• Sonuç bulunamadı

Türkiye‟de Engellilerin Sosyo-Ekonomik Durumu İle İlgili Genel Görünüm

II. BÖLÜM

2.2. Engelli Turizmi

2.2.4. Türkiye‟de Engellilerin Sosyo-Ekonomik Durumu İle İlgili Genel Görünüm

veya ekonomik düzeylerinin ne olduğu bilinmemektedir. Bu noktada, Türkiye‟deki özürlülük konusunda yapılmış araştırma ve çalışmaları değerlendirmek, özürlü nüfusun ekonomik durumu ile ilgili bilgi verebilir.

2002 Türkiye Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre, özürlü olan nüfusun toplam nüfus içindeki oranı % 12.29‟dur. Ortopedik, işitme, görme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin oranı % 2.58 iken, süreğen hastalığa sahip olanların oranı %9.7‟dir (ÖİB ve DİE, 2002).

Özürlülük olgusu, Türkiye‟deki nüfusun önemli bir kesimini etkileyen bir olgudur. Ayrıca özürlülükle ilgili sorunlar yalnızca belirtilen özürlü nüfus oranını değil, aile ve yakın çevrelerini de kuşatan sorunlardır. Sonuç olarak bu durumun etkileri oranlandığında, Türkiye‟deki özürlü nüfus oranından çok daha yukarıda bir oran ortaya çıkar.

Engellilerin eğitim durumu incelendiğinde, genel nüfusa kıyasla daha düşük olduğu görülmektedir. Turizmi geliştiren unsurlardan birinin eğitim olduğu düşünüldüğünde gelir elde etmenin önündeki engelleri aşmada önemi büyük olan eğitim düzeyinin aynı oranda engellilerin turizm faaliyetlerine katılma oranını etkileyeceği düşünülmektedir.

Buradan da hareketle, 2002 Türkiye Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre; genel nüfusta okuma yazma bilmeyenlerin oranı %12,9 iken, okuma yazma bilmeyen ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin toplam özürlü nüfus içindeki payının yaklaşık %36.3, okuma yazma bilmeyen süreğen hastalığı olanların ise toplam özürlü nüfus içindeki payının %24.8 olduğu belirtilmelidir. Tamamlanmış eğitim durumuna göre özürlü nüfus oranı verilerine bakıldığında ise ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin yaklaşık % 41‟i, süreğen hastalığı olanların yaklaşık % 47.1‟i ilkokul mezunudur. İlkokul sonrası eğitim düzeyi ise oldukça düşüktür. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma

ile zihinsel özürlülerin %5,6‟sı ortaokul, %6,9‟u lise ve %2,4‟ü yüksekokul mezunudur. Süreğen hastalığa sahip olanların tamamlanmış eğitim durumlarına bakıldığında ise %6,3‟ü ortaokul, %7,6‟sı lise ve %4,2‟si yüksekokul mezunu olarak görülmektedir (ÖİB ve DİE, 2002).

Eğitim düşüklüğü, yoksulluk bağlamında iki yönlü değerlendirilebilir: Kişiler yoksul olduklarından yeteri kadar eğitim alamayabilirler ya da iyi bir eğitim alamamak da kişileri yoksulluğa itebilir. İyi bir eğitim almış olmak, kişilerin geleceğine yön veren, çalışma yaşamı içerisinde kendine yetebilecek bir gelir elde edebilecek şekilde yer almasını sağlayan önemli bir değişkendir. Oysa verilerden de anlaşıldığı üzere, özürlüler açısından eğitim düzeyinin oldukça düşük olduğu göze çarpmaktadır. Özellikle okuma-yazma bilmeyen ve ilkokul mezunu olanların oranlarının diğer oranlar içerisinde önemli bir farkla fazla olduğu görülmektedir. Böylece eğitim düşüklüğü, çalışma yaşamı içerisinde var olması daha zor olan bir kesimi ifade eden özürlülerin yaşadıkları bu olumsuz durumu pekiştirici etki yapacaktır. Ayrıca eğitimsizlikten kaynaklı “niteliksizlik” de buna eklenince yaşam standartlarını geriye çekecek ve gelir elde etme mekanizmalarını azaltacaktır.

Özürlülerin ekonomik durumunun değerlendirilmesinde belki de en çok üzerinde durulması gereken nokta, özürlülerin işgücüne katılım durumudur. 15 yaş ve üzeri yaştaki özürlü nüfus için yapılan işgücü durumuna göre özürlü nüfus oranı hesaplamasına bakıldığında; ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü nüfus içinde işgücüne dahil olan özürlü nüfus oranı %21,7‟dir. İşgücüne katılım oranı kentte %25,6 iken kırda %17,7 olarak farklılık göstermektedir. Ayrıca işgücüne katılım oranı cinsiyet bazında da önemli farklılıklar göstermektedir. Kadınlarda bu oran %6.7 iken, erkeklerde %32.2 olarak kaydedilmiştir. Ayrıca ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü nüfus içinde işsizlik oranı %15.4 olarak belirlenmiştir. Süreğen hastalığı olanlarda işgücüne dahil olanların oranı % 22,8‟dir. İşsizlik oranı ise %10.7‟dir (ÖİB ve DİE, 2002).

Verilerin de ortaya koyduğu gibi, çalışmak, emek piyasasında yer almak için müracaat etmiş, ancak herhangi bir işe yerleştirilmemiş olan özürlülerin oranını ifade eden işsizlik oranı yüksektir. Ancak bundan daha çarpıcı olan, işgücüne dâhil olmayan özürlülerin oranının bir hayli fazla olduğudur. İşgücüne katılım oranının düşüklüğünü etkileyen sebepler, özürlülerin çalışamayacak durumda olması, bu sebeple istihdam edilmek için herhangi bir çaba harcamaması, başvuruda bulunmaması ya da iş bulamama sebebiyle yaşanılan umutsuzluktan

kaynaklı olarak artık iş aramaktan vazgeçmiş olması şeklinde ifade edilebilir. Nitekim, 2002 Türkiye Özürlüler Araştırması İkincil Analizi‟nin de (2006) ortaya koyduğu gibi, özürlülerde iş aramama sebeplerinin en önemlileri arasında ev kadını olma, çalışamaz durumda olma ve iş bulamama önemli yer tutmaktadır (TÜBİTAK, 2006).

Özürlülerde hem çalışacak durumda olmamak, hem de iş bulamamak, diğer bir ifadeyle işgücüne katılım oranının düşüklüğü ve işsizlik oranının yüksekliği ücretli olarak çalışmayı ve belli bir gelir elde etmeyi sınırlayan bir yapı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sebeplerle, özellikle de toplumun diğer dezavantajlı kesimlerinden farklı olarak çalışabilecek durumda olmama noktasında, özürlüler yoksulluk riski ile karşılaşma olasılığı çok daha fazla olan toplumsal kesimdir.

Türkiye‟deki özürlü nüfusun sosyal güvenlik durumlarına ilişkin veriler de özürlülerin yoksulluğu açısından önemli bir göstergedir. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerde sosyal güvenliğe sahip olanların oranı %47.5‟tir. Süreğen hastalığı olanların ise, %63.6‟sının sosyal güvenliği bulunmaktadır. Sosyal güvenliği olan ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin %45,2‟sinin sosyal güvenliği kendi adına kayıtlıdır. Süreğen hastalığı olanlarda sosyal güvenliğin kendi adına kayıtlı olma oranı ise %44,3‟tür (ÖİB ve DİE, 2002).

2002 Türkiye Özürlüler Araştırması İkincil Analizi‟nde (2006), özür türlerine göre sosyal güvenlik sistemlerine kayıtlı olma oranı hesaplanmıştır. Burada, yeşil karta sahip olanlar ve 2022 sayılı Kanun kapsamında olan özürlüler de, sosyal güvenliği olanlar arasına dahil edilmiştir. Özürlülerin sosyal güvenliğe sahip olma oranları özür türlerine göre yapılan ayrım neticesinde %58,3 ile %68,2 arasında değiştiği ortaya konmuştur (TÜBİTAK, 2006). Ancak dahil edilen sosyal güvenlik uygulamaları ile birlikte, yine sosyal güvenceden yoksun önemli bir özürlü nüfusun olduğu göze çarpmaktadır.

Bu verilerden hareketle, Türkiye‟deki özürlü nüfusun neredeyse yarısının herhangi bir sosyal güvencesinin olmadığı görülmektedir. Bu durum, özürlülerin hem formel piyasalarda, kayıtlı biçimde çalışma oranlarının düşük olduğunu hem de özürlüler için hayati önem taşıyan sağlık hizmetlerinden yararlanmanın dışında kaldıklarını gösterir. Ayrıca, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmayanlar, aynı zamanda devletin yoksullara yönelik karşılıksız transferlerinden yararlanmak için başvuran ve yoksulluk riskine en fazla maruz kalan kesimi

ifade etmektedir. Çünkü sosyal güvenceden yoksunluk, hem gelir elde edememek hem de risklere açık olmak anlamına gelmektedir.

2002 Türkiye Özürlüler Araştırması‟nın ortaya koyduğu verilerde, özürlü olan kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarından en önemli beklentilerinin ne olduğu da yer almaktadır. Buna göre özürlülerin %61,2 gibi çok büyük bir oranının beklentisi, kendilerine parasal katkıda bulunulmasıdır. Bu oranı %9,5 ile iş bulmaya yardım etme talebi takip etmektedir (ÖİB ve DİE, 2002). Karşılıksız bir parasal katkı talebinin bu kadar yüksek oranda olmasına ilişkin, elbette çeşitli yorumlar geliştirilebilir. Ancak, ekonomik anlamda yaşanan çıkmazlar dolayısıyla ilk akla gelen tercihin bu yönde olduğu belirtilebilir.

2002 Türkiye Özürlüler Araştırması İkincil Analizi‟nde (2006), özürlülerin özürlülük durumuyla ilgili herhangi bir kuruma/kuruluşa ulaşamamasının nedenlerine bakıldığında, yarısından fazlasının verdiği yanıt (%57,3), “ekonomik durumlarının yeterli olmadığı” olmuştur. Dolayısıyla özürlü kişiler, ekonomik yetersizliklerini, özürlülük durumlarıyla ilgili hizmet alma sürecini olumsuz olarak etkileyen bir durum olarak değerlendirmektedirler. Üstelik, sorunu ekonomik yetersizlikte görenlerin oranı oldukça yüksektir (TÜBİTAK, 2006).

Eğitim, istihdam, sosyal güvenlik, özürlülerin beklentileri gibi kategorilerle ortaya konan verilerden de anlaşılabileceği üzere, ülkemizdeki özürlü nüfusun ekonomik anlamda yaşadıkları sıkıntılar ve bu sıkıntılarla bağlantılı olarak ortaya çıkan sorunları açıktır. Bu noktada, istihdam sürecine katılamama, eğitim olanaklarından çeşitli sebeplerle yoksun kalma, sosyal güvenlik çatısı altında bulunamama gibi durumlar, özürlüler için ekonomik olarak iyi bir refah seviyesine ulaşma önünde ciddi engel oluşturmaktadır.

2002 Türkiye Özürlüler Araştırması İkincil Analizi (2006), eğitim düzeyi düşük, sosyal güvenlik olanakları az, gelir durumu kötü olan bir özürlü kitlesinin mevcut olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, özürlülük ve eğitimsizlik, özürlülük ve yoksulluk, özürlülük ve soyutlanma durumlarının birbiriyle bağlantılı oldukları, özürlülük çalışmalarında, öncelikle bu sorunların üzerine gidilmesi gerekliliğini beraberinde getirmektedir (TÜBİTAK, 2006).

Araştırmanın bu kısmında Dünya‟da ve Türkiye‟de engellilerin ekonomik durumu ile ilgili genel bir görünüm sunulmuştur. Bu hususa biraz daha ayrıntı verebilmek ve anlaşılabilir yapabilmek adına Türkiye‟de engellilerin ekonomik durumları ile ilgili rakamsal istatistikler

sunmanın doğru olacağı düşünülmektedir. Fakat, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Sivil Toplum Kuruluşları, Ekonomi yazarları ile yapılan görüşmelerden ayrıntılı bir ayrıntılı bir veri elde edilememiştir. Ancak akademik kaynaklarda yapılan taramalarda karşımıza çıkan bazı veriler olmuştur. Bunlardan biri 82 engelli üzerinde yapılan haneye giren aylık gelir bazında bir araştırmadır.

Bunlara göre: Hanelerin %8,6‟sının aylık gelirinin (50–350) TL, %12,2‟sinin aylık gelirinin (351–500) TL, %19,5‟inin aylık gelirinin (501–650) TL, %29,3‟ünün aylık gelirinin (651–800) TL, %23,2‟sinin aylık gelirinin ise (801–1100) TL arasında olduğu görülmektedir. Hanelerin hemen hemen yarısının aylık gelir miktarlarının (501–800) TL arasında olduğu ve sıklığın bu gelir aralığında yaşandığı söylenebilir (Erbil Erdugan, 2009).

Ülkemizde ve Dünyada, engelliler ekonomik durumları bazında değerlendirdiğinde birçok sıkıntı ve problemle karşı karşıya oldukları sonucunu ortaya çıkarıyor olmasına rağmen, diğer taraftan yapılan araştırmalar, ABD‟de ve Avrupa‟da yaşayan engellilerin alım gücünün 200 Milyar Doları geçtiğini göstermektedir. Öyle ki, İngiliz Üniversitesi Surrey tarafından yürütülen OSSATE ( One-Stop-Shop Accessible Tourism in Europe- Avrupa‟da Erişilebilir Turizm) adlı çalışma Avrupa‟da 46 milyona yakın fiziksel ya da zihinsel sorunu bulunan engellinin yaşadığını ortaya koyuyor. Hareket zorluğu yaşayan hamile kadınlar ve 65 yaş üzeri nüfus göz önüne alındığında bu rakam 130 milyon kişiye ulaşıyor. Araştırma sonuçlarına göre 130 milyon engellinin yaklaşık %70‟i seyahat etmektedir. Bu kişilerin genellikle bir ya da birkaç kişinin refakatiyle seyahat ettikleri düşünüldüğünde Avrupa‟da seyahat eden potansiyel rakamın 130 milyon kişi ve bunların yaklaşık turizm harcamasının 80 milyar Avro‟dan fazla olduğu söyleniyor.

Çeşitli kaynaklardan edinilen bilgilerde, ABD'deki engellilerin toplam nüfusunun ise 50 milyona yaklaştığı ve bu kesimin alım gücünün 175 milyar dolara ulaştığı ifade ediliyor (TURSAB, 2008).

Turizm bir bütün olarak ele alındığında, ülkemizin turist ağırlayan bölge olarak öneminin ne kadar yüksek olduğunu bilinmektedir. Dünya‟da ve ülkemizde engellilerin gelir elde etmekle ilgili birçok problemi olmasına rağmen, büyük bir ekonomiyi de ellerinde bulundurdukları görülmektedir. Engellilerin, sadece ABD ve Avrupa‟da 200 milyar doların üzerinde bir ekonomik güce sahip olmaları, engellileri turizmde önemli bir niş pazar haline

getirmektedir. Hem dışarıdan bu gücü ülkemize çekebilmek, hem de engelli turistlerin ve Türkiye‟de yaşayan engellilerin yaşam kalitesini artırabilmek için engelli turizmine yönelik projelerin ve yatırımların artırılması gerektiği düşünülmektedir.