• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Tarım Sektörünün Neoliberal Dönüşümü

2.2. Türkiye’deki Birikim Stratejisi ve Yeniden Yapılanma: Enerji ve Tarım

2.2.2. Türkiye’de Tarım Sektörünün Neoliberal Dönüşümü

Azgelişmiş ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonrası ulusal kalkınmacılığın başlatılmasıyla tarım ve köylülük sorunları ağırlıklı bir şekilde tartışma konusu olmuştur. En

genel görünümle, 20. yüzyılın tarım tartışmaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında üç ayrı yaklaşımla tartışılır (Köymen, 2012: 90): Dünya Bankası iktisatçılarının evrimci modernleşmeci kalkınma yaklaşımları; feodalizmden kapitalizme geçiş tartışmalarını içeren teorik-tarihsel perspektifli Marksist yaklaşımlar71 ve bağımlılık kuramcılarının72 yaklaşımlarıdır. 1970’lerden sonra küçük köylülük üzerine geliştirilen “yeşil devrim” konusu tarım tartışmalarının içerisine dâhil edilmiştir. Azgelişmiş ülkelerin tarım ve köylülük meselesini içine alan tartışmalar ise modernleştirmeci kalkınma kuramları ile bu bakış açısını eleştiren bağımlılık teorisyenleridir. Öyleyse Türkiye’deki tarım ve köylülükle ilgili yaklaşımlar; Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşların görüşleri ekseninde yapılandırılmış evrimci modernistler ile bunun eleştirisini sunan bağımlılık teorisyenlerinin yaklaşımları arasındadır.

Evrimci modernist yaklaşımlar, azgelişmiş ülkelerin geri kalmışlığını kültürel değerlere (geleneksel toplum), toprak mülkiyeti düzeni ve değer sisteminden kaynaklanan engellere dayandırmaktadır. Bu engellerin ortadan kaldırılması için ulusal kalkınma politikalarına ihtiyaç vardır. Zira Türkiye’de 1945 sonrası Marshall Planı Programının uygulamaya konulmasıyla birlikte tarımda modernleşme ve makineleşmeye gidilmiştir. Bu sürecin amacı, Türkiye’nin geleneksel toplum yapısından modern toplum yapısına geçişini sağlayacak ülkeyi kapitalist formasyona entegre edebilmektir. Ancak bu sürecin başlamasının ardından politikaların vaat edildiği gibi sonuçlar doğurmadığı anlaşılmış ve Türkiye’deki tarım ve köylülük yapısında değişimler yaşanmıştır. Bu süreçte, yeni üretim alanları üretime katılıp, çayır ve meralar giderek tarlalaştırılmış ve ülkede kırdan kente büyük bir iç göç dalgası başlamıştır. Evrimci-modernist yaklaşımları eleştiren bağımlılık teorileri ise Türkiye’nin tarım ve köylülük meselesini açıklamak için alternatifler sunabilmektedir. Wallerstein’a göre ülkelerin geri kalmışlığı, güçlü devletlerin, zayıf devletlerin yönetici sınıflarını sömürmesi”nden kaynaklanmaktadır (akt. Köymen, 2012: 96). Bu bağlamda, Türkiye’deki tarım ve köylülükteki yapısal dönüşümü, giderek küresel sisteme bağımlılaşan, bunun sınıf mücadelelerinin bir uzantısı olan süreç olarak ifade edilebilir.

Yarı-sanayileşen azgelişmiş bir ülke olan Türkiye’de tarımın yapısı dış dinamikler ile iç dinamikler bağlantılı olduğundan neoliberal dönemde tarım faaliyetinden siyasal, ekonomik ve ideolojik yapıdaki radikal dönüşüm irdelenebilir. Bunun nedeni, neoliberal yeniden yapılanma döneminin üretimden ziyade tüketim üzerine kurulması, bu yapı içinde finans ve

71 Bu literatür Marx’ın 18 Brumaire (2011c), Kapital’den (2011b: 686-731) başlatılarak Kautsky ve Lenin tartışmaları (1996); daha sonrasında ise Dobb, Sweezy, Brenner’ın yaptığı tartışmalarla devam eder (Köymen, 2012: 90-96).

hizmetler sektörünün ağırlığı kısaca maddi olmayan üretim biçimlerinin yaygınlık kazanmasıyla bağlantılı olmasıdır (Keyder ve Yenal, 2013: 16). Bu bağlantıların dışında ise Türkiye’deki tarımın yapısı sınıf mücadelesi ve devlet ile sermaye arasındaki ilişki hesaba katılmadan anlaşılması güçleşmektedir. Nitekim bu ilişki Türkiye’de tarımsal devlet politikalarında görülebilir.

Boratav’ın (1980: 139) belirttiği gibi Türkiye’deki tarım faaliyetleri ve devlet politikalarında iki yaklaşım göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, tarımın modernleşmeye gereksinmesi durumu ve kapitalist mekanizmaların yeterli olmadığı noktalarda devletin devreye girerek boşlukları doldurmaya çalışmasıdır. İkinci yaklaşım ise devletin bazı durumlarda sınıf mücadelesinde dengeleyici politikalar uygulamasıdır. Bunun anlamı devletin, bazı dönemlerde köylülükten yanaymış gibi görünüp eşitsiz koşulları ortadan kaldıran değil, “donduran”, yani problemin daha fazla ağırlaşmasını önleyen politikalar uygulamasıdır (Boratav, 1980: 139). Bu iki yaklaşımın ortak özelliği, tarım alanında devletin sınıf mücadelesini gözettiği ve sermaye ile ittifaklar oluşturduğudur. Devlet bu politikaları uygularken, toplumun rıza unsurunu ihmal etmemektedir. Nitekim 1980 sonrası neoliberal politikalarda iç ve dış dinamikler etkinliğini sürdürmüştür. Türkiye’nin tarımsal faaliyetinde, bir yandan IMF ve DB gibi dış dinamikler etkili olurken, diğer yandan devlet ile sermaye bloğu iç dinamikler olmayı sürdürmüştür. Bu bağlamda, Türkiye’de 1980’den itibaren tarımda iki temel dönem yaşanmıştır: Birincisi, 1980 ile doksanların ortasına kadarki tarımda deregülasyon (kuralsızlaşma) dönemidir. Bu dönemde, neoliberal dönem öncesi, özellikle devlet tarafından yürütülen tarımsal destekleme mekanizmaları terkedilmiş, tarım üretiminde piyasa şartları hâkim olmaya başlamıştır. İkincisi ise birincinin devamı olarak 1995- ve günümüze kadarki süreyi kapsayan tarımda reregülasyon (yeniden kurallaştırma) dönemidir (Ulukan, 2009: 78-81).

Dolayısıyla neoliberal dönem sonrası Türkiye’de tarımsal faaliyetteki yapısal değişimlerin yanında köylülük ve neoliberal stratejiyle köylülüğün durumunu belirlemek, sınıf mücadelesinin dolayımlanması bakımından önemlidir. Bu kapsamda Türkiye’deki tarım meselesi üç ana başlıkta ele alınabilir (Keyder ve Yenal, 2013: 20-47): Metalaşma (yani neoliberal yeniden yapılanma döneminde tarım sektöründeki piyasaya tabi kalınarak metalaşma sürecinin hız kazanması), köylünün mülksüzleşmesi (ilkel birikim süreçlerinden dolayı köylülüğün proleterleşmesi ya da küçük köylülükten küçük meta üreticiliğine geçmesi ile özel mülkiyet pratiklerinin yaygınlaşması) ve siyaset (ulusal kalkınma ve kırsal kalkınmanın terk edilmesiyle tarım politikalarında yaşanan değişim ve buna karşı gelişen toplumsal muhalefetler).

Köylülük, Marx’ın (2011c) Brumaire’inde belirlediği noktadan değerlendirilirse üç düzeyiyle karşılaşılacaktır: Birinci düzey, köylülüğün hem bir sınıf hem de bir sınıf olmama karakteridir. Köylülerin sınıfsal rolü, ekonomik ilişkileri ve kendi yaşam çevrelerindeki birliktelikleridir. Sınıf olmama yönü ise kendi aralarında hiçbir bağın, siyasal örgütlenmenin kurulamıyor oluşunu temsil eder. İkinci düzey, kapitalist bir toplumdaki köylülüğün hem burjuvaziyi hem de proletaryayı temsil edişidir. Bunun anlamı, köylünün üretim araçlarının sahibi olduğu noktada kapitalist, kendisinin ücretli işçi olduğu noktada proletarya olduğudur. Son olarak üçüncü düzey ise “köylülüğün tasfiyesi tezi” (Boratav, 1980: 73) de denilen, kapitalist bir toplumda tarımın geri kalmış olmasından dolayı köylülüğün kendiliğinden yok olacağıdır. Köylülük bu süreçte, tarımdaki proleterleşme süreciyle karşı karşıyadır (Ulukan, 2013: 55-59).

Tarım ve köylülüğün (küçük meta üreticiliği) toplumsal ve tarihsel süreci temelde kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişmesinin bir ürünü olarak değerlendirildiğinden azgelişmişlik Türkiye’deki tarım ve köylülüğün “hem nedeni hem sonucu” görünümündedir (Özuğurlu, 2013: 83). Eşitsiz ve bileşik gelişme süreci bağlamında Türkiye’de kentler, büyük iç göç dalgalarından etkilenerek rant merkezleri haline getirilirken, doğa ise enerji ve tarım faaliyetleri vasıtasıyla yavaş yavaş neoliberal sermaye birikim rejiminin bir parçasına dönüştürülecek hale getirilmiştir. Öyle ki Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kalkınma politikalarıyla tanışmış, mülksüzleştirerek birikim süreci özellikle tarım alanındaki değişimle yürütülmüştür. Aslen 1945 sonrası Türkiye’nin ekonomi politikaları ABD, IMF ve DB aracılığıyla belirlenmekte, tarım politikaları bu ilişkiler çerçevesinde yürütülmektedir. Bu dönemde, ABD ve DB, azgelişmiş ülkelerin tarım sektörünü modernleştirmeyi (yani tarımda traktörleşme ya da makineleşme) sağlayarak ve yiyecek yardımı yapıp düşük ücretlerle tarımsal ihracata zorlayarak kalkınma politikalarını yayıyordu. Böylece azgelişmiş ülkeler, dış ticaret ve yabancı sermaye girişine açık hale getirilerek kapitalist yayılımın bir parçası haline geliyorlardı. “Marshall Planı” vasıtasıyla sağlanan kredilerle tarımda hızlı bir dönüşüm gerçekleşecek, Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkenin kır ve kent yapısında değişimler yaşanacaktı. Türkiye için bu tarım alanındaki sonuç, toprak mülkiyetinin giderek ve önlenemez temerküzüne dönüşmüştür (Köymen, 2012: 135-136). Dahası, tarımda makineleşmeyle birlikte işsiz kalanların birçoğu kentlere göç etmek zorunda bırakılarak proleterleşme ve yavaş yavaş emeğin yabancılaşması süreçleriyle karşı karşıya bırakılmıştır73.

73 İlkin pamuk üretimi ve ticaretiyle kapitalizmle tanışan Osmanlı köylüsünün kapitalist üretim tarzı içerisindeki dönüşümünün en büyük kırılması bu dönemde olmuştur. Tıpkı ilk sanayi kentlerinde yaşandığı gibi köylerden kentlere kitlesel bir göç yaşanmasına rağmen Türkiye’deki işçi sınıfı ve bilinci tipolojiden görece bağımsız gelişmiştir. Çünkü 50’li yılların Türkiye’si eşitsiz ve bileşik gelişme alanı olarak kapitalizmi doğuran değil ona eklemlenen bir yapı içerisinde köylüyü salt işçiye dönüştürememiştir.

1970’lere gelindiğinde, Türkiye’de devletin her ne kadar köylülüğü ve üreticileri koruduğu inancı yaygın olsa da tarım sektörü, ABD ve AB karşısında rekabet edemeyecek bir pozisyona sürüklenmiştir. Sözgelimi, Türkiye’nin tarımsal ihracattaki payı en yüksek olan pamuk ve tütün ürünleri, 1980 sonrasında ithal ürünler arasına girmiştir (Köymen, 2012: 152- 153).

1980’le beraber neoliberalleşme sürecine giren Türkiye’de tarım alanları doğanın metalaştırılmasından payını alarak rant sisteminin içerisine sürüklenmiş ve kentsel arazilere dönüştürülme, turizme açılma, fabrikaların kurulması, yeni yerleşim yerlerinin inşa edilmesi, barajların ve santrallerin yapılması gibi piyasanın konusu haline getirilmiştir. Türkiye’deki tarım faaliyetinin neoliberal stratejiyle altüst oluş sürecinde 24 Ocak Kararları hazırlık aşaması, 1989 sonrası proletarya lehine düzeltilen bazı maliye politikaları ara dönem, yeniden proletaryaya yüklenilmeye başlanan 5 Nisan 1994 Kararları da geçiş sürecinin uğraklarını temsil etmektedirler. Esasen Temmuz 1998’de IMF ile imzalanan “Yakın İzleme Anlaşması” IMF ile sonraki on yıllık (1998-2006/2008) ilişkisinin başlangıcı olsa da (Bağımsız Sosyal Bilimciler, 2012: 17) Türkiye’deki tarım sektörünün ve emekçi kesiminin tasfiye oluş süreci ise 9 Aralık 1999’daki IMF’ye verilen niyet mektubuyla başlatmak mümkündür. 2000 yılında başlayan stand-by programıyla IMF ve DB’ye verilen niyet mektuplarıyla da gelecek on yılın tarım politikası belirlenmiştir. Bu niyet mektuplarının özünde tarımdaki o döneme kadarki destekleme araçlarının tasfiye edilerek yalnızca doğrudan “gelir desteğinin” sağlanacağı yeniden yapılanmaya gidilmesi vardır (Oyan, 2013: 366-368). Sözgelimi 2000 yılındaki Enflasyonu Düşürme Programı’nda -Yeldan’ın (2001: 158) ifade ettiği gibi- tarım ve emek kesiminin teşvik, destekleme ve emeklilik fonu gibi kazanımları dış denetime tabi tutularak yeniden yapılandırılmıştır. Bu uğrakların herbirinde, tarım topraklarını kendi varoluş amaçları için kullanan köylüler ve çiftçiler, topraklarının mübadele değerine sokularak kâr aracı haline getirilmeye başlamasıyla proleterleşmeye (ya da vasıfsızlaştırma) zorlanmışlardır.

Tarım sektörünün neoliberal yeniden yapılandırılmasında, özellikle tütün, şeker pancarı gibi ürünlerin hükümet desteklerinin kesilmesi önemli bir kriterdir. Bunun yanında, çiftçileri bu ürünleri üretmekten vazgeçirebilecek olan “Doğrudan Gelir Desteği” sistemine başvurularak Türkiye’deki tarım sektörünün çöküşü hızlandırılmak istenmiştir (Özuğurlu Bayramoğlu, 2009: 275).