• Sonuç bulunamadı

2.1. MARKA NEDİR?

2.1.2. Marka Kavramının Tarihsel Gelişimi

2.1.2.6. Türklerde Markalaşma

Türk kültüründeki markalama veya işaretleme olarak nitelenebilecek davranışlar, yabancı kaynaklardaki “branding” kelimesinin ortaya çıkışı ile aynı olaya dayanmaktadır ki o da evcil hayvanları işaretlemek… Markalamaya ve işaretlemeye ilk olarak Türklerde de yine hayvancılık faaliyetleri yüzünden ihtiyaç duyulmuştur. Türklerin temel geçim kaynağı hayvancılıktı. Çünkü yaşadıkları bölge olan Orta Asya, iklim ve toprak özellikleri dolayısıyla tarıma pek elverişli değildi. Fakat bu bölgeler her ne kadar tarıma elverişli olmasalar da geniş otlakların bulunduğu alanlardı. Bu geniş otlaklarda Türkler hayvancılık faaliyetleri gerçekleştirmekteydiler. Türkler kültür olarak konar-göçer olduklarından mevsimsel olarak sürüleriyle birlikte uzun süren yaylaktan kışlağa, kışlaktan yaylağa yolculuk etmekteydiler. Binlerce hayvanla yapılan bu yolculuklarda hayvan sürülerin birbirine karışması kaçınılmazdı. Bu durumun önüne geçmek için hayvanlar işaretleniyordu. İşaretleme işlemi demirden bir damgayla yapılırdı. Her damga, o sürünün sahibi olan Türk boyunun kendine ait olan özel işaretini taşıyordu. Bu tür damgalar atlara yapılmıştır. Türk kültüründe, sürülerdeki hayvanların daha kolay tanınmasını kolaylaştırmak için yapılan dağlama işlemi, sadece hayvanlara uygulanmamış; birtakım eşyalar üzerine de damgalama yapılmıştır. Eşyalara yapılan işaretlemeler en çok ahşaptan yapılan ve günlük işlerde kullanılanların üzerine yapılmıştır. Örneğin ahşaptan yapılmış ‘külek’ adı verilen su kaplarına demirden yapılmış dağlağılar kullanılarak damgalar yapılmıştır194. Eşyaları damgalamayla başlayan bu durum daha sonraları günümüze kadar gelecek olan ahşap yakma sanatına dönüşmüştür. Bu alanda önemli zanaatkârlar yetişmiştir.

193 Keller, a.g.e., s.63.

194 İlhami Durmuş, “Türk Kültür Çevresinde Dağlama Geleneği”, Milli Folklor Dergisi, 2012, Cilt:24,

87

Türkler, kullandıkları damgaları aynı zamanda bir çeşit iletişim aracı olarak da görmüşlerdir. Damgaların bir dili oluşmuştur. Soyut olmalarına rağmen sembolik ve öz bir anlatım özelliğine sahiptirler. Türk kültüründe damgalar; hayvanlar, taş, ağaç, deri, halı, kilim, süs eşyaları, maden sanatı, çanak-çömlek, mimari yapılar, bayrak ve tuğlar, giyim-kuşam, silahlar, zırhlar, mezar taşları gibi çok geniş alanlarda kullanılmıştır. Damgalar, Orta Asya bozkırlarında, Anadolu ve Kafkaslarda evrensel, mitolojik, dini, ekonomik, kültürel anlamlar da barındıran iletişim aracı olarak hâlâ kullanılmaktadır195.

Türk kültürünün özünde olan ve yüzyıllar içinde Anadolu’ya getirilip kullanılan damgalama, Beyliklerden Osmanlı Devleti'ne aktarılmıştır. Osmanlı döneminde özellikle küçük çaptaki üreticilerin talepleri doğrultusunda markanın hukuki serüveni başlamış oldu. Özellikle 19. Yüzyılın ilk dönemlerinde markanın hukuki olarak koruma altına alınma çalışmaları başlamıştır. Aynı yüzyılın sonlarına doğru da bu doğrultuda kanunlar çıkarılmıştır. Bunların iki amacı vardı. Bunlar; Avrupa Sanayi Devrimi sonucu kitlesel üretime geçmesi sonucu ucuz olan yabancı ürünlerin Osmanlı pazarlarını işgal etmeye başlaması ve taklidin önlenmesiydi. Fakat özellikle 18. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlının küçük üreticilerinden çıkan ürünler ile rekabete giren yabancı seri üretim mallar kısa sürede Osmanlı pazarını ele zaten ele geçirmiş durumdaydı. Sürecin Osmanlı üreticisi adına kötüye gitmesine esnaf ve küçük üreticiler tepki göstermeye başladılar. Bu durum çeşitli önlemlerin alınmasını gerektirmiştir. 1796 yılında İstanbul'un kuyumcu esnafı bir çözümle devletin kapısını çalmıştır. İstanbul’un kuyumcuları, kethüdalar (kâhya) aracılığı ile kendi üretimleri olan helali (tombak), gülabdan (gülsuyu şişesi), bahûrdân (tütsü kabı), fincan, nargile ve benzeri ev eşyalarının ithal olanlarla karıştırılmasının engellenmesi için devlete başvurmuşlardır. Kuyumcular, ithal ürünlerin kendi ürünleriyle karıştırılmasından dolayı gerek kendilerinin ve gerekse tüketicilerin zarar gördüğünü ifade etmişlerdir. Ayrıca ithal ürünlerin fiyatı gibi kaliteleri de aynı şekilde düşüktü. Esnaf bu duruma çözüm önerisi getirmiş ve vurulacak bir damga ile "İstanbul işi” malum olacaktı. Kuyumcu esnafı bu izin karşılığında, tespit edilecek vergiyi de ödemeye hazırdı. Bu olayda en dikkat çekici husus ise bir noktada başlayan bu uygulamanın “düstur-ı amel” olarak kabul edilmesidir196. Dolayısıyla kuyumcuların başlatmış olduğu bu girişim, bu tarihten sonraki uygulamalara örnek olduğu söylenebilir.

195 Nesrin Güllüdağ, “Türklerde Damga Geleneği ve Nogay Türklerinin Damgaları Üzerine Bir İnceleme”,

Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, 2015, Cilt:3, Sayı:6, 132-150, s.132-133.

196 Tolga Akay, “Osmanlı Devleti’nde Marka Hukukunun Gelişimi”, TBB Dergisi, 2016, Cilt:126, 363–

88

19. yüzyıl Osmanlı küçük üreticisi, Avrupa’ya karşı varlığını sürdürebilmek için markadan faydalandıkları bilinmektedir. Her şeye rağmen Osmanlı marka hukuku 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında önemli tecrübeler yaşayarak gelişmiş ve bu tecrübeler Cumhuriyet'e aktarılmıştır. Zira Alamet-i Farika Nizamnamesi 1965 yılına değin yürürlükte kalarak, kısa sayılmayacak bir dönemde Türkiye'nin temel marka kanunu olarak varlığını sürdürmüştür197.

Türkiye’de markalaşma, Osmanlı döneminde başlamış olup Türkiye Cumhuriyeti’ne aktarılmıştır. Dünyada yeni gelişen marka yönetim sistemini Türkiye’de ilk olarak 1960’lı yıllarda Unilever uygulamaya başlamıştır. Markalaşma 1980’li yıllarda Türkiye’ye Procter&Gamble’ın gelmesiyle yuları doğru bir ivme kazanmıştır. Türkiye’de markanın öneminin anlaşılması 1990’lı yılların sonlarını bulmuştur. Bu dönemde çıkarılan yeni marka kanunlarıyla da markanın öneminin arttırılmasına çalışılmıştır. Marka tescil sayısındaki artış, bunu kanıtlamaktadır. İş insanları 1990’lı yıllarda ülkemizde marka yönetim sistemini kullanan işletmelerin kendilerine avantaj sağladıklarını görmüşlerdir. Ancak marka yönetiminin tam olarak anlaşılması 2000’leri bulmuştur. 2001 krizinden sonra işletmelerin yol haritalarında birtakım değişiklikler olmaya başlamıştır. İstihdamın ve gelirin arttırılması için ihracatın da arttırılması bir zorunluluk olduğundan, ulaşılması gereken ihracat rakamlarına ancak markalaşma ve düzgün bir marka yönetimi ile erişilebileceği anlaşılmıştır198.

Ülkemizde 2018 yılında 105.996 marka tescili yapılmıştır. 1995 yılında bu rakamın 8.500; 2000 yılına gelindiğinde 16.374 olduğu düşünüldüğünde ülkemizde - henüz yeterli olmasa da- marka bilincinin arttığı söylenebilir199.

Benzer Belgeler