• Sonuç bulunamadı

2.5. YEREL MEDYA VE REKLAM

2.6.3. Türkiye’de Yerel Yayıncılığın Gelişimi

Yerel yayınların başlamasını takip eden s78üreçte, Türkiye’ye özgü çeşitli politik ve toplumsal faktörler yerel yayıncılığın gelişip yaygınlaşmasını hızlandırmıştır. Özellikle 1980’li yıllarla başlayan ve Türkiye’nin küreselleşme sürecine dahil olduğu dönemdeki gelişmeler yerel yayıncılığın toplumsal dayanağını oluşturmuştur. 1980’deki askeri müdahale sonrasında benimsenen serbest piyasa sistemiyle birlikte ekonomi alanında yaşanan gelişmeler ve yeni durumun yol açtığı sorunlar siyasal ve toplumsal sonuçlar doğurmuştur. Ulus devletin sosyal niteliğinin zayıflaması nedeniyle alt gelir gruplarının ihtiyaçlarını karşılaması zorlaşmıştır (Başkan, 2000:274). Terk edilen dışa kapalı ekonomik sistemi ikame eden serbest piyasa modelinin yol açtığı sancıların yanı sıra, içe kapalı siyaset anlayışının terk edilmesi de benzer toplumsal sonuçların meydana gelmesine zemin oluşturmuştur. Ulusal devletin toplumsal talepleri karşılamadaki yetersizlikleri, çeşitli toplum kesimlerinin etnik ve dinsel kimliklerine sarılmalarına zemin hazırlamış, milliyetçi ve dinsel kimlik talepleri ve aşırı eğilimler siyaset arenasında görünür olmaya başlamıştır (age, 2000:275). Globalleşmenin yansımaları olarak dile getirilen yerelliğin canlanışı, otantikliğin bir kimlik kodu olarak öne çıkışı, ulus devlet ve ulus kimlik nosyonunun zayıflaması ve meşruiyet krizi ile karşılaşması gibi siyasal, toplumsal ve kültürel süreçler Türkiye’ye de yansımıştır (Keyman, 2000:17).

Toplumsal hareketlilik, siyasetin değişen tanımlanma biçimi, etnik, dinsel ve mezhepsel alt kimliklerin politikleşmesi, kendilerini sivil toplum alanlarında ifade etmeleri Türkiye’deki toplum ve siyaset alanlarının yeniden tanımlanmasına yol açmıştır (Timisi, 2005:452). Açık ve dünyadaki gelişmelere duyarlı bir yönetim anlayışının gereği olan farklılığın kabulü ve çoğulculuk, siyasi hayatın en önemli parametreleri arasında yer almaya başlamıştır. Gerek Türkiye’nin özgün koşulları, gerekse dünyadaki değişimler nedeniyle daha önce somutlaşmayan kimlik talepleri bu süreçte gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Başta Kürtler, İslamcılar ve Alevilerin kültürel kimlikleri bağlamında mücadeleleri ülke gündemine güçlü bir şekilde girmeye başlamış ve geleneksel vatandaşlık anlayışının sınırlarını zorlamaya başlamıştır. Söz konusu toplumsal kesimlerin talepleri bir toplumsal sözleşmeye

dayalı olacak şekilde ulus devlet içerisinde varlıklarının kabulünü sağlamayı, her bir kesimin kendi varlığını koruyup geliştirmesini içermekteydi (İçduygu ve Keyman, 2000:185).

Aynı süreçte kadınlık durumunu politikleştiren ikinci dalga feminizm sivil bir kadın oluşumu olarak öne çıkarken, yeşil hareketi de çevre sorunlarını politikleştirmiştir. Önceki dönemlerde rastlanmayan toplumsal cinsiyet, çevre ve barış hareketlerinin yanı sıra, gay ve lezbiyen hareketleri, çocuk hakları, tüketici hakları gibi örgütlenmeler de gelişmeye başlamıştır (Timisi, 2005:444). Kendini ifade edememiş gruplara kendi isteklerini dile getirmeleri ve bu istekler çerçevesinde örgütlenmeleri için açılmış olan kamusal alanı, belli ölçüde her geçen gün güç kazanan STK’lar doldurmuştur (Özbudun ve Keyman 2003:321).

Temsil mekanizması arayışında olan söz konusu gruplar açısından yayıncılığın özelleşmesi yeni bir imkan doğurmuştur. Cumhurbaşkanı Özal’ın gündeme getirdiği Kürtçe yayın konusu başta olmak üzere, Alevilerin televizyon kurma girişimleri, İslami çizgideki yayınlar ve devlet politikası doğrultusunda Kürtçe yayın yapılması gibi konular, bu süreçte gündeme gelen önemli tartışmalardır (Kejanlıoğlu, 2004:418).

Kültürel kimliklerin özellikle yerel yayın kanalları aracılığıyla seslerini duyurma talepleri, Türkiye’nin küreselleşmesinin bir adımı olarak değerlendirilen AB’ye entegrasyon süreciyle ivme kazanmıştır (İnalcık, 2002:124).

Türkiye’nin AB’ye giriş sürecindeki bir dizi gelişme ve düzenleme, televizyon yayıncılığını da belli ölçüde değişime zorlamıştır. Türkiye’nin televizyon yayıncılığını Avrupa ülkelerinin standartlarına ve mevzuatına uyumla hale getirme yönünde atmış olduğu somut adımlardan biri, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’nin kabulüyle olmuştur. Bu sözleşme RTÜK’ün bütün düzenleme ve uygulamalarına rehberlik etmiştir. 1989 yılında imzalanan sözleşme, Türkiye’de 12 Aralık 1993’te yürürlüğe girmiştir.

Avrupa ülkelerinin sınır ötesi nitelikteki televizyon yayınları için ortak bir yayın standardı oluşturma ve serbestçe yayın yapmayı sağlamak amacıyla

hazırlanmış olan Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi, taraf olan bütün ülkelerin ortak mirasları koruma ideal ve ilkelerini koruma amacına vurgu yapmaktadır (Cankaya, 2003:292).

AB’ye uyum çalışmaları, yayıncılık politikasının şekillenmesinde de belirleyici olmuştur. Başta RTÜK üyeleri olmak üzere devletin ve toplumun farklı kesimlerince eleştirilen uyum sürecinde yayıncılıkta değişiklik yaratan en önemli konu başlıkları, ifade özgürlüğü ve azınlık hakları olmuştur. Kültürel çoğulculuğu korumaya özen gösteren AB’nin bu yöndeki hassasiyeti, Türkiye’yi kültürel kimlikleri tanıma koşullarını yaratmaya yönelik politika üretmeye zorlamıştır. Anadilde eğitim ve yayın yapma yönündeki taleplerin karşılanmasına ilişkin tartışmalar, bu süreçteki en zorlu konu başlıklarından birini oluşturmuştur (Timisi, 2005:441). Yayıncılık mevzuatında anadilde yayın yapılması yönünde değişikliğe gerek olup olmadığı, özellikle 2001 ve 2002 yıllarında yoğun tartışmalara neden olmuştur. 2002 yılında yapılan ilk yasa değişikliği AB tarafından yeterli bulunmadığı için aynı yıl ikinci kez değişiklik yapılarak Türkçe dışındaki dillerde de yayın yapmak yasal dayanağa kavuşmuştur (Çaplı ve Tuncel, 2005:246).

Yapılan değişikliğe göre özel radyo ve televizyon kuruluşlarının geleneksel olarak kullanılan dil ve lehçelerde yayın yapması serbest hale gelmiş, yapılan yayınların Cumhuriyet’in temel niteliklerine, devletin bölünmezliğine uygunluğu en önemli kriterler olarak vurgulanmıştır. Yayınların içerik ve denetimine ilişkin usul ve esasların, RTÜK’ün çıkaracağı yönetmelik kapsamında düzenlenmesi öngörülmüştür (3984 Sayılı Yasa). Söz konusu yasa değişikliği, açıkça ifade edilmese de gündemdeki temel siyasi tartışma konularından biri olan Kürtçe yayın yapılması yönündeki tartışmalar ekseninde gerçekleştirilmiştir. Farklı dil ve lehçelerde yayının başlayabilmesi için RTÜK tarafından konuya ilişkin yönetmeliğin hazırlanması beklenmiştir. Bu süreçte Dışişleri Bakanlığı ve MGK temsilcilerinin de katıldığı çok sayıda toplantı yapılmış (a.g.e:246); devlet kurumları oldukça tedirgin olmuş ve savunmacı bir pozisyon almışlardır (Timisi, 2005:456). Çünkü Türkiye’de etnik kimlik, anadilde yayın ve gerçek anlamda Kürtçe yayın ve eğitim, tarihsel olarak

PKK terör örgütü ve onun amaçları ile ilişkilendirilmiş ve öyle algılanmıştır (age:458).

Yayınların hangi kanallarca yapılabileceğine ilişkin farklı görüşler ifade edilmiştir. Her ne kadar yasa gereği özel kanalların da farklı dillerde yayın yapmaları mümkün olmuşsa da, ticari açıdan cazip olmadığı için herhangi bir talep olmamıştır (age:468). Nihayet, 2004 yılında yürürlüğe giren yönetmelik ile bu görev TRT’ye verilmiştir. Yönetmelik gereği TRT, Haziran 2004’ten itibaren Boşnakça, Arapça, Çerkezce ve Kürtçenin iki lehçesiyle yayın yapmaya başlamıştır (age:470).

Farklı dil ve lehçelerde yerel ve bölgesel yayın yapılması, RTÜK’ün izleyici profili çıkartmasını takiben mümkün olmuştur. Yapılan çalışma sonucunda Diyarbakır’da Gün TV ve Söz TV ile Batman’da Medya FM logosuyla yayın yapan kuruluşlar 23 Mart 2006’da farklı dil ve lehçelerde ilk yayınlarına başlamışlardır. 2007 yılında ise dini içerikli yayın yapmakta olan Çağrı FM’e Kürtçe yayın yapma izni verilmiştir.