• Sonuç bulunamadı

2. SİNEMADA  MÜZİKAL  FİLMLER  VE  TARİHSEL  GELİŞİM SÜREÇLERİ

2.6.   Türkiye’de  Müzikal  Filmler

Nezih  Erdoğan,  “The  International  Film  Musical” kitabının  Türkiye  ile  ilgili  bölümünde  Türk   Sineması’nda   müzikal   filmleri   anlatırken,   Türk   filmlerinin standart   uygulamalarının,  

Hollywood,   Fransız   ya   da   Hint   sinemasında   gözlemlediğimiz   müzikalin   genel   kurallarına   uymadığını  belirterek    “müzikli  film”  ifadesini  kullanmayı  tercih  etmektedir.  Bunun  nedeni   olarak,   müzikal   sahnelerin   filmin   genel   etkisine   katkıda   bulunması   gerekliliği   üzerinde   durmakta   ve   müzikli   Türk   filminde   koreografinin,   kısa   performansların   müzikalin   uygun   bileşenlerine  nadiren  hizmet  etttiğini  söylemektedir.    (Erdoğan  N.  ,  2013,  s.  227-237) Türk  sinemasında  müzikal  filmin  ilk  ürünleri   “tiyatrocular dönemi”  olarak  da  adlandırılan   Muhsin  Ertuğrul  döneminde gerçekleştirilmiştir.  Muhsin  Ertuğrul  1923  yılında  Kemal  Film   için   Dikran   Çuhacıyan   ve Takfor   Nalyan’ın   “Leblebici Horhor” operetini sessiz film olarak çeker.  Fakat  büyük masrafla  çekilen  Türk  sinema  tarihinin  bu  ilk  müzikal  denemesi  gişede   başarısız  olur. (Sağkan,  2010, s. 26) Onaran’ın  ifadesiyle  “Oyun, musikiden de kuvvet alarak başarı   sağlarken; filmi halk   tarafından   tutulmamıştır.” Onaran, bu durumda film gösteriminde   operetin   müziğinin   dışarıdan icra edilmesinin   rolü   olabileceği   üzerinde   durmaktadır.  (Onaran,  Türk  Sineması  I,  1994,  s.  24)

İlk   sesli   Türk   filmi   olan   Muhsin   Ertuğrul’un   “İstanbul   Sokaklarında” (1931)   filmi,   aynı   zamanda  bir  müzikaldir.  (…)  Hasan  Ferit  Alnar  ve  Saadettin  Arel  gibi  müzisyenler  film  için   folklorik  şarkılar  ve  tangolar  söylemiştir.  Ayrıca  ünlü  opera  şarkıcısı  Semiha  Berksoy,  hem   bir  ninni  hem  de  folklorik  bir  şarkı  söylemiştir.  (Erdoğan  N.  ,  2013,  s.  230-231) Filmin bazı   sahneleri Yunanistan  ve  Mısır'da  çevrilmiştir. Yunanistan ve  Mısır  yapımcılarının  desteğiyle   gerçekleştirilen film, aynı  zamanda, Türk  Sineması’nın  ilk  ortak  yapımıdır. (Özgüç,  1990,  s.  

39) Konuralp,  Ertuğrul’un  bu  filmle  doğu  ve  batı  müziğinin  melodramını  birleştirmek  için   çalıştığı   üzerinde   tartışır.   Bu   iddiayı   destekleyen   Giovanni   Scognamillo, Ertuğrul’un   melodramın   unsurlarını,   Fransız   vodvili   ve   Alman   operetini     denediğini   de   ekler.

Scognamillo  ayrıca  Ertuğrul’u  batı  modellerine  bağlı  kaldığı  ve  Türk   Sineması’na  sonunda   salgın  haline  gelecek  olan  adaptasyonu  enjekte  ettiği  için  eleştirir. (Erdoğan  N.  ,  2013,  s.  

230-231) Yine  bu  dönemde  Muhlis  Sabahattin'in  bestelediği  Mümtaz  Osman  takma  adıyla   Nazım   Hikmet'in   sözlerini   yazdığı   “Karım   Beni   Aldatırsa”   (1933) filmi ilk operet filmdir.

(Tekeş,  2012)

Sesli   filme   ilk   geçiş   yıllarında,   Avrupa’da   ve   ABD’de   sahne   operet   ve   revülerinden yararlanılarak  filmler  çekilmektedir.  Türk  sinemasında  da  sesli  filme  geçildiğinde,  özellikle   dış kaynaklardan   hem   tiyatro   hem   de   sinema   alanında   yararlanan   Muhsin   Ertuğrul

sinemasında   benzer   bir   yönelim   görülür.   Fakat   Ertuğrul’un   operetleri,   genel   olarak geldikleri   batı   kaynağına   fazla   bağlı   kaldıkları,   bu   nedenle   seyirciyle   kaynaşamadıkları, özensiz  ve  tiyatro  tekniklerine  bağlı  çekildikleri  için  eleştirilir. (Sağkan,  2010,  s.  29) Ertuğrul   Türk  sinemasına  1922’den  1953’e  kadar  30  yılı  aşkın  bir  süre  hakim  olmuştur. (N.  Erdoğan,   2013: 231)

Muhsin  Ertuğrul  döneminin  yavaş  yavaş  kapandığı  1940  yılında  Türk Sineması’nda  Münir   Nurettin  Selçuk, ilk  şarkıcı  oyuncu  olarak  “Allah'ın  Cenneti” adlı  filmde  oynar.  “Nasreddin   Hoca   Düğünü”nde   Müzeyyen   Senar, sinemada   ilk   kadın   şarkıcı   olur. Tekeş,   Türk   Sineması’nın  bu  döneminde  Mısır  Sineması’nın  etkisi nedeniyle, neredeyse her filmde bir göbek   dansı   sahnesi   olduğuna   işaret   etmektedir.   (Tekeş,   2012) İkinci   Dünya   Savaşı’nın   etkisiyle Türk  Sineması’nda  ağırlıklı  olarak  gösterilen  Avrupa filmlerinin yerini Amerikan ve Mısır  filmleri almıştır.  Bu döneme  kadar  Türkiye  seyircisine  ulaşan  ve  seyircinin  beğendiği   filmler  Avrupa  ve  Amerikan  vodvilleri,  operetleri,  müzikalleri iken,  bu  yıllarda  onların  yerini   şarkılı   türkülü,   ağır   melodram   yapılı   Mısır   filmleri   alır. (Coşkun,   2009:25)   Türk   sinema   tarihinde   “geçiş   dönemi”   olarak   adlandırılan   bu   dönemle   ilgili   Esen,   “Amerikan filmleri Kahire   üzerinden   gelirken,   birlikte   gelen   Mısır   filmleri   de   Türkiye'de   çok   sevilmiştir.  

Müziklerle  bezenmiş,  melodramatik  ögelerle  halkın  duygularına  seslenen  filmlerin etkisini gören  Türk  yapımcılar  da,  önce  dublaj  ve  Türkçe  şarkılarla  Mısır filmleri  gösterimi  yaparken,   giderek  kendi  çektikleri  filmleri  bu  tarz,  şarkılı  melodramlara  dönüştürmüşlerdir.” İfadelerini   kullanmaktadır. (Esen, 2010:40) Erdoğan’a  göre  “doğuya  özgü”  filmler,  dublaj  ve  yerel  bir   film  müziği  ile  önemli  ölçüde  değiştirilmiştir.  Aynı  şekilde  Mısır  filmlerine dublaj  yapılmış  ve   orijinal   film   müzikleri   yerel   olanlarla   değiştirilmiştir.   Bu,   yeni   bir   adaptasyon   müzikal   endüstrisi  meydana  getirmiştir. (N.  Erdoğan,  2013:231)

Sinema   tarihimizde   “sinemacılar   dönemi”nin   başlangıcı   olarak   anılan   1950   yılında,     bestesini Cemal  Reşit  Rey’in  yaptığı,  sözlerini  ise Nazım  Hikmet  Ran'ın  yazdığı  ve  Türkiye   tiyatro  tarihinin  önemli  operetlerinden  biri  olan  “Lüküs  Hayat”, Lütfi  Ömer  Akad  tarafından   sinemaya  uyarlanmıştır. Aynı  dönemde  Haldun  Taner'in  yazdığı  Yalçın  Tura'nın  müziklerini   yaptığı   ve   Atıf   Yılmaz'ın   yönettiği   “Keşanlı   Ali   Destanı” (1964) filmi   de   Türk   Sineması’nın   müzikal   filmleri   arasında   anılmaktadır.   Esen, müzikli   filmlerin Türk   Sineması’nda   altmışlı   yılların   tipik özelliklerinden birini   oluşturduğunu, “Melodramın   anlatı   yapısı   içine   zaman   zaman  yan  karakterlerle  sokulan  güldürü  unsurları  ve  ille  de  bol  şarkılı  sahneler, filmlerin

vazgeçilmezleridir.” sözleriyle  ifade  etmektedir. (Esen, 2010:75) Elbette  bu  filmler  müzikal   film   olarak   anılmamaktadır.   1970'li,   1980'li   yıllarda   yapılan   şarkılı-türkülü   filmlerin de müzikal  olarak  adlandırılamayacağını  söyleyen Tekeş’e  göre  bu  dönemin  önemli  müzikali, yönetmenliğini   Orhan   Aksoy'un   yaptığı,   Haldun   Dormen'in   dansları   yönettiği   “Renkli Dünya” (1980)’dır. “Yedi   Kocalı   Hürmüz”, “Kanlı   Nigar”,   Müjdat   Gezen'li   “Gırgıriye”

filmlerini darbukalı,   ayı   oynatmalı,   bol   cümbüşlü   filmler   olarak   tanımlayan   Tekeş,   bu   filmlerin şarkılı  film  olmaktan  öteye  gidemediğinin  altını  çizmektedir. (Tekeş,  2012)

“1970  ve  1980'ler  Orhan  Gencebay,  Ferdi  Tayfur,  İbrahim  Tatlıses,  Bülent  Ersoy,  Müslüm   Gürses  gibi  şarkıcıların,  türkücülerin  akınına  uğradığı  uzun  bir  dönemdir  ve  bunlar  müzikal sinema   ile   bağdaşmayan,   akademik   tanımıyla   da   ‘arabesk filmler’dir.” (Dede, tarih yok) Türk   Sineması’nda   yer   alan   müzikal   filmlerin   tarihlerine   bakıldığında   Muhsin   Ertuğrul’un   operet  filmleri  dönemi  ve  1950’lerde  popüler  olan  revü  filmlerinden sonra, yapılan  filmlerin   hepsinin temelinde sosyal olgular ve toplumsal  sorunlara  değinildiğinin  altını  çizen  Sağkan’a   göre   bu   filmlerin   özellikleri,   oluşturdukları   ya   da   oluşturmaya   çalıştıkları   müzikal   dil   birbirinden farklıdır.  Türk Sineması’nda  yapılan  müzikal  filmlerin müzikal  drama  alttürüne   dâhil olduğunu   belirten Sağkan,   müzikalin   ihtiyaç   duyduğu   teknik   donanımı   ve   geniş   kadroyu   karşılamanın 2000’li   yıllardan   önce   Türk   Sineması   için mümkün   olmadığına   da   değinmektedir. “Müzikalin  maliyetini  karşılayacak  yapımcı  bulmak  oldukça  zordur.  Devletin   sinemaya  verdiği  destek  ise  oldukça  azdır.” (Sağkan,  2010:  141-145)

Son   dönem   Türk   Sineması’nda müzikal   film   dendiğinde   akla   gelen   ilk   isim   Ezel   Akay’dır.  

“Neredesin Firuze”  (2004), “Yedi Kocalı  Hürmüz”  (2009)  gibi  müzikal  filmlerin  yönetmeni   olan  Akay,  yaptığı  işi  “anlatıcı”  ifadesiyle  ortaya  koyarken  bazı  filmlerinde  müzik  ve  dansı   anlatının  elemanları  olarak  kullanmaktadır.   “Neredesin  Firuze” filminde  kısa  da  olsa  dans   sahnelerine ya   da   Erdoğan’ın   ifadesiyle   kısa   performanslara   yer   veren   yönetmen, bu sahneleri   anlatının   temel   birimlerinden   biri   haline   getirmemektedir.   Oysa   çalışmamızda   çözümlemesini   de   yaptığımız   “Yedi Kocalı   Hürmüz”   filminde   izlediğimiz   dans   sekansları,   anlatıyı  biçimlendirirken  filmin  derdini  izleyiciye  aktarabilmek  için  önemli  bir  eleman  olarak   kullanılmıştır.  Türk  Sineması  tarihinde  önemli  bir  yer  edinemeyen  ve  başarılı  örneklerine   rastlanamayan   müzikal   film   türü, son   dönem   sinemamızda   da   yok  denecek   kadar   az yer almaktadır.

3. MÜZİKAL   FİLMLERDE   BİR   İLETİŞİM   ARACI   OLARAK   DANS VE