• Sonuç bulunamadı

1. YEREL YÖNETİM, YEREL DEMOKRASİ, YEREL SİYASET VE BÜYÜKŞEHİR

3.4. Kentsel Rant

3.4.1. Türkiye’de Kentsel Rantın Ortaya Çıkışı

Kentsel rantın oluşumu ve bölüşümü konusunda Türkiye’deki durum, Marksist ve liberal rant kuramlarının biraz dışına çıkarak devlet mülkiyetinde bulunan toprakların süreç içerisinde özel mülkiyete konu olması şeklinde cereyan etmektedir. Bu yüzden Türkiye’de kentsel rantın oluşum ve bölüşümü sırasında devletin rolü büyüktür (Turan, 2009: 73).

Türkiye’de devletin izlediği ekonomik politikalar kentsel rantın oluşumu ve bölüşümü noktasında önem arz etmektedir. Bahçeci (2016: 235) Türkiye’de devletin ekonomi politikalarını üç döneme ayırmıştır. Birinci dönem, ticarete yönelik bir sermaye birikimin oluştuğu 1923-1954 dönemi, ikincisi sanayiye yönelik bir sermaye birikiminin oluştuğu 1954-1980 dönemi ve son olarak da 1980’den bu güne gelen küreselleşme dönemidir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de yeterli bir sermaye birikimi bulunmamaktaydı. Devlet tarafından yerli bir burjuvazi yaratmak istenilmekteydi. Pamuk (1999: 36-37) 1923’ten 1946’ya kadar ki süreçte dünya genelinde var olan ekonomik buhran şartlarında sanayi sektörü, kent ve ülke ekonomisini canlandırmak için ciddi bir büyüme hamlesi içindedir. Ancak devlet sanayi işletmelerinin kentlerin özelinde ve ülke genelinde ekonomiye katkısının sınırlı kaldığını belirtmiştir.

1929 yılı sonrasında devlet tarafından başlatılan korumacılık politikası sayesinde kent ekonomisi canlanmaya başlamış, fakat bu canlılığın sebebi sanayi sektörü değil tarım sektörü olmuştur (Akın, 2007: 87).

1923-1954 döneminde kentsel rant açısından Ankara’nın önemi büyüktür. Çünkü imar faaliyetleri başkent Ankara’da yoğunluk kazanmıştır. Ankara’nın imar planının hazırlanarak planlı bir gelişim süreci yaşaması için Ankara özelinde yapılan çalışmalar çıkartılan kanunlar ve uygulamalar ilerleyen yıllarda tüm ülke genelinde uygulanacak konuma gelmiştir (Akın, 2007: 93).

1933 yılında çıkarılan 2290 sayılı “Belediye Yapı ve Yollar Yasası” o dönem için

kanununu esas alınmak suretiyle yapılmıştır. Yasa nüfusu 10.000’in üzerinde olan bütün beldeleri mevcut planlarını beş yıl içerisinde düzenlemelerini ve gelecek planlarını da yapma konusunda zorunlu kılmıştır. Yapılan bütün imar planları Ankara İmar Müdürlüğü tarafından onaylanacaktır. Bu yasa çerçevesinde 1950’li yıllara kadar yaklaşık 120 imar planı yapılmıştır. Milli akımı ile beraber bir Türk şehirciliği yaratılmak istenmiştir (Ural, 1974: 39).

Yasa, yapı ölçeği bakımından bazı sınırlamalar içermektedir. Bu sınırlamalardan bazıları; kentsel mekânların fen ve sağlık kurallarına uyacak şekle getirilmesi ve kamuya açık yerler dışında kalan alanların kamulaştırılma kapsamına alınmasıdır. Yasanın temel amacı gelişmekte geri kalmış bölgelerin gelişimi sağlamaktır. Yasanın 8. Maddesine göre belediyelere ait alanlar özel mülkiyete geçebilir. Bu madde ile devlet kendine ait olan bazı alanları işletmek yerine bunu özel mülkiyete satarak rant geliri elde etmeyi amaçlamaktadır (Akın, 2007: 94).

1948 yılında 5218 sayılı Ankara Belediyesine, arsa ve arazisinden belli bir kısmını mesken yapacaklara 2490 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın ve muayyen şatlara tahsis ve temlik yetkisi verilmesi hakkında Kanun adı ile yasa çıkartılmıştır. Yasaya göre Ankara Belediyesi’ne ait ya da bu yasa ile Ankara Belediyesi’nin mülkiyetine geçecek olan arsalar belediye meclisi kararıyla bina yapmak isteyenlere verilecektir (R.G., 1948).

Yine 1948 yılında 5228 sayılı Bina Yapımını Teşvik Yasası çıkarılmıştır. Çıkarılan yasa ile bina yapımı teşvik edilmek istenmiştir. Bunun için de hazineye, özel idareye, devlete ait arsaların on yıl boyunca taksitlere bölünerek belediyelere devredilmesi düşünülmüştür. Belediyeler de devredilen bu arsaları ev yapacak olanlara ve kooperatiflere verecektir. Yasanın uygulanmasında amaç olarak belirlenen bina yapımını teşvik etmek düşüncesi gerçekleşmemiş aksine spekülasyonu teşvik etmiştir. Bunun sonucunda da devlete ait toprakların önemli bir kısmı özel mülkiyetin eline geçmiştir (Akın, 2007: 97-98).

Yapılan bir diğer düzenleme de 1953 yılında çıkarılan 6188 sayılı Bina Yapımını Teşvik Yasasıdır. Çıkartılan bu yasa daha önce çıkartılmış olan 5218 sayılı ve 5228 sayılı kanunların birleşimi niteliğindedir. Bu yasa da belediye sınırları içerisinde yer alan hazineye ait arazilerin belediyelere devredilmesinde kolaylık sağlamaktadır. Yasanın önemli bir amacı gecekondu yapımının engellenmesi idi. Bunun içinde belediyeye

devredilen arsaların, Yapı ve Yollar Yasasından bağımsız olarak ucuz şekilde ihtiyaç sahiplerine konut alanı olarak verilmesi düşünülmüştür (Tekeli, 1996: 100). Ancak Akın’a (2007: 98) göre, bu düşünce gerçekleştirilememiştir. Yani gecekondu yapımı engellenememiştir. Hatta bu yasa apartmanlaşma sürecini başlatarak müteahhitlere yeni rant alanları ortaya çıkarmıştır. Her üç yasa da spekülasyonu arttırmış ve devlete ait toprakların özel mülkiyetin eline geçmesini sağlamıştır. Böylece kentsel topraklar tüm Türkiye’de rantı yüksek alanlar haline gelmeye başlamıştır.

1950 sonrasında Türkiye’de tarımda makineleşme ile beraber köyden kente göç hareketi hızlanmıştır. Bununla birlikte kentleşme hızında artış meydana gelmiştir. Büyük kentlerde gecekondu bölgeleri oluşmaya başlamıştır. Sanayi sektöründe çalışan nüfus sayısında artış meydana gelmiştir. Türkiye’nin ekonomik yapısında dönüşüm süreci hızlanmıştır (Keleş, 2013: 464).

1950 ve sonrasında yaşanan bu kentleşme hareketleri sonucunda şehirlerde konut ihtiyacı artmış ve ciddi altyapı sorunları oluşmaya başlamıştır. Bu sorunların çözümü için planlı kentleşme yapılması gerekmekteydi. Bu süreçte planlı kentleşmenin gerçekleşmesi için birtakım engeller mevcuttu. Bu engellerin başında, devlet topraklarının adaletli bir şekilde dağıtımının yapılmamış olması ve ekonomiye entegre edilememiş olmasıdır.

Diğer bir engel ise, devletin ekonomi politikası olarak ithal ikameci sanayileşme anlayışını uygulamış olmasıdır. Böylece büyük sermayelerin dikkatini ithal mallardan meydana gelen kıtlık rantı çekmiştir. Orta ve küçük ölçekli girişimcilere ise kentsel dönüşümden ve kent toprağından elde edilen rant kalmıştır. Tüm bunların sonucunda Türkiye’de ülkeye özgü iki farklı kent toprağı ve konut üretim modeli ortaya çıkmıştır.

İlki yasal bir şekle dönüşen yapsatçılık, diğeri ise yasadışı şekilde gelişen gecekondudur (Yırtıcı, 2011).

Türkiye’de değişen süreçle beraber imar ve konut konularında sorunlar meydana gelmiştir. Bu soruların çözümü için 6785 sayılı İmar Kanunu 1956 yılında çıkarılmıştır.

Yeni yasa her kentin koşullarına göre bir imar planı hazırlamada serbestlik sağlamıştır.

Yasada imar planları iki kademede gerçekleşmiştir. Birincisi nazım plan, ikincisi ise tatbikat planıdır. Hızlı kentleşme ile beraber spekülasyonlar imar denetimine takılmamak için belediye sınırları dışındaki alanlarla ilgili çıkmıştır. Bunu engellemek için 6785 sayılı yasa imar denetimlerinin belediye sınırları dışında da yapılabilmesine imkân sağlamıştır.

Bunun örneği yasanın 18. Maddesinde mevcuttur. Söz konusu maddeye göre, eğer belediye hizmetlerinden yararlanılmak isteniyorsa belediyeden kullanma izni alınması gerekmektedir. Böylece izinsiz bina yapımı ve kullanımı engellenemeye çalışılmıştır (Tekeli, 1996: 98-99).

1963 yılında 327 sayılı “6785 Sayılı İmar Kanunu’na Geçici Bir Madde Eklenmesi Hakkında” ki kanun çıkartılmıştır. Bu kanunun temel amacı 1956 yılında çıkarılan imar kanunun 18. Maddesinde yer alan, kullanma iznine sahip olmayan yapıların belediye hizmetlerinden yararlanamama durumunu ortadan kaldırmıştır. Çünkü bu madde yüzünden belediyeler gecekondu alanlarına hizmet götürememiştir. Bu durumda o bölgelerde yaşayan halk içinde ciddi rahatsızlıklar yaratmıştır. 327 sayılı bu yasa ile 31.12.1962 tarihine kadar yapılan binalar belediyeler tarafından gecekondu bölgesi olarak belirlenmiş ve İmar ve İskân Bakanlığı tarafından kabul edilmiş alanların içinde ise belediye hizmetlerinden yararlanmaları engellenmemiştir (Tekeli, 1996: 101). 327 sayılı yasa aslında bu özellikleri ile bir imar affı niteliği de taşımaktadır.

1965 yılında 634 sayılı kat mülkiyeti kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun ile birlikte kat karşılığı inşaat yani başka bir ifade ile yapsatçılık artmaya başlamıştır. Böylece apartmanlaşma artmıştır. Bu yapsatçılığa alternatif olarak çıkan kooperatifçilik aynı düzeyde artış yaşamamıştır (Akın, 2007: 113).

634 sayılı yasa ile bağımsız mülkiyetin içeresinde yer alan birimler, yapıların bağımsız bölümleri olarak tanımlanmakta ve bu bölümlere piyasada işlem gören diğer bütün taşınmazların sahip olduğu güvenceler verilmiştir. Böylece, insanların kentte arsa sahibi olmaları kolay hale getirilerek oluşacak ranttan da fayda sağlamaları amaçlanarak apartmanlaşma yaygınlaştırılmak istenmiştir (Turan, 2009: 129).

1972 yılında 1605 sayılı “6785 sayılı İmar Kanununda Bazı Değişiklikler Yapılması Hakkında Kanun” adıyla yeni bir imar düzenlemesi yapılmıştır. 1605 sayılı bu kanun 6785 sayılı kanuna göre daha merkeziyetçi bir anlayış içermektedir. Eski kanunda imar programlarının onanması belediye meclisleri tarafından yapılırken yeni kanunda bu yetki merkezileşerek Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na verilmiştir. Ayrıca bakanlığa metropoliten bölgelerde nazım imar planı yapma veya yaptırma yetkisi de tanınmıştır. Bu yasa ile ilk kez kıyı kesimlerde kamuya açık olarak kullanılmak üzere özel mülkiyete ait yapıların yapılabilmesinin önü açılmıştır (Akın, 2007: 109-110).