki kişi arasında, maddi veya maddi olmayan, az ya da çok ödüllendirici veya maliyetli olan takas olarak tanımlamıştır (Cook ve Rice, 2003, s. 54). Sosyal mübadele hakkında farklı görüşler olmasına karşın, teorisyenler sosyal mübadelenin yükümlülük yaratan bir dizi etkileşim içerdiği konusunda hemfikirdir. Sosyal mübadele teorisinin temel ilkelerinden biri ilişkilerin zamanla güvenli, sadık ve karşılıklı bağımlılıklara dönüştüğü yönündedir. Bunun gerçekleşmesi için, tarafların belirli mübadele kurallarına uyması şarttır. Emerson’a göre (1976), mübadele kuralları, mübadele ilişkisi içinde olan katılımcıların arasında oluşan veya adapte edilen durumun normatif tanımını oluşturur. Karşılıklılık en fazla bilinen mübadele kuralıdır. Gouldner (1960), mübadele ilişkisinde karşılıklılığın doğasını inceler ve karşılıklılığın üç farklı türünü tanımlar; a) Birbirine bağımlı mübadele ilişkileri olarak karşılıklılık, b) Halk inancı olarak karşılıklılık, c) Ahlaki norm olarak karşılıklılık. Sonuçların ortak çaba sonucu ortaya çıktığı karşılıklı bağımlı gruplarda, mübadele ilişkisi, ortak ve tamamlayıcı düzenlemeler şeklinde ortaya çıkar. Molm’a göre (2000), bu tür durumlarda, karşılıklı mübadele açık bir pazarlık içermemekte, aksine bir tarafın eylemleri diğer tarafın davranışlarına bağlı olarak şekillenmektedir. Bundan dolayı, bağımlılık riski azaltmakta ve işbirliğini teşvik etmektedir. Gouldner’a (1960) göre, halk inancı olarak karşılıklılığın kaynağı bireylerin hak ettiklerini alacağına yönelik kültürel inanıştır. Mübadele eylemlerinde katılımcılar bu inanışa göre sonuçta bir dengeye ulaşmayı hedeflerler, yardımcı olmayanların

cezalandırılacağına, yardımcı olanların ise gelecekte yardım göreceğine inanırlar. Moore’a (2004) göre, kültürel normlara göre karşılıklılığın halk inancına göre farkı daha fazla yaptırım içermesidir. Gouldner (1960) karşılıklılığın evrensel bir prensip olduğunu vurgular, ancak bazı bireyler karşılıklılığı diğerlerinden daha fazla özümser (Cropanzano ve Mitchell, 2005, ss. 875-877).

Homans (1961), sosyal mübadeleyi en az iki birey arasında, ödüllendiren veya maliyet yaratan eylem, maddi veya maddi olmayan varlık değiş tokuşu olarak tanımlar. Bu tanımdaki maliyet kavramı, vazgeçilen alternatif eylemler veya fırsatları içerir. Homans’a göre, sosyal grup içinde bireylerin eylemleri karşılıklı olarak güçlendirici etkiye sahiptir. Grup üyelerinin değiş tokuş ilişkisine girmesi veya ilişkinin sonlandırılması geçmişteki güçlendirici eylemlerin varlığına/yokluğuna bağlıdır. Homans sosyal mübadele eyleminin çerçevesini, eylemin sonuçlarının ödüllendirici veya cezalandırıcı olması esasına göre çizmiştir. Homans’a göre, olumlu ve eylemin sahibi için değerli sonuca ve marjinal katkıya sahip, ödüllendirilen eylemler tekrar edilir. Blau (1986), sosyal mübadele teorisinin temellerini Homans gibi, ödüller ve maliyetler üzerine kurmakla birlikte, Homans’ın güçlendirici yaklaşımına göre daha faydacı bir yaklaşım sergiler. Homans, grup içinde bireylerin karşılıklı davranışlarının geçmişteki davranışlar tarafından güçlendirildiğini vurgularken, Blau, bu davranışları gelecekteki beklentilerin şekillendirdiğini ifade eder (Cook ve Rice, 2003, s. 55).

Takımın başarısı veya başarısızlığı, kurulan erken değiş tokuş ilişkilerine bağımlıdır. Ancak, bir takımda erken sosyal değiş tokuş eylemleri eğer takım üyeleri önceden birbirlerini tanımıyorsa sınırlı bilgiye dayalıdır. Takımda ilk ilişkiler genelde bireyin takım hakkındaki veya kendinin takım içindeki rolü ile ilgili stereotip ve beklentilerine bağımlıdır. Harrison’a göre (2002), ilk izlenimler erken etkileşimlerin tonunu belirler ve sonrasında bu etkileşimler ilişki geliştikçe bireylerin uyum sağlaması için geri bildirim sağlarlar. İlk etkileşimler yüzeysel seviyede grup kimliklerinden etkilenirken, sonraki aşamalarda derin seviyedeki kültür formlarından etkilenilir. Lau ve Murhighan’a göre (1998), yüzeysel seviyedeki özellikler ırk, cinsiyet ve yaş,vb. açık ve belirgin demografik kimlikleri ihtiva eder. Homojen

olduğu durumlarda ortak bir kimlik oluşmasını sağlarlar. Heterojen oldukları durumda, grup içinde kümeler oluşmasına neden olurlar. Bu grup kimliklerinin varlığı ve kişiler arası ilişkilerdeki etkileri bilinçli veya bilinçli olmayan seviyede takım oluşmasına ilişkin ilk koşulları oluşturan beklentileri ve davranışları etkilerler. Sonraki etkileşimler, yüzeysel farklılıklardan daha derin seviyedeki farklılıklara odaklanır. Bu farklılıklar kişilik özellikleri, bilgi ve deneyimin yanısıra ve değer bazlı olabilir ve kültürel ve sosyal kimliklerden etkilenebilir. Zaman, takım kurma ve ilişkiyi oluşturmanın farklı gelişim aşamalarında farklı grup kimliklerinin belirgin hale geldiği önemli bir öğe olarak görünür. Molinsky’nin (2007) kültürel kod değiştirme teorisine göre bireyler başka biriyle ilişki kurmak için farklı kültürel kimlikler kullanabilirler. Eğer, bir kültürel veya sosyal kimlik vasıtasıyla karşı tarafla uyum sağlanamazsa, başka bir kimlik ile bağ sağlanabilir. Olumlu ilişkilerin, ortak grup kimlikleri bireyleri birbirine bağladıktan sonra oluşması daha yüksek olasılığa sahiptir. Ortak grup kimlikleri üyeler için belirgin hale geldiğinde takım dayanışmasının temelleri atılır (Kozlowski ve Chao, 2012, s. 346).

Lawler ve diğerlerinin (1993,1996,2000) geliştirdiği “ilişkisel dayanışma” teorisi, mübadele ilişkilerine duygusal tepkilerin mübadele sonuçlarını nasıl etkilediğini değerlendirir. Yazarlar, teorilerinde, karşılıklı değiş tokuş sürecinde duyguların, yapısal düzenlemelerin davranışsal sonuçlar üzerindeki etkilerine aracılık ettiği öncülüne dayanırlar. Lawler ve Yoon (1993,1996,1998), ilk çalışmalarında, dayanışmanın sadece yapısal düzenlemeler nedeniyle aktörler arasındaki değiş tokuş sıklığının sevme ve memnuniyet,vb. olumlu duygular doğurduğunu ve sonrasında ilişkisel dayanışma ve ilişkiye bağlılık gibi davranışsal sonuçlar doğurduğunu önermişlerdir. Sonraki dönemde yaptıkları kapsamlı çalışmalarında, ilişkisel dayanışmanın biri bilişsel ikincisi duygusal olmak üzere iki paralel süreç sonucu oluştuğunu önerirler. Bilişsel süreçte, bireyler belirsizliği düşürmek amacıyla ilişkisel bağlılık geliştirirler. Duygusal süreç ise ilişkinin gerçek ve anlamlı değer taşıyan bir nesneye dönüştüğü sosyal bağlanma sürecini içerir. (Cook ve Rice, 2003, s. 62)