• Sonuç bulunamadı

Enerji Sektöründe Türkiye’deki Neoliberal Birikim Stratejisi

2.2. Türkiye’deki Birikim Stratejisi ve Yeniden Yapılanma: Enerji ve Tarım

2.2.1. Enerji Sektöründe Türkiye’deki Neoliberal Birikim Stratejisi

Türkiye’deki neoliberalleşme sürecindeki birikim stratejilerinden biri enerji sektöründeki dönüşümdür. Enerji küresel ölçeğin en önemli bağımlılık meydana getiren meselelerinden biridir. Enerji kaynakları toplumsal ve ekonomik büyümeyi karşılayamayan ülkelerde enerji gereksinimi konusunda dışa bağımlılık doğrudan gözlemlenebilir bir hal alır. Türkiye, enerji gereksinimi konusunda fosil yakıtlara ve ithal kaynaklara bağımlı bir ülkedir. Bu bağımlılık, ülkeyi günümüzde ya fosil yakıtlara bağımlılığın artarak sürmesini ya da yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimi seçeceği bir yol ayırımına getirmiştir (Şahin, 2015: 17). Ne var ki bu konumda yer alan Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke enerji gereksinimindeki dışa bağımlılığa rağmen ekonomisini üretim ve tüketime yöneltmektedir. Yani ülkeler fosil yakıtlara alternatif olarak yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimi fosil yakıtlara bağımlılıklarının azaltılması gibi düşünülse dahi iki enerji kaynağı türündeki kurulu güçlerin artırılması gerekliliği ön plana çıkmaktadır.69 Sözgelimi, Türkiye, elektrik üretimi gibi birincil enerji üretimini 1970-2013 yılları arasında iki katından fazla arttırmasına karşın, toplam enerji tüketimi altı kattan daha fazla artmış, bunun sonucunda ülkede üretim için gerekli kaynaklar tüketime göre yetersiz kalmıştır. Zira enerji gereksinimi küresel enerji talebinin yükseleceği ve/veya yükselmesi gerekeceği trendin bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Dünya geneline bakıldığında toplumsal ve ekonomik büyüme daha fazla enerji üretimine ihtiyacı doğurduğundan 2050 yılında (yaklaşık 35 yıl sonra) Dünya enerji talebi mevcut talebin iki katına yaklaşacağı beklenmektedir (TMMOB-MMO, 2015: 16).

Bunun yanında enerji gereksinimi bakışı yalnızca büyüme ile ilişkilendirilecek bir konu değildir. Özellikle birincil enerji tüketiminde kullanılan kömürün “karbon bütçesi”ndeki oranı, iklim değişikliği konusunda birinci sırada yer almasına rağmen (Şahin, 2015: 15),

69 Bu tartışma, birbirine alternatif gibi görünen enerji kaynakları arasında bir tercihi öngördüğünden tüketime yönelik, büyümeci, serbest piyasacı iktisadi anlayış içerisinde bir değerlendirme yapar. Örneğin, termik santrale karşı rüzgâr veya güneş enerjisi ya da nükleer santrali alternatif olarak belirtir. Dolayısıyla enerji tüketiminin azaltılmasına yönelik küresel ihtiyaçlar büyük oranda dışlanır. Nitekim Türkiye gibi enerji yönünden dışa bağımlı olan bir ülkede, hem yenilenebilir enerji, hem fosil yakıt hem de nükleer enerji projeleri dahi birbirine alternatif teşkil etmek yerine enerji üretiminin artışına odaklanılmaktadır. GES Projesine bu üçüncü tartışmalardan yola çıkılarak meşruluk zemini aranmaktadır.

tüketim hızının giderek yükseldiği gözlemlenmektedir. Enerji konusunda büyüme kaynaklı politikaların bu denli küresel bağımlılığı derinleştirmesi ile iklim değişikliğine bağlı olarak doğa tahribatlarındaki yükselişinin paralelliği ulusal ölçeklerin izlemesi gereken politikaları karmaşıklaştırmaktadır. Ayrıca enerji kaynakları konusunda küresel ve ulusal ölçeklerin birbirine bu denli bağımlılığı enerji gereksinimi dolayımıyla baskı yapılan yerel ölçeklerin toplumsal, kültürel, politik konumlarını olumsuz etkilemektedir. Küresel bağımlılık, ulusalın yerele baskı uygulamasına yol açtığı gibi aynı zamanda yerel ölçeği giderek ölçeklerarası bağımlılık ilişkisine daha fazla itmektedir.

Türkiye’de neoliberal yeniden yapılanmanın enerji sektörü üzerindeki etkisi, kamu hizmeti niteliğindeki elektrik enerjisinin metalaştırılıp altyapı tesislerinin “doğal tekel” olmaktan çıkarılması, elektrik arzının özelleştirilerek devlet tekeline son verilerek serbestleştirilmesini ifade eder. Neoliberalleştirme süreci boyunca elektrik sektöründe mülkiyet, genel yapı ve yönetsel yapıda değişikler meydana gelmiştir. Bu değişiklerde, başta Dünya Bankası (DB) olmak üzere, IMF, AB, gibi dış dinamiklerin payı büyük olmuştur. Aslen, elektrik sektörünün toplumsal tabanlı yürütülen “sosyal devlet politikaları” yetmişli yıllarda yaşanan toplumsal, politik (ideolojik), iktisadi (ve tabi ekolojik) krizler neticesinde yeniden yapılandırılıyordu. Nitekim Türkiye’de elektrik sektöründeki yeniden yapılandırılma süreci, 1979 yılında IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasının ardından DB ile yapılan Yapısal Uyum Kredisi Anlaşması (5 SAL) ile başlatılmıştır. Anlaşmalarla birlikte ülkeye krediler verilirken, buna karşılık “KİT’lerin tasfiyesi, dış piyasalarla uyum ve bürokrasinin yeni organizasyonu” adına uygun zemin oluşturulmaya çalışılır. SAL Anlaşmalarının bitişinin hemen ardından yine elektrik sektörü alanında (ve daha sonra tarım sektöründe ve mali alanda da imzalanmıştır) 1984’te Sektörel Yapısal Uyarlama Kredileri (Enerji SECAL) imzalanmıştır. Enerji SECAL ile Türkiye’deki KİT’lerin özelleştirilmesi, enerji sektöründe yatırım stratejilerinin güçlendirilmesi ve gerektiğinde devletin enerji yatırımlarını sürdürmesi gibi hedefler yer almıştır. (Güler, 2005b: 135-150).70 Bu hedefler doğrultusunda elektrik sektörü neoliberal yeniden yapılanma sürecine dâhil edilmiştir.

Elektrik hizmetlerinin neoliberal yeniden yapılandırılma sürecinde, ilk olarak elektrik hizmetlerinin ilgili hukuksal mevzuatı yeniden düzenlenerek neoliberal hegemonyaya uyumlu hale getirilmiştir. Ayrıca elektrik hizmetlerinin metalaştırılması için yönetsel altyapı hazırlanmaya çalışılmıştır. 24 Ocak 1980 Kararları ile 12 Eylül 1980 darbesinin ardından yaşanan ara dönemden hemen sonra 4 Aralık 1984’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce (TBMM) kabul edilen 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik

Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti İle Görevlendirilmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de bu kanun, kamu hizmetleri ile alt-yapı yatırımlarının özel sektörlerce sağlanmasını ifade eden Yap-İşlet-Devret (YİD) ve Yap-İşlet (Yİ) modellerinin yasal düzenlemesi olması kapsamında ilk örnektir. Kanunun amacı, “Türkiye Elektrik Kurumu [TEK] dışındaki özel hukuk hükümlerine tabi sermaye şirketleri statüsüne sahip yerli ve yabancı şirketlerin elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti ile görevlendirilmesini düzenlemektir” (3096, 1. Madde). Kanunun 3. maddesinde elektrik hizmeti vermek üzere kurulmuş sermaye şirketleri için Devlet Planlama Teşkilatının (DPT) görüşü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının (ETKB) teklifi üzerine, “elektrik üretim, iletim ve dağıtım tesisleri kurulması ve işletilmesi ile ticaretinin yapılmasına karar verilebilir” ibaresi yer almaktadır. Bu kanunla birlikte enerji, imtiyazlı bir alan haline geldiğinden elektrik üretim, iletim ve dağıtımı yapabilecek olan şirketler (6. Madde) ile yapılan sözleşmeler “özel hukuk sözleşmeleri” yerine devlet ile özel sektör arasındaki ilişkiyi idari bir sözleşmeyle tanımlayan “İmtiyaz Sözleşmesi” niteliğini kazandırmıştır. Bunun anlamı, devlet ile özel şirket arasında bir eşitlik ilişkisinin olmadığı ve devletin kamu yararı ilkesini gözettiğinden özel şirketten üstün konumda yer aldığıdır (Ataay, 2007b).

Öte yandan, Türkiye’nin DB ile imzaladığı Enerji Sektörü Uyum Kredisi Anlaşması kapsamında, elektrik hizmetleri için kamusal yatırımlara devam edilmiştir (Ataay, 2007b: 94). 1980 sonrasındaki bu gelişmelerin ardından son olarak 1999 yılında yapılan Anayasa değişiklikleriyle enerji alanında kamu yararı anlayışı sermaye lehine yeniden düzenlenmiştir. Bu süreçte, özellikle doğal tekeller kamusal hizmetlerden özel hukuk hükümlerine tabi kılınarak değişime uğramış, böylece sermaye enerji alanında kamu hizmetlerinin metalaştırılması yolu açabilmiştir (Ataay, 2007b: 37, 102-103).

Azgelişmiş kapitalist bir ülke olan Türkiye’de neoliberal proje kalkınma politikalarını –özellikle tarım ve enerjide- krize sokmuştur. Dolayısıyla, enerji sektöründe kamusal hizmetlerin metalaştırılmasının yanında, Türkiye’de neoliberal politikalarla, tarım faaliyetleri doğrudan ya da dolaylı devlet baskının etkisiyle bağımlı hale getirilmiştir. Özellikle tarım politikalarının neoliberalleşmesi, tarım faaliyetiyle uğraşan sınıfların eşitsiz ve olumsuz koşullarını daha da ağırlaştırmıştır. Tarımsal faaliyette bulunanlar diğer kalkınmakta olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de farklı farklı etkilenmişlerdir (Oya, 2008: 213, 220).