• Sonuç bulunamadı

2. MODERNLEŞMENİN TÜRKİYE SİNEMASINDAKİ GÖRÜNÜMLERİ

2.3.2 Türkiye Sineması’nın Geleneksel Yönü

Türkiye toplumunun 200 yıllık modernleşme serüveninin bugün de devam ettiği, Türkiye’nin modern olma yolunda attığı adımlara nazaran hala tam anlamıyla modernleşemediği, ülkenin çeşitli yerlerinde hala geleneksel yaşamın sürdürüldüğü saptanmaktadır. Ayrıca Türkiye’de modernizmin, Türkiye’nin her bölgesinde, toplumun her kesiminde ve hatta aynı aile içerisinde dahi aynı şekilde algılanmadığı ve uygulanmadığı görülmektedir. Modernlik yolundaki değişim kentli/kırsal kesim

arasında karşıtlık oluşturmaktayken, bölgeler de (Güneydoğu, Marmara, Ege bölgeleri gibi) modern/geleneksel karşıtlığını içlerinde barındırmaktadır.

Türkiye’de geleneksel yapının en kolay inceleneceği alan Türkiye’nin batısına nazaran daha az sanayileşmiş doğu ve güneydoğu bölgelerinin büyük bir kısmının olduğu görülmektedir. 1980’li yıllarda geleneksel toplum yapısı, kentin karşısına konulan köy/kır ve Batı illerinin karşısında yer alan Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki karşıtlıklar bağlamında incelenebilmektedir. Türkiye sinemasında filmsel anlatıya yansıyan konuların geleneksel yaşam çerçevesinde genellikle töre, aşk, ağalık, kaçakçılık üzerine olduğu saptanmaktadır. Bunlara ek olarak toplumsal değişim, Batılı/modern karakterlerden birinin köye gelişi veya Doğu/Batı karşıtlığı ile filmsel öykülere yansımakta, özellikle terör sorunu bağlamında 1990’lı yıllar sonrası Kürt kimliğine ait konular sinemaya yansımaktadır.

Havar (Hüseyin Peyda–1980), Yılanı Öldürseler (Türkan Şoray-1981), Yol (Şerif Gören-1981), Kan (Şerif Gören-1985), Berdel (Atıf Yılmaz-1990), Kurşun Adres Sormaz (Bilge Olgaç-1992), Drejan (Şahin Gök-1996), Maruf (Serdar Akar- 2001) gibi filmlerde kırsal alan içerisindeki töre üzerine kurulan öyküler 1980 sonrasından günümüze kadar yansımaktadır. Türkiye toplumundaki geleneksel hayata dair öğelere anlatısında yer veren Yol, mekan olarak büyük ölçüde köyü kullanmakta, filmsel öyküde namus, ahlak, töre, gelenek gibi unsurlar yer almaktadır. Kan filmi iki aşiret arasındaki kan davasını anlatmaktadır. Berdel adlı film, Türkiye’deki berdel adlı törenin öyküsünü, kadının erkek evlat uğruna satılışı paralelinde anlatmaktadır. Kurşun Adres Sormaz adlı film, kan davası ve Anadolu toplumunun zihniyet yapısında olan misafirperverlik üzerine öyküsünü oluşturmaktadır. Drejan bir aşiret ve töre öyküsü olarak görülmektedir. Maruf ise ölen amcasının eşiyle evlenmek zorunda kalan Maruf’un hikayesini anlatmaktadır. Filmsel öyküye, törelerin topluluğa ve insanlara huzur getirmeyişi ve fertlerin kapalı toplum yapısındaki sıkışıp kalmışlığı da yansımaktadır.

Türkiye’de Doğu özellikle de Güneydoğu Anadolu’nun sıkıntısı olan kaçakçılık konusu da (Kurşun Ata Ata Biter-Ümit Elçi/1985, Mayın-Fikret Uçak/1987, Katırcılar-Şerif Gören/1987) Türkiye sinemasında kendisine yer bulmaktadır. Kurşun Ata Ata Biter, kaçakçı üç arkadaşın öyküsünü anlatmakta iken

Mayın filmi de aynı konudan hareket etmektedir. Katırcılar, Doğu’da kışın çetin şartları altında katırcılar ve jandarmaların kurmak zorunda kaldıkları ilişkiyi anlatmaktadır. 1987 sonrası filmlerde kaçakçılığın ana konu olarak Türkiye sinemasına pek yansımadığı görülmektedir.

Geleneksel değerler bazen de aşk teması üzerinden yansımakta, aşıklar, köydeki aşiret yapısı ve ağalık çelişkileriyle beraber filmsel öyküde yer almaktadır. Ayna (Erden Kıral-1984), Dilan (Erden Kıral-1986), Paşo (Samim Meriç-1986), Gömlek (Bilge Olgaç-1988) gibi filmler çatışmalarını bu noktadan hareketle kurmaktadırlar. Ayna köyde bir tutku ve cinayet öyküsünü anlatmakta, Dilan, ağanın oğlu ile çoban kızı arasındaki aşk ve intikamı yansıtmakta, Paşo ise, ağalık, aşiret ve aşk öyküsü olarak dikkatleri çekmektedir. Gömlek adlı film, ağalığa karşı köylülerin direnişini anlatmaktadır.

Kürtlerin yaşamını konu alan filmler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki terör sorununu ele alan filmler, Türkiye sinemasında 1990’larda yerlerini almaya başlamaktadır. Mem-u Zin (Ümit Elçi-1991) ve Siyabend ile Heco (Şahin Gök-1991) adlı filmlerin yapılmasına, 1990’ların başında Kürtlere karşı olumsuz tavırların giderilmesi, bu kültürün insanlara tanıtılarak, ön yargıların kaldırılması amacı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destek verdiği bilinmektedir. Mitolojik aşk öyküleri çerçevesinde filmsel anlatıyı kuran filmler, Kürtlerle beraber, geleneksel toplum yapısına ait pek çok unsuru (ağalık, töre, örf, adet ve gelenekler, köy yaşamı, büyüklere saygı vb.) bünyelerinde barındırmaktadır. “Dini, etnik, etik ve sosyal: bu dört mesele etrafında sivil toplumun hem özgürleşme hem çözülme dinamiklerini bulabiliriz” (Göle, 2002, 58 s.). Ayrıca bu tema etrafında Işıklar Sönmesin (Reis Çelik-1992), Deli Yürek-Boomerang Cehennemi (Osman Sınav-1999), Sınır (Gani Rüzgar Şavata-1999), Güneşe Yolculuk (Yeşim Ustaoğlu-1999), Büyük Adam Küçük Aşk (Handan İpekçi-2001), Fotoğraf (Kazım Öz-2001), İnat Hikayeleri (Reis Çelik- 2003), Yazı Tura (Uğur Yücel-2004), Kurtlar Vadisi-Irak (Serdar Akar-2006) gibi filmlerin çekildikleri görülmektedir. Filmlerin kurulmaları hangi ideoloji etrafında olursa olsun, filmlerin Doğu ve Batı çatışması etrafında öykülerini kurup, konuya yeni bakış açıları getirdikleri görülmektedir. Ayrıca Ah Gardaşım (Kadir İnanır- 1991), Propaganda (Sinan Çetin-1999) adlı filmler de geleneksel yapılar üzerine öykülerini kurmaktadırlar. Ah Gardaşım, Sarıkamışlı orman köylülerinin öykülerini

anlatmakta iken Propaganda bir köyün ortasından geçen sınırın onların hayatlarını da ikiye bölmelerini anlatmaktadır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine ek olarak, Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki kırsal kesimi konu alan filmlerde de geleneksel değerlere yer verildiği görülmektedir. Bu noktadan hareketle kırsal kesim geleneksel dünyanın temsiline izin vermektedir. Seni Kalbime Gömdüm (Feyzi Tuna-1982), Sökeli zengin bir ailenin zorla evlendirilmiş mutsuz kızı Eylül’ün hikayesini anlatmaktadır. Bodrum’a tatile giden kadın, burada bir ilişkiye başlaması sonucunda, çevre baskısına maruz kalmaktadır. Mine (Atıf Yılmaz-1983) adlı film de baskıcı bir çevrede yaşayan bir kadının öyküsünü anlatmaktadır. Geleneksel değerlere, kurallara, toplumun kendisine dayattığı her şeye boyun eğen bir kadın, geleneksel toplumun çift ahlaklı yapısı arasına sıkışmaktadır. Bir Yudum Sevgi (Atıf Yılmaz-1984) yine geleneksel değerler arasına sıkışıp kalan, mutsuz bir kadını anlatmaktadır. Evli olmayan bir çiftin ilişkiye girmeleri, çiftin toplumdan dışlanmaklarına ve sert tepkiler almalarına neden olmaktadır. Geleneksel toplumlarda bireylerin özellikle de kadının namusunun o toplumun üyelerine ait olduğu görülmektedir. Filmsel öyküde toplum baskısı yalnızca kadına değil erkeğe de yöneltilmiş görünmektedir. Fahriye Abla (Yavuz Turgul-1984) adlı filmde toplum ve aile baskısı Fahriye’nin hayatının alt üst olmasına neden olmaktadır.

Kırık Bir Aşk Hikayesi (Ömer Kavur-1981) adlı filmin anlatısına kasabaya ait, durağanlık, sıradanlık ve aynılık yansımakta, küçük yerlerin toplum üzerindeki tutucu baskısı, filmsel anlatının kadın karakteri üzerinde somutlaşmaktadır. Köye öğretmen olarak gelen kadın, yeniliğe kapalı geleneksel toplum içerisinde barınamamakta, kasabayı terk etmekten başka çare bulamamaktadır. Ve Recep ve Zehra ve Ayşe (Yusuf Kurçenli-1983) adlı film, bir kıyı kasabasındaki üç kişinin başından geçen öyküyü anlatmaktadır. Kasabanın deniz kenarında olması, modernleşmenin yavaşça bu mekana girişine zemin hazırlamakta ancak değerlerine sıkı sıkıya bağlı kalan kasabalının baskısı iki kadına, bir erkek için bir araya gelmekten başka çare bırakmamaktadır. Kurbağalar (Şerif Gören-1980) adlı film ise geleneksel değerlerin karşısında dul bir kadının kendi ayakları üzerinde durma çabalarını öykülemektedir. Filmsel öykü geleneksel yapının kapalılığını, kurallarını,

geleneklerini ve üzerinde kurduğu baskıyı gerçekçi bir şekilde dile getirmektedir. Kalkan’ın ifadesiyle Kurbağalar filmi:

“Kır yaşamını konu alan Türk sorunsal sinemasında kadın-erkek ve kadın-toplum ilişkilerini; kadının ‘mal’ gibi alınıp satıldığı ‘erkek toplum’lara özgü, erkeğin kadına; kadının kadına ‘tahakküm’ünden kaynaklanan bir ilişkiler ağı içinde ve kırda sahipsiz kalan kadına yaşama hakkının tanınmadığı bir ortamda ele alarak incelemiştir” (Kalkan, 1992, 52 s.).

Kır yaşamını konu alıp, kadını anlatısının merkezine yerleştiren filmlere Göl (Ömer Kavur-1982), Selvi Boylum Al Yazmalım (Atıf Yılmaz-1980), Tutku (Feyzi Tuna-1985) gibi filmler eklenebilmektedir.

Türkiye’de değişim karşısında, fertlerin değişimi anlama yerine, anlamadan uygulama ya da katı bir tutumla reddetme gibi iki tavır arasında kaldığı görülmektedir. Ayrıca zihniyet anlamında çok da değişmeyen Türkiye’de, zaman zaman İslamiyet’in modernleşmeye karşı kullanıldığı saptanmaktadır. Toplumdaki muhafazakar eğilimler, 1990’ların Türkiye sinemasında din konulu filmlerin yapılmasının nedenleri olmaktadır. Minyeli Abdullah (Yücel Çakmaklı-1990), Yalnız Değilsiniz (Mesut Uçakan-1990), Sonsuza Yürümek (Mesut Uçakan-1991) gibi filmler, konuları itibariyle gündeme oturmakta, yükselen bu ideoloji siyasal söylemle beraber devam etmektedir. Değişimin yoğunlaştığı 1980’lerden günümüze ülkenin genelinde geleneksel değerlerin sürdüğü, Türkiye’de birbirinden farklı çağların yaşandığı bunun da sinemaya çeşitli şekillerde yansıdığı görülmektedir.